İki gündür klavyenin başına oturup oturup geri kalkıyorum…

6 Şubat 2023!

Zamanın durduğu o gece aldığım nefesin utancını, uyuduğum her saniyenin pişmanlığını hala iliklerimde hissediyorum.

Haberi ilk eşimden aldım.

Ardından hızlıca harekete geçmek adına mensubu olduğum teşkilatımızla kriz masası toplantımızı gerçekleştirdik.

Yardımlar sel olup aktı akşamın ilk saatlerine kadar!

Gönüllü olarak gerekli formları ivedilikle doldurupSusuz bölgesinde biriktirdiğimiz yardımları tasniflemeye başladık…

İlk dört kişilik kafilede adım çıkmamıştı…

İnsanlar enkaz altındayken evime girmek dahi istemedim. Nitekim gecenin geç saatlerinde ilk kafilemizi yolcu ettikten sonra huzursuz bekleyiş başladı.

Ertesi gün sabahın erken saatlerinde ikinci kafile için adımı görünce bir nebze de olsa huzursuzluk yerini aceleciliğe bıraktı.

Rotamız, Malatya-Doğanşehir idi.

Hareket saatimiz gece iki olarak belirlenmişti.

Çok geçti!

İçinde bulunduğum dört kişilik kafileyle beraber inisiyatif kullanarak saat 23:00’de hareket kararı aldık.

İlk iş yine tasnif işlemini hızlandırmak oldu.

Ardından Mehmet Bey’i (Güzbey) arayarak durumu aktarıp gitmek istediğimi ilettim!

İkiletmedi bile!

Peş peşe herhangi bir şey var mı yapacağım diye sordu!

Dua isteyip görüşmeyi sonlandırdık!

Eşimi ve çocuğumu öperek Allah’a emanet edip koyulduk yola…

Aheste aheste araç kullanmayı seven ve hız yapmayı sevmeyen birisi olarak saatte 130-140 km ile yol aldık!

Ankara-Kırşehir arası otobanda bu limit biraz daha yükseldi!

“Yetişmemiz lazım” dürtüsü ile hiçbir noktada durdurulmadan geceyi yırtarak ilerledik!

Kaç saat araç kullandığımı hatırlamıyorum sadece saat sabah beşe doğru kafiledeki diğer arkadaşlara aracı verdiğimi hatırlıyorum.

Sonrasında kuş uykusu gibi iki saatlik bir uykunun ardından yeniden direksiyon başına geçtim.

Malatya il sınırına girdiğimizde yıkımın ilk emareleri karşımızdaydı.

Yollarda oluşan devasa çatlaklar, yıkılan binalar ve hala olayın şokunu atlatamayıp etrafta korkulu gözlerle dolaşan insanlar…

Malatya’ya dair ilk izlenimimiz bu oldu.

Doğanşehir’e ulaştığımızda ilk kafilemiz bizleri karşıladı…

İner inmez yardım için gelen su ve ekmek yüklü araçları boşaltmaya koyulduk.

İlçeye ekmek ve su henüz yeni ulaştırılmıştı!

Araçları indirdikten sonra kafamı kaldırıp etrafıma baktığımda her yerde acının fotoğrafını görmek mümkündü.

Tam bu esnada yer altımızdan bütün azametiyle sarsılmaya başladı.

Aman Allah’ım!

“Gazabından sığınabileceğimiz tek yer yine senin yanın” diyebildim.

38 bin nüfuslu bir ilçe!

Tek bir sağlam bina yok koca ilçede.

Ya yıkılmış ya ağır hasarlı ya da yan yatmış…

Meydanda kalan benim görebildiğim toplasan iki bin insan ya var ya yok…

Dışarısı soğuk, enkazın altı daha da soğuk!

İlçede çelik yapı olarak bilinen iki bina tespit edilmiş biz gelmeden.

Birisi ilçenin spor salonu, diğeri ise düğün salonu.

İnsanlar burada kalıyor ve yardımlar buradan dağıtılıyor.

