1. ABDULKADİR SELVİ/ Güney Afrika yolunda CHP’yi düşünmek

Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Güney Afrika’ya doğru uçarken kafamızda Meclis Komisyonu’nun alacağı İmralı kararı vardı. CHP’nin İmralı’ya gitmeme kararı biz Afrika kıtas ını boydan boya geçerken geldi.

Cumhurbaşkanı uçağın ön bölümündeydi. O yüzden oradaki havayı bilemiyorum ama gazetecilerin olduğu bölümde şaşkınlıkla karşılandı. Oysa bir gün önce CHP Grup Başkanvekili Murat Emir Meclis’te AK Parti Grup Başkanvekili Abdulhamit Gül ve AK Parti Genel Baş kan Yardımcısı Hüseyin Yayman’ın yanına gelip “Gece Sayın Genel Başkanı arayacağım. Siz ne yapacaksınız” diye soruyor. Gül ve Yayman’ın, “Biz sıcak bakıyoruz” diye karşılık vermeleri üzerine “Komisyonda niye oylama yapacağız? Oylama yaparsanız biz zor dur umda kalırız. Komisyonda diğerlerini dinlerken oylama mı yaptık” diyor.

CHP ÖNERMİŞTİ

Ayrıca Meclis’te komisyon kurulması teklifi CHP’den gelmişti. CHP bunu daha önceki çözüm sürecinde de önermişti. Özgür Özel “Önce AK Parti’nin tavrını görelim” demişti . El altından kurultayı atlatalım ondan sonra İmralı’ya gidilsin diye haberler gönderiyorlardı. CHP eski genel başkanı Hikmet Çetin komisyonda İmralı’ya gidilmesini ve genel af ilan edilmesini teklif etmişti. Ne oldu?

İmralı kararı bir turnusol kâğıdı oldu. Kimin PKK’nın tasfiyesini ve terörün bitmesini istediğini, kimin istemediğini ortaya koydu. Kürt sorununun neden bu hale geldiğini, 40 yıllık PKK sorununun neden çözülm ediğini bu oylama ortaya koydu.

KÜRT SORUNUNUN SEBEBİ CHP

Kürt sorununun sebebi olan CHP bu kez de terör sorununun çözülmesinin önünde engel oldu. Yani CHP tarihi görevini yerine getirdi! Peki Yeni Yol Partisi’ne ve HÜDA PAR’a ne demeli? Yayınlara çıktıkları zaman Kürt sorununu, PKK terörünün bitirilmesini ağız larından düşürmüyorlardı? Eğer bu sorunlar şimdiye kadar çözülemediyse bu kaypak ve samimiyetsiz tutumdan dolayı çözülemedi. Laf çok ama sıra çözüm e gelince sağlam bir irade yok.

UMUTSUZLUK YOK

Kimse umutsuzluğa kapılmasın. İmralı’ya gitmek risk. Ama so nunda bu riski alanlar kazançlı çıkacak. Çünkü İmralı ziyaretinden sonra PKK’nın silah bırakma süreci yeni bir ivme kazanacak. Maç 90 dakika. Önemli olan hakem düdüğü çaldığında maçı kimin kazandığı. Bu kez başaracağız. Şu ana kadar PKK, Türkiye’den çekildi. Kuzey Irak’ta kampları boşaltıyor. Öcalan’ın milletvekilleri ile görüşmesinden sonra SDG’nin Suriye ordusuna ente grasyon süreci de start alacak.

HÜSEYİN YAYMAN

Güney Afrika’ya uçarken Hüseyin Yayman’ın “Türkiye’nin Kürt sorunu hafızası” kitab ını okuyordum. Bu alanda yapılmış en kapsamlı çalışma. Kitabı ikinci kez okuyorum. İsmet İnönü’den Fevzi Çakmak’a, Celal Bayar’dan SHP’nin Kürt raporuna kadar kim ne yazdı kim ne önerdiyse raporda yer alıyor. Cumhuriyet tarihindeki Kürt isyanları değerlend iriliyor. PKK’ya ilişkin ça rpıcı analizlere yer veriliyor. Biz uçaktayken Hüseyin Yayman’ın İmralı heyetine seçildiği haberi geldi. Tam isabet dedim. Yayman, çözüm sürecinde de ‘Akil İnsanlar’ heyetinde yer almıştı.

GÜNEY AFRİKA İZLENİMLERİ

İmralı sürecine ilişkin yazacağım çok kulis haberler var. Müsaadenizle Cumhurbaşkanı Erdoğan’la bulunduğumuz Güney Afrika gezisi nden notlar aktarmak istiyorum.

WINNER CEKET

Uçağımız Esenboğa Havalimanı’ndan havalandıktan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan uçağı gezip selamlaştı. Seçim dönemlerinde Erdoğan’la özdeşleşen “Winner ceketi” giymiş ti. Gazetecilerle Erdoğan arasında seçim kazandıran Win ner ceketi diyalogları yaşandı.

RENKLİ DANS

Trump G -20’nin Güney Afrika’da yapılmasını protesto etti, Çin Devlet Başkanı Şi gelmedi, Putin bekleniyordu o da gelmeyince Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katıl ımı Güney Afrikalıları sevindirdi. Erdoğan zirvelerin aranan ismi. Johannesburg Havalimanı’na inince Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı renkli giysileri içinde dans eden bir grup karşıladı. Her devlet başkanı için aynı tören yapılmadı. Devlet başkanlarının uçakları sıra sıra dizilmişti. Aynı manzarayı Şarm El Şey h’te yapılan zirvede görmüştüm. G-20 zirvesine ev sahipliği yapmasına rağmen şeh irde olağanüstü bi r hava yoktu. Bu arada bu benim Güney Afrika’ya ikinci gelişim. Trump duymasın am a Güney Afrika gelişiyor. Biliyorsunuz dünyanın en zengin adamı olan Elon Musk da Güney Afrikalı. Annesiyle yerel dille konuştuğu söyleniyor ama Johannesburg’da bir eserini görmedim.

MEHMET ŞİMŞEK’İN UYARISI

Cumhurbaşkanı Erdoğan G -20’de yaptığı konuşma da Gazze’de ateşkesin dev amının önemli olduğunu söyledi. Erdoğan, zirvede küresel ticaretin yeniden canlandırılması başlıklı oturumda konuşurken Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek yanına gelerek “İngilizce çeviri yok efendim” diyerek uyardı. Zirve boyunca bu tür sorunlar yaşanınca liderler, heyetleri tarafından uyarıldı.

EMİNE ERDOĞAN KÜLTÜR ELÇİSİ

Burada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın temaslarına ayrı bir yer ayırmak gerekiyor. Emine Hanım Maarif Vakfı ve Yunus Emre Vakfı’nı ziyaret etti. FETÖ’nün hâlâ etkili olduğu Güney Afrika’da bu iki vakfımız başarılı bir mücadele veriyor. Emine Hanım’ın ziyareti onları mutlu etti. Boşuna demiyorum, Emine Erdoğan kültür elçimiz gibi hareket ediyor.

