Ben eskileri severim.

Niye mi?

Sevdiklerini dünya malına değişmeyen, varlığı da yokluğu da bilen sevdalar…

Eskiler güzeldir, kıymetlidir. Ne kadın, ne erkek çıkarları için sevmezlerdi birbirlerini.

Sevgi, sadakat, sabır ve emek vardı…  

Erkek bir çiçek getirse, kadının yüzünde masum bir tebessüm tabi birazda utanma…

Güzel severdi eskiler. Kıymet bilir emek verirlerdi, sahip çıkarlardı sevdalarına.

Maddiyat değildi onların derdi. Bir olmaktı, birlikte olmaktı. Belki de beraber her sıkıntının altından kalkabilmekti tek gayeleri…

Gözlerinin içi gülerdi, sevdaları gözlerinden belli olurdu.

“Yaşlı bir çifte sormuşlar;

Tam 65 yıl, bunca sene nasıl evli kaldınız?

Yaşlı çift cevap vermiş;

Bizim doğduğumuz zamanlarda bir şeyler kırıldığında tamir edilirdi, çöpe atılmazdı.”

Daha nasıl tarif edilebilir ki?

Vazgeçmemek, direnmek, sabretmek işte tamda buna sevda diyoruz.

Kolayı herkes seçer. Önemli olanda zoru başarmak değil midir?

Beraber yaşlanacağın kişiyle her zorluğa göğüs germek değil midir?

Tuttuğun eli ne kadar zor olursa olsun bırakmamak değil midir?

Zor zamanlarında belli olur sevda…

Gerçek mi?  Heves mi?

“Dikenine katlanamadığın gülü incitme, zorluğuna göğüs geremediğin yari sevme”

Şimdi ki sevdalar öyle mi?

Menfaat uğruna, çıkarlar uğruna kurulmuş ilişkiler.

Tamir etmek yerine çöpe atılan eşya misali…

Seviyorum kelimesi basitleşmiş, sevgiden sevdadan eser kalmamış.

Pahalı hediyelerle gözler boyanmış, tek dertleri sosyal medyada gösteriş yapmak olmuş.

Sevgiyi içten yaşamak, olduğu gibi en saf haliyle…

“ Eskiler gibi sevdalar lazım. Mektup yazarak seven, sevdiğinin fotoğrafını cebinde taşıyan. O kadar narin, bir o kadar zarif sevdalar…”

Eşine yazdığı mektubu sonlandırırken, “Özledim” demeye utanıp, “ Çok göresim geldi” diyen, Ahmet Hamdi Tanpınar naifliği sarsın bu dünyayı…