Gül Dalında Üç Fidan

Deniz, Yusuf ve Hüseyin…

Deniz Gezmiş Hukuk Fakültesinde okuyordu.1947 Ankara Ayaş doğumluydu. (Bu Ayaş ki bir aydır şehit cenazesinde Kılıçdaroğlu’na atılan yumruk sayesinde gündemde olan bir ilçe)

Yusuf Aslan ODTÜ de mühendislik eğitimi alıyordu.Yozgat Kuşsaray Köyünden gelmişti Ankara’ya okumaya.

Hüseyin İnan da Kayseri Sarız İlçesinden Ankara ya gelmişti ve ODTÜ de İdari Bilimler okuyordu.

Tarihler 6 Mayıs 1972 gününü gösteriyorken darağacında idam edildiler.

Sözüm ona suçları anayasal düzeni değiştirmekti.

Aradan yıllar geçti. Bu yiğit insanlar topluma mal oldu. Doğan çocukların adı;

Deniz oldu./ İnan oldu./ Yusuf oldu.

Fakat onları mahkûm eden mahkeme heyetinin bir tanesi hatırlanmıyor şimdi.

İdamlarına karar veren Ankara 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanı emekli Tuğgeneral Ali Elverdi, yediği yemeğin, nefes borusuna kaçması sonucu boğularak öldü. Takdiri ilahi… 68 kuşağının sembol isimleri, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın adlarına türküler yakıldı. Şiirler yazıldı.

POSTALLARIMI BAĞLAYIN, DÜŞMESİN

O günlerde idamı izleyen Avukat Mükerrem Erdoğan, (idamları izleyen iki avukattan birisidir) o sabahı şöyle anlatıyor:

Deniz bize döndü, “Cezaevinde bizi, yangından mal kaçırır gibi kaptılar, havalandırarak getirdiler. Ayakkabılarımızın bağlarını bile bağlamamıza fırsat vermediler. Postallarımın bağlarını bağlasınlar; asıldığımda ayağımdan düşmelerini istemem.”

 Deniz, gardiyanların yardımıyla masaya çıktı. Bir gardiyan ilmiği açtı, genişletti, başından geçirip taktı Deniz’in boğazına. İşte o an, Deniz son sözlerini söyledi:

Yaşasın tam bağımsız Türkiye!/ Yaşasın Marksizm-Leninizm!/ Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği!/ Yaşasın işçiler, köylüler!/ Kahrolsun emperyalizm!”

Evet yaşamı boyunca emperyalizme karşı mücadele eden Deniz Gezmiş emperyalist işbirlikçiler tarafından idam edilmişti.

ŞEREFSİZLİĞİNİZLE HER GÜN ÖLECEKSİNİZ

Deniz’in asılması sırasında Yusuf’u alıp oraya getirmişler. Bize dönerek “Duydum Deniz’in sesini” dedi. Darağacı hazırlanmış, tazelenmişti. Yusuf, masaya oradan da tabureye çıktı. Geçirdiler ilmiği boynuna. Yusuf da gür, yürekli bir sesle son sözlerini söyledi, taburenin üzerinde:

“Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum! Sizler bizi asanlar, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz! Biz halkımızın hizmetindeyiz! Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz! Yaşasın devrimciler!/ Kahrolsun faşizm!”

Yarım asır öncesi de şimdiki gibi  Amerikan hizmetinde olanlar vardı. Onların değirmenine su taşıyanlar yer alıyor ve yine o gün olduğu gibi bugünde halkın hizmetinde olanlar bulunuyor.

BU BAYRAĞI TÜRK HALKINA EMANET EDİYORUM

Bu arada Hüseyin’i getirdiler. Bildiğimiz Hüseyin’di. Her zamanki Hüseyin. Sigara içip içmeyeceğini sorduk. “İçmeyeyim” dedi. Bize döndü. “Söyleyin babama” “Babam, ayağımdaki bu lastik ayakkabıları görüp, doğru dürüst bir ayakkabısı bile yokmuş diye üzülmesin. Askeri cezaevinde, ayakkabılarımızı giymemize bile fırsat vermediler. Ayakkabılarım cezaevinde kaldı. Onlara hediyem olsun.”

“Sehpaya çık” diye bağırdı Savcı. Hüseyin, savcıya döndü masanın üzerinde, “sabırlı ol, çıkacağım” dedi. Ve tabureye çıkmadan, masanın üzerinde, yürekli bir sesle bağıra bağıra son sözlerini söyledi:

“Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım! Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım! Bundan sonra bu bayrağı Türk Halkına emanet ediyorum!  Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler./ Kahrolsun faşizm!”

HALKIN YANINDA EMPERYALİZME KARŞI

Yani üç yiğit emperyalizme ve faşizme karşı mücadele ediyor ve bunu ezilen halkı için yapıyordu. Çünkü üç genç insanda Anadolu’nun yoksul köylerinden bağrından kopup gelmişlerdi. Çıktıkları yolun sonunda ölüm olduklarını bilecek kadar bilince sahiptiler. İsteselerdi Avukat, siyasetçi mühendis olarak mevcut düzene ayak uydurur kasaları ve cüzdanları para dolardı.Ama halkın ezilmişliği yoksulluğu emperyalistlere köleliği devam edecekti.İşte bu yüzden sonlarının ölüm olduğunu bile bile bir mücadelenin içine girdi Deniz Yusuf ve Hüseyin.

Müjgan

Atilla İlhan’a kulak verelim:

“12 Mart sonrasının kahır günleriydi. Bir sabah radyoda duyduk ağır haberi: Deniz’lere kıymışlardı. Karşıyaka’dan İzmir’e geçmek için vapura bindim. Deniz bulanıktı; simsiyah, alçalmış bir gökyüzünün altında hırçın, çalkantılı… Acı bir yel esintisinin ortasında aklıma düştü ilk mısra… Vapurda sessiz bir köşe bulup yüksek sesle tekrarladım. Vapurdan indikten sonra da rıhtım boyunca bu ilk mısraları tekrarlayarak yürüdüm”.

“Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı

Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı

Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı

Gittiler akşam olmadan ortalık karardı ” 6 Mayıs 1972

( Bir kadın ismi sanılan “Müjgan”eski dilde “kirpik” anlamına geliyor ve Şair’in “müjganla ağlaşmak”tansözleri  Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’a ağlıyordu?)

Bu yiğit insanlar yaşamlarının baharında davaları için öldüler.

İnançları adına direndiler./ Işık oldular.

Her zaman diyoruz;

Tarihin en güzel yerinde son sözü inanan ve direnenler söyler...