2. NEDİM ŞENER/ Kılıçdaroğlu ‘ihanet hançeri’ne karşı kılıcı çekti

KEMAL Kılıçdaroğlu’nun kaybettiği cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası, 3- 4 Kasım 2023’te yapılan kurultay konuşmasında unutulmayan bölüm sırtındaki hançerler benzetmesiydi. Ekrem İmamoğlu’nun 28 Mayıs 2023’te kaybedilen ikinci tur seçimin ertesi sabahı 29 Mayıs günü “değişim” videosuyla başlattığı süreçte, Kılıçdaroğlu’na en yakın isimleri gizli zoom toplantısında yan yana getirerek Kılıçdaroğlu’na ihanet operasyonunu başlatmıştı. İmamoğlu’nun İBB’deki yolsuzluk ve rüşvet çarkına dayanarak, pavyon köşelerinde kurulan delege pazarıyla yönettiği kurultay sürecinde Kılıçdaroğlu’na karşı kul landığı “hançer” Özgür Özel’di. Kılıçdaroğlu’nun son grup konuşmasını gözyaşlarıyla izleyen, kaybedilen ikinci tur sonrası 6 Hazir an 2023 günü televizyonda, “Parti içinde genel başkanın istifasını isteyen yok, istifasını isteyenlerin altını kazıyın Aktrol çıkıyor” diyen Özgür Özel genel başkanına bağlılığını ilan etmişti. Çok kısa süre sonra Özgür Özel’in Kılıçdaroğlu’nun sırtına sap lanacak “hançer” olacağı kimsenin, en başta da Kılıçdaroğlu’nun aklına gelmemiştir herhalde. Ama aklına gelmeyen başına geldi ve Kılıçdaroğlu’nun kaybettiği tüm seçimlerde yanında olan Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu’nun ihanet için kullanacağı bir hançer olara k sırtına saplandı. Sonradan davalık olan, parayla delege pazarı kurulan şaibeli Kurul tay’da genel başkan adayı oldu. İşte o Kurultay’da yaptığı konuşmada Kılıçdaroğlu uğradı ğı ihaneti şöyle tarif etmişti: “Sırtımdaki hançerlerle seçime girmek zorunda kaldım. Ateşi, ihaneti gördük ama yılmadık yıkılmadık, çalıştık. Yapılan bütün kumpaslara, yalana dolana rağmen asla boyun eğmedik. Yüküm ağırdı, hançerlerle birlikte ağırdı ama beni asıl üzen sırtımdaki yük de ğil hançerlerdi.”

İMAMOĞLU’NUN PLANI

Görünüşte Ekrem İmamoğlu’nun planı tıkır tıkır işliyordu. Bir yandan İBB başkanlığını koruyor diğer yandan CHP’nin başına kullandığı Özgür Özel’i getirerek, Kılıçdaroğlu’nun yine engel çıkartacağı 2028 yılı cumhurbaşkanlığı seçiminde adaylığı da garantiliyordu. Ama bir sorun vardı; usulsüz diploma ve boğazına kadar battığı rüşvet ve yolsuzlukları... Usulsüz diplomanın iptali edilmesi ve 19 Mart 2024 günü başlayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonuyla tüm planları alt üst oldu. Kemal Kılıçdaroğlu ise yolsuzluk ve rüşvet olaylarını çok iyi bildiği İmamoğlu ve ekibine zoraki destek olup İmamoğlu’na desteğini devamı gelmeyen bir iki ziyaretle sınırlı tuttu. Bir yandan Kurultay’daki şaibelerle ilgili davalar diğer yandan İBB’ye yönelik yolsuzluk ve rüşvet operasyonu tek bir yere bağlanıyordu; CHP’nin ele geçilerek cumhurbaşkanlığı adayı olmak. 4 bin sayfayı bulan iddianamede de yolsuzluklar iki sebebe bağlanıyordu: birincisi haksız maddi menfaat elde etmek ikincisi CHP yönetiminin ele geçirmek... Gerek şaibel i kurultay davaları gerekse İBB’ye yönelik yolsuzluk operasyonlarına karşı destek olmak bir yana kendisini iyice geriye çeken Kılıçdaroğlu, iddianameler hakkında nihayet beklenen açıklamayı yaptı ve bir zamanlar “Aramızda baba oğul ilişkisi var” dediği ama kendisini sırtından Özgür Özel ile hançerleyen İmamoğlu’na adeta kılıç çekerek intikamını aldı. Önceki akşam yayınladığı video mesajında, boğazına kadar yolsuzluk ve rüşvete batmış İmamoğlu ile onu savunan Özgür Özel ve CHP yönetimine şöyle seslendi: “Cum huriyet Halk Partisi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu partisidir. Aynı zamanda devleti ve cumhuriyeti koruma iradesinin de ta kendisidir Cumhuriyet Halk Partisi sıradan bir parti değildir. Partimizin kodları, geleneği ve iki büyük misyonu vardır. Bir incisi, siyaseti temiz tutmak ve hesap sormaktır. Hesap sorabilmek için de hesap vermekten kaçınmamak gerekir. Hesap vermek her bir CHP’linin namus borcudur Her siyasi parti ve her siyasetçi savrulabilir, geri durabilir, rüşvet ve yolsuzluk sarmalına bulaşabilir ve hatta ihanet zincirine de tutunabilir. Ama büyük bir ama ile söylüyorum. CHP rüşvetlerle, yolsuzluklarla ve rüşvet çarkının müteahhitleriyle anılamaz. Bunlarla bir araya gelemez. Üzerinde iftiralar ve yolsuzluk iddialarıyla yol alamaz. Derhal arınmalı ve yoluna devam etmelidir Cumhuriyet Halk Partisi aziz milletimizi ahlaki uyanışına davet eden bir parti olmalıdır.” Kemal Kılıçdaroğlu, tam iddianamenin mahkeme tarafından kabul edilip yargılamaların başlayacağı aşamada İmamoğlu ve adamlarına tavrını ortaya koyarken, onu siyasi mezarlıkta yerini alan tabutuna son çivileri de çakmış oldu.

MİLLETVEKİLLER İ BİLDİRİSİ

Bu, İmamoğlu’nun yolsuzluklarına tepki olsa da aynı zamanda Özgür Özel yönetimine de açık bir uyarı. Kılıçdaroğlu, boğazına kadar yolsuzluğa batmış İmamoğlu’na tavrını net olarak ortaya koyarken, rüşvetçileri savunan Özgür Özel ve CHP yönetimi ne karşı da parti içinden tepkilerin yükseldiğini göreceğiz. Nitekim geçen hafta 10 civarında milletvekili bir bil diri ile yönetimi şöyle uyardı: “Sayın Genel Başkanım, Hem kamuoyunda hem de saha çalışmalarımızda tekrarla ve ısrarla biz lere sorulan bazı sorulara cevap vermekte zorlanıyoruz. Partimizin kurumsal kimliğini korumak ve yıpratıcı tartışmalardan uzak tutmak için, aşağıda ifade ettiğimiz üç hususu dikkate almanızı ve gereğini yapmanızı takdirlerinize sunuyoruz. Bazı Genel Başkan Yardımcılarının ve milletvekillerinin isimleri de somut bir şekilde belirtilerek, kendisinden yüklü rüşvetler alındığı iftirasını atan Aziz İhsan Aktaş isimli müteahhide iftira davası açılması,

Ciddi iddia ya da iftiralara maruz kalan partililerin konumu ve görevi ne olursa olsun, parti içinde bir muhakeme sürecine tabi tutulması ve bunun için gerekirse bir heyet kurulması, Bu süreçte itirafçı ya da iftiracı konumda olup birçok belediye başkanımızın ya da partilimizin cezaevinde tutulmasına ve partimizin zan altında kalmasına neden olan kişilerden halen parti üyeliği devam ede nlerin ilişiklerinin kesilmesi.

