Bazen...

Kısa zamanda çok yol kat etmiş olanlar ile karşılaşırız.

Allah daha çok versin.

Gözümüz yok kimsenin malında, mülkünde.

Ama...

Bunlardan bazıları var ki, sanki bu duruma kendi akıllarıyla, kendi girişimleriyle, kendi yatırımlarıyla geldikleri hissine kapılıp atalarını yok saymaktalar.

 

Belki...

Babalarından, atalarından çok fazla bir mal, mülk kalmamışta olabilir bazılarına.

 

Fakat...

Bazı atalar öyle güvenli bir isim ve itibar bırakırlar ki...

Bu maldan, mülkten daha önemlidir.

 

Görüyoruz, duyuyoruz...

Kimileri ‘Babamda ne yapmış? İşte bıraktığı rakam şuydu, benim ise geldiğim yer burası’ diyerek böbürleniyor.

 

Düşünüyorum da...

Eğer, O baba, o ata bunlara ‘itibar’lı soyadını bırakmasaydı acep ne olurdu bunların hali?

*

Hemen herkesin bildiği bir değerlendirmedir.

Hatırlamakta, hatırlatmakta fayda var...

 

Yaş 4:Babam her şeyi biliyor.

Yaş 5:Babam çok şeyi biliyor.

Yaş 6:Benim babam, senin babandan daha çok şey biliyor.

Yaş 8:Babam galiba bazı şeyleri biliyor.

Yaş 10:Babamın gençliğinde, her şey çok farklıymış.

Yaş 12:Aslında, babam bu konuda hiçbir şey bilmiyor.

Yaş 14:Babama kulak asma! O, artık çağ dışı kaldı.

Yaş 21:Babam mı? Aman tanrım! O, hiçbir şeyden anlamaz.

Yaş 25:Babam bu konuda az da olsa bir şeyler biliyor. Ama o yaştaki insanın bu konuda bir şeyler bilmesi normal zaten.

Yaş 30:Bu konuda babamın fikrini alsak iyi olur. O kadar deneyimli ki...

Yaş 35:Babama sormadan hiçbir şey yapmasam iyi olacak.

Yaş 40:Acaba babam bu konunun nasıl üstesinden gelirdi? Ne kadar akıllı ve deneyimli bir insandı.

Yaş 50 ve sonrası...:Babamın yanımda olması ve bu konu hakkında fikir vermesini çok isterdim. Onun ne kadar akıllı olduğunu hiç takdir etmemişim. Oysa, ondan çok şey öğrenebilirdim. Meğer babam her şeyi biliyormuş.

Bana gelince...

Yaşım 60.

Babamla sohbet ediyoruz fırsat buldukça.

Bazen benim anlattığıma gülüyor, bazen hiç yorum yapmıyor. Sadece dinliyor. Ama yüzündeki ifadeden ne demek istediğini anlıyorum.

O’nunla her sohbetimizde daha hiç bir şey bilmediğimi öğreniyorum.

60 yaşında birisi olarak benden daha küçük yaştakilere tavsiyem...

Babası hayatta olan evlatlar çok şanslı.

Kıymetini bilin.

Başta benim babam olmak üzere hayatta olanlara Allah sağlıklı uzun ömürler versin.

Ebediyete intikal edenlerinde Rabbim mekanlarını cennet eylesin.

*

Bakanımız Prof. Dr. Veysel Eroğlu zaman zaman bazı notlar, yazılar gönderir.

Bu defaki yazı değerli yazar Şadan Gökovalı’nın anlattığı bir masal.

Hep birlikte güzel yaşamak ve güzel yaşlanmak dileği ile...

 

Memleketin birinde bir töre varmış.
Her şey töreye uygun yapılırmış.
Buna göre elden ayaktan çekilip üretim dışı kalmış ihtiyarlar ücra bir köşede ölmeye bırakılıyormuş!..
Töreye uymayanlar ise ceza olarak öldürülüyormuş!..
Uygulama çok katıymış karşı çıkmak kimsenin aklının ucundan bile geçmiyormuş.


Bu ülkede bilge bir adam ve onu çok seven bir oğlu varmış.
Adam belirli yaşı aşınca, oğlu onu sırtlayıp, ormanın derinliklerinde bir yere getirip bırakmış.
Tam dönecekken
Baba şimdi nasıl geri döneceğim, ormandan çıkışı nasıl bulacağım’ diye sormuş.
Babası;
Oğlum’ demiş. ‘Sen beni sırtında taşırken, ağaçlardan kuru dalları koparıp, geçtiğimiz yerlere bıraktım. Onları izleyerek yolunu kolayca bulursun...’

Oğul içinden
Bu adama kötülük yapılır mı?’ diye geçirerek kuru dallar sayesinde kolayca evine ulaşmış.

Babasının ormanda açlık ve susuzluktan ölmesine gönlü razı gelmediğinden, töreye, yasaya aldırmaksızın yiyecek içecek götürmeye başlamış...

Günler günleri kovalarken, oğul her gidişinde, babasını ülkede olup bitenlerden haberdar ediyormuş.

Bir gün tellallar yollara dökülüp

Her kim tokmaksız davul çalmayı başarırsa, hükümdarımız onu vezir yapacak’ diye bağırmaya başlamışlar.

Oğul bunu babasına iletince yaşlı adam

Bundan kolay ne var oğlum’ demiş. ‘Davulun içine arı doldur, hükümdarın huzuruna çıkınca, davulu yuvarla, yeter...’

Oğul da bunu yapmış ve vezirliği kapmış...

Doğal olarak bunu babasından öğrendiğini de kimseye söyleyememiş.

Günler geçmiş, devran dönmüş, tellallar yine yollara koyulup

Her kim külden urgan yapmayı becerirse, padişahımız ona sadrazamlık verecek’ diye duyurmuşlar.

Tabii oğul yine babasına koşmuş.

Bilge, ‘Oğlum. Urganı taşa koyar üzerine gazyağı döküp tutuşturursun. Al sana külden urgan...” demiş .

Böylece oğul sadrazamlık mührünü bu kez de kimseye kaptırmamış...

Bir süre sonra yeni bir duyuru yapılmış

Her kim kağıtta ateş taşırsa, hükümdarımız kızını ona verecek...’

Koca ülkede hiç kimse çözüm bulamayınca oğul, soluğu babasının yanında almış.

Bilge ona da çözüm bulmuş

Çok kolay oğlum.

Kağıttan bir fener yapar, içinde de mum yakarsın.

Al sana kağıt içinde yanan ateş...’

Oğul bu imtihanı da başarıyla geçince Padişah;
Sen bunları kendi aklınla çözemezsin.

Sırrını açıklarsan, hem kızımla evlendireceğim, hem de hiçbir ceza vermeyeceğim’ demiş.

Babasını çok seven kadirbilir oğul da her şeyi açıkça anlatmış.

Padişah dikkatle dinledikten sonra;
Demek ki yaşlılarımızın beden güçlerinden değilse bile, akıl ve deneyimlerinden yararlanabilirmişiz’ diyerek, töreyi kaldırmış...

*
Bu masaldan çıkaracağımız payın açıklaması da, Filozof Kant'tan...
Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir...
Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır,
Ama...

Görüş açınız genişler.

Ayrıca...

Güzel yaşayanlar, güzel yaşlanırlar.

 

*

*

*

Günün sözü

Babanın gölgesi yeter.