1. ABDULKADİR SELVİ / ÖZGÜR ÖZEL’İN İMAJI SARSILDI (HÜRRİYET)
Öyle ki AK Parti, Özgür Özel’in imajını sarsmak için 10 ekip kursa bu kadar başarılı olamazdı.
Bizim milletimiz kabir ziyaretine ayrı bir önem verir. Kabir ziyareti sırasında saygılı davranır.
Biliyorsa dua okur, bilmiyorsa içinden dua eder.
Mezar başında taşkınlık yapılmasını sevmez. Hatta tebessüm edilmesini bile hoş karşılamaz.
Özgür Özel ile Veli Ağbaba’nın Kamer Genç’in mezarı başında rakılı anmasını ise hiç hoş karşılamadı.
OLUMSUZ ETKİLEDİ
Bu olay, Özgür Özel’le ilgili olumsuz bir algının oluşmasına neden oldu. Muhafazakâr seçmenler, mezarlıkta rakı kadehiyle anma yapan bir liderin bu milletin değerlerine yabancı, bizim inançlarımıza karşı saygısız olduğu ve “Bu adam mı Türkiye’yi yönetecek?” kanaatine vardı. Sekülerler ise mezar başında verilen bu görüntünün uygun olmadığı görüşünü benimsedi. Çünkü seküler de olsa bu ülkenin evlatlarıdır. Onlar da geleneklere, göreneklere sahiptir. Bizim sekülerlerimiz de mezarlıkta ne yapılacağını, cenazede nasıl hareket edileceğini; düğünde, bayramda nasıl eğlenileceğini bilir. Onlar da cenaze namazı kılar, onlar da bir yakının mezarını ziyaret ettiğinde bildiği duaları okur.
ALEVİLERİ İNCİTTİ
CHP’nin belkemiğini oluşturan Aleviler ise kendilerini incinmiş hissetti. Çünkü önce “Kamer Genç’in böyle bir vasiyeti var” denildi, avukatı yalanladı. TV100 sunucusu Kübra Par, “Aleviler mezarın başında şarap dolaştırırmış gibi” bir laf edip tüy dikti.
Sanki Alevilik, İslam inancı dışındaymış gibi bir hava verildi. İslam’da olmayan Alevilikte de olmaz.
Aleviler, mezarlarının başında rakı kadehiyle, şarap şişesiyle anma yapan bir inanç sistemi gibi gösterilmekten dolayı incindiler.
Kübra Par, özür dileme erdemini gösterdi. Ama Özgür Özel’den ses yok.
Bir bardak rakı, bir mezar taşı Özgür Özel’in imajını fena halde sarstı.
ÖZGÜR ÖZEL’E ÖZGÜR ÖZEL DARBESİ
Geçen hafta Özgür Özel açısından pek parlak geçmedi. Üst üste iki darbe birden aldı. Biri Kamer Genç’in mezarı başındaki rakılı görüntülerdi. Diğeri ise yurt dışında Türkiye’yi şikâyet etmesiydi.
Türk milletinin çok güzel bir hasleti vardır. Kendi içimizde iktidarı eleştirir ama yabancılara karşı ülkesini savunur. Hatta toz kondurmaz. Bu, bizim çok güzel bir değerimizdir. Özgür Özel, bu değerimizi yerle bir eden bir çıkış yaptı. Avrupa Sosyalist Partisi toplantısında Batılı liderlere Türkiye’yi şikâyet etti. Daha önce “Bize terk edilmişlik hissini yaşattınız” diye sitem ettiği İngiliz Başbakanı Starmer’in Türkiye ziyaretini eleştirdi. Özgür Özel’in Avrupa Konseyi Başkanı Antonio Costa’ya ağlamaklı bir ses tonuyla yaptığı “Benimle 5 dakika bile görüşmedi” seslenişi ise tam bir fecaatti.
Türkiye’den hiçbir lider bu duruma düşmemişti. Ne ülkesini şikâyet etti ne de Avrupalı liderlerin arkasından “Benimle 5 dakika bile görüşmedi” diye sitem etti. Bu durum, Özgür Özel’i Beyaz Saray’dan kovulan Zelenski durumuna düşürdü.
İSMET PAŞA’YI ÖRNEK AL
İsmet Paşa, başbakan yurt dışına çıktığı zaman hükümetin aleyhinde konuşmayı yasaklardı. Deniz Baykal da o hafta grup konuşmasında başbakanı eleştirmezdi.
Bizim milletimiz ülkesini yabancılara şikâyet eden liderleri sevmez. Tam aksine yabancılara karşı ülkesini savunan liderleri tercih eder.