Saygılarımızla... ”

Bu hafta çok sayıda eski milletvekili ve eski il başkanı da İmamoğlu’nun yolsuzlukları ve onu savunan Özgür Özel başta CHP yönetimine karşı üst üste açıklamalar yapması bekleniyor. Parti tabanı da artık eskisi gibi İmamoğlu ve adamlarının yolsuzlukların ı savunamıyor. Tüm bu bu gelişmeleri sadece CHP yönetiminin el değiştirmesi ve koltuk kavgası olarak bakmak büyük hata olur.

İmamoğlu ve ekibinin yolsuzluk ve rüşvet paralarıyla ele geçirdiği CHP, ya arınma sürecine girecek ya da yargılama süreci ile iyic e ortalığa saçılacak skandallar yanında daha da genişleyecek yolsuzluk ve rüşvet davaları ile adından başka geriye bir şeyi kalmayacak.

3. DİDEM ÖZEL TÜMER/ Sürecin eksik bırakılan ay ağı

Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’ndan çıkan Öcalan ile görüşme kararı üzerinde etraflıca düşünülmesinde ve tartışılmasında fayda var. Sürecin selameti ve bugüne kadar verilen emek açısından bu gerekli. Ancak bu sadece CHP’nin gitmemesine sıkıştırılırsa eksik kalır. Komisyonda yer alarak süreci desteklediğini gösteren ve Cumhur İttifakı ile birlikte hareket eden DSP, HÜDA PAR gibi partiler de karşı çıktı. Yeni Yol Grubu da çekimser kaldı. Acaba DEM, Öcalan ile görüşme konusundaki ısrarını hiç değilse zamanlama açısından daha iyi yöne tseydi sonuç farklı olur muydu?

Ankara kulislerinde konuşulanlara göre, komisyonda ortaya çıkan sonucun arkasında anketler yatıyor. Süreç karşıtı İYİ Parti, Zafer Partisi ve Anahtar Parti’nin oylarında artış olduğu, toplamlarının yüzde 12- 16 aralığında ölçüldüğü söyleniyor. Bunun sürece toplum un desteğinde azalma anlamına geldiği, partilerin gelecek seçimi de hesaba katarak hareket ettikleri değerlendiriliyor. Bu noktada açacağım kısa parantez, MHP üzerine. MHP bunu görmüyor, ölçmüyor olabilir mi? Buna rağmen Devlet Bahçeli’nin ve partisinin ka rarlılığı üzerine daha fazla kafa yormak gerekmiyor mu?

SÜRECE DESTEK AZALIYOR MU?

Şunu biliyoruz, sürece destek zaman içerisinde yükseldi. En başta, yapılan çıkışların arkasındaki amaç, bulduğu karşılık çok sorgulandığından, ne olduğu ve nereye gideceği de kestirilemediğinden oran yüksek değildi. Zaman içinde de güven artırıcı adımlar beklendiği şekilde atılmadığı için destek geriden geldi. Geçmiş yazılarımda destek ve güven arasındaki makas aralığına ilişkin de değerlendirmelerim var. Destek -güven korel asyonu hiç aynı olmadı. Örneğin, Kürt Çalışmaları Merkezi Direktörü Reha Ruhavioğlu, 24 Eylül’de Komisyon’a yaptığı sunumda sürece desteği gösteren şu grafiği paylaştı. Buna göre Kürtlerde sürece destek üçte bir ile başladı yüzde 80’e kadar geldi. Türklerde destek yüzde 40’ın biraz üzerinde başladı ve yüzde 60’a kadar geldi. Türklerde karşı olanların oranı ise yüzde 43’ten, yüzde 25’e geriledi. Sadece bu çalışma değil, siyasi partilerin elinde de aşağı yukarı buna benzer sonuçlar vardı. Bu noktada sorulması gereken soru şu, eğer gerçekten toplumsal destekte gerileme varsa iki ayda ne oldu?

Geçen baharda, PKK fesih kararını açıkladıktan bir süre sonra yaptığım bi r görüşmede, desteğin yeterince güçlü olmamasına ilişkin gerekçeler arasında terörün eski şiddetinde olmaması nedeniyle özellikle gençlerin sürecin öneminin farkında olmadığı söylenmişti. Dün okuduğum bir haberde ise gençlerin sürece karşıtlığından bahsedi liyordu. O halde peşine düşülmesi gereken tam da budur. Gençler değerinin farkında olmadıkları bir şeye nasıl karşı hale gelebiliyorlar? Bunu başaran varsa nasıl başarıyor? İnişler ve çıkışlar, duraksamalar hatta bazen geriye gidişler süreç doğasının par çası kabul ediliyor. Kimileri az, kimileri fazla bulsa da, 1 Ekim 2024’ten bu yana katedilen mesafe bugüne kadarki hiçbir çatışma sonlandırma girişiminde kaydedilmedi. Buradan geri düşülmesinin bedeli bundan öncekilerden çok daha ağır olabilir. Geçmişte ol an ve bugün aslında güvensizliği besleyen de bu. Güvensizliğe dayalı muhalefetin argümanlarını elinden alacak bir strateji ve iletişimin izlenmemesi şimdiye kadarki kazanımları tüketebilir. Güvenlik unsurları beklenenin ötesinde şeffaflıkla süreci yürüttü, toplumsal desteğin öneminin de farkında olarak önemli bilgilendirmeler yaptı. MİT Başkanı’nın siyasi parti gruplarını ve komisyonu bilgilendirmekten geri durmaması yeterince kavranamıyor diye düşünüyorum. MHP siyaseten sürece tüm unsurlarıyla en fazla sahip çıkan partidir. İddiayla, DEM’den bile fazla. Bugün, içerde operasyonel olarak süreci sekteye uğratabilecek kapasiteye sahip FETÖ yok. Uluslararası konjonktür ise başta ABD desteği olmak üzere, olmadığı kadar Türkiye’nin lehine. Bir yetkilinin ifadesiyle “Yıldızların dizilimi Türkiye’nin lehine”.

Öcalan ile görüşme meselesi bugüne kadar iyi bir demokratik müzakere örneği veren Meclis Komisyonu’ndaki çalışmaları olumsuz etkilememeli. Süreci destekliyorum diyenlerin tümü de, bu konudaki farklılaşmayı siyaseti rekabete konu etmemeli. İktidar partisinin d e sürecin siyasal iletişimini gözden geçirmesinde fayda var.

4. MELİH ALTINOK/ Suna abinizle tanışın

Elon Musk X'i, kaldırmayı vadettiği sansür mekanizmalarından tamamen arındıramadı ama ne olursa olsun algoritmayı daha nesnel kriterlere göre şekillendirdi. Musk, platformu ticarileştirmesine yönelik eleştirileri de şeffaflığa yönelik attığı adımlarla telafi ediyor. Son hamlesi, X'teki kulla nıcıların profile eklediği panel. Artık X kullanıcılarının hesaplarını hangi ülkeden açtıkları, kaç kez isim değişikliği yaptıkları gibi bilgilere ulaşılabiliyor. Peki bu neden önemli? Bir örnek verelim. X'de "Suna Varol" ismiyle paylaşımlar yapan bir hesap var. Profil fotosunda genç bir kadının resmi, fonda ise Atatürk var.

