1. ABDULKADİR SELVİ / SURİYE’DE SDG İLE İSRAİL’İN OYUNLARI BİTMİYOR
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile Mazlum Abdi arasında 10 Mart Mutabakatı’nın imzalandığı gün, İmralı heyetinde yer alan bir isimle konuşuyordum. “Bu anlaşmayı duyunca oh dedim. Çünkü süreç açısından Suriye önemliydi.” demişti.
SDG, Şam yönetimi ile anlaşma imzaladı ama gereğini yerine getirmedi. Türkiye ise yürütülen sürecin zarar görmemesi, ABD’nin verdiği sözleri yerine getirmesi için stratejik sabır gösterdi. Sahadaki baskıyı artırdı, askerî operasyon seçeneğini her zaman hazır tuttu. Sonunda bugüne geldik.
ALGI OPERASYONU
Gözler Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’nın yapacağı açıklamaya çevrilmişti. Şara’nın açıklamasından önce SDG, Şam yönetimi ile anlaşmaya varıldığı, siyasî konuların ayrıca müzakere edileceği haberini yaydı. Suriye Enformasyon Bakanlığı tarafından anında yalanlandı. Mazlum Abdi’nin 27 Aralık Cumartesi günü Şam’da olduğu haberi uçuruldu. Bu da Suriye devleti tarafından yalanlandı. Ama İsrail–SDG ortak yapımı algı operasyonları bitmedi.
İSRAİL DÜĞMEYE BASTI
Algı operasyonları Şam duvarına çarpıp geri dönünce İsrail, Ahmed Şara’nın açıklamasından saatler önce düğmeye bastı. Bir kez daha Lazkiye’de Esed dönemi kalıntıları üzerinden Nusayrileri ayaklandırmaya çalıştı. Esed dönemi askerlerine İran’ın güdümündeki Şii milisler de destek verdi. 10 Mart Mutabakatı’ndan önce de şubat ayında Tartus ve Lazkiye’de yine aynı oyunu oynamış, Nusayrileri ayaklandırmıştı. Ama başarısız oldular.
İsrail, diğer yandan Süveyda’da Dürzileri kışkırtırken DEAŞ kartını da masaya sürdü. DEAŞ yeniden hortlatılıp kanlı eylemlere başlatıldı.
BİLEK GÜREŞİ
Amaç, Suriye’yi istikrarsızlaştırıp SDG’nin Suriye ordusuna entegrasyonunu önlemek ve ülkeyi yeniden iç savaş ortamına çekmek.
SDG, İsrail ve İran, Suriye’yi istikrarsızlaştırıp yeniden iç savaşı başlatmak istiyor. Türkiye, Şam yönetimi ve ABD ise istikrardan yana tavır koymuş durumda.
Bakalım bilek güreşini kim kazanacak?
SDG’NİN OYUNU
Bu arada İsrail’in uydusu hâline gelen SDG’nin ayak oyunları ise bitmiyor. Suriye Savunma Bakanı Ebu Kasra tarafından, 10 Mart anlaşmasının uygulanması için 7 Aralık tarihinde Mazlum Abdi’ye yazılı bildirimde bulunuluyor.
Şam yönetimi, Rakka, Haseke ve Deyrizor vilayetlerinde üç askerî tümen kurulmasını kabul ediyor.
Bu tümenler Savunma Bakanlığı’na bağlı olacak. Askerler talimatları SDG’den değil, Şam’dan alacak.
Sınır kapılarının ve sınırların merkezi otoriteye devredilmesini istedi.
Petrol, gaz ve yer altı kaynaklarının ilgili bakanlıklara devredilmesi istendi.
SDG’nin kontrolü altındaki bölgelerdeki devlet kurumlarının Şam’daki bakanlıklara bağlanmasını ve fiilî idarî ayrılığın sona erdirilmesini talep etti.
SDG’NİN YANITI
SDG ise 20 Aralık’ta verdiği yanıtta Şam yönetiminin taleplerine karşılık vermek yerine yeni taleplerde bulundu.
SDG, üç tümenin yanı sıra üç bağımsız tugayın kurulmasını şart koştu: Kadın Koruma Tugayı, Terörle Mücadele Tugayı ve Sınır Muhafızları Tugayı.
Savunma Bakanlığı bünyesindeki daire ve kurumlara 35 subayın dâhil edilmesini ve Genelkurmay’da kalıcı temsiliyet sağlanmasını talep etti.
Ayrıca doğu bölgesini temsil edecek özel bir Savunma Bakan Yardımcısı atanmasını önerdi.
Sınırların merkezi yönetime devredilmesini ise reddetti.
HAYAL KIRIKLIĞI
Petrol, yerel yönetim ve devlet kurumlarının Şam’daki geçiş hükümetine devri konularının ise askerî entegrasyon sürecinden ayrı, siyasî bir müzakere kapsamında ele alınması gerektiğini savundu.