Bu millet, Erdoğan’ı Davos’ta “One Minute” dediği, BM kürsüsünden “Dünya beşten büyüktür” diye seslendiği, gerektiğinde dünyaya kafa tuttuğu için seviyor.
Özgür Özel’in biraz Erdoğan çalışması lazım. Çünkü Özgür Özel’e randevu vermeyen Costa, ABD ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaret etmiş, Türkiye’nin Rusya-Ukrayna savaşındaki rolü hakkında olumlu açıklamalar yapmıştı.
Özgür Özel’in Özgür Özel’e vurduğu darbeyi AK Parti vuramazdı.
CHP’NİN ATATÜRK İSTİSMARI
Özgür Özel’in Kamer Genç’in mezarının başında rakı kadehiyle verdiği görüntüyle ilgili tartışma Meclis’te kavgaya neden oldu. CHP ve AK Parti milletvekilleri yumruklaştı. Meclis’e yakışmayan görüntüler yaşandı.
Kavga sırasında CNN Türk’te canlı yayındaydım. Bir yandan kavgayı izlerken, diğer yandan Meclis tutanaklarını takip ettim. CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın, AK Partililere “Mustafa Kemal Atatürk’e düşmansınız” diye seslenince kavganın da fitilini ateşlemiş oldu.
Kamer Genç’in mezarı başındaki rakılı anmayı eleştiriyle başlayan tartışmanın nasıl Atatürk düşmanlığı suçlamasına dönüştüğünü sorarsanız, burada şaşılacak bir şey yok. Çünkü her sıkıştıklarında Atatürk’ün arkasına saklanıyorlar.
İMAMOĞLU’NA BAKAN ATATÜRK’Ü GÖRÜRMÜŞ
Mezarlıktaki rakılı anmanın savunulacak bir yanı yok. O zaman CHP’liler ne yapacak; Atatürk’ü sahaya sürecek. Ekrem İmamoğlu sahte diploma davasından, asrın yolsuzluğu suçlamasından dolayı yargılanıyor. Mahkemede ne diyor? “Bana bakan Atatürk’ü görür.”
Atatürk, CHP’lilerin yolsuzluklarının, sahte diplomalarının üstünü örtecek bir örtü mü?
Eski CHP milletvekili Aykut Erdoğdu, İBB yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasında İSTAÇ’ta bir rüşvet işine aracılık ettiği iddiasıyla tutuklandı. Mahkemeden tutuklama kararı çıkınca Aykut Erdoğdu ne dedi; “Bugün Cumhuriyet yıkıldı.” Senin rüşvete aracılık etmenle Cumhuriyet’in ne alakası var? Cumhuriyet yıkılacaksa, milletvekilliği yapmış birisinin rüşvete aracılık etmesiyle yıkılır.
Uğur Mumcu, “Bu ülkede banka soyarken kar maskesi, ülke soyarken Atatürk maskesi takılır” demişti.
Büyük usta yaşasaydı, Atatürk sizin yolsuzluklarınızın üzerine örteceğiniz bir şal mıydı diye isyan ederdi.
Nedir bu Atatürk istismarı? Atatürk’ü CHP’nin istismarlarından kurtarmak için bir kanun çıkarmak gerekiyor herhalde.
2. AHMET HAKAN / AK PARTİLİ MİLLETVEKİLLERİ EKRANLARA ÇIKMALI (HÜRRİYET)
Oysa Meclis’teki bütçe görüşmelerinde fark ettik ki…
AK Parti adına konuşan vekiller:
Çok sağlam argümanlarla konuşuyorlar.
Polemik konusunda hayli başarılılar.
Her türlü tartışmanın altından kalkabiliyorlar.
Karşı ataklarda çok iyiler.
Her soruya yanıt verebilecek donanıma sahipler.
Muhalefeti terletecek çıkışlar yapabiliyorlar.
İktidarın icraatını çok iyi anlatıyorlar.
Dört şey söyleyeceğim bu konuda:
BİR: İktidarı savunmak, gazetecilere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir.
İKİ: AK Parti’nin milletvekillerini ekranlardan uzak tutması akıl alır gibi değil.
ÜÇ: Çoklu tartışma programlarında AK Parti’yi gazeteciler değil, AK Parti milletvekilleri savunmalıdır.
DÖRT: Gazetecilerin asli işlevlerine dönmesi de ancak bu şekilde mümkün olacaktır.
MUSTAFA VARANK’IN MECLİS PERFORMANSI
ALAYCILIK AÇISINDAN: Varank’ın kıyıcı bir alaycılığı var. Eleştirilerinde bu kıyıcı alaycılığı bir yöntem olarak kullanıyor. Muhataplarını hop oturtup hop kaldırması biraz da bu yüzden.
