“Gönüllü zorunluluk” bu ironik söylem günümüzde internetin kendisi haline gelmiş.

İnternet ise sosyal medya üzerinden hayatımızda bir etki alanı kazanıyor.

Sanal bir hayat kurduğumuz sosyal medya ya günlük hayatımızda dört heceden daha fazla söz hakkına sahip.

İlişkilerimizin çoğunu sosyal medyada kurduğumuz dünyalarımızda oluşturuyor ve büyütüyoruz. Çünkü normal arkadaşlıklarımız bile sosyal medyada asıl bağlamını kazanıyor.

Benim gibi Y kuşağına mensup internetin masum göçmenleri önceleri bir arkadaşıyla tanışma anılarından bahsederken “internette tanıştık” şeklinde özellikle altını çizerdik. Ancak biz göçmenler dahi buna alıştık ki artık bunu belirtenleri garipsiyoruz.

Sosyal medyalar hayatımızın yüzde 80’ine nüfuz ederken bizde ikili ilişkilerimizi arkadaşlık ve dostluklarımızı burada yaşıyor ve büyütüyoruz.

Kimse sizi sosyal medyada platformlarında olamaya zorlamasa da orada olmayı bir zorunluluk olarak hissediyorsunuz. Bunun nedeni ise gelişen ve değişen dünya pratikleri ve gelişen teknolojinin evirdi toplum yapısıdır.

Teknoloji sayesinde hayatlarımızın kolaylaştığı gibi toplum kültürü de değişime uğrayarak kültürel faaliyetler teknolojiyle harmanlanıyor.

Bununla alakalı size ilginç bir anımdan bahsedeyim hemen.

Geçtiğimiz yıl gerek pandemi gerek zamansal sıkıntılar nedeniyle kıymetli kuzenimin isteme merasimi sanal toplantı ağı olarak kullanılan “zoom” üzerinden gerçekleştirildi. Önceleri olsa kulağa saçma gelecek olan bu fikir pandemiyle birlikte birçok alanda hayatımızda baya kolaylık sağladığı gibi bu ilginç fikri kabul edilebilir kıldı.

 Peki, sosyal medyada kurduğumuz hayatlarımız nasıl bir yapıya sahip?

Bazen adını bile koymadığımız sanal semtlerimiz var bu hayatlarda. Bunlarda bizim kimliğimizi oluşturuyor. Aslında çok basit kelimelerle anlattığımız bu sanal dünya düşündüğümüz ve söylediğimiz kadar da masum değil sanki.

İşte bu gönül zorunluluk yeni bir sömürü biçimi yaratıyor; Gözetleme kapitalizmi “gönüllü zorunluluk” tabiri ilk bakışta bir oksimoron yani iki zıt durumun bir arada oluşu sayılabilir.

Bu durum ise benim aklıma komedi türünde Mustafa Kenan Aybastı'nın yönettiği, mutenalaştırma sonucu komşuları birer birer yaşadıkları semtten gitmek zorunda kalan bir grup arkadaşın, bu fahiş kira artışlarına ve kentsel süzülmeye dur deme çalışmalarını ele alan “Ev Kira Semt Bizim” filmini getiriyor.

İçerisinde yeni hayatlar kurduğumuz bu platformların elbette birer sahipleri var.

Yani sosyal medyadaki varlığımızda aslında tam olarak “Ev Kira Semt Bizim”,aşamasında çünkü bu platformların yukarıda da söylediğim gibi bir sahibi var.

Bunlardan biride sizlerinden yakından tanıdığını düşündüğüm Meta Şirketinin kurucusu Mark Zuckerberg.

Bizlerde Mark Zuckerberg’in sosyal medya platformu olan bu mecralarda kiracıyız ama kirayı başka türlü ödüyoruz ve sorun da tam olarak orada başlıyor.

The Reboot sitesinde kaleme alınmış bir yazıda bu durum; “ Ev sahiplerinin interneti hepimizi kiracı yapıyor” diye tanımlanıyor. Bu tanım sadece sosyal medya platformlarını değil aslında tüm platformların temeli kapitalizmi kapsıyor.

Kapitalizm ise çok geniş bir kavram…

….

Sevgili okuyucular konu o kadar derin ki bu kapsamda yaptığım diğer okuma ve çalışmaları da haftaya ki yazımda işleyeceğim takipte kalın….