Ayrıca bölge halkının kendi işlerini yönetmesine olanak tanıyan adem-i merkeziyetçi anayasal bir çözüm talep etti.
SDG’nin bu taleplerini “hayal kırıklığı” olarak nitelendiren Şam yönetimi, bu durumun bölünmeyi çözmek yerine derinleştireceğini belirtti.
Suriye’nin önünde zorlu bir süreç var. Ama SDG’yi daha zorlu bir dönem bekliyor. Çünkü Türkiye ve ABD’nin desteğini alan, uluslararası sisteme entegre olan, Sezar yaptırımlarından kurtulan Şam yönetiminin eli daha güçlü. Terörsüz Türkiye sürecinin enfekte olmaması için çaba gösteren Türkiye’nin sabır taşı ise çatlamak üzere.
ÖZGÜR ÖZEL YİNE YALANLANDI
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, düşürülen İHA’yla ilgili olarak ileri sürdüğü iddialar nedeniyle Dezenformasyonla Mücadele Merkezi tarafından bir kez daha yalanlandı. Bir kez daha diyorum çünkü Özgür Özel sık sık yalanlanıyor. CHP gibi Cumhuriyet’in kurucusu olduğunu iddia eden bir partinin liderinin bu duruma düşmesi üzüntü verici.
Özgür Özel, düşürülen İHA’nın İspanya’daki NATO üssü tarafından tespit edildiğini ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bir türlü “düşürün” talimatı gelmediği için 2 saat boyunca düşürülemediğini, bu yüzden Karadeniz üzerinde düşürülme imkânı varken İHA’nın içeriye kadar girdiğini, İHA’nın menşeinden dolayı düşürülmediğini iddia etti.
YALANLANDI
İlgili birimlerle konuştum.
Karadeniz üzerinden gelen İHA’nın NATO tarafından tespit edilmesi, angajman kuralları gereği o bölgenin NATO’nun yetki alanında olmasından kaynaklanıyor.
İHA’nın menşeinden dolayı düşürülemediği tezi ise tamamen yanlış. Çünkü İHA’nın menşei hâlâ tespit edilemedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan “düşürün” talimatı gelmediği için İHA’nın 2 saat 5 dakika süreyle izlenmek zorunda kaldığı ise tam anlamıyla bir çarpıtma. Çünkü “Angajman Kuralları Direktifi” dokümanı kapsamında düşürülme yetkisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’da değil, Genelkurmay Başkanlığı’nda. İHA tespit edildiği anda yetki, Genelkurmay Başkanlığı’ndan Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na devredilmiş.
Özgür Özel istese Millî Savunma Bakanlığı doğru bilgileri kendisine verirdi. Ayrıca TSK’da Harekât Başkanlığı görevinde bulunan CHP Genel Başkan Yardımcısı emekli Amiral Yankı Bağcıoğlu’na sorsa doğru bilgiye ulaşırdı.
Özgür Bey, yalanlanacağını bile bile bu tür iddiaları neden ortaya atar ki?
2. AHMET HAKAN / 2025’İN EN’LERİ
EN DEDEKTİF OLDUĞUMUZ: Güllü’ye ne oldu meselesi.
EN BİRLEŞTİĞİMİZ: Bazı küçük aykırı sesleri saymazsak, ölümüyle Sırrı Süreyya Önder üzerinde aşağı yukarı birleştik gibi.
EN KAHROLDUĞUMUZ: Kartalkaya otel faciası. O kadar ki acısı hâlâ taze.
EN KORKTUĞUMUZ: Deprem ha geldi ha geliyor korkutması. Sağ olsun uzmanlarımız.
EN TARTIŞTIĞIMIZ: 19 Mart İmamoğlu operasyonu. Hâlâ tartışıyoruz.
EN ÜZÜLDÜĞÜMÜZ: Ferdi Tayfur’un ölümü. Yok böyle üzüntü.
EN İZLEDİĞİMİZ: Yine Uzak Şehir, yine Uzak Şehir. Hep rekor, hep rekor.
EN UMUTLANDIĞIMIZ: Terörsüz Türkiye süreci. Sabotajlara rağmen hâlâ çok umutluyuz.
EN DALGALANDIĞIMIZ: Ünlülere yönelik operasyon dalgaları. Ki dün bile devam etti.
EN İLLALLAH ETTİĞİMİZ: İstanbul ve Ankara trafiği. Neredeyse trafik pandemisine dönüştü olay. Daha kötüsü şu: 2026’da bu iş daha da kötüye gidecek.
EN BEĞENDİĞİMİZ: Haluk Bilginer / Feyyaz Yiğit ikilisinin “Yan Yana” isimli filmi.