GÖNDERMELER AÇISINDAN: Hafızalarda yer etmiş ve güncelliğini yitirmemiş konulara gönderme yapmayı ihmal etmiyor Varank. Bedava traktör vaadi gibi… Mezarlıkta rakı gibi… Bu göndermeler de muhatapları çıldırtan unsurlar arasında.
KIYASLAMA AÇISINDAN: “Biz şunları yaparken onlar bunları yaptı” tarzı bir kıyaslama yöntemine bayılıyor Varank. Basit ve net örneklemelerle süslüyor kıyaslamalarını. Etkisi? Muhataplarının öfkesinde ortaya çıkıyor.
ÜSLUP AÇISINDAN: Çok genç, çok güncel, çok dinamik bir üslubu var Varank’ın. Yeni dönemin ruhuna son derece uygun bir üslup. Sosyal medyada örneklerine sıkça rastladığımız türden. Bu üslup da muhataplarını fena yapıyor.
MECLİS’TE YUMRUKLU KAVGA ŞAŞIRTTI MI?
Valla beni şaşırtmadı.
Çünkü Meclis’te şöyle bir tablo vardı:
TANSİYON: Sürekli yükseltiliyordu.
GERİLİM: Sürekli artırılıyordu.
SÖZLER: İncitmenin ötesine geçiyordu.
POLEMİK: Herkes bunun peşindeydi.
GENEL HAVA: Bir müzakere ortamından ziyade bir savaş düzeni söz konusuydu
TRİBÜNLER: Konuşan herkes, taraftarlarına “lafı amma da koydu ha” dedirtmek istiyordu.
BAĞIRMA: Tez anlatmanın yerini, bağırarak dikkat çekme alıyordu.
DOZAJ: Televizyonlardaki tartışma programlarının gerilim dozajının üç bin kat fazlası söz konusuydu.
TEMA: Bir tema yoktu; herkes en yumuşak karnından vurmaya çalışıyordu.
FİKİR: Lafazanlık, laf ebeliği, laf sokma vardı. Olmayan tek şey şuydu: Fikir tartışması.
SOKAK RÖPORTAJLARI: Sokak röportajlarında ahalimiz bazen birbirine girer ya… Meclis’teki tartışmalar bundan bir tık daha ilerideydi. Bir tık ama. Fazlası değil.
Bu tablodan asıl yumruklu kavga çıkmaması şaşırtıcı olurdu.
KILAVUZU CENGİZ ÇANDAR OLANIN DEM’LİSİ
Cengiz Çandar, Hakan Fidan’a “Suriye konusunda çok sert açıklamalar yapıyor” diye yüklendi.
Peki AK Partili Galip Ensarioğlu ne yaptı?
O da Cengiz Çandar’ın kılavuzluğunda Hakan Fidan’a, “Suriye konusunda çok sert açıklamalar yapıyor” demeye getirdi.
Peki dün ne oldu?
Dışişleri Bakanı Fidan, Millî Savunma Bakanı Güler ve MİT Başkanı Kalın, Suriye’ye üçlü çıkarma yaptı.
Çıkarmanın amacı:
SDG’nin 10 Mart Mutabakatı’na uymasını sağlamak.
Böylece Galip Ensarioğlu açığa düşmüş oldu.
O zaman hükmü verelim:
Kılavuzu Cengiz Çandar olan AK Partilinin açığa düşmesi kaçınılmazdır.
SAADETTİN SARAN’IN O TOPLANTIYA KATILMAMASI
Her yıl olduğu gibi bu yıl da 1 Ocak sabahı İstanbul Galata Köprüsü’nde Gazze’ye destek yürüyüşü yapılacak.
3.ZAFER ŞAHİN / KADINI BUL, PARAYI TAKİP ET (HÜRRİYET)
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın tanınmış medya figürleri ve bazı ünlülere yönelik soruşturması, sıradan bir uyuşturucu operasyonu değil. Medya, siyaset, spor, iş dünyası ve yargıyı istediği gibi dizayn etme amacındaki bir yapıyla karşı karşıyayız. Şu ana kadar ortaya dökülenler işin magazin boyutu. Büyük turplar daha heybede duruyor.
Spiker kızları uyuşturucu batağına çeken, onları bağımlı hâle getirdikten sonra karar mekanizmalarında etkili kişilerle fuhuşa zorlayan ve sürekli kayıtta olan bir şebekeden bahsediyorum. O kayıtlarla kimlere şantaj yapıldığı, o şantajlar sonucu yargıda, bürokraside ve iş dünyasında hangi işlerin kotarıldığı, FETÖ vari yöntemlerle kimlere ne tuzaklar kurulduğu tek tek ortaya çıkacak.