Hesabın Mehmet Hanife Sözen isimli bir FETÖ'cüye ait olduğu pek çok kişi tarafından bilinse de Suna Varol hala Kemalistinden solcusuna tüm muhalefetin en çok etkileşim verdiği profiller in başında geliyor ve benzeri yüzlerce hesap X'de manipülasyon yapmayı sürdürüyor. Musk'ın yeni uygulamasını deneyen pek çok kullanıcı da dünden beri ifşaatlarına devam ediyor. "İzmirli çağdaş Türk kadını, "hemşire" biosuyla ve "nursse" adıyla X'de sazan avlayan hesabın Irak'tan açıldığını ve tam 67 kez isim değiştirdiğini öğreniyoruz mesela. Ekrem İmamoğlu'ndan Kemal Kılıçdaroğlu'na kadar soyadını değiştiren siyasilere bile güvenen seçmenlerimiz, böyle şeyleri pek sorun etmezler mi diyorsunuz? Peki, ya Kanada'dan açılan İmamoğlu profilli destek hesapları? PKK'lı kadın pozu kesen şakirtler? Sabah akşam Hindistan'dan Türkçü, Turancı twitler sallayan tipler? Uyandırmaz mı? Haklı olabilirsiniz. Belki onlar da biliyorlar takipçisi oldukları, RT ettikleri kadın k ılığına girmiş heriflerin kırmızı bültenle aranan FETÖ'cüler olduklarını. Kimi, Cem Karaca'nın o muhteşem parçasındaki gibi "Yalan da olsa hoşuma gidiyor söyle" diye mırıldanıyor; kimiyse "Kavgada yumruk sayılmaz" diyor olmalı. Ama emin olun ki bugünlerde o yumrukların hep kendi midelerine indiğini, bir yalan ortak olup nasıl hayatlarını zehir ettiklerini idrak eden muhaliflerin sayısı hızla artıyor.

5. SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN/ Makro plânlar mikro dirençler

Eşanlı olarak Pâkistan ve Hindistan’ı Trump’ın beklentileri istikâmetindde biraraya getirmek son derecede müşkil görünüyor. Denkleme Afganistan’ı da dâhil etmek bir o kadar sıkıntılı bir süreci düşündürüyor. Türkistan coğrafyasına geldiğimizde meseleler d aha katlanmış olarak karşımıza çıkıyor. Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, buna Tâcikistan’ı da dâhil edebiliriz, zengin kaynakları ve

stratejik rolleri itibârıyla Trump’ın iştihasını kabartıyor. Bu coğrafyada son zamanlarda ortaya çıkan temâyül, bilhassa mevcut siyâsî elitler itibârıyla, yaklaşık iki asırlık bir Rus baskısını aşmayı hedefliyor. Bunun iki açılımı olduğu muhakkak. İlki Çin ile mahallî ilişkileri derinleştirmek, diğeri ise küresel olarak Batı ile peyderpey bütünleşmek. Antrpar antez gerçekçi olup bir şeyi unutmamak gerekiyor: Türk kökenli bu cumhûriyetlerin nazarında Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesi kendi başına bir kıymet ve gâye olmaktan çok uzak. Bu devletlerin kâhir ekseriyeti Avrupa'ya en yakın ve en yoğun ilişkilere sâhip ve NATO mensubu olan Türkiye’yi Batı’ya yakınlaşmakta bir vâsıta olarak görmektedir. Kıbrıs meselesinde Türkiye’nin menfaatlerini bir anda silip Batı’nın tezlerinin yanında bir tavır ortaya koymaları; ezcümle Türkiye’yi hiçe saymaları bunun en çarpıc ı işâreti sayılmalıdır. Buradan hareketle, Türkiye Cunhûriyeti’nin, Türk devletlerini biraraya getiren TDT’na dâir siyâsetlerinin bu durumu izâle etmeye mâtuf olarak yeniden yapılanm ası zarûret hâline gelmektedir.

MHP Genel Başkanı Bahçeli’den önemli açıklamalar!
MHP Genel Başkanı Bahçeli’den önemli açıklamalar!
İçeriği Görüntüle

ABD ve AB’nin Asya açılımlarının Rusya ve Çin tarafından nasıl karşılanacağı başlıbaşına bir meseledir. Bilhassa Rusya tarafından, arka bahçesi olarak değerlendirdiği bu coğrafyayı bırakmamak için çok çetin bir direnç ortaya koyması beklenebilir. Henüz dramatik bir tırmanmaya şâhit olmuyoruz. Ama bu olmayacak mânâsına alınmamalıdır. Eğer Rusya’nın batıda Ukrayna için bu kadar büyük bir belâya girdiyse, aynı tepkiyi bir Kazakistan için tekrarlamayacağını iddia etmek pek de tutarlı olmayacaktır. Rusya’dan normal zamanlarda beklenmeyecek olan bu sess izliği pek de hayra yorduğum söylenemez. Bâzı ipuçları yok değil. Meselâ son toplantıda Putin ile Kâsım Cömert Tokayev arasındaki atışma dikkat çekti. Bilhassa Kazakistan ile Rusya arasındaki gerilim rikkatle tâkip edilmek zorunda. Bu noktada ayrıca Âzerbaycan’a bakmamız gerekir. Bu kardeş devletin son zamanlarda, bilhassa Karabağ zaferinden sonra büyük bir sıçrama yaptığı ve artık niyetinin, Rusya’dan kesin olarak kopmak pahasına da olsa Batı ile bütünleşmek olduğu çok âşikâr. Aliyev memleketi ve halkı için çok cesur adımlar atmaktan çekinmiyor. Rusya’ya karşı en sert tepkileri Aliev veriyor. Ermenistan’ın sıkışmışlığı, Türkiye ve Pâkistan ile geliştirdiği yoğun askerî bağlar ve en nihâyetinde İsrâil ile sâhip olduğu derin ilişkiler Aliev’in yükselişinin k uvvetli taşıyıcıları olarak temâyüz ediyor. Âzerbaycan’ın bu açılımları, bilhassa İran’ı son derecede rahatsız ediyor ve bu hâliyle Âzerbaycan, diğer Türk devletlerinden daha hızlı ve sârih olarak Batı çizgisine yakınlaşıyor. Âzerbaycan, Barrack’ın ortaya koyduğu Doğu Akdeniz ile Hazar’ı birleştirmek projesinin en kilit mer kezi olmaya namzet bir durumda.

