Bu kez fazla uzun olmayan bir yazı ile geldim karşınıza. Ve pekte gündem olmayan yazı ile...
Geçtiğimiz aylarda 1920 yıllarına ait bir gazete kupürüne denk geldim.
Gazetede en dikkatimi çeken şey; yeri, saati, nedeni ve hatta kişinin isminin verildiği bir idam duyurusuydu…
Tüylerimi diken diken eden bu duyuru, içimde derince bir boşluğa neden oldu. Çünkü bir zamanların insanları için oldukça sıradan bir gazete duyurusuydu.
Birisinin öldürülme ilanının halka duyurulmasında ki bu normalleşmişlik, beni epeyce bir süre düşündürdü, sorgulattı...
Her biri birbirinden farklı 7 milyar kar tanesiyiz. Şekillerimiz farklı, görüşlerimiz farklı, yeteneklerimiz farklı, gökyüzünden yeryüzüne inme dalgamız farklı…
Ancak alışkanlıklarımızın değişme hızı aynı. Yeniliklere alışma hızımız aynı. Kabullenme hızımız aynı…
Çok çabuk unutuyoruz ve yeni sisteme çok çabuk alışıyoruz.
Tarih insanın özüdür halbuki.
Tarihi unutmak insanı unutmaktır. Kendini unutmaktır…
Her ne kadar pek çok kişi tarafından kabul görmese de "Geçmiş" insanın kendisidir. Bizi biz yapan gerçeklerdir aslında. Kişiliğimizle paralel bir durumda olduğunu düşünün, bu yüzden sahip çıkmalıyız geçmişimize. Unutmayalım ki, daha sonra başka milletlerin geçmişlerine gıpta ile bakmayalım.
Şimdi diyeceksiniz ki ne anlatıyorsun?
Yeniliklere bu kadar hızlı bir şekilde adapte oluyor olmak beni korkutuyor açıkcası...
Dünya o kadar hızlı gelişiyor ve o kadar hızlı değişiyor ki, ardında halatla bağlanmış mecburi ve idraksiz bir biçimde sürüklenme halindeyiz adeta.
Ve alıştığımız şey aslında tam da bu, kabullenmek.
Bir noktada bunu toplumun dayatması olarak görüyorum açıkcası. Bu bambaşka bir konu elbet.
Kim bilir belki başka bir yazıda da bu konuyu ele alırız.
Yeniden görüşene dek, sağlıcakla...