Aslında kullandıkları yöntem çok bilindik. Karar mekanizmalarında etkili kişileri “bal tuzağı” yöntemiyle; onların cinsel ya da duygusal zaaflarını kullanarak avuçlarının içine almışlar. Zaafı kadın olanı kadınla, para olanı parayla ve tabii ki kasetlerle emir eri hâline getirmişler.
Kim bunlar? Ya da kim?
Bu sorunun cevabını süreç içinde öğreneceğiz. Türkiye’de son 6 yılda siyasette, medyada, yargıda ve iş dünyasında yaşanan; toplumun sinir uçlarıyla oynanan her gelişmede bu yapının masa başı planlarının etkili olduğundan şüpheniz olmasın. Surda bir gedik açıldı artık. Devamı gelecektir.
The Washington Post’un meşhur yayın yönetmeni Ben Bradlee’nin genç muhabirlere verdiği tavsiyeyi hatırlamanın tam zamanı: Önce kadını bul, sonra parayı takip et...
Bir kadının telefonundan çıkan detaylar ortalığı bu kadar salladıysa, bu saatten sonra bulunması kesin olan paranın nasıl bir gümbürtüye sebep olacağını ve ortaya nelerin döküleceğini tahmin etmek artık zor değil.
4. MAHMUT ÖVÜR / GİDİN ÖCALAN’A SÖYLEYİN (SABAH)
Meclis Komisyonu'nda bulunan 4 parti nihayet raporlarını yazdı. Böylece yıllardır başta CHP'nin ısrarla seslendirdiği “Kürt sorunu Meclis'te çözülmeli” tezi açısından bir ilk adım atılmış oldu.
Siyasi partilerin Kürt meselesiyle ilgili yaklaşımlarını açıklamaları, bunu rapora dökmeleri elbette önemli bir gelişme.
Ancak ortada garip bir durum var. Süreci başlatan MHP ve AK Parti dışında kimse elini taşın altına koymadığı gibi, komisyonun işlevi konusunda da bilinçli bir karşı tavır sergileniyor.
CHP hazırladığı raporla, bırakın kendi deyimiyle “Kürt sorunu”nun çözümünü, terör ve şiddetin devreden çıkması için bile tek bir öneri getirmiş değil. Anlaşılan niyetleri yok. En basiti, yolsuzluk iddiasıyla yargılanan başkanlarını öne sürmesi, “kayyum” meselesini bir şart olarak seslendirmesi, sürece inanmadığının göstergesi.
Aslında bu konuyu soruna dönüştüren CHP, hiçbir zaman meselenin gerçek çözümünden yana olmadı. Bugün de farklı davranmıyor. Ama asıl şaşırtıcı olan, bir anlamda CHP'nin Kürt versiyonu olan DEM Parti içindeki bazı aktörlerin, Kandil baronlarının son günlerde birer süreç sabotajcısı gibi davranmaları. Onlar da tıpkı Bursa'da Leyla Zana'ya karşı yürütülen ırkçı saldırıları aratmayan bir dil kullanıyor.
Tuhaf olansa, bu işin öncülüğünü Avrupa veya Kandil'e paralel, Öcalan'ın yanındayken cezaevinden çıkan iki kişinin yapıyor olması. Türkiye'yi il il dolaşıp adeta zehir saçıyorlar. Şu sözler, “barış süreci” adına söylenmiş olabilir mi?
Veysi Aktaş: “90'lı yılların ruhuna yeniden dönmemiz lazım. Kim örgütlenirse o kazanacak. Eğer biz örgütlenirsek biz, onlar örgütlenirse onlar kazanacak...”
Çetin Arkaş: “Biz faşist bir cumhuriyetle entegre olmayız. Biz otoriter, zalim bir cumhuriyetle entegre olmayız.”
Akıl alır gibi değil; “entegre olun” diyen, bütün siyasi iddialarından vazgeçtiğini açıklayan, “toplum ve devletle bütünleşin” talimatı veren Öcalan değil mi? Bunlar, Öcalan'ın bütün tezlerini, 27 Şubat manifestosunu yerle bir eden sözler.
Önce gidip Öcalan'a söyleyin; toplumu kışkırtmayı, siyaseti zehirlemeyi de bırakın.
Tabii burada asıl cevabı Öcalan'ın vermesi gerekiyor. Silahların sembolik olarak yakılması önemli ama asıl olan, silahların hem fiziki olarak hem de zihinlerde yok edilmesi. Bunun sorumluluğunu da bu sürecin önemli aktörü olan Öcalan ve DEM Parti üstlendi ama görünen o ki, tıpkı çözüm sürecinde olduğu gibi yine siyasi aktörler dinlenmiyor.
