Geçen hafta yayımladığım yazımda Baudrillard’ın medya üzerindeki çalışmalarını ve etkilerini anlatmıştım. Peki, anlattıklarımı biraz daha açayım bu hafta. Yazımda konusu geçen Simulakr, simüle etmek ve simülasyon ne demek? Baudrillard’a göre gerçekliğin yok oluşuyla bunların nasıl bir ilgisi var? Bunları kısa ve öz bir şekilde anlatmaya çalışırken konuyla alakalı araştırmalarımı sizlere aktarmış olacağım.

Simulakr: “Bir gerçeklik olarak algılanmak istenen görünüm.”

Simüle etmek: “Gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi sunmak, göstermeye çalışmak.”

Simülasyon: “Bir araç, bir makine, bir sistem, bir olguya özgü işleyiş biçiminin incelenme, gösterilme ya da açıklanma amacıyla bir maket ya da bilgisayar programı aracılığıyla yapay bir şekilde yeniden üretilmesi.”

Yanılsama: “Kusursuz cinayet; tüm verilerin güncelleşmesiyle, tüm eylemlerimizin, tüm olayların katıksız bilgiye dönüşmesiyle dünyanın koşulsuz bir gerçekleşişidir. Kısaca, gerçekliğin kopyalanması ve gerçekliğin klonlanarak yok edilmesi yoluyla dünyanın hızlandırılmış çözülmesi, nihai çözümüdür.”

Hiper-Gerçeklik: Baudrillard’a göre Hiper-gerçeklik, gerçek ve kurgu arasındaki çizginin yok olmasıdır.

Anlamın Patlaması: Medya anlam kaybını engelleyemez; çok bilgi az anlam üretir. Baudrillard’a (1983) göre “bilgi ürettiği içeriği, iletişimi ve toplumsalı yutar, anlamı yok eder ve toplumsalı yeniliğin aksine tam anlamıyla puslu bir bilgi yokluğunun içine sokar.” 

Baudrillard gerçekliğin yok oluşunu haber vermektedir. Lakin o, varlık felsefesinin temel sorunu varlık olan tartışma yani “varlık” ve “varoluş” ayrımını tartışmamaktadır. Onun temel sorunu "Varlık vardır" ve "Varlık yoktur" fikirlerine dayatılarak daraltılamaz. Çünkü Baudrillard için zaten var olan, göstergeler vardır. Genel sorun onun bilgisinin günümüze aktarılırken epistemoloji aktaranlar tarafından kopyalar şeklinde çoğaltılırken dönüştüğü haldir. Yani burada Simülasyonun, gerçeğin yeniden üretimine değinmektedir. Örneğin; ülkemiz televizyonlarında gösterilen sınır komşumuz Irak’a ABD uluslararası hukuka aykırı olarak ve uluslararası camiayı karşısına alarak 20 Mart 2003 sabahı savaş açmıştır. Bu savaş bizim ülkemizdeki insanlar için evlerindeki TV’lerin düğmelerine basarak açması ve yine aynı düğmeye basarak kapatması kadar basit ve kısa bir olaydır. Çünkü televizyonlarda haber bültenlerinde (VTR) verilen Irak Savaşı Baudrillard’ın “Simülakrlar ve Simülasyon” adlı eserinde örnek olarak verdiği; Coppola’nın "Kıyamet"i Simülasyon evreninde bir savaş simülakrından başka bir şeye benzemeyen Vietnam Savaşı'nın beyaz perdedeki Simüle edilmiş karşılığıdır.

Baudrillard; çalışmalarında Marx’ın yapısalcılığından ve Marshall McLuhan’ın Elektronik medya çalışmalarından etkilenmiştir. Kapitalist kitle kültürünü Marksist bir analize tabi tutarak daha sonraları ise Marksizm’i de modern kültür tarafından üretilen bir ideoloji yani fikir sistemi olarak değerlendirmiştir.  