EN NEFRET ETTİĞİMİZ: Tabii ki Netanyahu. Nefret nesnemizdir kendisi.
EN DİKKAT KESİLDİĞİMİZ: Bahçeli’nin yaptığı tüm açıklamalar. “Bugün konuşacak” dendiğinde hemen ekran başında yerimizi alıyoruz.
EN İLGİSİZ KALDIĞIMIZ: Dilan Polat tarzı her türlü şımarıklıklar. Artık bu tür şımarıklıkların pek alıcısı kalmadı. Çok şükür. Valla çok şükür.
EN ŞAŞIRDIĞIMIZ: 2025, şaşırmamayı öğrendiğimiz yıl oldu. Bu yüzden yok en şaşırdığımız.
EN GÜLDÜĞÜMÜZ: Dansından azarlamasına Trump’ın yaptığı tüm küresel şovlar. Bir itiraf: Gülmek için bazen Trump videoları izliyorum ben.
EN BEKLEMEDİĞİMİZ: Topuklu Efe’nin AK Parti’ye geçmesi. O kadar ki: Ne AK Parti bekliyordu bu transferi ne de CHP.
EN DEDİKODUSUNU YAPTIĞIMIZ: Habertürk, Mehmet Akif Ersoy ve ötesi. Gıybet potansiyeli bu kadar yüksek bir olaya ender rastlanır.
EN EĞLENDİĞİMİZ: ABD ile Avrupa arasındaki gerilim. İkisinin atışmaları, ikisinin ayrışmaları, ikisinin kopuşları falan… Çekirdek çitleyerek izlenecek bir olaydı.
EN ÖFKELENDİĞİMİZ: “Suça sürüklenen çocuk” tanımlaması. Bu konuda çok hassas olduk yıl boyu.
EN AYIPLADIĞIMIZ: Leyla Zana’ya stadyumda edilen küfür. Küfredenler bile küfrü savunamadı. Gazozcular hariç.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in iddiasına göre:
Türkiye semalarında görülen İHA’yı NATO saptamış, bizimkilere NATO haber vermiş.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Yankı Bağcıoğlu’nun açıklamasına göre:
Türkiye semalarında görülen İHA’yı Türkiye’nin millî radarları saptamış, NATO’ya Türkiye haber vermiş.
Hangisi doğru söylüyor?
CHP Sözcüsü Zeynel Emre, bu soruya cevap verebilir mi acaba?
UTANDIRARAK ÖĞRETMEK
Depremin hemen ardından çok eleştirdiğim bir zevzeklik yapmıştı Eda Ece.
Siyasi taraf olmuş, “biz ve onlar” ayrımı yapmış, depremzedelerin siyasi tercihlerini yargılamış, hatta aşağılamıştı.
Bu tepki çeken hareketine rağmen Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bir etkinliğinde yer alabildi Eda Ece.
Ben bunda hiçbir sorun görmüyorum.
Çünkü bu bir utandırma yöntemidir.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Eda Ece üzerinden verdiği yalın mesaj şudur:
“Sen ayrımcılık yaparak çok ayıp ettin. Ama bak biz sana ayrımcılık yapmıyoruz. Bizim bu tutumumuzdan ders çıkar. Bir daha ayrımcılık yapma.”
“Utandırarak öğretme” yöntemi, “dışlayarak öğretme” yönteminden bin kat daha etkilidir.
AH O KÖY EVLERİ GİBİ EVİM OLSA
Deprem bölgesinde yapılan konutların fotoğrafları geçiyor önümden.
Hepsi güzel. Hepsi şık. Hepsi şahane.
TOKİ’nin mimari tasarımlarına diyecek söz yok yani.
Fakat bölgede yapılan köy evleri var ya, köy evleri…
İşte onların yeri apayrı.
Bahçe içinde zarif, şık tek katlı evler.
Görünce insan imreniyor valla.
455 BİN KONUTA KARŞI NASIL MUHALEFET YAPILIR
CHP’li Veli Ağbaba bunun bir örneğini vermişti:
Murat Kurum’a teşekkür ederek.
CHP’li Gürsel Erol bunun bir örneğini vermişti:
“Çok iyi iş çıkardınız” diyerek.
İYİ Partili Şefik Çirkin bunun bir örneğini vermişti:
“Hakkı teslim edelim, çok iyi yaptınız” diyerek.
455 bin konut karşısında muhalefet edilecekse…
İşte böyle edilir.
455 bin konutun aleyhinde yapılan muhalefet…
Sadece iktidarı güçlendirir.
3. NEDİM ŞENER / ASRIN FELAKETİ İLE ASRIN MÜCADELESİ YAPANLAR VE ASRIN FELAKETİNİ ASRIN YOLSUZLUĞU İÇİN KULLANAN ASRIN UTANMAZLARI
Türklerin bir araya geldiğinde neler yapabileceğini bir kez daha gördük.
