1. ABDULKADİR SELVİ/Hitler pardon Netanyahu ile Trump görüşmesi

Hitler, İkinci Dünya Savaşı’nı kaybettikten sonra odasına çekilip eşi Eva ile birlikte intihar etmişti. Bugün Beyaz Saray’da Trump’la görüşecek ise günümüzün Hitler’i olan Netanyahu. Trump, 7 Nisan’daki görüşmede Türkiye’yi şikâyet eden Netanyahu’yu “Makul ol Bibi” diye uyarmıştı. Bugün gerçekleşecek olan görüşme Gazze’de ateşkesin sağlanması açısından büyük önem arz ediyor. Bu kez ateşkesin ötesinde bir plan söz konusu. Gazze’ye yönelik bir yönetim öngörülüyor. Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da aralarında yer aldığı İslam ülkeleri lideriyle görüşmeden önce plan ilginç bir şekilde İsrail basınına sızdırıldı. Önce belirli maddelerine ulaştığımız 21 maddeden oluşan Trump planı ortaya çıktı. OLUMLU HAVA Trump bu planı Netanyahu ile görüşmeden önce bir olumlu bir de olumsuz gelişme yaşandı. Trump’ın Netanyahu ile bir araya gelmeden önce İslam ülkeleri temsilcileriyle plan üzerinde görüşmelerde bulunması önemliydi. Trump, gömleğin ilk düğmesini doğru ilikledi. BM toplantısında protesto edilen Netanyahu’nun yaşadığı şok... Tam aksine BM toplantısına Filistin’in damgasını vurması ise Gazze lehine bir konjonktür oluşturdu. Bunlar Trump’ın elini güçlendiriyor.

KÖTÜ OLAN

Kötü olan ise İsrail kabinesindeki soykırımcı ekibin harekete geçmesi. Hitler kabinesinin artıkları olan Ulusal Güvenlik Bakanı Ben-Gvir’in, Savunma Bakanı Katz’ın, Dışişleri Bakanı Saar’ın ateşkese karşı savaş açmaları. Üç bakan, hükümeti yıkmakla tehdit ediyorlar. Şahin bakanların hükümeti tehdit etmeleri sizi yanıltmasın; Netahyahu onları kullanıyor. Bu danışıklı dövüş. Trump planının önündeki ikinci engel ise Netanyahu’dan kaynaklanan sorunlar. Yolsuzluktan dolayı hapis cezasına çarptırılması beklenen Netanyahu, savaşı uzatarak cezaevine girmekten kurtulmaya çalışıyor. Bunun için iktidarda kalması gerekiyor. Ateşkesin önündeki ciddi engellerden biri bu.

BEYAZ SARAY’I KAPATIN

Hepimiz de biliyoruz ki bu olay Netanyahu olayı değil, Trump olayı. Sorun İsrail değil, ABD. ABD Başkanı Netanyahu’yu ateşkese ikna edemiyorsa Beyaz Saray’ı kapatıp kapısına da kilit vurmak gerekiyor. Çünkü bir anlamı kalmaz. Trump’ın planına İslam ülkelerinden vize çıktı. Hamas ateşkes anlaşmasını kabul etti. Hamas Gazze’de İslam ülkelerinden oluşacak barış gücünü ve Gazze’nin yönetiminden çekilmeyi kabul etti. Trump BM konuşmasında Hamas’ın şimdiye kadar geliştirilen ateşkes önerilerini reddettiği yalanını söyledi, ama Hamas hep yapıcı oldu. Ateşkesi bozan Netanyahu’ydu. Hamas, bu kez de ön aldı.

LİDERLİK TESTİ

Bugün Amerikan Başkanı liderlik testinde. Bugün Beyaz Saray mı kazanacak, yoksa Tel Aviv mi? Bugün Trump’un dediği mi olacak, Netanyahu’nun istediği mi? Bugün bunun sınavı yapılacak. Trump yine Netanyahu’ya söz dinletemezse; o zaman karizmayı fena halde çizdirecek demektir. Karikatürlere, fıkralara konu olur. Ama yumruğunu masaya vurur ve planını kabul ettirirse liderliğini tescil ettirmiş olur. ‘Şimdiye kadar 7 savaşı önledim’ demişti, bu önlediği gerçek bir savaş olur. İşte o zaman Nobel’i düşünebilir. Beyaz Saray’daki görüşmeyi dikkatli bir şekilde takip edeceğim. Bakalım bilek güreşinde kim galip gelecek?

