Zaman insanın üzerine en fazla hassasiyet göstermesi gereken imkanlarından birisidir Bünyamin, hatta en önemlisidir. Zamanını iyi bir şekilde rasyonel ve fonksiyonel olarak değerlendirebilme başarısını yakalayabilmiş insan veya kurumların başarı çizgilerinin her zaman yukarıya doğru yönelik olduğu bilinen bir gerçektir.
 
Hele insanın orta yaşlarındaki zamanı daha bir değerlenmeye başlar. İnsan bu yaşlara gelince zamana hakim olmaya, onunla yarışmaya başlar. Nasıl geçerse geçsin, nereye giderse gitsin kabilinden bir lâkaytlığa düşmemeye çalışır o yaşlarda insan. Artık içinde bulunduğu zamanlar kendine, ailesine, toplumuna, hatta dünyaya faydalı olmaya yöneltmektedir kendisini.
 
Tabii ki bu husus kendinin varoluşunun, yaşayışının, varsa ailesinin, yaşadığı toplumun ve giderek dünyanın ve evrenin oluşunun ve niteliğinin farkında olanlar için geçerli bir yargıdır.
 
Bu sayılanların farkında ve bilincinde olmayanlar için “kahvehane (veya ekran) muhabbetleri” yeter de artar bile. Kahvehanede zamanının çoğunu geçirmeye çalışanlar için varoluş’muş, yokoluş’muş, toplumun, dünyanın değerleri, dönüşümü, sorunlarıymış, çoğu zaman laf ü güzaftan ileri geçemeyecektir. “Al papazı, ver kızı!” ile geçen zamanlar oynayanlarını alır gider zamanın içinden öncelikle.
 
Hatırıma gelmişken söyleyeyim. Anadolu köyleri üzerine araştırma yapmak üzere gelen Avrupa’lı Akademisyenler köylü kadınların tarlada, bahçede çalıştıklarını, erkeklerin de kahvede oyun oynadıklarını görünce rehberlerine erkeklerin kahvede ne iş yaptıklarını sorarlar. Rehber de zevahiri kurtarmak için onlara “Erkekler kahvede ülkenin ekonomik ve sosyal sorunlarının çözümü(!) için çalışıyorlar.” der.
 
Bu anlattığım fıkra gibidir ama zamanında gerçekten yaşanmıştır. Her neyse, kahvede, pazarda bulunan çözümlerin kısmen doğru olsa bile etkinliğinin ne kadar olabileceği tartışılır değil mi?
 
Ama aslolan müktesabatıyla belirli bir niteliği ve yetkinliği kazanmış kişilerin zamanlarını en iyi şekilde değerlendirmesidir ve bunun için gerekirse kahveye, pazara da gitmeleri ve o tarz-ı hayatı da görmeleridir. Bazen öyle güzel değerlendirmeler duyarlar ki “Biz bunu daha önce neden düşünemedik?” diye hayıflanırlar hatta. Kahvele, pazarlar hayatın ekonomik, sosyal, hatta siyasal yönden en yaşanılır, en canlı alanlarıdır çünkü.
 
Nasıl ki Avrupalı Akademisyenler tâ Avrupa’dan kalkıp bizim köylerimize kadar gelebiliyorsa, bizim Akademisyenlerimiz, bizim Uzmanlarımızın da sorunları ve halkın kendince bulduğu genelde günübirlik çözümleri görmek, incelemek ve değerlendirmek için gerektiğinde ve zaman zaman yerinde ve bizzat bulunmalıdırlar.
 
Zamanın değerinden devam edelim. Zaman ona tâbi olan herkes için aynı işler lakin yapacak çok işi olanlar için çok hızlı, eli boş veya elini taşın altına hiç koymamış veya koymak istemeyenler için oldukça yavaş ilerliyormuş hissini verir. Bunun farkına varmak zamanı kontrol altına alabilmek için olmazsa olmaz şarttır ve muhakkak bir gerekliliktir.
 
“Cafe”lerden başka sosyal hayatı olmayan bir delikanlı orada zamanın nasıl geçtiğini bilmez ama bir Cuma Namazı’nı kılmak için camiye gittiğinde Cuma Namazı zamanının çok uzun olduğundan sitem etmez mi? Tabii camilerin neden çoğu zaman gençlere “sıkıcı” geldiği konusu da ayrıca mütalaa edilmelidir diyebiliriz bu arada.
 
Hayatında hiç ceza alıp ta cezaevine girmeyen ve orada uzun süre kalmayan bir kişi veya ceza verme konumunda bulunan bir Hâkim cezaevinde zamanın nasıl geçtiğinin (aslında geçmediğinin de diyebiliriz.) farkına varabilir mi?
 
Örnekler çoğaltılabilir ama ben bugünkü yazımla küçük bir grizgah yapayım istemiştim. Sonrasında da daha önce yazmış olduğum yazılardan kısa bir alıntı yapayım demiştim ama kalem de yazmaya başladımı durmasını bilmiyor maalesef. Kalem’e de aslında bir “zaman eğitimi” vermek mi gerekiyor ne?
 
Benjamin Franklin’e e ait bir tavsiye sözü var hafızamda, bari yeri gelmişken onu da aktarayım. “Huzur içinde yaşamak istiyorsan, yapman gerekeni yap, dilediğini değil!”
 
Bu sözü hafızama ortaokul yıllarımda kaydetmiştim. Zamanla bu söze bir kelime daha eklenirse daha şümûllü olacağına kanaat getirerek o kelimeyi de ben eklemiş ve cümle şöyle olmuştu: “Huzur içinde yaşamak istiyorsan, yapman gerekeni “zamanında” yap, dilediğini değil!”
 
Yazıya son verirken yine de yazmaya başlamadan önceki düşüncemi de yerine getirmiş olayım diye sana gençlik yıllarımızdan, biraz da Necip Fazıl’a özenerek yazmış olduğumuz bir beyti aktarayım.
 
“Zaman her oluşta her zaman en güzel müfessir!
Zaman gösterecek bende ne, ne kadar müessir!”
...