• 23 Nisan 1920 öncesi genel durum nasıldı? İstanbul? Milli Mücadelenin kilit noktası Ankara?

Türk Kurtuluş Savaşı’nın iki temel yönünden söz etmek gerekir: Birinci yönü, dış düşmana karşı yürütülen bağımsızlık savaşıdır. İkincisi ise, iç düşmana (Padişah-Halife ve İstanbul Hükümeti) yürütülen ulusal egemenlik savaşı boyutudur.

İstanbul Hükümeti’nin işgaller karşısında çaresiz ve tepkisiz kalışı, hatta düşmanla işbirliğine yönelişi karşısında yerel direniş odakları belirmeye başladı. Bu direniş hareketlerinin organizasyonu Erzurum ve Sivas kongreleri ile de sınırlı değildi. Anadolu ve Trakya’nın her yerinde yerel örgütler ortaya çıktı ve kongreler toplandı. Önceleri hakların aranması ve savunulması amacıyla ortaya çıkan Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak cemiyetleri, silahlı direnişin (Kuvayi Milliye’nin) kitlesel desteğini sağladılar.

Mustafa Kemal Paşa’nın Türk Kurtuluş Savaşı’nın liderliğine soyunmasında ve bu savaşın temel hedeflerinin belirlenmesinde, 21-22 Haziran 1919 tarihli Amasya Genelgesi’nin büyük önemi vardır. Nitekim Genelge, şu iki önemli tespiti yapıyor:

  • Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir.
  • İstanbul Hükümeti, üzerine düşen görevi yerine getirmemektedir.

Bu iki tespitten sonra da, yaşanan sorundan kurtuluş yolunu da göstermektedir:

  • Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır.
  • Kurtuluşu sağlamak için Anadolu’nun en güvenli yeri olan Sivas’ta bir kongre toplanmalıdır.

Sivas Kongresi öncesinde toplanan Erzurum Kongresi (23 Temmuz-7 Ağustos 1919), Doğu Anadolu’nun Ermenilere verilmesini önlemeyi amaçlıyordu. Kongrenin hemen ertesinde 7-8 Ağustos 1919 tarihinde Mazhar Müfit Kansu’nun günlüğüne not ettirdikleri M. Kemal Paşa’nın ülkeyi kurtarmanın yanı sıra neleri hedeflediğini göstermesi açısından çok anlamlıdır, hem de ülkenin kurtuluşuna hiç kimsenin inanmadığı bir ortamda:

1. "Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır.

2. Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.

3. Tesettür kalkacaktır.

4. Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir”.

Bu arada M. Müfit Bey, “Darılma Paşam ama hayalperest taraflarınız var” der. M. Kemal Paşa’nın yanıtı nettir: “Bunu zaman tayin eder. Sen yaz”.

“5. Latin harfleri kabul edilecek”.

M. Müfit Bey, bu söylenenlere inanmadığını hissettirerek “Paşam kafi kafi!” der. M. Müfit Bey’in hayal olarak tanımladıkları, Atatürk dönemi içerisinde gerçekleştirilecektir.

4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanan Sivas Kongresi, ülkedeki tüm Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin tek bir çatı altında birleşmesi açısından son derece önemlidir. Mandaterlik fikrinin de tartışıldığı kongrede, ülkedeki tüm Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (A-RMHC) çatısı altında birleştirildi. Erzurum Kongresi sırasında kurulan Heyet-i Temsiliye tüm ülkeyi kapsayacak şekilde genişletildi. Bu kongrenin bir başka önemi de; Mondros Ateşkes Antlaşması ertesinde ortaya çıkan kurtuluş yollarından üçünün (Tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak, Bölgesel kurtuluş yolları ve Amerikan mandaterliği) M. Kemal Paşa’nın önderliğinde birleşmesidir. Bu birleşmeye katılmayan ve ihanet çizgisine kayan İngiliz himayesini savunan İstanbul Hükümeti ve Padişah-Halife’ye son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin toplanması kabul ettirildi (Amasya Görüşmesi). Böylece, inisiyatif ve üstünlük Anadolu’daki harekete geçmiş oluyordu. Ama bu, İstanbul-Anadolu çatışmasının bittiği anlamına gelmiyordu.

Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin 28 Ocak 1920 tarihinde Misak-ı Milli’yi kabul etmeleri üzerine, İtilaf Devletleri’nin İstanbul’u işgal etmeleri ve ileri gelen mebusları tutuklamaları, İstanbul-Anadolu mücadelesinde üstünlüğün Anadolu’ya/Ankara’ya geçmesi sonucunu doğurdu. 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisi, “egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” diyerek, Meclis’in Padişah-Halife’den üstünlüğü felsefesini benimsedi. Bu Meclis –biraz da farkında olmayarak-, Saltanat ve Hilafeti kaldıracak gücü de ele geçirmiş oluyordu.

İstanbul Hükümeti ve Padişah-Halifenin teslimiyetçi ve işbirlikçi tavrı, gücün İstanbul’dan Anadolu’ya/Ankara’ya kaymasına zemin hazırladı. Atatürk de bu kademeli geçiş stratejisini başarılı bir şekilde uyguladı. Sonuçta İstanbul, Anadolu üzerindeki otoritesini giderek yitirdi –zaman zaman Milli Mücadele karşıtı ayaklanmalar çıkartsa da-. Bu haliyle İstanbul’un durumu, Anadolu’nun Türkler tarafından fethi karşısında Anadolu’daki otoritesini yitiren Bizans’a benzetilebilir.

  • Meclis neden Cuma günü açıldı?

Anadolu’daki direniş hareketi, hem işgalciler ve hem de yerli işbirlikçileri tarafından dinsizlikle, Bolşeviklikle ve İttihatçılıkla suçlanıyordu. Oysa bunların hiçbiri doğru değildi. Suçlamalar ve kışkırtmalar, 1919 ve 1920 yıllarında iç isyanlara da yol açtı. Şeyhülislamın fetvası ve Padişahın fermanıyla Anadolu’daki direnişçilerin –Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere- öldürülmeleri yönünde kararlar alındı. Anadolu’daki hareket de dinsiz, Bolşevik (Komünist) ve İttihatçı olmadığını ispat etmeye gayret etti. Şeyhülislam fetvasına karşı 153 müftü ve din adamı bir araya gelerek karşı fetva yayınladılar. Milli Mücadele’de işbirlikçi din adamları olduğu gibi Milli Mücadele yanlısı din adamları da vardı: Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, Ankara Müftüsü Börekçizade Rıfat Efendi gibi…

Atatürk de Milli Mücadele yıllarında dinsel ve antiemperyalist bir dil kullandı. Bu genel olarak toplumsal destek sağlamanın yanı sıra emperyalizme karşı yürütülen mücadelede dünyadan destek sağlamaya yönelikti de.

Sonuç olarak Birinci Meclis’in açılışının Cuma gününe denk getirilmesi ve dinsel bir ritüel sergilenmesi yukarıda sözünü ettiğimiz nedenlere de dayanmaktaydı.

  • Osmanlı Modernleşmesinde Meclis geleneği var mıydı?

Türk Kurtuluş Savaşı’nın 100. Yılının (2019) ardından 2020 yılı da Birinci Meclis’in açılışının 100. Yılına denk gelmektedir. 101 yıl önce TBMM’nin açılışı demokrasi tarihimizin en önemli dönüm noktalarından biridir. Aslında Osmanlı Devleti’nde mutlak monarşinin gücünün kısıtlanmasına yönelik ilk adım, 1808 tarihli Sened-i İttifak ile mümkün olabilmiştir. Bu, bir İngiliz Magna Carta’sı (1215) kadar kalıcı ve etkili olmasa da önemli bir kilometre taşı olarak görülmelidir. Sonraki büyük ve önemli adım Tanzimat’tır. Mahalli idarelere atılan adımlar ve seçimlerin temelleri bu döneme aittir. Tanzimat, yıkılmakta olan bir imparatorluğa yeni bir nizam/düzen verme çabasıydı. Bir Osmanlı milleti yaratarak dağılmayı önlemeyi amaçlıyordu. Onu Birinci ve İkinci Meşrutiyet izledi. Jön Türklerin ve İttihatçıların amacı, meşruti bir demokrasiyi çimento olarak kullanmak ve dağılmanın önüne geçmekti. Ne onların ne de onlardan öncekilerin çabaları, Osmanlı’nın dağılmasını önleyemedi. Çünkü modern çağda bir tarım imparatorluğunun yaşama şansı yoktu. Osmanlı’nın çöküşünde bir tarım imparatorluğu olmaktan çıkamayış ve sanayi devrimini ıskalamak ana nedendi. Ancak yine de modernleşme çabaları, Milli Mücadele’nin yürütülmesine ve Cumhuriyetin kurulmasına imkan sağladı.

