Bende zannediyorum ki kendi mahallem, kendi sokağım, kendi memleketim.

Gece yolda kalsam da dışarı çıksamda bir şey olmaz. Mahallenin insanları tanımasalar da göz aşinalığı var hiç yoktan. Başına bir şey gelse korurlar nasıl olsa diye düşünüyor insan.

Çocukluğumdan beri hep böyle düşündüm.

Çünkü bir kaç defa işim gereği geç saatlerde çıktığım için evime bazen yürüyerek gitmek zorunda kaldığım zamanlarım oldu.

Çocuktum, saftım belki de…

Böyle düşünmemi sağlayacak en büyük etkendi çocuk olmam.

Maalesef büyüdükçe insanların acımasızlığını ve ne kadar kötü olduğunu görmezden gelmek mümkün olmuyor.

Çünkü her seferinde yanılmak zor geliyor insana…

Belki de hayatın adilliğidir.

Belki de dengedir.

Kim bilir her şey mükemmel olsa bu denli kaygı içinde yaşamasaydık her şey dört dörtlük olsaydı hayatta o zaman ne geçerdi ki elimize mutsuzluktan başka…

Şimdi en azından bir telaş var, kaygı var.

En azından bu gibi durumlarda kendi başının çaresine bakmayı öğreniyorsun ve bu bir kadın için nedenli yıpratıcı ve yaratıcı olduğunu bilemezsin.

Şimdi ne alaka kadınla falan diyeceksiniz…

Konunun başında da söylediğim gibi aslında olay benim zannettiğim gibi değilmiş

Bir aile, insanın kendini güven huzur ortamında hissedeceği yuvayken günümüz toplumunda olaylar çoktan orayı geçmişti.

Bir aile evladının en zor anlarında sırtını dönerken iş namus oldu mu dedikodu kazanı kaynatan bir akrabadan ibaretmiş. Bu durum o kadar acı, o kadar kötü ki ne söylesem kimse anlamayacak.

Neden bu kadar sinirliyim biliyor musunuz?

Şu küçücük memlekette birbirimizi idare edemiyoruz. Nedense?

Mesela;

Küçük bir işletmede 10 kişi çalışıyorlarsa orda herkes birbirini idare etmek zorundadır. Çünkü orası işletmeden çıkar bir süre sonra ailen olur. Mecburda olsa çoğu zaman onları görürsün günün üçte ikisini onlarla geçirirsin ve bu işletmede aksi düşünülemez.

En azından benim için hep böyle oldu ve biz toplum olarak şu küçücük dükkan kadar olamadık. Şu memlekette erkeği, kızı, annesi, babası, akrabası, arkadaşı bir türlü beceremedik birbirimizi korumayı. Baktığınız zaman ne kadar acınası bir durumda olduğumuzu göreceksiniz.

Neden bunları anlatıyorum?

Çünkü duyduklarım karşında artık ne tepki vereceğimi bilemiyorum.

Gerek haber portallarında gerekse yakınlarımızdan aldığım haberler, beni hem üzüyor hemde sinirlendiriyor…

2,5 senedir beraber çalıştığım sevdiğim saydığım Gökhan Ağabeyim bir sabah geldi ve dedi ki “Denizli’de adam karısını boğarak öldürmüş yetmemiş birde boğazını kesmiş. Bu kişi Sinanpaşa İlçesinden”

Öylece baka kaldım.

Sorular soruyorum “Neden? …

 “Eşiyle tartışmışlar, kavga edince karısını öldürmüş ” diye cevap verdi…

Çok şaşkın ve üzgündü, çünkü her iki tarafı da çok iyi biliyordu.

Ölen genç kadın Zerrin U.’yu çocukluğundan beri tanıyordu aile dostlukları vardı…

Sonra konuyu en ince ayrıntısına kadar anlatıyor;

“Zerrin U., henüz lise döneminde iken eşini sevip, okulu biter bitmez evlenmişti…

O yıllarda Sinanpaşa’da yaşanan işsizlik ve göç olayları bu çifti iş nedeniyle Denizli iline attı. İş buldular, çalıştılar çabaladılar Allah kendilerine iki evlat nasip etti…

Anne çocuklarına iyi bir gelecek sunmak için gecesini gündüze katarak hayat mücadelesi verdi son nefesine kadar.

Peki, durum buraya kadar nasıl geldi?

Hani derler ya; “İçki öldürür, kumar ocak söndürür”

Bu anlatılanlar karşısında tepki veremeden sadece kalakaldım…

Bende yukarıda memleketten bahsediyorum, aile falan diyorum. Bizim insanımız kadın erkek fark etmeksizin daha özbe öz ailesine sahip çıkamıyor ki sokakta kalana yardım etsin

Son olarak;

Mahallenin gençleri bakkaldaki ayran sayısının azlığından belli olur.