6 Şubat depremiyle yerle bir olan 11 ilimizde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söz verdiği; devletin imkânları, milletin desteği, özel şirketler ama en önemlisi inşaat firmaları sahip ve yöneticileri ile mühendisinden şantiye şefine, ustasından işçisine kadar özverili çalışmalarıyla 455 bininci ev ve işyerleri sahiplerine teslim edildi.
6 Şubat depremi ile yerle bir olan ve en fazla can ve mal kaybının yaşandığı Hatay’da, Atatürk Caddesi’nde düzenlenen “Asrın İnşası Türkiye’nin Başarısı” temalı törende, deprem bölgesindeki illerde tamamlanan toplam 455 bin 357 bağımsız bölümün kura çekimi ve anahtar teslimi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin katılımıyla hafta sonunda gerçekleşti.
11 il, 62 ilçe, 10 bin 190 köyde yaşayan 14 milyon yurttaşın doğrudan etkilendiği ve 54 bine yakın insanımızı kaybettiğimiz 6 Şubat depremi, 150 milyar dolarlık bir fatura çıkardı. “Bu kaynak bulunmaz, bulunsa da o inşaatlar yapılmaz” diyenlere inat devlet ve millet yaraları sarmak için kolları sıvadı. Kendisinin de gururla sahiplendiği “Şantiye Şefi” gibi işi yakından takip eden Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ve her türlü övgüyü hak eden inşaat şirketlerinin geceli gündüzlü çabalarıyla 3 yıl olmadan söz verilen konut ve işyerleri teslim edildi.
İMAMOĞLU DEPREM İÇİN ÇİVİ ÇAKMADI
Dikkat ettiniz mi; 11 ilde 174 ayrı alanda, 3 bin 481 şantiyede 200 bin mimar, mühendis ve işçi, 150 milyar doları bulan 455 bin konut ve işyeri inşaatını yaparken hiç yolsuzluk olayı gündeme gelmedi.
Bu inşaatlar yapıldığı sırada, büyük bir deprem beklenen ama deprem konusunda her yıl “eylem planı açıklama” dışında çivi çakmayan Ekrem İmamoğlu, 31 Mart 2024’te yeniden İstanbul’da Belediye Başkanı seçilmiş, yolsuzluk parasıyla CHP’yi ele geçirdikten sonra gözünü diktiği cumhurbaşkanlığı için rüşvet toplamaya hız vermişti.
En acısı ise 54 bin insanımızın can verdiği, 107 bin 213 kişinin yaralandığı 6 Şubat depremini bile yolsuzluk ve rüşvet için kullanmış olmasıydı.
Daha önce de köşemde yazmıştım; İBB iddianamesinde 46’ncı eylem olarak anlatılan olayda İmamoğlu, Doğuş Grubu’ndan deprem yardımı olarak milyarlarca lira rüşvet almıştı. Olayı anlatan ise İmamoğlu’na en yakın isimler olan Ertan Yıldız ile Adem Soytekin’di.
ERTAN YILDIZ VE ADEM SOYTEKİN’İN İTİRAFLARI
Ertan Yıldız, 20 Mayıs 2025 tarihli alınan ifadesinde İmamoğlu’nun Can Akın Çağlar’a “Doğuş ile olan 10 milyon dolarla ilgili ne yaptın?” diye sorduğunu, Çağlar’ın da Doğuş Grubu’ndan Hüsnü Akhan ile görüştüğünü söyledi. Ardından paranın tahsilatı için devreye Yakup Öner ve Fatih Keleş girdi. Öner de ifadesinde, “Bundan sonraki süreci Fatih Keleş’e yönlendirdim. Sonrasında bağışın bir kısmının Hatay’a deprem yardımı olarak inşa faaliyetleri kapsamında yönlendirildiğini, bir kısmının da sosyal hizmetlere kart yardımı olarak yapıldığını duydum” dedi.
Yapılan anlaşma sonrası rüşvetin bağış adı altında tahsili için devreye İmamoğlu’nun kasası Adem Soytekin girdi. Doğuş İnşaat A.Ş., 29 Aralık 2023’te Adem Soytekin’in Asoy İnşaat Şirketi’ne “fatura bedeli bağış” açıklamasıyla 57 milyon TL, 8 Şubat 2024 günü 33 milyon 600 bin TL, 16 Şubat 2024 tarihinde 50 milyon 400 bin TL ve 50 milyon 400 bin TL para gönderdi. Böylece 29 Aralık 2023 ile 16 Şubat 2024 arasında Doğuş İnşaat’tan Adem Soytekin’in Asoy Şirketi’ne toplam 191 milyon 140 bin TL tutarında para “bağış” adı altında yollandı.