Birinci Meclis, kendinden önceki Osmanlı parlamentosundan ayrı nitelikler taşımaktadır. Egemenliğin kaynağı itibarıyla farklıydı; kendini saltanat ve hilafet makamının üzerinde tanımlamaktaydı. Egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğu vurgusu, meclis üstünlüğü sisteminin açık bir ifadesiydi ve bu O’nu, kendinden önceki Osmanlı parlamentosundan ayırmaktaydı. Devamlılık noktasında ağnam vergisi bir verginin Meclis-i Mebusan’dan Birinci Meclis’e geçişi de manidardır. O, tüm gücü elinde toplayan ilk ve tek Meclis’ti. Gücünü geçmişten de ders çıkararak kimseyle –Atatürk dahil- paylaşmadı. Yasama, yürütme ve yargı (İstiklal Mahkemeleri eliyle) yetkisi de elindeydi. Birinci Meclis, kurtuluşun ve demokrasinin kutsal mekanıydı… Kabul ettiği 1921 Anayasası da bunu teyit eder nitelikteydi. Kurtuluş Savaşı’nın iki temel ayağı vardı: Tam bağımsızlık ve milli egemenlik… 

Birinci Meclis, tam bağımsızlık ve milli egemenlik (demokrasi) ilkesini kıskanç bir şekilde korumayı amaç bildi. Çünkü 1878’de II. Abdülhamit, 1918 ve 1920’de Vahdettin parlamentoyu (Meclisi Mebusan) dağıtarak mutlak monarşiyi yeniden ihdas etmişlerdi. Bu nedenle de Birinci Meclis, yürütme organının aşırı şekilde güçlenmesine ve parlamentoyu etkisiz kılmasına karşı uyanık davranmaktaydı. 

Birinci Meclis kabine sistemi yerine meclis hükümeti sistemini benimseyerek bakanlarını bile tek tek kendi içerisinden seçti. Kabine sistemine geçebilmek için Cumhuriyetin ilanını beklemek gerekti.

Tek parti döneminden günümüze darbe dönemleri hariç olmak üzere parlamento daimi olarak açık kaldı. Yaklaşık 140 yıllık parlamento zaman zaman kesintilere uğrasa da, Türk demokrasi tarihinin en önemli kurumu oldu. Türk Kurtuluş Savaşı da bu Meclis’e dayanarak ve meşruiyetini buradan alarak yürütüldü. Ardından gerçekleştirilen devrimlerin de dayanak noktası ve karar mercii bu Gazi Meclis oldu. Atatürk’ün kurduğu sistemin merkezinde Meclis vardı.

  • İngilizlerin son Osmanlı Mebusan Meclisi’ni kapatması Anadolu'da nasıl yankı buldu?

Magna Carta’dan beri demokrasinin beşiği olan İngiltere’nin Misakı Milli kararını alan ve ufukta görünen Sevr Barış Antlaşmasını kabul etmeyeceği ayan beyan ortada olan Meclisi kapatmaları şaşırtıcı değildi. Üstelik bunu İngilizler tek başlarına yapmadılar. Onları bu konuda destekleyen Meclisi birlikte kapattıkları İstanbul Hükümeti ve Padişah-Halife oldu. Bu, 600 yıllık ve Türk-İslam tarihinin en büyük imparatorluğunun sonunun bizzat kendi yöneticileri tarafından getirilmesiydi. Nitekim Sevr’i de imzalayan onlar oldu. Sevr, Türk tarihinin tartışmasız en ağır antlaşmasıdır. Üstelik Sevr, Osmanlı Parlamentosu imzaladığı için geçersiz bir antlaşma falan da değildir. Onu geçersiz kılan Ankara Hükümeti’nin ve Birinci Meclisin ret etmesi ve Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasıdır; Sevr’in yerini Lozan’ın almasıdır.