ÖZGÜR ÖZEL YERİN DİBİNE BATARMIŞ

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyareti, son dönemlerin en başarılı geçen ziyaretlerinden biriydi. BM’de Gazze’nin sesi oldu. Filistin konulu toplantıda ise ABD Başkanı Trump’la birlikte oturmaları Türkiye’ye verilen önemin bir göstergesiydi. Beyaz Saray’daki görüşme ise tam anlamıyla 10 numaraydı. Donald Trump görüşmenin ardından bir video klip yayınladı. Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hem Türk heyetine gösterilen ilgi gözleri kamaştırdı. Batılı birçok liderin bu sahneleri kıskanarak izlediğinden kuşkum yoktur. Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ilgili çok olumlu ifadeler kullandı. Trump bunu Netanyahu’nun yüzüne karşı da söylemişti. Trump, suikastla ortadan kaldılırıp, yatak odası basılıp demir parmaklıkların arkasına atılınca Erdoğan yanındaydı. Erdoğan vefa insanıdır. Liderlerini sırtından hançerleyenler onu anlamaz. Avrupalı liderler ise ABD’de Trump’a karşı seçim kampanyası yürüttüler. Onların yeri Beyaz Saray’da masanın karşısına dizilmek, Erdoğan’ın yeri ise el üstünde tutulmak oldu.

Tarım ürünlerinin tarladaki kalite kontrolleri devam ediyor
Tarım ürünlerinin tarladaki kalite kontrolleri devam ediyor
İçeriği Görüntüle

NETANYAHU MİÇOTAKİS ÖZGÜR ÖZEL

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gördüğü ilgi Netanyahu’yu rahatsız etti. Yunanistan Başbakanı Miçotakis de huzursuz oldu. Onları anlıyorum da CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Türkiye’nin övülmesinden dolayı neden rahatsız oldu? Özgür Özel, “Trump beni o kadar övse yerin dibine girerim” dedi. Özgür Özel yerine dibine girmek istiyorsa Trump’ın övmesine gerek yok. Ekrem İmamoğlu’nun yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvet davalarına kefil olduğu için yerine dibine girebilir. Özgür Özel, “Sütte leke var, Ekrem İmamoğlu’nda leke yok” dedikçe Ekrem İmamoğlu’nun ekibi itirafçı olup yaptıkları rüşvet ve yolsuzluk çarkını anlatıyorlar. Adına da “Eko sistem” denildi. Bundan dolayı yerin dibine girebilir. Manavgat’taki baklava kutusundaki Euro’ları savunduğu için de yerin dibine girebilir. Şaibeli bir kurultay sonucunda CHP’nin genel başkanlığına oturduğu için yerin dibine girebilir. O nedenle Özgür Özel’in yerin dibine girmek için Trump’ın iltifatlarına ihtiyacı yok.

2. AHMET HAKAN/ Arapların ve Müslümanların değil insanlığın sorunu (

Kafalarda hep bir şablon var. Bu şablona göre Gazze’yle ilgili yükümlülük sıralaması şöyle:

- BİRİNCİ DERECEDE: Araplar.

- İKİNCİ DERECEDE: Müslümanlar.

- ÜÇÜNCÜ DERECEDE: Solcular.

- DÖRDÜNCÜ DERECEDE: Diğerleri. Bu sıralama, dayandığı mantık açısından çok yanlış bir sıralama. Gazze’yle ilgilenme yükümlülüğü... Ne etnik temellidir ne din temellidir ne de ideolojik temellidir. Sadece ve sadece insanlık temellidir. Buna göre Gazze’yle ilgili yükümlülük sıralaması şöyle olmalıdır: - BİRİNCİ DERECEDE: İnsan olmayı başaranlar.

- İKİNCİ DERECEDE: Haksızlık karşısında dayanamayanlar.

- ÜÇÜNCÜ DERECEDE: Zulme karşı sessiz kalamayanlar.