Burada iki kardeş devlet olan Türkiye ile Âzerbaycan’ın dış siyâsetleri çok kritik bir noktada ayrışıyor. Hattâ bu ayrışma başka bir eksende kısmen Pâkist an’ı da içine alıyor. Âzerbaycan İsrâil ilişkileri çok dostâne bir seyir tâkip ederken, hem Türkiye hem Pâkistan, kardeşlerinden farklı olarak keskin bir antisiyonist çizgide ve İsrâil’in birinci derecede hasımları olarak konumlanıyor. Bu durumun bâzı açıl ardan bir avantaj bâzı açılardan ise dezavantajları olabilecektir. Eğer İsrâil siyâseti, siyonist aşırılıkları tasfiye den daha mâkul kadroların eline geçerse, Âzerbaycan -İsrâil dostluğu

Türkiye -İsrâil ilişkilerinin düzelmesinde faydalı olacaktır. Değilse nerede nasıl bir kısa devreye yol açabileceğini şimdiden kestirmek hayli zor görünüyor. Buna paralel olarak, stratejik bir ittifâka evrilen ve Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ı da ihtiva eden derin İsrâil -Hindistan ilişkilerinin eş anlı olarak hem Türkiye’yi h em Pâkistan’ı son derecede tedirgin ettiğ ini hesapta tutmak lâzım gelir. Son olarak gelelim Ortadoğu’ya.. Trump ve Barrack’ın Türkiye’yi bir an evvel İsrâil ile uzlaştırıp Batı yanlısı bir çizgiye çekmenin derdinde oldukları çok âşikâr. Ama federal veyâ federalimsi olarak yapılandırmak arzusunda oldukları ve özerk bir PKK oluşumunu ihtivâ eden bir Sûriye modelinden vazgeçmedikleri de ortada. Türkiye’nin bunu kabûl etmesini istiyorlar. Ayrıca Türkiye’nin HAMAS’ı desteklemekten vazgeçmesini şart koşuyorlar. Türkiye’nin bu şartlara rıza göstermesini beklemek son derecede zor. Muhte melen Washington toplantılarında Türkiye bu hususlardaki kararlılığını ortaya koymuş olmalıdır. Maç şimdilik karşılıklı olarak şişirilen toplarla devâm ediyor. Biden devrinde iyiden iyiye gerilen ve neredeyse donma noktasına gelen Türkiye -ABD ilişkilerinde bir sıcaklık artışı ve yumuşama olduğu kesin olarak doğrudur. Ama Trump- Erdoğan dostluğunun somut çıktılarının da o kadar göz doldurmadığını görmek zorundayız. Bırakalım F -35’leri, gûya Amerikan Kongresinin satış için önünü açtığı gelişmiş f -16’lar husûsunda ne küçük bir kıpırtıya şâhit olamıyoruz. “Kaldırıyoruz, kaldırabiliriz” kabilinden açıklamalara rağmen CAATSA yaptırımları elyevm devâm ediyor. ABD tarafının Türkiye’ye karşı tâkip ettiği bu temâyül, “Acaba hiçbir şey vermeden herşeyi almak niyetindele r mi?” sorusunu sorduruyor. Diğer taraftan ABD ile

Yunanistan yakınlaşması hızla devam ediyor. Bize zaman zaman, şimdilik ricâ kabilinden Rus enerjisi kullanmaktan vazgeçmemiz telkin edilirken Dedeağaç bir askerî üs olmanın hâricinde bir enerji üssü hâline getiriliyor. Türkiye’nin de herhâlde “yeter” diyeceği bir nokta vardır. Şimdilik uhulet ve suhuletle hareket etmekteyiz.. Ama günlerin ne getireceği belli olmaz. Türkiye’yi kaybetmek pahasına Trump’ın makro planlarının bu coğrafyadaki ayağını hayâta geçme si son derecede zor görünüyor. Türkiye’ye kaybettirerek ve bu kayıplarını sineye çekmesini bekleyerek Türkiye’yi kazanmak ve makro plânlara dâhil etmek mümkün mü? ABD’nin kendis ine bu soruyu sorması lâzımdır. Hâsılı, hasılâtı henüz çok kısmî olan, belirsi zliklerle ve yüklü küresel bir plânın mahallî meselelere çarparak ağır aksak işleyişi ile yüz yüzeyiz. Anlaşılıyor ki, bu hamurlar daha çok su kaldırır..

6. AYDIN ÜNAL/ Öcalan çözümün kilidi mi?

Kürt sorununu ya da 1980 sonrasında terör sorununu çözmek için uygulanan yanlış yönt emler meseleyi daha da büyüttü. 1984’te Eruh ve Şemdinli’deki ilk silahlı eyle mlerin üzerinden 41 yıl geçti. 41 yıldır yoğun şekilde, acı kayıplar da vererek terörle mücadele ediyoruz. Geldiğimiz nokta 1984’ün de gerisinde. Bugün, terör örgütü PKK’nın siyasi uzantısının yüzde10 üzerinde bir oy oranına ulaştığını, PKK’nın Kürtlerin b ir kısmının sempatisini kazandığını, Türk ve Kürtler arasında bir gönül kır ıklığının oluştuğunu görüyoruz.

İster kabul edelim ister etmeyelim; gerçek şu ki, 41 yılın sonunda, PKK kurucusu Abdullah Öcalan, Kürtlerin bir kısmı tarafından “kült lider” olarak görülürken, Türkiye içinde ve dışında Kürtlerin epeyce bir kıs mının saygısına da mazhar oldu.

Hiç şüphesiz, Kürt ve terör sorununun çözümünde Abdullah Öcalan’ın çağrılarının, mesajlarının, ikna çabalarının önemli katkısı olacaktır. Terörsüz Türkiye sürec inin Öcalan ile birlikte yürütülmesi son derece isabetlidir. PKK’nın kurucusunun ve Kürtler üzerinde sözünün ağırlığı olan bir figürün çözüm lehine tavır sergilemesi süreci s onuca daha da yaklaştıracaktır.

Ancak, Abdullah Öcalan, sorunun çözümünde kilit r olde midir? Geçmişte birkaç kez sorunu çözmek için cesur adımlar atıldı ve Öcalan da devreye alındı fakat neticeye ulaşılamadı. Terör örgütü PKK İmralı’dan yönetilmiyor; Kandil’den yönetildiğini söylemek de zor. Örgüt üzerinde İsrail’in, ABD’nin, bazı Avr upa ülkelerinin Öcalan ve Kandil’den daha fazla etkili olduğu artık sır değil. Kandil yöneticileri, Öcalan’ın “tutsak” olduğunu ve hür iradesiyle konuşmadığını iddia ederek süreçleri balta ladılar, Öcalan’ı dinlemediler. Son yıllardaki etkili yöntemlerle terörün Türkiye içinde manevra kabiliyeti kalmadı. Kuzey Irak’ta da eskisi kadar rahat değiller. Silah bırakma, Öcalan’ın çağrısından, Türkiye’nin olumlu yaklaşımlarından ziyade yeni şartların bir sonucu. Yani bu noktada Öcalan kilit noktada değil. Örgüt, şartlar zorlamasa, yine Öcalan’ın “tutsak” olduğu bahanesine sığınıp çağrıları duymazdan gelebilirdi.

Diğer bir önemli nokta ise Suriye’nin kuzeyi meselesi. Suriye Devrimi 1 yılını doldurmak üzere ama hâlâ SDG meselesi çözülmüş değil. Yapılan açıklamalar, bir federasyon ya da “federasyonun bir tık altı” arzusu çerçevesinde dönüyor. Suriye’de süreç uzadıkça SDG en azından zihinlerde mevzi kazanıyor. Bu arada, Öcalan’ın “manevi evladı” Mazlum Abdi de Öcalan’a kulak asmıyor. Yani görünen o ki Öcalan’ın SDG’ye sözü geçmiyor. Kendisini Kuzey Irak’ta feshetse, silahı bıraksa bile, PKK’nın Suriye’nin kuzeyinde mevzi elde etmesi demek, Türkiye’de bir çözüme ulaşılamayacak demektir. Özetle, Öcalan Terörsüz Türkiye yolunda çok önemli bir aktördür ama çözümü tek başına sağlamaktan çok çok uzaktır.

