Sevgili Odak okurları,

Bugün sizlere oturduğunuz yerden eşsiz diyarlara seyahat etme fırsatı sunacak bir kitaptan bahsedeceğim. Fazlaca düşündüren öteki sayfada ne anlatacak acaba merakıyla sayfa açtıran…

Hadi başlayalım…

Hiç mektup yazdınız mı?

İllaki hepimizin mektup yazma deneyimi olmuştur. Kimimiz askerdeki eşine, kimisi uzaktaki ailesine, sevgilisine sayfalarca mektup yazmış hatta günlerce mektup yolu gözlemiştir. Elbette benimde sayfalarca yazdığım aslında başına geçtiğimde kendimi yazıyla daha güzel ifade ettiğimi anladığım anlar oldu. Çok özenle yazılmış zarflanmış mektuplar aldığımda…

Bunun için ayrıca teşekkür etmeden geçemeyeceğim…

Mektup, Antik dönemden buyana rastlanan, Ortaçağ ve Rönesans yıllarında gelişimini sürdürerek Avrupa'da 17. yüzyılda sosyal ve kültürel hayatın merkezi olarak görülen edebî salonlarda yaygınlaşmıştır. 18. yüzyılda farklı bir içerik kazanır ve gelişimini 19. yüzyılda tamamlar. Peki ya günümüzde?

Değişen dünyayla birlikte yaşantımızı fazlasıyla kolaylaştıran birçok yeni teknolojik alet hayatımıza girmiştir. Bunların başında ise telekomünikasyon araçlarından telefon gelmektedir. Telefonun günlük hayatımıza girmesiyle bir iletişim aracı olan mektup, resmi kurum yazışmaları dışında yerini telefona bırakmıştır.

İşte bu haftaki kitabımızın konusu ise bilinmezliğe açılan bir mektup macerası…

Bir gün üzerinde ne bir isim nede bir adres olmayan bir mektup alsanız ne hissedersiniz? 

Ya da ne yaparsınız?

Üstelik size atfedilmişken…

“ Sana, beni asla tanımamış olan sana,”

Sözleriyle başlayan bir mektup…

Huzursuz beklide fazlaca özensiz bir şekilde aceleyle ele alınmış ve sadece iki sayfadan ibaret ne isim var nede nerden geldiğini gösteren bir işaret…

Tek anladığınız size yazıldığı…

Anlatılanlar ise hazin bir aşk hikayesi…

Başarılı Yazar Stefan Zweig kaleme aldığı ‘Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’ adlı eseriyle okurlarına insan psikolojisinde eşik atlatarak mutlak aşk kavramının dışında bir bilinmezliğin kıyılarında dolaşmaya davet etmektedir.

“Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu”nun kadın kahramanı ise sadece yazdığı uzun bir mektubun yazarı olarak tanıtmaktadır kendini bizlere.  Oldukça tanınan bir yazar R’ye yazılmıştır mektup. Ünlü yazarın Viyana’ya dönmesi ile aldığı mektup, bir kadının ağzından anlatılır.  Mektup, çocuğunun ölümü ile başlayan kendi ölümüyle biten bir kesitten ibarettir. Kadının hayatının ele alındığı eser, ilk gördüğü andan itibaren platonik şekilde aşık olduğu adamdan hiçbir zaman vazgeçmediğini anlatmaktadır.

Hiçbir zaman sevgi görmese de onunla bir iki görüşmesini lütuf sayan saplantılı bir bakış açısına sahip olan kadın kahramanın hikayesi şöyle sonlanır. Hiç sevgi görmese de içine düştüğü durumu bir sevgi olarak değerlendiren kahramanın yaşamı çocuğunu kaybetmesiyle değişir. R’den ona kalmış olan en büyük hazine olarak gördüğü çocuğunu kaybedince mektubu yazmaya karar verir. Kadın yazdığı mektubu ise ölmesi koşuluyla Yazar R’ye teslim etme kararı alır.

Bir gece yine Yazar R., ile karşılaşan kadın adamın kendisini hatırlamaması üzerine R’nin yaşamında silik bir hayalet olarak intihar eder ve yaşamına son verir.

Kadın büyük tutkusunu hep bir "bilinmeyen" olarak, tek başına yaşamaya razıdır.

Bu aşk öyküsünde "taraflar" değil, sadece tek bir "taraf” vardır.

Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi?

Soruyorum sizlere…

 

*Haftanın Kitabı*

Olağan Üstü Bir Gece

 Stefan Zweig