Marksist teori Baudrillard’a göre modern düşüncenin ideal yüz hatlarından uzaklaşsa da modernite’nin çocuğu olmaktan kurtulamaz. Baudrillard bulunduğu çağ içerisinde her şeyi reddetmesiyle karşımıza çıkmaktadır. Ona göre tarihin ilerlemesi kavaramı başlı başına bir saçmalıktır çünkü Baudrillard modern çağın gelişimlerine radikal bakmaktadır. Batı toplumunun refah, başarı, üstünlük, servet vb. gibi sunduğu bütün iyi olarak adlandırılan argümanlar onun için tamamıyla bir başarısızlık simgesidir.  Bunun sonucu olarak da tarihi okumak noktasında Marxs’la radikal bir şekilde ayırarak devam etmiştir.

TARİHİN SİMÜLASYON KURAMI ÜZERİNDEN İNCELENMESİ

Düşünür, tarihi Simulakr düzeninin üç aşamasını takip ederek okumaktadır. Tarih içerisinde bu üç aşama bizleri şöyle karşılamaktadır. Rönesans döneminden bu tarafa değer yasasındaki değişimler göre şöyle sıralayabiliriz.

1.            Rönesans’tan sanayi devrimine “klasik” dönemi tanımlayan; kopyalama

2.            Sanayileşme dönemine egemen durum; üretim

3.            Kodun belirlediği güncel evrendeyse egemen biçim; Simülasyondur.

Bu aşamalar sırasıyla, Doğal değer yasası, ticari değer yasası ve Simulakr yani yapısal değer yayası olarak belirlenir.

EMEĞİN YENİDEN ÜRETİMİ

Baudrillard’a göre günümüz toplumu emeğin yeniden üretimi sürecine girmiştir. Yani toplum sadece emeği yeniden üreterek bu döngüyü sürdürmekten başka bir şey yapmamaktadır. Sonuç olarak üretim varlığı anlamını tümüyle yitirmiştir. Bunun bir diğer sebebi ise gelişen iletişim teknolojilerinin beraberinde getirdiği enformasyon ve üretim toplumu içerisinde yaşıyor olmamızdır. Ekonomi politik olarak ele alınan çark ise sadece Simülasyondan ibarettir.

Peki, Baudrillard gerçeğe nasıl bakmaktadır? Bilgi bilimi yani epistemolojide karşımıza çıkan klişe soru neyi ne kadar bilebiliriz? Yada bir şeyi gerçekten biliyor muyuz? Sorunsallarıdır. Baudrillard ise bu sorunsalları iki aşamada cevaplar.

1.Öncelikle hakikatin peşinden süre giden ve “gerçekliği” ortaya koyulmasını amaçlayan bilgi sürecinde modern dönemde ele alınan şekliyle özne ve nesne ilişkisi olarak üretilemezler. Çünkü bilginin kaynağı spesifik olarak genel ve temelde eleştirel bir yaklaşımla elde edilir bir yapıya dayanır.

2.Çünkü Baudrillard sadece epistemolojik süreçleri sorunlu bulmaz, o temelde hakikatin ve “gerçekliğin” yok oluşunu birçok kavramla açıklayarak Simülakrlar’ın hakikati kısır bir döngü içerisinde sonsuza kadar yok ettiğine ışık tutmaktadır. Bunun sonucunda ise gerçekliğin günümüzde aldığı biçimi ise hipergerçeklik olarak tanımlanmıştır.

HİPER GERÇEKLİĞE GEÇİŞTE DÖRT EVRE

 Postmodern toplumda hipergerçeklik evresine geçişin dört evresi vardır. Beşeri kültürde göstergeler dört evrede gerçekleşir. Birinci evre, göstergelerin sözcükler ve imgelerle oluşturduğu gerçekliğin yansımalarının evresidir. İkinci evrede ise göstergeler gerçekliği süsleyerek ve abartarak çarpıtmaya başlar fakat burada gerçeklik tam bir kopuşa uğramadığı için göstergeler gerçeklikleri simgesel bir şekilde aktarmaya devam etmektedir. Fakat üçüncü ve son oluşumu sağlayan dördüncü evreye gelindiğinde göstergeler artık benzetim olarak gerçeğin yerini alarak sembolik bir gerçek yani toplum oluşturur. Bu toplum artık göstergelerin gerçekle hiçbir ilişkisinin kalmadığı, insani ilişkilerin bile tek düze bir hal aldığı taklitler toplumu olmuştur. Bu düzen içerisinde artık epistemolojik bir gerçekten bahsetmek mümkün değildir. Kalan tek gerçeklik artık Hipergerçekliktir.

