KENDİ HAKKINI DA KENDİNE VER!
 
Nefsim at, ben de araba
Gidiyoruz taka tuka.
...
Sanırım daha önceleri sana “içindeki hayvanın uluyuşunu duyuyor musun?” diye sormuştum Bünyamin!
 
Bu soruyla kendini dinlemeni murad etmiştim aslında. Kendini, kendi iç’ini, kendi iç dünyasını dinleyemeyen, onu anlayamayan ve onun hakkını veremeyen insan kendi dışındaki insan ve toplum ilişkilerinde ne derece sağlıklı olabilir ve doğru sonuçlara ulaşabilir ki?
 
Kendini bilen ve tanıyan insan başkalarını da içselleştirerek yaşamayı başarabilen insandır. Nihayet Rabbini de ancak bu şekilde bilebilecektir. Resulullah da “Kendini bilen Rabbini bilir.” diyerek bu duruma işaret etmiştir zaten.
 
Son cümlede ise “İçindeki hayvanı ıslaha gayret ederken, bunu ona işkence etmeden yapmaya çalış!” da demiştim. Aslında sonradan son cümleyi eksik yazdığımı farkettim.“İşkence nefse de yapılsa zulümdür!“ cümlesini unutmuşum. Hem onu tamamlamış olayım, hem de insanın üzerinde nefsinin de hakkının olduğunu vurgulamış olayım böylelikle.
 
İnsanın yaratılışına nefsin konulması, ona zulmedilerek neredeyse imha edilmesi için değildir. Esasen nefsimizin varlığıyla meleklerden veya hayvanlardan ayrışıyoruz ve bu bizi imtihana tâbi olmamızı sağlayacak bir dereceye ve değere yükseltmektedir.
 
Ne yazık ki dinin yanlış yorumlanma ve uygula-maları sonucu nefis kötü, her an yanlış yap(tıra)cak ya da dinin dairesinden çıkarta- cak bir “muharrik güç” olarak görüldüğü için insanımız yaşadığı dünyayla yaşayacağına inandığı “ba’del-mevt” hayatı arasındaki dengeyi çoğu zaman tutturamamış ve bu da
iki arada bir derede kalmasına neden olmuştur.
 
Elbette nefis her insanda vardır. Ayrıca o, insanın ilmi, statüsü, makamı veya varlığına göre değişiklik göstermeyecektir, belki mahiyeti yönünden farklılık arzedebilecektir.
İnsan da bahsedilen ilmi, statüsü, makamı veya varlığına göre onu kendine mahsus tarzıyla ıslah ve tanzimini sağlamaya çalışmalıdır.
 
İnsanlığın tecrübesi göstermiştir ki alim insanın nefsi de alim olmuyor, ya da insanın makamı yükseldikçe nefsinin de makamı da yükselmiyor. Hatta belki de daha da alçalıyor veya aşağılaşıyor.
 
O her insanın taşıyabileceği ve belki ıslah edebileceği kadar yaratılışındaki özütüne mevzun ve mukadder olarak karış(tırılı)arak insanın yaşayışına, tâ ki “gözlerini yumunca-ya” kadar eşlik edecektir.
 
Ancak nefis hiç bir zaman yok edilemeyeceği gibi hiç bir zaman da yok farzedilemeyecektir.
O, insanın yanında her zaman vardır ve her zaman insanın her türlü karar ve davranışında kendi tabiatına göre müessir ve müdahil olacaktır. Ne zaman ki yok sayılmaya başlansın, hiç umulmadık bir anda, hiç umulmadık bir yerde, hiç umulmadık bir nedenle ve hiç umulmadık bir insanda varlığını gösterecektir. Nefis hiç bir zaman en güvenilir bir unsur ol(a)mamıştır çünkü.
 
Nefsin bu özellikleri ve gücü farkedildiğinde insanların birbirlerine olan hoşgörü, anlayış
ve tahammülü elbette fazlalaşacak ve insanî ilişkiler nispeten daha da iyileşecektir. Bu meyanda kimse kimseyi levmetmemeye çalışacak, kimse kimseye ahlâk hocalığı yapmayacak, ortalama nasihat sınırları aşılmayacak ve herkes daha çok kendi nefsine yönelecektir.
 
Bizler ne Brahmanistler gibi nefsi öldürme iddiasında olmalıyız ne de nihilistler gibi nefsi tamamen özgür bırakmalıyız. Hakkettiği kadarıyla hakkını vermeliyiz ona. Hakkını alamayan nefis de dahil her şey sonunda kötülüğe meyledecektir zira.
 
Hakkettiği kadarıyla nefsinin de hakkını gözetle öyleyse Bünyamin! Ne aldat onu, ne de ağlat! Nefsinin de hakkını ver senin anlayacağın, nefsinin de hakkını!.. Yoksa gün gelir o almaya başlar hakkını. Unutma ki insan için tehlike de o aşamada başlayacaktır. Güçlenmiş nefsin karşısında artık zayıflamış olan insan ne kadar dayanıklı olabilecek ve ne kadar tahammül edebilecektir ki?..
...