Bütün umudu Öcalan’a bağlamak, Öcalan’ı kilit bir nokta gibi görmek ve göstermek, belki ilerde çözümsüzlük olursa “biz iyi niyetle her yönteme başvurduk” demek için yeterli olur ama çözüm için yeterli olmaz, olmayacaktır.

Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de MHP Genel Başkanı Bahçeli bu sürecin, “Türkiye’nin başını öne eğmeden, şehitlerin aziz ruhunu ve yakınlarını incitmeden” yürütüleceğini defalarca ifade ettiler. Türkiye’nin yeni bir hayal kırıklığına da tahammülü yok. Süreç ten netice alınmayabilir, normaldir ama süreç boyunca atılan adımların da hafızal arda hasar bırakmaması gerekir.

Süreç içinde Öcalan’ı yerli yerine koymak önemli; onunla süreç kolay ilerleyebilir ama Öcalan kilit aktör değil, çözümü sağlayacak nihai figür değil. İmralı’ya gidip karşısında saatlerce, odaksız, bağlamsız, soyut nutuk dinlemenin ya da Öcalan’ı gücünün öt esinde bir konuma yerleştirmenin sürece faydası tartışmalıdır. Umarım ki yanılan ben olurum.

7. SELÇUK TÜRKYILMAZ /Saraybosna’da insan avı -1992

Milano cumhuriyet savcılığı Bosna Savaşı sırasında Saraybosna’ya keskin nişancılık için giden İtalyanlarla ilgili iddialar üzerine soruşturma başlatmış. Soruşturma İtalyan gazeteci -yazar Ezio Gavazzeni’nin iddiaları ve bunu destekleyen kanıtlardan hareketle başlatılıyor. Anladığım kadarıyla soruşturma zevk ve eğlence için Saraybosna’da insan avına çıkan İtalyanları kapsıyor. Çünkü yine

iddiaya göre Saraybosna’da zevk ve eğlence için insan avına çıkanlar arasında Fransız, Alman ve İngilizler de var. İtalyan gazeteci- yazar Ezio Gavazzeni’yi bu cesur adımı için kutlamak gerekir. İddiaların ispatlanması durumunda çok farklı değerlendirmelerin yapılacağını zannediyorum. Ezio Gavazzeni, Saraybosna’ya insan avı için giden İtalyanların sayısı hakkında açık bir rakam vermiyor fakat gazetelere yansıyan bilgilere göre üç dört kişinin adı tespit edilmiş. Sayının daha fazla olduğu tahmin ediliyor. Fransız, Alman ve İngiliz insan avcılarının sayısıyla ilgili de bir rakam verilmiyor. Fakat keskin nişancıların Belgrad üzerinden Sırp askerleri eşliğinde Saraybosna’ya gittiği söyleniyor. Hatırladığım kadarıyla o zaman da bu keskin nişancılar çokça konuşuluyordu fakat kimlikleri hakkında kesin bir bilgi yoktu. Türkiye’den çok yakın bir arkadaşımla 1992’nin ağustosundan itibaren bir müddet Travnik’te bulunmuştum. Travnik de Saraybosna gibi dağların eteklerinde kurulmuş bir şehir. Savaşın başladığı ilk günlerde dağlarda mevzilenmiş keskin nişancıların şehirde yaşayan insanlara ayırt etmeksizin ateş ettikleri konuşuluyordu. Ne yazık ki Saraybosnalılar uzun bir müddet keskin nişancıların hedefinde kaldı. Saraybosnalıların açık hedef olunan yer lerden ölüm korkusuyla hızlıca geçtikleri televizyonla rdan bile takip edilebiliyordu.

İtalyan, Fransız, Alman ve İngiliz insan avcılarının ya da keskin nişancıların Saraybosna’nın haricinde Bosna’nın hangi şehirlerinde insan avına çıktıkları şimdilik bilinmiyor. Hollanda askerilerinin Srebrenitsa’da Sırpların işlediği savaş suçlarına zemin hazırladığını bütün dünya öğrenmişti. Fakat bunun bağlamı biraz farklıydı. BM şemsiyesi altında faaliyet gösteren Hollanda askerleri soykırımı durdurmaya güçlerinin olma dığı gibi bir gerekçe sunmuşlardı. Buna karşın

büyük bir ihtimalle insan avına çıkan “zengin”leri biliyorlardı. Bu kadar önemli bir olayın konuşulmaması mümkün değil. Türkiye’den giden birkaç kişi gazeteci kimliği ile geçiş yaptıklarında Alman basını bunu hemen haberleştirmişti. İtalyan, Fransız, Alman ve İngiliz elitlerinin Saraybosna’da insan avına çıktığından haberdar olunmaması herhâlde imkânsızdır. En azından bu türden olaylar istihbarat örgütlerinin bilgisi dâhilindedir. Devletler istihbarat kurumları kanalıyla bu türden hadiselerle ilgili muhakkak bilgi toplar. Şimdiye kadar herhangi bir bilgi sızdırmadıklarına göre kontrollü bir şekilde ört bas ettiklerine hükmedebiliriz. İngiltere ve ABD’nin 1991’de Irak’ı işgaliyle birlikte başlayan dönemde insan a vcılarının nerelerde ölüm saçtıkları hakkında kesin bilgimiz yok fakat bunların yakın coğrafyamızda birçok bölgeyi kirlettikleri anlaşılıyor. İngiliz, Alman, Fransız ve İtalyanların Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde de insan avına çıktıklarını tahmin edebili riz. Ne yazık ki Gazze için de benzer iddialar gündeme geldi. Batı Şeria’da neredeyse her gün keyfi olarak Filistinliler hâlâ öldürülüyor. Bazen failler tespit ediliyor hatta Gazze’de yemeğe ulaşmak için belli bir alana akın eden insanlara ABD askerlerinin ateş ettiği de tespit edilmişti. Filistin’de Avrupalı keskin nişancıların kirli eylemleriyle ilgili haberlerin yayımlanması için herhâlde otuz yıl daha beklememiz gerekecek. Sadece bir kısmını bildiğimiz hadiselerin hemen hepsi 1990’lardan sonraya aittir. Aynı yıllarda Türkiye’de liberalizm altın çağını yaşadı. Liberal düşüncenin Türkiye temsilcileri çeşitli yayın organları ile Batı Avrupa ve ABD değerlerini bu dönemde Türkiye’de pazarladı. Doksanların başından itibaren Türkiye’de yeniden laik anti -laik k avgası başlatılmış, çok sert ve yapay bir karşıtlık oluşturulmuştu. FETÖ böyle bir iklimde inanılmaz bir güce ulaştı. Nitekim Türkiye’de liberal düşüncenin en önemli temsilcileri daha sonra FETÖ’nün yayın organlarında bir araya geldi.