Şu da merak ediliyor: DEM Parti adına süreci yöneten Pervin Buldan ve Mithat Sancar gibi makul isimler bu olup bitenlere ne diyor, hiç mi rahatsızlık duymuyorlar?
Daha önemlisi, Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum'un komisyon tarifi ortada:
“Geçiş sürecinde bir demokrasi pazarlığı olmaz. Demokrasi pazarlığı çabası, geçiş sürecinin esası açısından kökten yanlış olur. Geçiş süreci hukuku, nihai pratik teyitlere bağlı olarak münfesih terör örgütünün aktif ve destek unsurlarına yönelik soruşturma, kovuşturma ve infaza ilişkin düzenlemeler ile toplumla bütünleşme konularıyla sınırlıdır.”
Buna itirazınız varsa açıkça söyleyin, karnınızdan konuşmayın.
5. YAHYA BOSTAN / ZORUNLU VE BEDELLİ ASKERLİĞİ YENİDEN DÜŞÜNMELİYİZ! (YENİŞAFAK)
Seksen bir ile neden sığınak yapıyoruz (şu an projeleri hazırlanıyor)? “Yeni dünya” bunu gerekli kılıyor da ondan. Bölgemiz zaten karışıktı. Ancak Ukrayna Savaşı herkes için çarpıcı bir gerçeği ortaya koydu: Sınırların değişmezliği ilkesi ortadan kalkmıştır. Son iki haftada önce Berlin, ardından Miami’de gerçekleşen Ukrayna görüşmelerinden de anlaşılıyor ki… Öyle ya da böyle… Batı, sınırların değişmezliği ilkesinin ortadan kalktığını resmen tanıyacaktır. Jeopolitik gelecekte büyük kırılmaya yol açacak bir emsaldir bu.
ABD’nin yeni bir küresel yaklaşımı var. Konuştuğumuz şey Trump politikası değildir; post-Trump döneminde geri dönüşü olmayacaktır. Bu küresel yaklaşım; ABD’nin Amerika kıtası ve Çin’e odaklandığı, “DEAŞ’la mücadelenin” Afganistan, Afrika ve Uzak Asya’ya kaydığı (Avustralya’daki DEAŞ saldırganları Filipinler’de eğitim almışlar), Avrupa’nın güvenlik alanında kendi ayakları üzerinde durduğu, Rusya ile dirsek temasında bir vizyonu işaret ediyor. Hegemon gücün bölgemizdeki varlığını azaltacağı bir süreç bu. Beraberinde karmaşayı getirir. Türkiye bölgenin “abisidir.” Kendi güvenliği ve dost ve müttefikleri için güçlü olmak durumundadır.
5’İNCİ MADDE TÜRKİYE İÇİN ÇALIŞIR MI?
Bölgesel krizler (Ukrayna-Gazze) ittifakların yeniden tanımlanmasına yol açıyor. Avrupa, Yunanistan’a rağmen, belli sınırlar çerçevesinde Türkiye ile işbirliği geliştiriyor. Yunanistan da bu gelişmeler ışığında İsrail’le –Türkiye karşıtı– bir ittifak kuruyor. Avrupa ile geliştirilen ilişkiler iyidir. Ancak Türkiye için tek başına “güvenlik garantisi” getirmez. NATO hâlâ önemli bir güvenlik şemsiyesidir. Ancak NATO’nun misyonu (Amerikalılar Almanya’ya “NATO liderliğini bizden devralın” demiş) tartışmalıdır. NATO varlığını sürdürse de 5’inci madde her hâl ve şartta Türkiye için devreye girmez (düşürülen Rus uçağını hatırlayın). Bu kapsamda Türkiye, caydırıcılığını hem savunma sanayii hem de güçlü ordusuyla sağlamak durumundadır.