- DÖRDÜNCÜ DERECEDE: Vicdan sahibi olanlar. Sıralama böyle olursa... İspanya’nın delikanlı duruşuna, İrlanda’nın ödünsüz tutumuna, Kolombiya’nın kendini ortaya atmasına şaşırmayız. Sıralama böyle olursa... “Falan Arap ülkesi İsrail heyetiyle buluşurken elin Güney Amerikalısı amma delikanlı çıktı ha” falan türü geyikler anında çöp sepetine basket olur.

POLEMİKTEN KAÇIŞ

Adamın teki bir iddiada bulundu. Dedi ki: “İletişim Başkanlığı, uçakta Erdoğan’a sorulacak soruları ve cevapları önceden belirledi. Soruların altına da gazetecilerin isimlerini yazdı.” Ben de dünkü 6 yazımda olayı izah ettim. Şeffaf biçimde yöntemi yazdım. Açık yüreklilikle durumu anlattım. Buna rağmen söz konusu şahıs, polemiği sürdürmek için çırpınıp duruyor. Gerçeğin, doğrunun, hakikatin anlam taşıdığı polemiklere bayılırım. Ama söz konusu şahıs ve peşine takılanlar, gerçeğin, hakikatin, doğrunun peşinde değiller ki. Kısacası bu polemik... Hiç zevk vermiyor, fena halde tatsız, süper sıkıcı bir polemik. Bu adama ve peşine takılanlara ayırdığım süre burada doluyor sayın seyirciler. Çünkü yapacak daha eğlenceli şeyler var hayatımda.

GEÇMİŞ OLSUN SARI HOCA

İsmail Beşikçi Kürt değildir. Çorumludur. İskilip’ten. Sosyologdur. Lakabı “Sarı Hoca”dır. Ve ömrünü Kürt sorununa adamıştır. 1970’li yılların başından beri Kürt sorununun en girilemeyecek taraflarına girmekten kaçınmayan İsmail Beşikçi, sayısız kere hapse düştü. Kürt sorununu o kadar içselleştirdi ki bazen Kürt siyasi hareketindekilerden bile daha fazla Kürtçü bir tutum aldı. Sakıncalı bir fikir aktivisti olarak kodladığım Beşikçi’yi yıllardır göz ucuyla da olsa takip ettim. Bu nedenle 89 yaşındaki İsmail Beşikçi’nin Diyarbakır’da katıldığı bir etkinlikte beyin kanaması geçirdiğini öğrenince...“Geçmiş olsun Sarı Hoca” deyiverdim kendi kendime.

MEKTUBU OKUNMAYACAK SARHOŞA KAFA ATMAK

Nejat İşler, bir mekândan çıkıyor ve fena halde sarhoş. Tam bu sırada bir magazin muhabiri, elinde mikrofonla Nejat İşler’e dadanmış. Nejat İşler, söz konusu muhabire...

- Git diyor, gitmiyor.

- Küfür ediyor, tınmıyor.

- Bağırıp çağırıyor, ırgalanmıyor. En sonunda da... Muhabir, olayı Nejat İşler’e kafa atmaya kadar vardırıyor. “Sarhoşun mektubu okunmaz” derdi eskiler. Mektubu okunmayacak sarhoşa kafa atmak da neyin nesi a dostlar.

GÜLLÜ’NÜN ÖLÜMÜ HEPİMİZİ DEDEKTİF YAPTI

Gazetedeki haber toplantısı...

Sesler aşağı yukarı şöyle:

- Videoyu izledim, atıldı diye bir bağırış var.

- Düşme ihtimali çok düşük gibi.

- Ben oğlundan fena halde kıllandım abi. Alelacele o açıklamayı yapması çok şüpheli.

- Acaba evde dördüncü biri mi vardı? Ben hemen Hercule Poirot edası takınarak...“Balkondaki korkuluğun yüksekliğine odaklanmalıyız” falan diye saçmalıyorum. Sonra sosyal medyaya şöyle bir dalıyorum. Ooooo! Bizimkini fersah fersah aşan bir hafiyelik faaliyeti. “Roman havası oynarken balkondan düşüp ölmek”. O kadar saçma, o kadar inanılmaz, o kadar anlamsız geliyor ki hepimize... Zorunlu olarak elde büyüteç dedektiflik yapıyoruz.

