EŞEĞE SEMER VURAN ÇOK OLUR
 
Ne dostluklar vardı
Ne sadakatler.
Üzerlerine yeminler edilen.
Hep ihanete uğradılar
Ah o yeminler!
Ah o yeminler!
...
 
Hiç bir şey sadece başlangıcıyla değerlendirilemez ve esasen her şey sonucuyla değerlendirilir.
 
Bir fiilin, bir kuramın, bir düşüncenin başıyla veya başlangıcıyla değerlendirilmeye çalışılması daha baştan beklenmeyen, umulmayan ve öngörülemeyen pek çok yanlışın ve değişimin de göze alınması demektir.
 
Ayrıca hiç bir şey başlangıçtaki gibi kendi doğallığında ve duruluğunda geliş(e)meyecek ve ilerle(ye)meyecektir.
 
Ne hayat, ne yaşayış, ne yol, ne yolculuk, ne ortaklık, ne dostluk, ne arkadaşlık, ne dava arkadaşlığı, ne kardeşlik, ne aşk, ne evlilik ve ne de okul ya da asker arkadaşlığı çoğu zaman başlangıcındaki iyi niyeti, samimiyeti, dürüstlüğü ve içtenliği sonuna kadar taşımaz, taşıyamaz.
 
Tarih “pazara kadar değil, mezara kadar” diyen pek çok kimsenin çıkarları ve sonradan içinde bulundukları menfaat ve dengeler nedeniyle birbirlerine yaptıkları ihanet ya da ihanetimsi düşünce ve teşebbüse yönelik davranışların canlı tanığıdır.
 
Hulâsa edecek olursak, başlangıçtaki idealler, ilkeler ve hatta hoşgörülerin referansları zamanla ve “son’a” doğru yaklaştıkça oldukça fazla ve daha çok olumsuz yönde değişim gösterirler ne yazık ki.
 
Ancak bir kitabın önsözü ile sonsözü arasında, sayfalarda değişikler olsa bile illiyet rabıtası genelde aynı kalır ve sonsöz oraya kadar verilen mesajın hulâsa edildiği yerdir.
 
Nitekim Taşhan’dan aldığım ve henüz okuyabildiğim “Kendi Dilinden Fetö, Örgütlü Bir Din İstismarı” adlı kitabın sonuna geldiğimde hulâseten şu cümleler yazıyordu:
 
“İslamın temel bilgi kaynaklarının göz ardı edilmesi halinde, saf zihinleri kendi halüsinasyonlarıyla saptıran, kişisel zanları ve vehimleri istikametinde insanları yönlendiren hasta ruhlu kişilerin, din adına her şeyi söyleyip yapabilmelerinin önü açılmış olur. Böyle olunca kendisinden başka hiç kimsenin muttali olamayacağı ve dinin temel kaynaklarına göre kontrol edemeyeceği rüyalarla, gizemlerle ve sözde kerametlerle bir “kült” önder oluşturulması da kolaylaşır.
Bu durumda, seçilmiş olduğuna inanılan bu kişi, Yüce Allah ve Hz. Peygamber (s.a.s.) ile yakaza hâlinde görüşür 
ve aldığı talimatlarla(!) örgütünü yönetir hâle gelir. İş bu noktaya varınca da müntesipleri nezdinde Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’in ne dediğinin bir önemi kalmaz; artık bağlayıcı olan, sözde masum/masûn (korunmuş) önderin ne dediği ve dini nasıl anladığıdır. Bu da kaçınılmaz olarak İslam’ın tahrif edilmesinin önünü açar.”
(Age, s: 135).
 
Kitaptaki bu cümleler bu kadar açık ve anlaşılır olduğu halde ne acıdır ki hâlâ bazılarınca başlangıcıyla değerlendirilen bu istismar hareketinin sonucunun sonunda ancak din’e, dinî anlayışa ve hatta kendi mensuplarına dahi ne kadar büyük zarar verdiği ortadadır.
 
Önemle vurgulamak gerekir ki bilgi,
bilgi kaynakları ve usul tedrîsatından geçmemiş pek çok kimse yine ve hâlâ istismar gruplarına ve o grupların başındakilere inanmaya devam edebilecek kadar kendi cehaletlerinin esaretinde kalabilmektedirler.
 
Hayatının başlangıcında ve sonunda bir kitap gibi aynı kalabilmek isteyenler bilgi kaynaklarını önemle ve özellikle sorgulamak zorundadır.
 
Sorgulamadan, kendisine sunulan her bilgiye, her yoruma ve onları savunan gruplara körü körüne inanan kimseler menfaat değişimlerini ve ona bağlı dönüşümleri gördükçe daha çok pişmanlık duyacaklardır. 
 
Pişmanlık duymamak için mezkur kitabı sen de muhakkak okumalısın Bünyamin! Belki böylece sen de ferâsetinle ve basîretinle kendini, ne kendine ne de başkalarına veya başka gruplara istismar ettirme(me) başarısını yakalarsın!
 
Ve umarım sana söylediklerimi biraz düşünüp,
söylemek isteyipte söyle(ye)mediklerimi de sen anlamaya çalışırsın.
 
Unutma ki, eşekler kitap okumaz, onların
sırtına semer vurulur. Hem de kitap okumayanlar” tarafından...