YERYÜZÜ SELAMSIZ KALMASIN
 
Geçen yıl bir cuma günü Cuma namazını kılıp bacanağımızın oğlunun sünnet düğününe katılmak üzere maaaile Konya’ya doğru yola çıkmıştık.
 
Ilgın’ı geçtikten sonra daha kestirme yol var dedikleri için Ilgın’dan sonra yola navigasyonla devam ediyorduk. Arabayı oğlum kullanıyor, navigasyona da o bakıyordu.
 
Zaman zaman navigasyon sanki bizi yanlış bir rotaya yönlendiriyor gibiydi. Olamazdı tabii ama biz işkillenmiştik bir kerre. Oğluma arabayı durdurup yoldaki insanlara soralım dediğimde navigasyonun olduğunu ve navigasyonun bizi gideceğimiz yere götüreceğini, panik yapmamamız gerektiği söylüyordu bize. Eh, ne de olsa bizim kuşak onlar kadar teknoloji kültürüne vâkıf değildi. Susmayı tercih ettik haliyle.
 
Bir süre daha yola devam edince acaba yanlış yolda mıyız diye biraz daha endişelenmeye başladık. O sırada küçük bir köyden geçiyorduk. Bir kez daha oğlumdan arabayı durdurup köylülere sormamızı istediğimde, biraz isteksizce olsa da arabayı durdurdu. Ben de camı indirip selam vererek gideceğimiz yerin yolunu sordum. Adam da selamımızı yüksek sesle alıp, kibarca yolu tarif etti bize.
 
Camı kaldırıp yola devam ederken o anda aklımdan geçenleri oğluma yönelip söyleyiverdim: ”Elbette navigasyon bizi gideceğimiz yere belki biraz gecikmeli de olsa götürür ama maksat yeryüzü selamsız kalmasın!” dedim. 
 
“Yeryüzü selamsız kalmasın.” şeklinde nitelemem benim de hoşuma gitmişti. Kendi kendime düşünmeye devam ediyordum. Teknoloji ve onun aletleri muhakkak pek çok konuda yenilikler, kolaylıklar ve hatta nimetler veriyor ama navigasyon gibi bazı kolaylıkların yanında, verdiklerinin yanısıra elimizdeki selamlaşma, hal hatır sorma, “insan” ile konuşma gibi bazı nimetleri de biz farkına varsak da, var(a)masak da bir şekilde elimizden alıyordu.
 
Bu tür küçük köylerde veya kasabalarda yaşayan insanlar da köyün içinden geçenlerin kendilerine de bir selam vermelerini, karşılıklı olarak “burası neresi, yolculuk nereye, ne taraftan gideceğiz?” gibi hal hatır sorulmasını ummazlar ve beklemezler miydi?
 
Eğer bu yollardan araçlarıyla geçenler köylülerle hiç konuşmadan, selamsız sabahsız geçip giderlerse yeryüzü selamsız kalmaz mıydı? 
 
Sonra sesli olarak tekraren “Maksat yeryüzünün selamsız kalmaması evlat!” dedim.
 
Söyleyeceğimi söyledikten sonra yeryüzünün selamsız kalmasının aslında ne kadar da sosyal bir tağşişe ve tahribata yol açabileceğini, giderek sosyal bir faciaya nasıl dönüşebileceğini ve fertlerin kendi küçük ve fâsid dairelerinde sıkışıp kalacaklarını falan düşündüm biraz daha.
 
Selam fertlerin birbirleriyle diyaloğa geçebilmelerinin ilk ve belki de tek unsuru ve işaretiydi sanırım. Öyle ya, bizim içinde yaşadığımız çevremizde “Selam Allah’ındır!” denir ve küs insanlar bile küstüğü kişiler kendilerine selam verdiğinde biraz sessiz de olsa “Vealeykümselam!” demezler mi?
 
Kendisiyle küs olduğu birisini bir mecliste, bir kahvede gördüğünde veya yolda karşılaştığında ona bir selam dahi vermezse eğer, “Ne kindar adam, Allah’ın selamını bile esirgiyor.” denilmez mi arkasından?
 
Ne esef vericidir ki artık geceyi geçtik, gündüz bile insanlar yolda yürürken karşılarından gelene ne bir selam veriyorlar ne de selam verildiğinde alıyorlar. Halbuki selam belki de karşılıklı sevginin, hoşgörünün bile ilk işareti sayılamaz mı? Karşılıklı küslüğün verdiği “kibir açmazının” anahtarı olamaz mı?
 
Fertleri birbirine selam veren toplum ile birbirlerini gördüklerinde selamsız sabahsız geçen toplum arasında sosyal endişe ve/veya anksiyete gibi barametreler arasında hiç eşitlik ya da benzerlik olabilir mi?
 
Her sözü ayrı bir değer ve mânâ içeren Allah’ın Rasülü “Efşüsselame beyneküm!” yani “Aranızda selamı yayınız!” diye boşuna tenbih etmiş olabilir mi?
 
Sen hiç bir zaman insanlar ve hatta börtü böceğin yanından dahi selamsız sabahsız geçip gitme Bünyamin!
 
Unutma ki “Esselam kablelkelam!”dır.Yani konuşmadan önce selam verip esenlik dilemektir.
...