Her zaman her şeyi gören, duyan ve bilen insanlarımız işlerine gelmeyen şeyleri görmez, duymaz ve bilmez.

Örneğin; sokak ortasında kocasından dayak yiyen bir kadını görmezden gelerek yanından geçip giderler.

 Hatta kadını ayıplayarak: “Kim bilir ne hata yaptı da kocası dövüyor kadını” derler. Sadece dayak yiyen kadın hakkında değil gençliğinin baharında tecavüze uğrayarak öldürülen genç kızların arkasından da: “Gecenin o vaktinde ne işi varmış dışarıda”, “Mini etek giymiş, giymeseymiş”, “Kız başına ne işi varmış orada”… ve daha birçok şey.

Tehlikenin farkında mısınız?

Bunları duyarak yetişen bir kişi ileride karısını öldürdüğü zaman ya da bir genç kıza tecavüz edip öldürdükten sonra bunları bahane olarak kullanırsa hatayı kimde aramalıyız?

Hatayı, onu bu iğrenç sözler ile büyüten ebeveynlerde mi aramalıyız.

Yoksa senelerce bu sözler ile büyüyüp bir kadını dövmenin, onu alıkoymanın ve ona zarar vermenin normal olduğunu, kadının bunu hak ettiğini düşünen çocukta mı?

Bana sorarsanız ben ebeveynlerde arıyorum.

Eğer çocuğuna şiddetin yanlış bir şey olduğunu, ne yaparsa yapsın kimsenin dayağı da ölümü de hak etmediğini, kızların istediği saatte, istediği kıyafetle gezebileceğini, kimsenin özel hayatında ve özel alanında söz hakkının olmadığını öğretirse yeni nesil bireyler katil olmaz ya da onun gibi potansiyel katil adayları yetiştirmez.

Aile ortamında daha bilinçli ve sevgi dolu vakit geçirilirse böyle bir ailede yetişen bireylerin, ileride potansiyel suçlu olma ihtimali azalırken daha sağlıklı bireyler yetişmiş olur.

Hepimiz görüyoruz, duyuyoruz ve biliyoruz ama susuyoruz birçoğumuz ya da çok fazla konuşuyoruz. Ufak bir vicdan muhakemesi ile sadece kadınların değil bütün canlıların yaşama hakkının olduğunu ve şiddeti hak etmediğini ayırt edebiliriz. Gencecik kızlar öldürülürken susan ya da saçma sapan konuşan bütün insanlar için birkaç örneğim var; hayvanlara da tecavüz edip öldüren sapkınlar var.

Onlara ne bahane bulacaksınız?

Karşıdaki kişinin ne kadar sapkın ve korkunç bir kişi olduğunu kabul etmekten kaçmak daha kolay geliyor değil mi?

Çünkü durum o kadar korkunç ki…

Kendileri bile insanların bu denli acımasız ve sapkın olabileceğini kabul edemiyorlar.

Ben bu tarz olayların ve türevlerinin her zaman karşısında durmaya çalışacağım.

Çünkü biliyorum ki; bizler karşısında durdukça suçlar bitmese de en aza indirilebilir. İnsanlar hayatlarını büyüklerinde gördüğü şekilde şekillendirir. Onları büyütenlerin doğruları doğru, yanlışları yanlış olur. Sadece eleştirmek için değil de bir şeyleri iyileştirmek için görsek, duysak ve konuşsak keşke…

Gördüğüm kadarıyla insanlar sadece birbirini incitmek için bakıyorlar. Eğer insanlar birbirinin eksiğini aramak yerine, çözüm odaklı baksalar her şeyi daha güzel görürler. Toplum olarak ince çizgilerde yaşıyoruz.

Eğer bir şey bir insana göre yanlış ise karşı tarafın bu konu hakkındaki düşünceleri önemsiz gelir. Yani vicdanen düşünmüyor öğrenilmiş çizgiler üzerinden yaşıyoruz.

Benim için önemli olan konu bir başkası için önemli olmayabilir, ya da kişi konu hakkında farklı bir dünya görüşüne sahip olabilir.

Eğer bir şey size doğru gelmiyorsa onu acımasızca eleştirmeniz de doğru değildir. Çünkü eleştiri ararsak her zaman hata buluruz.

Eğer bir kadın bir cinayete kurban gitmişse ne giydiği, ne düşünce yapısı, ne de nerede olduğu önemli değildir. Gözlerimizi, kulağımızı ve ağzımızı yanlış yerlerde kapatırsak bir gün doğru yaşadığımız bu hayatta biz de yaşam tarzımızın doğru gelmediği kişi tarafından öldürülebiliriz.

İnsan hayatı önemlidir bugün başkasının başına gelen yarın bizim de başımıza gelebilir.

Ne olursa olsun kimse ölmeyi hak etmez. Eğer hak ettiğini düşünür ve hayatının elinden alınmasına ses çıkarmayıp, yaşam tarzına laf edersek vicdanı çürümüş ve suç oranının günden güne arttığı bir topluma evriliriz. O yüzden görelim, duyalım ve konuşalım ki insanlar birbirine zarar veremesin.

Susmamız gereken yerler başkalarının yaşam tarzları olsun. Çünkü başka biri aynı düşünceye, inanca ve kültüre sahip olmayabilir.

Umarım bir gün cinayet, şiddet ve daha birçok olumsuz olayın ekranlarımıza düşmediği, gazetelerin yazmadığı güneşli günlere uyanırız…