Bazen izlediğiniz programlardan kulak aşinalığınız olan bir terimden bahsedeceğiz bu yazıda.

Medya okuryazarlığı…

Aman be Ali, bu kadar sıkıcı konularla gelme karşımıza diyenlerin bu yazıyı son derece dikkatli bir şekilde okumasını ve okutmasını özellikle kişisel olarak rica ediyorum.

Zira bir noktada “Edep Eşreften Gelir” başlıklı yazımın devamı niteliğinde doğrudan çocuklarımızı etkileyen bir konu olması nedeniyle büyük önem arz ediyor.

Her ne kadar yazının bazı noktalarında akademik terimlerle de karşılaşacak olsanız da sıkıcı olmaması noktasında elimden geleni yapacağım.

Hadi bu durumu biraz eğlenceli hale getirelim.

Efendim ilk olarak tanımla başlayalım zira bu tür konularda terimsel tanımı vermediğinizde sanki birileri sizi dövecekmiş gibi hissedebiliyoruz.

Kısa kes Aydın havası olsun!

Bakalım neymiş tanım?

Medya okuryazarlığı; yaygın kabul gören tanımıyla, çeşitli türden (görsel, işitsel, basılı, vb.) medya mesajlarına erişebilme, erişilen medyaları eleştirel bakış açısıyla çözümleyip değerlendirebilme ve kendi medya iletilerini üretebilme becerisidir.

Her şey bu tanımda gizli işte…

Henüz mini mini birler ya da çalışkandır ikiler statüsünde olan çocuk bireylerin görsel ve işitsel pek çok şeyden olumlu etkilenebileceği gibi olumsuz etkilenebileceği ihtimalini biliyor muydunuz? Hatta görüyor ve artırıyorum ki; daha çok olumsuz şeylerden etkileniyorlar…

Öyle ya nasıl etkilenmesinler efendim?

Türk televizyonlarında şehvetin sıradan bir arzu olduğu, aile içi ensest ve çarpık ilişkilerin meşrulaştığı bir döneme denk geldik. Mesele bunların o programlarda olması değil zira olmaması da bir noktada sıkıntı hali oluşturabilir. Mesele henüz irdeleme ve ayrım melekeleri dışa bağımlı, gelişmemiş bireylere yukarıda saydığım kavramların nasıl verildiği ve onların nasıl anladığı…

Zaten bizim jenerasyonda şans olsaydı…

Eleştirmeyi, irdelemeyi ve doğru-yanlış ayrımının ne olduğunu henüz bilemeyen çocuklarımızın geçmiş dönem örneklerinden en klişesi Aşk-ı Memnu tarzında programlar izlediklerinde içsel alemlerinde ne tür bir tümevarıma varabileceklerini düşündünüz mü? Yaş skalasını biraz daha artırırsak yeni yeni tarih dersleri görmeye başlayan bir öğrencinin derste at sırtından inmemiş bir padişah olarak tanıdığı Kanuni Sultan Süleyman’ın “Muhteşem Algılarda Bugün” temalı televizyon programında haremden hiç çıkmayan bir profil olarak tanımlaması sonucu bu genç kardeşlik görmeden duyduğuna mı yoksa sihirli ekranda görerek algıladığına mı daha çok inanır?

Bir X hükümetinin Y muhalefetine ağza alınmayacak ithamlarda bulunması ya da Y hükümetinin X iktidarına aynı tonda karşılık vermesi, siyasi arenanın karşılıklı laf kavgalarından ibaret; demokrasinin çok uzağında bir olgu olduğu kanaati kuvvetle muhtemel oluşacaktır.

Aman Ali be sende diyenler olacaktır. Bu tür mızlanmalar yüzünden ileride “Yeni nesilde de hiç milli şuur kalmadı” diyen çıkarsa ağzının ortasına anne terliğiyle vurulması caizdir derim…

Şimdi bir vatandaş var…

Adı Douglas Kellner…

Bu amcamız filozofluk yapmış. Hala da hayatta…

Hoş sadece filozoflukla ne kadar karın doyar orası da tartışılır ama…

Neyse konumuz bu değil şimdi…

Frankfurt’un varoş sokaklarında düşüne düşüne “Çok Kültürlülük ve Medya Okur Yazarlığı” ile ilgili bir sistem kurmuş.

Bakalım neymiş bu sistem…

Çok kültürlü bir toplumda medya okuryazarlığı eğitimin özel bir önem taşıdığını vurgulayan Kellner, bu bağlamda eleştirel pedagojinin üzerinde ısrarla durur.  Çok kültürlü bir yapıyı oluşturan ırk, sınıf, cinsiyet gibi farklılıklar nedeniyle oluşan eşitsizliklere duyarlı bir bakış açısının oluşturulması amacını taşıyan eleştirel pedagojinin bireyleri güçlendireceği ve bununda demokratik bir toplumun temeli olduğunu savunmaktadır.

Son paragrafın hülasası şu ki medya okuryazarlığı o kadar önemli ki daha gencecik bireylerin medya okuryazarlığı sayesinde eleştirel zihinlerinin doğru bir şekilde geliştirileceği, herhangi bir toplumsal sınıf ayırımından kaynaklı sorunların oluşmayacağı ve ilerde bu genç bireylerin sağlıklı irdeleme yetenekleri sayesinde demokratik toplumun temellerini oluşturacaklarını ifade eder.

Eleştirmekten korkmayan, eleştirdiği için kazanılmış sosyal statülerini kaybetme riski olmayan ya da görünmez bir gücün engeli tedirginliğini yaşamayan ve eleştirirken kişisel hak ve hürriyetleri ihlal etmeden istişare ve sözlü tartışmaların üstesinden gelebilecek bireylerin tarifini veriyor anlayacağınız…

İdeal topluma ne kadar da yakın bir tanımlama öyle değil mi?

Dahası da var!

Ama sonra...