Adem Soytekin de ifadesinde “57 milyon TL Hatay depremi için yapılan ödemedir” derken, iddianamede Asoy Şirketi’nin rüşvetin hesaplarına geldiği tarih itibarıyla deprem bölgesinde herhangi bir kamu nitelikli inşaat yapmadığı yer aldı.
İDDİANAMEDEKİ TESPİTLER
İddianamede konuyla ilgili şu değerlendirmede bulunuldu:
“Örgüt lideri Ekrem İmamoğlu’nun talimatı ile 2024 yerel seçimlerine fon oluşturmak maksadıyla Hüsnü Akhan’ın yöneticisi olduğu Doğuş İnşaat’ın Boğaz ön görünümünde bulunan mülkündeki imara aykırılıkları ve inşaat güçlendirme başvurusu bulunduğu bilgisi örgüt üyesi Boğaziçi İmar Müdürü Elçin Karaoğlu tarafından tespit edilerek örgüt lideri İmamoğlu’na aktarıldı. Örgüt liderinin talimatı ile Yakup Öner’in şüpheli Hüsnü Akhan’a imara aykırılıklara işlem yapılmaması ve inşaat güçlendirme ruhsatı için 10 milyon dolar talep edildi. Yakup Öner’den sonraki görüşmeler örgüt üyesi Can Akın Çağlar tarafından devam ettirildi. Doğuş İnşaat, ilk olarak 29 Aralık 2023 tarihinde 57 milyon TL rüşvet parasını örgüt yöneticisi Adem Soytekin’e gönderdi. Bu tarih öncesi Akhan, örgüt lideri Ekrem İmamoğlu ile de doğrudan görüştü. Bunun karşılığında 2 Şubat 2024 tarih ve 2 sayılı güçlendirme ruhsatı onaylandı. 8 Şubat 2024 ve iki kere olmak üzere 16 Şubat 2024 tarihlerinde 134 milyon 400 bin TL olmak üzere, toplamda 191 milyon 400 bin TL örgüt ‘SİSTEM’ine aktarıldı. A101 marketlerinden 22 Mart 2024 tarihinde temin ettikleri 500 bin TL’lik hediye çekini de Elçin Karaoğlu’na teslim ederek imara aykırılıklara göz yumulmasının sağlandı. Hüsnü Akhan yönetimindeki şirket üzerinden gönderilen ve hatırlamadığını söylediği rüşvet paralarına ‘fatura bedeli bağış’ açıklamaları yazılması ise suçtan kaçmak ve rüşveti gizlemek amacıyla yapıldı.”
ASRIN UTANMAZLARI: İMAMOĞLU ADAMLARI VE MEDYASI
İddianamede deprem yardımı adı altında başka iş insanlarından da para istendiğine dair başka örnekler de mevcut. İşin ilginç yanı, sabah akşam İmamoğlu’nu savunan yandaş medya ve gazetecileri, devletin 455 bin konut ve işyerini hak sahiplerine teslim etmesine rağmen yapılan işi küçümsemek için türlü yalanlar söylerken; belgeli biçimde İmamoğlu’nun adamlarıyla depremi bile rüşvet için araç olarak kullanmasından hiç söz etmiyorlar. Asrın felaketi için asrın mücadelesi verilirken, asrın utanmazı İmamoğlu ve adamlarının yandaş medyası, asrın felaketinin asrın yolsuzluğu için araç olarak kullanılmasına sessiz kalıyorlar.
4. DİDEM ÖZEL TÜMER / İSRAİL’İN SOMALİLAND HAMLESİ
İsrail medyası geçen yaz, Netanyahu hükümetinin Gazzelilerin sürgün edilmesi için beş ülke ile görüşmeler yaptığını yazdı. Bunlardan biri de Somaliland’dı. Haberlerde Somaliland’ın 1 milyon Gazzeliyi almaya hazır olduğu belirtiliyordu.
İşte İsrail’in Somaliland üzerinden, Türkiye’ye yönelik niyetler de içeren adımları ve bunların sebepleri.
Gazze’de ateşkesin ardından binlerce Filistinli Gazze’nin kuzeyine dönmüştü. Ancak İsrail, Filistinlileri Gazze’den sürmek istiyor.
Türkçede “Bayram değil, seyran değil; eniştem beni niye öptü?” diye bir söz var. Durduk yerde gösterilen yakınlığın arkasında gizli bir amaç aramayı anlatan bu deyim, İsrail’in Somaliland’ı resmen tanıyan ilk ülke olmasını irdelemek için de uygun görünüyor.