TEKNOLOJİ VE GERÇEĞİN TAHRİBİ

 Baudrillard’ın düşünce sisteminde gerçekliğin ve hakikatin kaybedilişi iki döneme ayrılmıştır; “hakikati Ortaçağ’da, gerçeklik ise 20.yüzyıla geçişte yavaş yavaş kaybedilmiştir.” Çünkü artık görünüm ve hakikat ortadan kalkmıştır.  Bunun yerine hakikatin yerini bütünsel gerçeklik kavramı almıştır. Sonuç olarak burada karşımıza çıkan hipergerçeklik kavramının sorunsalı; gerçek dünya yok olduğuna göre geri kalan varoluşa ne deneceği sorusudur. Baudrillard’ın kendi tanımıyla, gerçeklikten yoksun gerçeğin modeller aracılığı ile yeniden üretilmesine hipergerçeklik yani Simülasyon olarak adlandırmıştır.  Bu teori içerisinde bu kavramın oluşturulma nedeni günümüz toplumunun bir gerçekliğe sahip olmayışıdır. Bunun yerine var olanın yerini sembollerin alarak sanal bir gerçeklik oluşturduğuna vurgu yapmaktır. Yani insanların maddi ihtiyaçlarının temini değil o anki psikolojik tatminin sağlanmasıdır. Teori çerçevesinde bakıldığında modern toplumlar teknolojiyi ortaklaşa kullanılabilecek bir araç olarak ele almışlardır. “Ancak geçen zaman içerisinde teknoloji kendisine yüklenen nitelikleri yitirmiş ve tamamıyla tüketim toplumuna hizmet eden bir olguya benzemeye başlamıştır.”  Artık teknoloji uzun zamandır insanların gerçekle kurdukları ilişkileri tahrip etmektedir. Bu nedenle de teknoloji artık bireylerin kendisini gerçeklikten koparmaktadır.

EVREN, BÜTÜNÜYLE KURGUSAL BİR DÜNYADIR

“Teknoloji, görselleştirilmiş gerçeklik aracılığıyla bireyi gerçek olduğuna inandığı bir evrene yerleştirir; çünkü birey bu evreni görmektedir. Fakat bu evren, bütünüyle kurgusal bir dünyadır, başka bir deyişle imajlar dışında hiçbir şey olmayan yerdir. Kurgusaldır, çünkü görüntü temelli gerçekler üretilmekte ve tüketilmektedir. Örneğin televizyon var olan gerçekliği görüntüye yansıttığı haliyle tek etkili gerçeklik yapmakta ve kendisine bakmayı kaçınmaz kılmaktadır.”

Teknolojinin kullanımı, günümüzde insan türünün ürettiği teknolojiyle girdiği amaç ve araç ilişkisini ters yüz olmuştur. Bu gün teknoloji amacının gereklerini, araçları karşılayamaz bir hal almıştır. Baudrillard’a göre tamda bu sebeple “bizim toplumumuza özgü üretim düzeni ve teknoloji alanında, amaçlar ve araçlar arasında akılcı bir ilişki bulunup bulunmadığının yeniden sorgulanması gerekmektedir.”  Çünkü durum artık bireysel ihtiyaçlardan çıkmış toplumsal statünün ihtiyaçlarının gözetimine varmıştır.

GÜNE NOT:

“Hakikati gizleyen şey Simulakr değildir. Çünkü hakikat, hakikat olmadığını söylemektedir. Simulakr hakikatin kendisidir.