Bunlar öyle basit ve geçiştirilecek hadiseler değildir. Bilindiği gibi bu örgüt Batı Avrupa devletleri, İngiltere ve ABD ile doğrudan temas hâlindeydi. Örgüt içinde İsrailli kanat da çok güçlüydü. Hep birlikte Batılı değerleri pazarladılar. Hiçbiri insan avına çıkan İtalyan, F ransız, Alman ve İngilizlerden bahsetmedi. Aynı dönemde Bosna ile dayanışma içinde olanların bir suçlu gibi takip edildiğini de biliyoruz.

8. OĞUZHAN BİLGİN / Büyük Final

İnsanların bir kaderi olduğu gibi milletlerin de bir kaderi vardır. Nasıl insanların kader çizgileri varsa, nasıl o kader çizgilerinin hangi istikamette oluşacağını belirleyen bazı kritik kader ânları varsa, milletlerin kader çiz gilerinde de böyle kritik kader ânları vardır.

Yine nasıl insanların o kritik kader ânlarında verdikleri veya veremedikleri kararlar, aldıkları veya alamadıkları tavırlar ya da içine düştükleri tereddütler, yanlışlar varsa ve kader çizgileri bunlara göre çiziliyorsa milletlerin de o kritik kader ânlarında aldıkları kararlar, ortaya koydukları tavırlar o milletlerin kaderin in nasıl çizileceğini gösterir.

Sık sık dile getiriyorum, Suriye'ye dair içinde bulunulan süreç Türkiye'nin kaderini belirleyecek kadar önemli bir kader ânını teşkil ediyor. Suriye Devrimi sonrası Suriye'nin tek parça, üniter, merkeziyetçi yapıya ulaşıp ulaşmayacağı ve Şara yönetiminin Suriye topraklarının tamamına hâkim olup olamayacağı, PKK ile İsrail yanlısı Dürzi ve Nusayri örgütleri federalizm vs gibi bir statü vermeden tasfiye edip edemeyeceği Türkiye'nin millî güvenliğini de, bölgesel liderliğini de, İsrail gibi bölgesel güçlere karşı olan üstün lüğünü de doğrudan etkileyecek.

Bu kader ânında Türkiye, Suriye'nin kendisine yakın Şara yönetimi altında üniter, merkeziyetçi ve egemen bir devlet olmasını başarırsa, Suriye PKK'sını silah bıraktırarak veya silahlarıyla birlikte gömerek yok ederse işte o zaman Türkiye'nin etkisinin Golan Tepelerine ulaştığı, İsrail'i bölgede kıpırdayamaz hal e getirdiği, mutlak bölgesel liderliğinin ilan edildiği önemli bir eşik atlanmış olacak. Küresel aktörlüğe giden yolda da devasa bir adım atılmış olacak.

Bu başarılamazsa maalesef Türkiye daha uzun yıllar kendi sınırında kendi güvenliğini sağlamaya çalışan, tüm enerjisini başta PKK olmak üzere sınırındaki güvenlik sorunlarına tüketmek zorunda kalan orta -düzey bir bölge ülkesi haline gelecek ve bölge İsrail'in nüfuz alanına açık hale düşecek. Üstelik bu durumun farkında olan sadece biz değiliz... İsrail'in katil Başbakanı Netanyahu da bunu sözleriyle dile getiriyor.

Netanyahu Türkiye'nin Suriye'de etkili olmasına, Suriye'nin Güney ve Orta bölgelerine yaklaşmasına izin vermeyeceklerini, bunun için güç kullandıklarını ve gerekirse yine kullanacaklarını, Türk iye'nin F -35 almaması için uğraşacaklarını, İsrail'in (sözde) üstünlüğünün bozulmasına izin vermeyeceklerini ve Suriye'de Türkiye ile olan mevcut çatışmasızlık halinin devam etmesinin Türkiye için iyi olacağını söyleyerek aklı sıra Türkiye'yi tehdit edip gözdağı vermek istiyor. Netanyahu'nun söylediklerinin doğruluğu yanlışlığı bir tarafa, Suriye'de kimin sözünün geçeceğinin, Ortadoğu'nun ve bilhassa Türkiye ile İsrail'in güç mücadelesinin kaderini belirleyeceğini kendisi de itiraf etmiş oluyor.

Türkiye'ni n mutlak bölgesel liderlik yolundaki güç mücadelesini İsrail ile yapacağı, bu mücadelenin sahasının Suriye olacağı görünüyor. Türkiye sahaya ev sahibi ve favori, İsrail ise deplasman takımı olarak çıkıyor. Bu bölgesel büyük finalin neticesinin ne olacağı Türkiye'nin bölgesel liderlik ve küresel aktörlük yolundaki kaderini çizecek. Dolayısıyla bu kader ânında, kritik konularda ne karar verip nasıl uygulayacağımız da Türkiye'nin belki de asırlık kaderini tayin edecek. Toynbee'nin dediği gibi bir medeniyetin kaderi, meydan okumalara cevap verebilme yeteneğine bağlıdır.

9. MEHMET UÇUM /Geçiş sürecinde yeni gelişmeler

İMRALI DİNLEME KARARI VE HUKUK RAPORU

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu tarafından İmralı dinlemesine karar verildi. Komisyonun geçiş sürecine yönelik bir hukuk politikası önerecek raporunun yazım ına ilişkin takvim ilan edildi. Bu arada geçiş sürecine karşı sistematik fikri sabotajlar da hız kesmeden devam ediyor. Aslında temel hedef geçiş sürecinin birikimini ve sonuca ulaşma imkanını değersizleştirmek ve nihayetinde geçiş sürecini akamete uğratmaktır. Bunun için birçok konuda sorun çıkarılmak isteniyor. Bununla birlikte geçiş sürecine ilişkin yapılan tartışmalar daki negatif görüşlerin tamamını fikri sabotaj veya kötü niyetli ajandaların gereği olarak görmek doğru olmaz. Samimiyetle sürece ilişkin kaygılarını ifade edenleri, iyi niyetli olarak risk ve tehlike gördükleri hususlarda görüş beyan edenleri özenle ayırm ak gerekir. Bu nedenle ele alınacak konuları objektif bir bakışla değerlendirmek son derece önemlidir.

TARTIŞILAN VEYA İSTİSMAR EDİLEN BAZI KONULAR

En güncel konu Komisyon tarafından alınan ‘İmralı dinlemesi’ kararıdır. Bu konuda alınan kararın gereği yap ıldıktan sonra durum varsayımsal tartışmalardan çıkar. Çünkü İmralı dinlemesinden sonra yeni ve somut bir durum oluşur. Soyut karşı çıkışlar ortaya çıkan somut durum karşısında anlamsızlaşır. O noktada fikirlerin tartışıldığı bir ortam gelişir. Elbette o z aman da lehte ve aleyhte görüşler olacağı kesindir. Ama İmralı dinlemesinde geçiş sürecine katkı veren bir sonucun çıkmasının aleyhte yaklaşımları önemsizleştir eceğini değerlendirmek gerekir. Bir diğer konu, tarihteki tüm kötü pratikleri, can yakan olayları, yıkıcı söylemleri öne çıkaran ve her yönden yapılan fikri provokasyonlardır. Elbette tarih göz ardı edilemez. Bugünün konuları gerçek tarih bilinciyle ele alınırsa doğru çözümler geliştirilir. Tarihsel birikimin, bugüne ve geleceğe etkisi

sorun çözme s üreçlerine katkı sunma yönünde olmalıdır. Tarihi tecrübeyi sorunların çözümüne engel olarak kullanmak sadece bugüne ve geleceğe zarar vermek anlamına gelmez tarihsel gerçekliğe de ihanet olur. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetimlerinde Devlet içind eki bazı odakların Kürtlere yönelik inkar ve ret tutumlarını bitiren liderliğin ve yapıcı politikaların yok sayılması yaklaşımları da ba şka bir fikri sabotaj alanıdır. Bugün gelinen aşamanın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın büyük liderliğine ve tüm yönetim döneml erinde her alanda hayata geçirdiği yapıcı politikalara dayandığı asla unutulmamalı ve bu realite daima göz önünde tutulmalıdır. Sayın Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024’ten bu yana ezber bozan, bilgece ve büyük cesaretle ortaya koyduğu hamlelere yönelik fikri sabotajlara karşı net ve keskin tutumlar almak da son derece önemlidir.