DAVUT KORİDORU KESİLMELİ
Trump’ın uğraşlarına rağmen İsrail, Suriye’ye dönük ilgisini kaybetmedi. Trump ve Netanyahu 29 Aralık’ta görüşecek. Trump, İsrail Başbakanı’ndan Suriye, Lübnan, Gazze’de “sınırları aşmamasını” isteyecek. Netanyahu’nun da bunun karşılığında Trump’tan İran’ı isteyeceği anlaşılıyor. SDG meselesi bu kapsamda önemlidir. 10 Mart anlaşması yıl sonunda doluyor. Şam, SDG’yi ikna etmek için bir hayli esnedi (Abdi’ye Genelkurmay Başkan Yardımcılığı teklif edilmiş diye duydum). Üç tümen hâlinde entegrasyona yeşil ışık yakıldığı söyleniyor. Buna rağmen SDG “federasyonda” diretiyor. İsrail, SDG’yi destekliyor (her hafta görüşüyorlar diye yazmıştık. Yeni bilgi: İsrail özel kuvvetlerinin Haseke’de cirit attığı söyleniyor). İpler koptuğunda Şam, SDG’ye müdahale ederse, bu sırada İsrail Şam’ı hedef alırsa ne olur? SDG’nin güneye inmesinin yolu açılır (Bakanlar Fidan ve Güler ile MİT Başkanı Kalın’ın Şam ziyaretine dikkat!). Uzun zamandır yazıyorum: O hâlde önce Davut Koridoru’nun Deyrizor kapısı kapanmalıdır.
ZORUNLU ASKERLİK SİL BAŞTAN
İşte bu küresel/bölgesel gelişmeler ülkeleri zorunlu askerlik meselesini yeniden düşünmeye itiyor. NATO şemsiyesine ve Avrupa’daki ABD varlığına güvenen ülkeler, zorunlu askerlik uygulamasından geri adım atmıştı. Şimdi iklim değişiyor. Litvanya 2015’te, İsveç 2017’de, Letonya 2023’te zorunlu askerliği yeniden devreye aldı. Danimarka’da kadınlar da orduya alınmaya başlandı. Sırbistan ve Hırvatistan 2026’da zorunlu askerliğe dönüyor. Almanya 2011’de kaldırmıştı, yeniden getirmeyi tartışıyor. Yunanistan, Norveç dâhil çeşitli ülkelerde zorunlu askerlik süresi 12 aya kadar uzuyor.
Genç kardeşlerimi kızdırmak istemem ama… Şahsi duruşum şudur: Türkiye’nin jeopolitik konumunu, “yeni dünyanın gereksinimlerini”, olası risk ve tehditleri birlikte düşününce memlekette uygulanan (6 ay zorunlu ya da bedelli) hibrit model içime sinmiyor. Teknolojik gelişmelere, otonom sistemlerin yaygınlaşmasına rağmen bedelli askerliğin bir istisna olması gerektiğini savunuyorum. Ancak yanlış anlaşılmasın. Eski sisteme dönülsün demiyorum. Zorunlu askerlikte süre ve kapsamla birlikte, içeriğin de güncellenmesi gerekir.
TERHİS OLANA LİSANS VERELİM
Zorunlu askerliğe uzak duran gençlerin bir kısmı bunu kariyerlerini etkileyen bir “kayıp zaman” olarak görüyor. Atılacak adımlarla bu kaygı giderilebilir. Silah altına alınan gençler geri hizmet bölgelerinde sorumluluklarını yerine getirirken, verilecek kurs ve MEB/YÖK onaylı lisanslarla sivil hayatta işlerine yarayacak bir donanım elde edebilir.
Harita okuma, yön bulma (oryantiring bir spordur, federasyonu var), kürek, (“Doğadaki İnsan” Serdar Kılıç’tan ilhamla) doğada hayatta kalma, kriz anlarında iletişim kurma, ilk yardım, patlayıcı madde tehlikesine karşı kendini koruma eğitimleri verilebilir. Askerlik boyunca verilecek kurslarla gençlere; sivil hayatta kullanabilecekleri arama-kurtarma (sivil hayatta bunun prosedürü çoktur), kaptanlık, drone operatörlüğü, aşçılık ve diğer mesleklerle ilgili lisans ve sertifikalar sunulabilir. Bu eğitim süreçlerinden sadece erkekler değil, kadınlar da istifade edebilir.
Zorunlu askerliğin sağladığı en önemli donanım “kendini korumayı öğrenmek” olmalıdır. Sığınak yaparak insanımıza balık veriyorsak, balık tutmayı da öğretmeliyiz.
6. MUSTAFA KARTOĞLU / ELİFİ GÖRSE MERTEK SANIR (AKŞAM)
Atasözlerinin bugün hâlâ geçerli olmasının bir iyi tarafı, bir de kötü tarafı var. İyi tarafı, eğitici ve öğretici olmalarıdır.
Kötü tarafı ise hâlâ aynı şeyleri yeniden öğrenmek zorunda kalıyor olmamızdır.
Önceki gün TBMM Sanayi Komisyonu Başkanı Mustafa Varank’ın, TBMM kürsüsünden gösterdiği; Türk mühendisleri tarafından geliştirilen katı roket yakıtına “tekerlek” diyen CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın’ı dinleyince bu atasözünü hatırladım.