 

YAŞINDAN DA UTANMIYOR

Yetmişli yaşlarda bir vatandaş! Siyah paltosu ve çek çekli aracıyla kutusu açılmamış sıfır bir bulaşık makinesini yüklenmiş geliyor.

+ Hayırdır amca nereden aldın bu bulaşık makinesini?

++ Şeyyy! Belediye dağıttı da…

+ Ne belediyesi ya hu ortada belediye mi kaldı? Yardımları dağıtan AFAD koordinesinde, ACAR Arama Kurtarma Ekibi… ,

++ Öyle de işte lazım olur bu bana!

+ Yaşından başından da mı utanmıyorsun bırak şunu kaybol buradan!

 Tam olarak geçen diyalog bu. Zincir marketlerin tamamı talan edilmiş zaten. Tek bir kalem ürün yok raflarda. Hepsi boşaltılmış… Gıdayı anlarımda bulaşık makinesini koyacak bir evin olmadığı ilçe de o bulaşık makinesini nerene… KOYACAKSIN!

Bu olaydan iki gün sonra da yine bir hırdavat dükkanında bir haramiyi yakaladık. Dükkan sahipleri canının derdinde iken bir yağmacı hırdavat dükkanını yağmalıyor! Allah belanı versin senin ve senden kaç tane varsa…

İLK ÇORBA

Gittiğimiz günün akşamı geceye doğru ilk sıcak çorba ve sıcak süt insanlara dağıtılmaya başlandı. Ekmek ve su tedarikinden sonra ilaç gibi gelen bu durum bir anlığına da olsa acıyı unutmamızı sağladı.

Bölgeye geldiğimiz günden bu yana en büyük sorun WC.

Şehir şebekesi diye bir şeyin kalmaması haliyle tuvalet sorununu ortaya çıkarmıştı. Şehrin sokaklarının kuytu köşelerinde insan dışkısına rastlamak artık şaşırtmıyordu. İkinci günün gecesinde tuvalet ihtiyacımızı tutabildiğimiz kadar dizginlemeye çalışıyorduk ekip olarak.

Üçüncü günün sonuna doğru kurulan portatif tuvaletler sonrasında ekip arkadaşlarımdan bir tanesine “Şu dünyada tuvaletten bahsederken hep tiksinçlik gelir aklımıza meğer ne büyük nimetmiş, başlı başına bir şükür sebebi” dediğimi hatırlıyorum.

Küçücük çocuklar ellerine bir süt verildiğinde nasıl mutlu oluyorlar? Tarifi inanın mümkün değil yaşadıklarımı birebir kaleme dökmenin.

Belki gölgesinin, gölgesidir olsa olsa…

Akşamları eksi 15 dereceyi bulan hava sıcaklıkları durumu daha da güç bir hale getiriyordu.

Hala çadırında sobası olmayan depremzedelerin olduğunu bilmek o soğukta uykularımıza mal oluyordu.

Öğünlerde dağıtılan çorbanın sıcak kokusunun bu kadar güzel olduğunu daha önce hiç fark etmediğimi fark ettim.

Ha birde unutmadan!

Enkazlardan topladığımız odunlarla kar üzerine yakılan ateşin isi sanırım bir ömür üzerime sinmiş vaziyette yaşayacağım. O ateş olmasa hayatta kalmamız inanın mümkün değildi.

Bir akşam uyumadan hemen önce ekip arkadaşımızın söylediği bir cümleyi sizlerle paylaşmak istiyorum. “Abi farkında mısın, biz şu anda koca bir kabristanın ortasında uyuyoruz”

Arama kurtarma çalışmaları var ama ne insan gücü, ne makine sayısı yeterli değil işte. Acizlikten değil afetin büyüklüğünden…

Bırakın Cumhuriyet Tarihini bir kenara… Anadolu Tarihi’nin en büyük afeti bu olsa gerek.

Yine de şükürler olsun!

Yine de şükürler olsun!

Yine de şükürler olsun!

Bir can bile kurtarabildiysek şükürler olsun!