Geçiş sürecinin ihtiyaçlarıyla demokrasiyi ilerletme perspektifi yaklaşımlarını birbirine karıştırmamak da önemlidir. Tabi ki geçiş sürecinin kendisi de demokratik alanı genişletme açısından büyük bir role sahiptir. Ayrıca geçiş sürecinin tamamlanması demo krasiyi geliştirme ve güçlendirme bakımından yapılacak kapsamlı reformların koşullarını çok daha güçlü hale getirecektir. Konuyu böyle ele almak yerine geçiş süreciyle bağdaşmayacak talepleri ve hatta Türkiye için hiçbir zaman gerçekleşmesi mümkün olmayan ve fikri tuzak denecek iddiaları ortaya koymak tam bir sabotaj olur. Bu konuda gereken özeni geçiş sürecindeki tüm sorumlu unsurların göstermesi bir mecburiyet olarak öne çıkmaktadır.

GEÇİŞ SÜRECİ HUKUKUNUN AŞAMALARI

Bugün geldiğimiz noktada geçiş süreci hukukunun somut aş amaları daha da netlik kazandı. Anlaşılan o ki Komisyon İmralı dinlemesiyle dinleme faaliyetine son verecek. Çok uzun zaman almayacak bir şekilde geçiş süreci hukukuna ilişkin raporunu hazırlayacak. Bu raporda, sistematik terörün her boyutuyla sona erdiğine yönelik pratik teyit konusunda Meclis ve Yürütme açısından merci, mekanizma ve usul önerileri olacağı da beklenebilir. Raporun Meclis Başkanlığına sunulmasından sonra kanunlaştırma sürecinin de gecikm eden başlatılacağı anlaşılıyor.

Komisyonun, adındaki demokrasi nitelemesine uygun olarak demokrasiyi ilerletme yaklaşımı konusunda da bir rapor yazarak görevini tamamlayacağı bekleniyor. Daha önce ifade edildiği gibi Komisyon, demokrasiyi geliştirme raporunu geçiş süreci hukuku raporundan ayrı yazabilir. Veya geçiş süreci ve demokrasiyi güçlendirme başlıklı iki bölümden oluşan tek bir rapor da hazırlayabilir. Bunlar tümüyle Komisyonun ke ndi takdirinde ve kararındadır.

DEVLET VE KÜRTLER

Tüm bunların dışında bir de bugünün Türkiye’sinde, geç iş sürecinin hedefe emin adımlara gittiği bir ortamda, Devletle Kürtlerinin ilişkisini bir k ez daha vurgulayalım.Türkiye’de Devlet ile Kürtler arasındaki gündem, Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetimlerinde “mesele” olmaktan çıkmaya başladı ve giderek “konu”ya d önüştü. Geldiğimiz aşama, Devletin Kürtlerle ilişkisinin sorunlar değil konular olduğu yeni bir aşama olarak tanımlanabilir.

Bu konular başlıca şöyle ifade edilebilir:

Ayrılıkçı eğilimlerinin kökten yok edilerek Kürtlerin tamamının Devletle eksiksiz bütü nleşmesi başat konudur.

Türk Milletinin tüm unsurları (Türkiye halkının tüm kümeleri, Türkiye toplumunun tüm kesimleri) gibi Kürtlerin tamamının Türkiye’nin demokratik ilerlemesi, geliştirilmesi, güçlendirilmesi gündeminde tam sorumluluk alması, Türkiye perspektifine sıkıca sarılması ve Türkiye’yi tereddütsüz sahiplenmesi temel do ğrultu olarak ifade edilebilir.

Egemenliğin ve milli birliğin dili Türkçenin kapsayıcılığı ile Kürtçe ve diğer dillerin özgürlüğü arasında bir uyumsuzluk yoktur. Bu bağlamda Kürt çenin özgürlüğü güçlendirilecek ve kalıcılaştırılacaktır. Kürtçenin özgürlüğüyle ilgili Devletin yapıcı yaklaşımına rağmen sapma denilebilecek bazı kötü pratikler varsa bertaraf edilecektir.

Hep altını çizdiğimiz gibi kuşkusuz ‘eşit vatandaşlık’la ilgili hukuki sorunumuz yok ama bütün ‘vatandaşlarımız arasında eşitlik’ duygusunun pratikte egemen olmasını sağlamak da en önemli görevlerden biridir.

Yerel yönetimlerin yeniden yapılandırması konusu ise sadece belli il ve ilçelerin değil Türkiye’nin tüm illeri ve ilçelerinin ihtiyacıdır. Üniter yapıyı destekleyecek, yerel meclisleri denetim, yerel bütçe taslakları, ilçe ve il hizmet ve yatırım programlarının oluşturulmasında yetkilendirecek, yerel icrada merkezin sorumluğunu artırarak tek teşkilat, tek bütçe v e tek icra yaklaşımını hayata geçirecek bir yerel yönetimler reformu kaçınılmaz hale gelmektedir.

İtiraz edilemeyecek gerçek şudur: Tüm hukuk reformu konularında daha güçlü ve yerleşik adımlar atmak için Terörsüz Türkiye hedefine ulaşmak çok daha geniş im kanlar oluşturacaktır.

SON SÖZ

Daha önce de vurgulandığı gibi Tek Devlet ve Tek Millet Türkiye’nin tek gerçeğidir. Bu gerçeğin kabulünden ve sahiplenilmesinden sonra ve ancak bu şartla Millet tüm ayrılmaz unsurlarıyla birlikte geleceğiyle ilg ili karar verme gücüne kavuşur.

Bugünümüzün temel konusu, Türkiye halkının tüm unsurlarıyla ve birlik olarak Türk Milletini ve Türkiye Cumhuriyetini sahiplenmesi, geliştirmesi ve güçlendirmesidir. Türkiye’nin sağlayacağı bu iç birlik ve güçlendireceği iç ve dış cephe, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi bölgede Türklerin, Arapların ve Kürtlerin bu yüzyıldaki bütünleşmesini başlatabilir ve Türkiye’yi her manada bölgenin belirleyici gücü haline getirebilir. Görülen ise bu tarihi imkanın gerçekleşme sürecine girdiğidir.

Kaynak: GAMZE KARABULUT