Tanımaya ilişkin sorulması gereken ilk soru: Neden şimdi? Çünkü Somaliland, aslında 1991’de Somali’den tek taraflı olarak ayrıldığını ilan etti. 34 yıldır da vereceği tavizler karşılığında tanınmayı sağlamaya çalıştı ama başaramadı. Mesela Etiyopya, Nil Nehri üzerine inşa ettiği Büyük Rönesans Barajı nedeniyle Somali, Sudan ve Mısır ile sorunlar yaşarken, bir de denize erişim için Somaliland’ın sahil şeridini 50 yıllığına kiraladığında bölgede tansiyon yükseldi. Etiyopya, Somaliland’ı ilk tanıyan ülke olacağını da açıkladığında sert tepki gördü. Türkiye bundan sonra devreye girdi ve Etiyopya ile Somali arasında Ankara Süreci adı verilen görüşmeleri yürüttü.
Bir başka hatırlatma daha. Türkiye’nin Somali ile iyi ilişkileri malum. Ama geçmişte iki düşman kardeşi barıştırmak yolunda da çaba sarf etti. 2013’te iki tarafı bir araya getirdi. 2016’da da gizli görüşmelerine ev sahipliği yaptı. Şu anda Gelecek Partisi milletvekili olan eski Somali Büyükelçisi, o yıllarda AK Parti milletvekili Kani Torun, arabuluculuk yapmıştı. İsrail’in bu adımı atması ve zamanlamasını anlamlandırmak, bundan sonraki gelişmeleri izlemek açısından, sadece birkaç veriyi sıralamak bile fikir verici olacaktır.
GAZZELİLERİN SÜRGÜNÜ
İsrail medyası geçen yaz, Netanyahu hükümetinin Gazzelilerin sözde “gönüllü yerleşimi”, yani sürgün edilmesi için beş ülke ile görüşmeler yaptığını yazdı. Bunlardan biri de Endonezya, Güney Sudan, Uganda, Libya’nın yanı sıra Somaliland’dı. Haberlerde Somaliland’ın 1 milyon Gazzeliyi almaya hazır olduğu belirtiliyordu.
BERBERA LİMANI
Somaliland, Aden Körfezi’nde; küresel ticaret ve enerji için bir geçiş noktası olan Babülmendep Boğazı’nın dibinde yer alıyor. Berbera Limanı da bölgenin, dünyanın en hayati denizcilik arterlerinden birine açılan kapısı. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) bu limanla uzun zamandır askeri ve ticari açıdan çok ilgili. 2017’de Somaliland, BAE’ye hava ve deniz üssü yapması için izin verdi. BAE ve Etiyopya ile ortak liman işletilmesi ve büyütülmesi için anlaşma imzalandı. Bazı sorunlar çıktı ama BAE’nin ilgisi baki.
Somaliland’ın tanınması konusunda perde arkasında asıl çaba sarf edenin BAE olduğu söyleniyor. İbrahim Anlaşmalarından mütevellit ortaklar olan BAE ve İsrail için Berbera Limanı’na doğrudan erişim, her açıdan son derece cazip bir durum.
YEMEN’E MÜDAHALE
Somaliland’ın hemen karşısında, İran destekli Husilerin olduğu Yemen var. Husiler, Gazze’ye destek amacıyla İsrail’e ve ticari gemilere saldırırken, İsrail de bunları karşılıksız bırakmıyor. Yemen aynı zamanda BAE ve Suudi Arabistan’ın güç savaşı alanı. BAE ayrılıkçı Güney Geçiş Konseyi’ni (GGK), Suudi Arabistan ise meşru hükümeti destekliyor. Şu sıralar Yemen’de gerilim yeniden tırmanma eğiliminde. Somaliland, Yemen’e müdahaleler açısından son derece elverişli bir istihbari ve askeri mevki.
DIŞİŞLERİ’NİN AÇIKLAMASI
Türkiye ve Mısır’ın Somali ile ilişkileri deyim yerindeyse fevkaladenin fevkinde. İsrail’in girişimi bu ülkeleri çevrelemeye de yönelik. Dışişleri Bakanlığı, Somaliland’ın İsrail tarafından tanınmasını “istikrarsızlık yaratmayı hedefleyen hukuk dışı eylem” olarak tanımladı. Ankara ayrıca Somali halkının yanında olmayı sürdüreceğini vurguladı.
Dışişleri’nin cuma günü yaptığı ikinci açıklama ise “Yemen Cumhuriyeti’nde son dönemde vuku bulan gelişmeler endişe vericidir” başlığını taşıyordu. Açıklamada önce Suudi Arabistan’ın sağduyulu tutum içinde olduğu belirtildi. Devamında ise “Yemen’de güvenlik ve istikrarın tesis edilmesi amacıyla Suudi Arabistan ve BAE tarafından yürütülen girişimlerin takdir edildiği” ifade edildi.