NEW YORK’TA AŞURE VE KEŞKEK

Türkevi’nde katıldığımız bir etkinlikte Anadolu’nun renkleri, el sanatları, kapıları, kilimleri ve tabii meşhur tatları tanıtıldı. Etkinliğin özellikle “tatlar” bölümü ilaç gibi geldi bana. Çünkü açlıktan ölüyordum, yemek yeme fırsatı bulamamıştım. Çaktırmadan birkaç kez sıraya girerek tadımlık

ikram edilen aşure ve keşkekten aldım. Bir ara aşure ve keşkek ikramını Emine Erdoğan, Aile Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’la birlikte yaptı. Ben de ayıp olur diye sıraya girmedim, uzak durmaya çalıştım. Ama şu kadarını söylemeliyim: Memleketten okyanuslar ötesi uzaklıkta... Aşure ve keşkek gibi deli gibi sevdiğim iki tatla buluşmam şahane oldu. Hele dünya liderlerinin eşlerinin geleneksel iki tadımızı da iştahla yediklerini görünce aşureyi de keşkeği de kendim yapmışım gibi gurur duydum. Tatlara gelince...

- KEŞKEK: Kıvamı yerindeydi. Ayvacık’ın köylerinde yapılan tarzda yapılmıştı. Yeniden yorumlamaya falan zerre kadar yüz verilmemişti. 10 üzerinden 9 yani.

- AŞURE: Ölçü tam tutturulmuştu. Tadında bir ahenk yakalanmıştı. Malzemede biraz eksiklik vardı ama bu durum lezzeti örselemiyordu. 10 üzerinden 8 yani.

3. NEDİM ŞENER/ ABD ve Başkanı, İsrail’in elinde... Sıra halkın beyninin yıkanmasında

Siyonist İsrail’in Gazze’deki soykırımının ardından Lübnan, Suriye, Yemen, Irak, İran ve Katar’a yönelik saldırılarıyla geçen iki yılda dünyada İsrail nefreti katlanarak artarken Filistin’e destek her geçen gün büyüyor. Öyle ki Harvard Üniversitesi Amerikan Siyasal Çalışmalar Merkezi ve The Harris Poll anket şirketi, 20-21 Ağustos’ta 2025 anketinde 18-24 yaş aralığındaki Z kuşağı seçmenin yüzde 60’ının Hamas’ı desteklediğini ifade etti. ABD’deki Yahudi lobisi ADL CEO’su Jonathan Greenblatt, dünya nüfusunun yüzde 46’sının yani 2.2 milyar insanın kendilerinden nefret ettiğini, gençlerde bu oranın daha da yüksek olduğunu açıkladı. Greenblat, hep yaptıkları gibi bunu “anti-semitzme” bağlasa da nefretin büyümesinde en büyük sebep 7 Ekim 2023’ten itibaren İsrail’in giriştiği soykırımdır. ADL’nın anketine göre dünya nüfusunda 35 yaşın altındakilerin yüzde 40’ı “Yahudilerin dünyadaki savaşların çoğundan sorumlu olduğunu” söylerken, dünya genelinde katılımcıların yüzde 23’ü Hamas’a olumlu bakıyor. Hatta bu oran 35 yaşın altındaki katılımcılarda yüzde 29’a kadar çıkıyor. 8 Bu rakamlar, soykırımcı İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana yalanlarla yürüttüğü propaganda savaşını kaybettiği anlamına geliyor. ABD ve Avrupa’daki ana akım medyayı kontrolünde tutmasına, Facebook, Instagram, Google, Wikipedia sosyal medya ağlarının Filistin’e destek ve İsrail eleştirilerini sansürlemesine rağmen özellikle Çin’in sahip olduğu TikTok ile kısmen ABD’li yatırımcı Elon Musk’ın sahip olduğu X sosyal medya ağları, Filistin hakkındaki gerçeklerin yayılarak İsrail’e duyulan nefretin büyümesinde rol oynadı. TikTok ve X üzerinden haberler ve yarattığı etkileşim tüm dünyada büyük bir kamuoyu oluşmasına yol açarken, her ülkede hükümetlerin konuyla ilgili adımlar atmasını sağladı. Geç de olsa Filistin’i tanıyan ülkelerin sayısının artması, hatta Netanyahu’nun Birleşmiş Milletler salonunda boş sandalyelere karşı konuşması bunun sonucudur. İsrail’in yaptıklarını başından beri destekleyen Avrupa ülkelerinin tutum değiştirmesi de Trump yönetiminin hâlâ kayıtsız şartsız desteklemesine rağmen Amerikan kamuoyunda İsrail ve buna bağlı Yahudi karşıtlığının artmasında da özellikle TikTok ve X sosyal medya ağlarının etkisi büyük oldu.

