HALK ARASINDA ZELZELE...

NAMI DİGER DOGAL AFET...

BUNLARIN ARASINDA (SEL, HEYELAN, FIRTINA)

Da yer almakta...

Kimin, nerede, ne zaman yakalanacağını bilmediği bir bilinmez. Bazılarımız iş yerinde, bazılarımız evinde, kimleri TV izlerken, bir kimimizde

UYKUMUZDA...

Bazen ağır hasarlı bazen ise hafif bir sallantı

Kaç kişinin o zelzelenin altından kurtarıldığının sayısını bile bilmiyoruz.

Kaç kişi o enkazın altına canını verdi?

Kaç aile yok oldu?

Kaç ocak söndü?

Kimi evladını, kimi evinin ferdini kaybetti.

Ya yıllarca emek emek tırnaklarıyla kazıyarak yaptıkları yuva...

İçini ilmek ilmek döşedikleri eşyalar...

Sadece bir zelzele sonucu koca bir yığıntıdan ibaret oluyor...

Kimse bana eşya bu, yapılır demesin. Realist olmak gerekirse, ömrünün yarısını yıkılan yuvan için geçirmişsin bir diğer yarısını da yine onun için geçireceksin.

Diyelim ki; çoğu evin sigortası var onlar biraz daha şanslı olsa da zorlu bir süreç onları beklerken bir diğer yanda da sigortasız hiç bir güvencesi olmayan sadece bir evi olan insanlar var onlar için bitmiş bir hayat demek değil mi?..

Bazen ön yargılı olabiliriz...

Yapmayalım...

Olmayalım…

İnsanların ne durumda olduğunu bilmiyoruz; Hangi şartlarda yaşam sürdürdüğünü bilmeden onlara ön yargıyla yaklaşmayalım.

Önce bir düşünelim!

Acaba her yıl sigorta yaptıracak kadar parası var mı?

Geçimini zar zor sağlarken aldığı maaşı olduğu gibi evine harcayan insanların varlığını düşünürsek sigorta gibi elzem ama -maalesef- önceliğini mevcut ekonomik şartlardan dolayı yitiren şeylere fırsat kalmaması hiçte yadsınacak bir durum değil.

Sorumsuzluk yapmamak gerek bazen.

Ne kadar olursa olsun o evin sigortasını es geçmeyin nerde ne zaman hangi afete yakalanacağımızı bilmiyoruz,  sadece deprem olarak düşünmemek lazım tabi…

Doğal afetin depremi seli heyelanı olmaz...

Afet afettir....

Allah korusun...

Sonbahar güzel olduğu kadar korkulu bir mevsim değil midir.

Kış kar yağdığı an masrafların en çok harcandığı mevsim...

Ahh bu iki mevsimm...

Sonbaharın fırtınası kışın ise karı, tipisi…

Fırtınada oluşabilecek elektrik kesilmeleri direk, ağaç devrilmesi, çatıların uçması, o dolu dolu yağan yağmurda tıkanmış logarların bodrumdaki ev ve dükkanlara taşması…

Ahh ne zor bir süreç!

Hiç unutamam bodrum katta otururken bir gün banyodan evimizi basın suyu, gece uyandığımız tüm odaların suyla dolu olup da o durumda bile bizi düşünen annemin, dayımlara gönderip sabaha kadar su taşıdıklarını...

Çok küçükken hatırlıyorum...

Telefonlar yeni yeni moda olmaya başlamış…

Köyde bir fırtına üç gün boyunca gelmeyen elektrik, yıkılan ağaç ve direkler küçük bir köy olduğu için tüm köy anneannemin evinin önünde otururdu mum ışığında sobanın üzerine zor bela pişen yemek ...

NASIL UNUTULUR...

 

Simdi böyle değil ama en azından...

Bir çok doğal afet için önlemler alınıyor, tatbikatlar yapılıp, çocuklara bu konularla ilgili sık sık dersler veriliyor.

Fakat bununlar olurken gerçekten hayatta başımıza geldiğinde korku başa geldi mi inanın kendine bile hükmü olmuyor.

Korku....

En sakin olmamız gereken yerde korku sardığı zaman vücudumuzu biz bile orda hükmedemiyoruz beynimize...

Depremlerde camdan balkondan atlayanlar mı?

Yoksa...

Evini sel bastığı için dili tutulanlar mı!

Allah kimseye yaşatmasın...

O AN GELDİĞİ ZAMAN SAKİN OLMAKTA FAYDA VAR...

Hülasası...

Tüm teknolojimiz ve modern hayatı eskisinden çok daha kolay hale getiren icatlarla bile, tüm bunları silmek ve bize burada, dünyada hala doğanın insafına kaldığımızı hatırlatmak için tek bir büyük doğal afet yeterli…