Elif, Arapça alfabede yukarıdan aşağıya düz bir çizgiyle yazılır. Mertek de binalarda çatı kaplamasını taşıyan uzun, kalın kerestelere denir. Atalarımız, sadece mektep medrese görmemiş, okuma yazma bilmeyenler için değil; yaşadıklarından da bir şey öğrenmeyenleri “Elifi görse mertek sanır” diye tanımlamış. Düz “cahil” demeyi yeterli görmemişler. İfade öyle haddini bildirici ki, nitelikli sohbetten uzak tutmayı da öğütler nitelikte. Âşık Veysel’in altını çizdiği gibi: “İnan sana değil kastım, cahille sohbeti kestim.”
CHP’li Günaydın, görev testlerine havadan havaya füze atışıyla devam eden insansız savaş uçağı Kızılelma ve uçuş testlerini başarıyla sürdüren ve şimdiden iki ülkeyle satış anlaşması yapan 5. nesil savaş uçağı KAAN için “kalorifer peteği” ve “süpürge sapı” diyecek kadar kıt bir aklın temsilcisi. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul az. Körler sağırlar birbirini ağırladığı sürece böyle devam eder.
CHP’nin yöneticileri de, parti propagandası yapan sözcüleri de böyle giderse CHP’nin ocağına incir ağacı dikecekler.
ODTÜ’LÜLER NE DER?
Merak ediyorum; neredeyse her mezuniyet törenini “muhafazakâr iktidara karşı direniş” müsameresiyle “taçlandıran” Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin eski mezunları ne düşünüyor?
Kendi sınıf arkadaşları da dâhil Türk fizikçilerinin, kimyagerlerinin, endüstri tasarımcılarının, yazılımcılarının, bilgisayar ve mekatronik mühendislerinin, matematikçilerinin geliştirdiği teknoloji ürününü gururla TBMM kürsüsüne taşıyan AK Parti milletvekili, eski Sanayi ve Teknoloji Bakanı ve TBMM Sanayi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı, ODTÜ mezunu Mustafa Varank’la sohbet mi daha akıllı adam işidir? Yoksa roket yakıtına “tekerlek” diyen CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın mı?
Onların “ağabey”liği, yarının mezunlarına da örnek olacak.
Ha, derlerse ki, “Varank’ın gösterdiği bilim ve teknolojiyi alalım, muhafazakârlığını almayalım”, o da anlaşılır.
O da kendine göre bir örnektir!..
7. TOĞRUL İSMAYIL / KARADENİZ'DEKİ GERİLİMİN PERDE ARKASI: KONTROLLÜ ÇATIŞMADAN GÜÇ REKABETİNE (AA ANALİZ)
Karadeniz'de son dönemde artan gemi saldırıları, insansız hava aracı (İHA) hareketliliği ve hava sahası ihlalleri, bölgenin güvenlik mimarisinde yeni bir kırılma eşiğine işaret ediyor. Sivil deniz ticaretinin ve liman altyapılarının hedef alınması, Karadeniz'de uzun süredir korunan “kontrollü çatışma” dengesini zorluyor. Türkiye'nin hem diplomatik uyarıları hem de sahadaki caydırıcı refleksleri, Karadeniz'in daha geniş bir bölgesel hesaplaşma alanına dönüşmesini engellemeye yönelik kritik bir rol oynuyor.
Karadeniz'de değişen güvenlik dengesi
Rusya-Ukrayna Savaşı'yla Karadeniz, yalnızca çatışmanın lojistik arka planı olmaktan çıkarak doğrudan güvenlik rekabetinin merkezlerinden biri haline geldi. Savaşın ilk aşamalarında askeri hedeflerle sınırlı kalan deniz ve hava faaliyetleri, son dönemde sivil alanlara doğru genişlemeye başladı. Bu durum, Karadeniz’deki güvenlik risklerinin hem kapsamını hem de etkisini artırıyor.
Karadeniz'de oluşan yeni tablo, klasik cephe savaşından ziyade askeri güç kullanımı ile siyasi mesajların iç içe geçtiği bir “gri alan” rekabetine işaret ediyor. Deniz, hava ve insansız sistemlerin eş zamanlı kullanımı, taraflar arasındaki angajman sınırlarını belirsizleştirirken istenmeyen tırmanma ihtimalini de güçlendiriyor.
Sivil gemilerin hedef alınması ne anlama geliyor?
Son haftalarda Karadeniz'de yaşanan gemi saldırıları ve Ukrayna'daki limanlara yönelik bombardımanlarda Türk ticaret gemilerinin zarar görmesi, çatışmanın niteliğinde önemli bir eşik anlamına geliyor. Sivil deniz trafiğinin hedef alınması, Karadeniz'de bugüne kadar görece korunan “kontrollü çatışma” anlayışının aşınmakta olduğunu gösteriyor.
