BAZI MEKTUPLAR SAKLANIR
Bir müjdedir belki
sevinçten deliye döndüren
ya da bir acı haber, 
kahredip yasa boğan.
Ne müjde ne haber gelmiyor artık sizden.
 
Ah mektuplar! Ah mektuplar!
Beklemeyi de unuttuk biz sizi,
saklamayı da.
Kalın sağlıcakla eski sandıklarda.
...
 
Hayat kendi tabiiliğinde akarken bazı yaşananlar onları yaşayanlar için oldukça büyük farklılıklar ve büyük anlamlar taşır.
 
İlk okula gidiş, ilk şehir dışına çıkış, ilk bir otelde kalış, ilk kavgaya giriş, belki dayak yiyiş, ilk takdirname alış, ilk yurtdışı seyahat ve nihayet ilk aşk mesela, kolay kolay unutulmaz. Bir işaret feneri gibi arasıra yanar yanar sönerler onlar insanın ruh ve hafıza dünyasında.
 
Her ne kadar şimdilerde kişiler arası iletişimin neredeyse tamamı sosyal medya üzerinden yapılıyor olsa da bazen biraz nostalji ya da tarihi bir olayı ya da düşünceyi tevsîk edebilme arzu ve amacıyla yine de o bildiğiniz mektupları yazarak posta ile gönderenler de olmuyor değil.
 
Bizim kuşağımız yazdığımız ya da bize gönderilen mektuplarla büyüyen son kulaktı sanırım. Mesela ben üniversite yıllarımda yaklaşık yirmi arkadaşla mektuplaşırdım. Pek çoğu kütüphanemdedir onların.
 
28 Şubat günlerinde biraz da destek olmak amacıyla sonradan büyük bir lütûfla eşim olan
Hatice Hanım’a yazdığım ilk mektup ve devam eden yazışmalarımız ise bir klasör olarak kütüphanemizin mutena bir yerinde durmaktadır hala. Bizim için büyük anlamı vardır o mektupların ve saklanılması gerekir. Belki ilerde kitaplaştırırız ya da hatta belki gün gelir önce bu sütunlarda da yayınlayabiliriz.
 
Artık bugünkü mektubumuza girebiliriz.
Bahsedeceğim mektup 11.05.2018’de Mardin’den tarafıma gönderilmişti. Gönderen kimdi biliyor musun Bünyamin? Büyük kızım Afife.
 
Seyahat etmeyi, farklı doğa, insan ve kültürleri tanımayı ve tanışmayı çok sevdiği ve bunlarla müktesabatını zenginleştirdiği için fırsat buldukça, bazen kardeşiyle de beraber arkadaş gurubu olarak seyahat etmeye çalışırlar.
 
Artık devir değişti. Yurt dışına gitmek için bile ne fırsatlar çıkıyor, doğrusu ben bile şaşırıyorum. Ama işin bence burada önemli tarafı babaları olarak benim onların önüne engel çıkarmamaya çalışmam hatta biraz da bütçe olarak desteklememdir.
 
Tüm bu sevgi, ilgi, anlayış ve desteklerimiz elbette sonunda meyvelerini veriyor ve bizi gönendiriyor. Kızımın gönderdiği mektupta yazdıkları işte bu kabildendi. Şimdi o mektubu kendisinin de rıza ve onayını alarak orjinal haliyle aşağıya aktarıyorum. Umarım her babanın, her ananın ve her ailenin bu kabil güzellikleri, mutlulukları daha çok olsun. Şu kısa ve fani hayatlarımız böylesi hatıra ve mutluluklarla bezensin, anlam kazansın. 
 
Mektubu okuyunca kısacık bir kaç cümleye büyük manaların nasıl sığdıralabildiğini ve en önemlisi bir babanın gönlünün nasıl alınabileceğini de göreceksin. İşte o “en güzel bir hediye olarak” sakladığım mektup:
 
“Yaşım ilerledikçe annemin sende ne gördüğünü anlamaya başlıyorum. Göstermelik kadına verilen değer, yozlaşmış bir batılı özgürlükçülüğün çok ötesinde sen “özü-gür”lüğü anlamış 
ve yaşatmış bir babasın.
 
Geriye baktığımda ailem destekleseydi şunu da yapardım dediğim hiçbir şey yok. Gerçekten destekleyen, kız çocuğu ayrımı yapmadan böyle bir babalık yaptığın için sana minnettarım.
 
Bir Anadolu şehrinden, ümmi bir anneden bu derece okuyan ve kültürlü bir kişi olmak herkesin başarabileceği bir şey değil. Ama farketmeden bizi çok zor bir duruma soktun babacım. Senin gibi bir erkek rol model gördükten sonra kimseyi beğenemiyoruz, çıta çok yukarda. Umarım bir gün senin gibi, özgürce müslüman düşünebilen ve ebeveynliği böyle güzel yapabilen bireyler oluruz.
 
Seni seviyorum.
 
11.05.2018
Mardin
Afife Özkal”
 
Son cümle olarak ekleyelim. Bizler yani ana babalar, çocuklarımız ne düşünürsek düşünelim, ne yapmak istersek yapmaya çalışalım, hiç unutmamalıyız ki: “Men yüdebbirulemre? (İş’i kim idare ediyor?).