Anne huzurdur…

Bir evi ev yapanda, bir aileyi aile yapanda annedir. Onun en büyük destekçisi ve kuşatıcısı ise babadır.

Bizim çekirdek ailemizde böyle bir sevgi saygı kuşatmasıyla yaşardı. Bu yolda annemden çok şey öğrendim. Çocukluğumda annemden merhamet kokan, çorba ılımanlığında güzel hikayeler dinledim.

O hikayelerden bir örnek vermek gerekirse…

“Develer ile pirelerin günümüz kapitalist düzeniyle nitelendirildiği sektörlerde çalıştığı zamanlarda küçük bir ördek varmış, ördek yetim kalmış. Yetim kalınca onu hemen bir kediye emanet etmişler. Kedide sağ olsun pek bir iyi bakmış ördeğe.

Ördek nereye kedi oraya…

Bunlar diyar diyar; fersah fersah dolanmışlar. Bir gün böyle bir nehrin kenarından geçerken ördek nasıl heyecanlanmış. Böyle çoşagelmiş koşarak hemen atlamış suya.

Ama kedi öyle mi?

Feryat figan “Çık çabuk oradan boğulacaksın!”

Ördek suda taklalar atıyor neşeden; ‘Annecim üzülme, bana bir şey olmaz. Ben sonunda ait olduğum yeri buldum. Burası benim gölüm. Sen belki suyun ne olduğunu bilemeyeceksin ama inan bana burası benim ait olduğum yer’ demiş ördek.”

Böyledir işte evlat, anne onu ilk hissetmeye başladığı anda annenin gönlünde doğar.

İşte sende şuan doğduğun yerdesin. Elbet bir gün o ördek gibi sende ait olduğun gölü bulabilirsin. Ben bu yarış telaşı içinde sağdan sola, soldan sağa yuvarlanırken acı acı çalan o telefonla aldım.

Beni yıkan o ızdıraplı haberi.

Tamda böyle bir anda başlıyor hezeyan içindeki savruluşunuz… Yazın ardından meltemlere direnemeyip dalından Newton’un çekim yasasına karşı koyamayan bir yaprak gibi.

Hayatınızda en kıymet verdiğiniz en yakın arkadaşınız sırdaşınız belki de hayatınızın dönüm noktası olan ANNE’nizingelen telefonla bir an için yokluğunu hissetmek.İşte bazen bir telefon sizi sevinçten göklere uçururken aynı telefon bazen de bir uçurum kenarına getirebiliyor.

Siz iki saatlik bir yolun iki asır gibi hissetmek ne demek bilir misiniz?

O an annemin bir anda gelişen rahatsızlığını duyduğumda, “Daha dün konuştum, bu nasıl olur?” şaşkınlığı içerisinde düştüm yollara.

Neydi? Eskilerden bir şarkı sözü vardı ya hani…

“Son deminde akşam, merhaba dostum hüzün

Yalnızım yine yalnız, nerdesin iki gözüm”

İşte o an hissettim iki saatlik bir yolun iki sene olabileceğini…

Anne değil midir hepimizi bir arada tutan, anne değimlidir en zor zamanlarımızda yanımızda olan.Tıpkı tuğlaları bir arada tutan harç misali.

Kanadı kırılmaz mı insanın içine anne acısı düşünce… Canı yanmaz mı?

İpe sapa gelmez şımarıklıklarımızla;belki de binlerce kez kırdığımız annelerimizin değerini o an anlıyoruz.  Ardından gözyaşlarımızla boğazımıza düğümlenen anne çığlıkları yükseliyor yüreğimizden…

Şımarınca eteklerine yapışacağınız bir anneniz olmadığında kaç yaşında olursanız olun işte o an olgunlaşıyorsunuz…

Sarıp sarmalayan derdimizi derdi bilen en nadir hazinemizdir anne.

Anne yoksa düzen yoktur. Anne yoksa hep yarımsındır

Bundan iki hafta önce başımıza gelen bir olaydan bahsetmek istiyorum sizlere

Annemin hiçbir kronik rahatsızlığıyokken bir anda meydana gelen kalp rahatsızlığı ailecek hepimizi afallattı.

Alelacele kaldırdığımız hastane koridorlarında başladı bekleyişimiz

Annemin kaldırıldığı müdahale odasından çıkan Doktor;“Isparta’ya sevk ediyoruz” dedi.

Telaşımız biriken iki oldu bir anda. Ben babamın gözlerinde çaresizliği ilk kez o gün gördüm.

Hani hayatınız ayaklarınızın altından çekilir de dünyanız alt üst olur ya işte o karanlık annemin hastaneye kaldırılmasıyla başladı.

 Annem ameliyata alındığında hissettim, “Hastane koridorları ilaç değil acı kokar” sözünün muhteviyatının ruhumda bıraktığı derin sızıyı…

*

*

*

GÜNÜN SÖZÜ

“Bana dünyayı kucakla deseler, gider anneme sarılırım”