Bu tür saldırılar yalnızca askeri değil, aynı zamanda ekonomik ve psikolojik baskı aracı olarak da değerlendirilmeli. Sivil gemilerin güvenliğinin zedelenmesi, üçüncü ülkeleri de doğrudan risk altına sokarken Karadeniz'i uluslararası ticaret açısından daha kırılgan bir alana dönüştürüyor. Türkiye'nin bu noktadaki net tutumu, sivil denizciliğin çatışmanın parçası haline getirilmesine karşı açık bir uyarı niteliği taşıyor.
Ticaret yolları ve enerji altyapısı neden kritik?
Karadeniz, küresel tahıl ticareti, enerji taşımacılığı ve bölgesel lojistik ağlar açısından stratejik bir konuma sahip. Liman altyapılarına yönelik saldırılar ve deniz güvenliğindeki belirsizlik, yalnızca bölge ülkelerini değil küresel arz ve fiyat dengelerini de doğrudan etkiliyor.
Sigorta maliyetlerinin artması, navlun fiyatlarının yükselmesi ve bazı ticaret hatlarının fiilen riskli hale gelmesi, Karadeniz kaynaklı ekonomik baskının önümüzdeki dönemde daha görünür olabileceğine işaret ediyor. Enerji terminalleri ve deniz bağlantılı altyapıların hedef haline gelmesi ise Karadeniz'i askeri gerilimin ötesinde stratejik bir ekonomik risk alanına dönüştürüyor.
Dronlar ve gri alan gerilimi
Karadeniz’de artan İHA faaliyetleri, çatışmanın karakterinde yaşanan dönüşümün en somut göstergelerinden biri olarak öne çıkıyor. Düşük maliyetli ancak yüksek etkili bu sistemler, hem istihbarat toplama hem de caydırıcılık amacıyla yoğun biçimde kullanılıyor.
Türk hava sahasına giren bir İHA’nın F-16’lar tarafından düşürülmesi, Ankara'nın Karadeniz'de oluşan yeni güvenlik ortamına karşı pasif bir tutum benimsemeyeceğini açık biçimde ortaya koydu. Bu tür olaylar, Karadeniz'de angajman kurallarının giderek daha hassas bir denge üzerine kurulduğunu gösteriyor.
Türkiye'nin dengeleyici rolü
Türkiye, Karadeniz'deki gelişmeler karşısında hem diplomatik hem de askeri düzlemde dengeleyici bir politika izliyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sivil gemilerin hedef alınmaması gerektiğine yönelik açıklamaları, Türkiye'nin Karadeniz'de istikrarın korunmasına verdiği önemin altını çiziyor.
Montrö Sözleşmesi çerçevesinde izlenen yaklaşım, Türkiye'nin Karadeniz'i doğrudan bir NATO-Rusya çatışma alanına dönüştürmeme stratejisinin temel dayanaklarından biri olmayı sürdürüyor. Bu politika, aynı zamanda Ankara’nın bölgesel güvenlikte öngörülebilirlik ve denge arayışını yansıtıyor.
Karadeniz daha geniş bir hesaplaşma alanına mı dönüşüyor?
Mevcut gelişmeler, Karadeniz'in önümüzdeki dönemde daha yoğun ve çok boyutlu bir rekabet alanına dönüşme ihtimalini artırıyor. Sivil hedeflerin çatışma denklemine dahil edilmesi ve insansız sistemlerin yaygınlaşması, bölgeyi uzun süreli bir gri alan geriliminin merkezine taşıyabilir.
Bununla birlikte, Türkiye'nin dengeleyici rolü ve tarafların doğrudan çatışmadan kaçınma eğilimi, Karadeniz’de kontrolsüz bir tırmanmanın önündeki en önemli fren mekanizmaları olarak öne çıkıyor.
Karadeniz'de yaşanan son gelişmeler, bölgenin kırılgan güvenlik mimarisinin ciddi biçimde test edildiğini ortaya koyuyor. Sivil deniz ticaretinin hedef haline gelmesi ve dron faaliyetlerindeki artış, Karadeniz'i klasik bir cepheden ziyade gri alan rekabetinin merkezine taşıyor.
Bu süreçte Türkiye'nin caydırıcılık ve diplomasi eksenli yaklaşımı, Karadeniz’in daha geniş bir bölgesel hesaplaşma alanına dönüşmesini engelleyen temel denge unsurlarından biri olmaya devam ediyor.