Mısır ve Türkiye; Ürdün, Suudi Arabistan ve Cibuti ile dirsek temasında. Afrika Boynuzu’nu takip eden bağımsız araştırmacı Umut Çağrı Sarı, tanınma kararının ardından Mısır istihbaratının Somali’nin başkenti Mogadişu’ya kısa süreli bir ziyarette bulunduğunu sosyal medya hesabından duyurdu.
ABD’nin Cibuti’de askeri varlığı bulunuyor. Hem Husilere hem de korsanlığa karşı deniz devriyeleriyle o da bu bölgede aktif.
Netanyahu, bu hafta bir kez daha ABD’de Trump ile görüşmeye gidiyor. Muhtemelen tanıma manevrası özellikle bu ziyaretin öncesine denk getirildi. Netanyahu’nun Trump’a sunacağı yeni yıl hediye paketinin içine, İbrahim Anlaşmalarına katılmaya hazır, oldukça “kullanışlı” bir Somaliland yerleştirmek istediği anlaşılıyor.
5. NEBİ MİŞ / KRİZLİ BİR YIL VE POZİTİF AYRIŞAN TÜRKİYE
2025 yılını geride bırakırken, 2026’nın dünya için daha zor bir yıl olacağı neredeyse genel bir kanaate dönüşmüş durumda. Dünyanın mevcut durumu ve gelecek yıla ilişkin analizlerinde kötümser senaryolar ağır basıyor.
Küresel sistemde büyük güç rekabeti, savaşların donma–alevlenme döngüsü, ticaret ve teknoloji alanında bloklaşma, regülasyon rekabeti ve kuralların güçle yeniden yazılması normalleşti.
Büyük güçler kendi aralarında sıcak bir çatışmaya girmese de, kendi alanını genişletme ve rakibinin alanını daraltmak için baskı politikalarına ağırlık verdi. ABD, kendi çıkar ve kapasitesini tahkim edecek tehdit politikasını olağan hâle getirdi. Çin, teknolojik ve ekonomik alanda genişleme stratejisini sessizlik politikasıyla derinleştirdi. Rusya ise zorlayıcı güçle sonuç alabileceğini göstermek için cephede savaşıyor.
Sıcak savaşlar ve krizler bitirilmiyor; büyük güçler tarafından kendi çıkarlarına göre kontrollü biçimde yönetiliyor. İsrail soykırımı ve Rusya-Ukrayna savaşlarında olduğu gibi, ateşkes çabaları barış inşası için değil, pazarlık zemini üzerinden pozisyon güçlendirme politikasının aracı hâline getirildi. Uluslararası kurumlar, güçlünün çıkarına göre etkisizleştiriliyor ya da ABD’nin çıkarlarına göre yeniden dizayn edilmeye çalışılıyor.
Ticaret, ekonomi ve teknoloji, ülkelerin dış politikalarının en önemli enstrümanları olarak işlevselleştirildi. Serbest ticaretin yerini, yeniden bloklaşan ülkeler arasında stratejik ticaret aldı. Yapay zekâ sadece bir teknoloji meselesi olarak ilerlemiyor; küresel rekabette bir egemenlik sorununa dönüştü ve bugünün en önemli uluslararası kriz başlıklarından biri hâline geldi.
2025 yılı, küresel sistemin yönü ve yönelimiyle ilgili net bir resim ortaya koydu. Bu yön ve yönelimin önümüzdeki yılda kalıcı bir mahiyet göstereceği konusunda neredeyse bir konsensüs var.
Devletler arası ilişkilerde stratejik otonomi, çok katmanlı diplomasi ve devlet kapasitesi gibi unsurlar öne çıktı. Mevcut belirsizlik ya da geçiş döneminde bazı ülkeler bu tablodan daha fazla zarar gördü. Bazıları ise uyum sağlayarak pozitif ayrıştı.
TÜRKİYE’NİN POZİTİF AYRIŞMASI
2025 yılında Türkiye, pozitif ayrışan az sayıdaki ülkelerden biri olarak öne çıktı. Türkiye, normatif beklentilerden ziyade sahadaki gerçeklikleri iyi okudu. Küresel sistemdeki kriz ve kırılganlıklara en hazırlıklı ülkelerden biriydi. Çünkü özellikle son on yıllık dönemde birçok kriz ve müdahale siyasetiyle mücadele ettiği için devlet kapasitesini ve toplumsal direncini güçlendirmişti.
Türkiye, geride bıraktığımız yılı; dış politika önceliğini tam bir bloka angaje olmadan ve sistem dışı bir aktör konumuna savrulmadan, stratejik bir esneklik üzerinden yürüttü. NATO içinde kalıcı bir güvenlik aktörü konumunu sürdürdü. Rusya ve öne çıkan bölgesel aktörlerle temas kanallarını açık tuttu. Orta Doğu, Kafkasya ve yakın çevresinde kriz yönetebilen bir güç olmaya devam etti.