Lozan bize uzun yüzyıllar sonra Batı ile eşitliği sağladı. Aslında daha İngilizler Meclis’i dağıtmaya ve önde gelen mebusları tutuklamaya kalktıklarında, Atatürk bu eşitliği açık bir şekilde gösterdi; Anadolu’daki İngiliz subaylarını tutuklattı. Bu, o tarihte kimsenin hayal edebileceği bir şey değildi. TV dizisinde İngiliz elçisi tokatlatmaya –gerçeğe aykırı bir şekilde- benzemiyordu.

Meclisin dağıtılmasından beklenen Anadolu’daki direnişi bastırmaktı. Ancak bu, İstanbul’dan umutların kesilmesine ve bütün umudun Ankara’ya bağlanmasına ve Ankara’da yeni bir Meclisin açılmasına fırsat yarattı.

  • En nihayetinde 23 Nisan 1920 tarihi ve sonrası için neler söyleyebiliriz hocam? Neden Türk milleti için dönüm noktasıdır bu tarih?

Birinci Meclis örneği bize Türkiye’de bağımsızlık savaşını verenin de yeni devleti kuranın da Meclis olduğunu göstermektedir. Dünyada benzer bir örnek bulabilmek kolay değildir. 20. Yüzyılın en önemli bağımsızlık savaşı –kongreler döneminden itibaren- millete dayanarak, onun seçilmiş temsilcileriyle ve Türkiye tarihinin en geniş fikir yelpazesine sahip meclisi ile yapıldı. Dolayısıyla tarihimizin de demokrasimizin de merkezinde Gazi Meclis vardır.

Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Atatürk’ün önümüze hedef olarak koyduğu demokrasi, çağdaş bir toplum/devlet ve hukuk devleti ütopyasını gerçekleştireceğimizden yana şüphem yoktur. Yeter ki Cumhuriyetin kurucu değerlerlerine ve Atatürk’ün bize bıraktığı mirasa sahip çıkalım.

          Prof. Dr. Hakkı Uyar

1969’da İzmir Menemen’de doğdu. 1990 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği anabilim dalından mezun oldu. İzmir Bağyurdu Lisesi’nde bir buçuk yıl kadar tarih öğretmenliği yaptı. 1992 yılında DEÜ Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde araştırma görevlisi oldu. Aynı enstitüde 1990-1993 yılları arasında yüksek lisans, 1993-1998 yılları arasında doktora yaptı. 1998 yılında öğretim görevlisi, 2001 yılında DEÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne yardımcı doçent kadrosuna atandı ve kurucu bölüm başkanlığını yürüttü (2002-2008). 2010 yılında doçent oldu. Halen DEÜ Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilim Dalı’nda profesör olarak görev yapmaktadır. Aynı zamanda Tarih Bölüm başkanlığı görevini de yürütmektedir. Doktora tezi “Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi” adıyla yayınlandı ve bu kitap 2000 yılında “Afet İnan Tarih Araştırma Ödülü”nü kazandı. 2000 yılında “1923’ten Günümüze CHP Tüzükleri Üzerine Genel Bir Değerlendirme” ile “ ‘Sol Milliyetçi’ Bir Türk Aydını: Mahmut Esat Bozkurt (1892-1943)” adlı kitapları; 2001 yılında da ve “Türk Siyasal Yaşamında Cepheleşmelere Bir Örnek: Vatan Cephesi” adlı kitabı yayınlandı. 2010 yılında Muammer Erten’in anılarını yayına hazırladı: “Topraktan Parlamentoya”. Ardından da son yıllarda “100 Soruda CHP Tarihçesi (1923-2012)”, “Karadenizli Bir Politikacı: Aytekin Kotil (1934-1992)” ve “Türkiye'nin Demokrasi Devrimi: 1950 Seçimleri”  adlı kitapları yayınlandı. 2017 yılı içerisinde de “Demokrat Parti İktidarında CHP (1950-1960)” ile “İki Darbe Arasında CHP (1960-1971)” iki kitabı yayınlandı. Yakın dönem Türkiye tarihi, Türk demokrasi tarihi, CHP tarihi ve Türk modernleşme tarihi üzerine çalışmalarını sürdürmektedir ve bu alanda yayınlanmış birçok makalesi de bulunmaktadır.