Askerî gücü, ekonomik büyüklüğü, güvenilir liderliği ve güçlü devlet kapasitesiyle uluslararası siyasetin temel belirleyicilerinden biri hâline geldi. Güvenlik tüketen değil, güvenlik ve istikrara katkı sağlayan, bunun için çaba gösteren bir ülke olarak proaktif bir profil sergiledi.
2026 yılına girerken, stratejik otonomisi güçlü, kriz yönetme kabiliyeti yüksek, diplomasi, güvenlik ve savunma alanlarında kapasitesi sahaya yansıyan kurumsal gücüyle Türkiye, diğer ülkelerden pozitif anlamda ayrışmaktadır.
Türkiye’nin sahip olduğu bu dinamizm ve güçlü devlet kapasitesi, asrın felaketinin ardından sergilediği hızlı toparlanma sürecinde en somut ve net biçimde test edilmiştir. 6 Şubat depremleri; 11 ili, 14 milyondan fazla insanı etkileyen ve 150 milyar doları aşan bir hasara yol açan, asrın en büyük felaketiydi. Dünyadaki benzer büyüklükteki felaketler dikkate alınarak yapılan tahminlerde, yeniden inşanın 10 yılı bulacağı öngörülüyordu.
Ancak iki yıl içinde inşa ve ihya konusunda büyük bir toparlanma sağlandı. İki yıl içinde 455 binin üzerinde bağımsız bölüm hak sahiplerine teslim edildi. Karamsar beklentilerin aksine, dünyaya model olarak sunulabilecek büyük bir başarı hikâyesi yazıldı.
Enflasyonun yüksek, finansman koşullarının sıkı ve mali baskıların belirgin olduğu bir dönemde yüz binlerce konutun inşası, sıradan bir toparlanma başarısı değildir. Bu başarıda; 23 yıldır iktidarda olan AK Parti’nin yönetimde elde ettiği tecrübe, siyasi istikrarın devamlılığı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın liderliği, herkesin kabul edeceği bir hakikat olarak öne çıkmaktadır. Ayrıca Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un çalışkanlığı ve iş takip sorumluluğunu da bu başarıya eklemek gerekir.
6. MELİH ALTINOK / MUHALEFETİN SINIRI
Muhalefetin görevi iktidarı eleştirmek, zorlamak ve alternatif üretmektir. Ancak bu süreçte kurulan dil, devleti zayıf, ülkeyi güvensiz ve kırılgan gösteriyorsa, siyaset başka bir eşiğe dayanır.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in son açıklamaları bu sınırı açıkça ihlal ediyor. Yurt dışı toplantılarında verdiği “Avrupa’nın çıkarları CHP iktidarındadır” mesajı, içeride bir vaat gibi durabilir. Ama hiçbir ülkenin ana muhalefet lideri, dış aktörlere “Ben gelirsem sizinle daha rahat çalışırız” mesajını bu açıklıkla vermez, veremez.
(Venezuela’da demokrasi için ABD ve Avrupa’dan askerî müdahale isteyen María Corina Machado gibi nadir istisnalar hariç.) Çünkü bu cümleler iktidarı değil, ülkenin elini zayıflatır.
“Türkiye yatırım yapılacak bir ülke mi, turistler bile gelmez” tarzındaki çıkışları da aynı çizgidedir. Ekonomiyi eleştirmek siyasetin doğasında vardır; fakat ana muhalefet lideri kendi ülkesini dünyaya “güvenli değil” diye pazarlamaz. Yatırımcı algıyla, turist güvenlikle hareket eder. Bu dil içeride alkış toplasa da dışarıda ağır maliyet üretir.
En hassas alan ise güvenliktir.
Özel’in, Türk hava sahasını ihlal eden İHA’lar üzerinden “güvenlik zafiyeti var” iması taşıyan sözleri, artık siyasi eleştirinin ötesine geçmiştir. Savunma ve caydırıcılık konuları ima ve sloganla tartışmaya açılmaz. Kaygı varsa kapalı kapılar ardında görüşülür. Çünkü bu alanda sarf edilen her kelime, yalnızca içeriye değil, dışarıya da çalışır.
Muhalefet “devlet çalışmıyor” demek için değil, “devlet daha iyi çalışsın” demek için vardır. Aradaki fark küçük görünür ama sonucu büyüktür: Biri zaaf üretir, diğeri çözüm.
İktidarı yıpratmak siyasetin parçasıdır. Ama devleti yıpratmak kimseye kazandırmaz. Muhalefet iktidara alternatif olabilir; devlete alternatif olamaz. Devletin itibarı, güvenliği ve caydırıcılığı partiler üstüdür.
O alanda açılan gedikler sandıkla kapanmaz.
Gecikmeli, pahalı ve kanlı olur.