CHARLIE KIRK SUİKASTI

Temelinde İsrail’in soykırımı olan katliamlarının TikTok ve X üzerinden Avrupa ve ABD dahil dünya gündemine yerleşmesiyle artan İsrail nefreti, ABD’de de geniş kitleleri etkileyen “Influencer” denilen sosyal medya figürlerini etkiledi. Nitekim bunların ABD’deki en önemlilerinden olan ve geçmişte sıkı bir İsrail destekçisiyken, Epstein’ın pedofili dosyası üzerinden Mossad/İsrail’in ABD siyasetçilerine şantaj ve baskı yaptığını söyleyen, Gazze’de yaşananları “etnik temizlik” diye adlandırdıktan sonra sponsorlukları kesilen, Netanyahu’nun İsrail davetini ve 150 milyon dolar desteğini reddeden, Trump’a çok yakın olan Charlie Kirk’ün aldığı tehditlerden kısa süre sonra boynundan vurularak öldürülmesi önemli bir kırılma noktası oldu. Özellikle ABD’de gençlerin büyük bölümü, Netahyahu ve İsrail’den korkusunu yakın çevresine dile getiren Kirk suikastının arkasında Mossad ve İsrail olduğuna inanıyor. Trump’a çok yakın bir başka isim olan, ünlü siyasi liderlerle yaptığı söyleşileriyle bilinen Tucker Carlson’un, Kirk için yapılan törende, onun da tıpkı hakikati dile getiren Hazreti İsa gibi Yahudiler tarafından öldürüldüğünü ima etmesi geniş etki yarattı.

YENİ SİLAH SOSYAL MEDYA

Nitekim üst üste ABD medyasına bağlanan Netanyahu, suikastın arkasında İsrail ya da Mossad’ın olmadığını söylese de kimseyi inandıramadı. Dediğim gibi bunda özellikle TikTok ve X üzerinden yapılan yayınların etkisi çok büyük oldu. Bunun üzerine TikTok’un sahibi Çin’i hedef alarak İsrail karşıtı yayınlarla kamuoyunu etkilediklerini, hatta geleneksel medyadan da güçlü olduklarını söyledi. BM toplantıları için ABD’ye giden Netahyahu, büyükelçilik binasına çağırdığı bazı İsrail destekçisi ABD’li influencerların önünde yeni stratejini açıkladı: “Şimdi yapmamız gereken şu; Amerika Birleşik Devletleri’ndeki destek tabanımızın sistematik olarak saldırıya uğrayan kısmını güvence altına almalıyız. Bunun çoğu para ile yapılıyor. STK’ların parası hükümetlerin devasa parası daha da büyük, buna karşılık vermeliyiz. Nasıl karşılık vereceğiz? Bizim influencerlarımızla, çok önemliler. İkincisi savaş araçlarını kullanmak zorundayız. Biliyorsunuz silahlar zamanla değişir. Sen bugün kılıçla savaşamazsın, pek işe yaramaz. Ya da süvariyle savaşamazsın, o da pek işe yaramaz. Biliyorsunuz dron gibi şeyler var; onlara girmeyeceğim. Ama içinde bulunduğumuz savaş alanlarına uygun silahlarla savaşmalıyız. Bu araçlardan ön önemlisi sosyal medya. Ve şu anda devam eden en önemli satın alma işlemi TikTok. TikTok bir numaralı ve umarım gerçekleşir. Çünkü sonuçları önemli olabilir. Ve en önemli diğeri X, Elon’la (Musk) konuşuyoruz; o bir düşman değil, bir dost. Şimdi onunla konuşmalıyız. Eğer bu iki şeyi elde edebilirsek diğer şeylerden bahsedebilirim. Almak için savaşı vermek zorundayız. Yahudi halkına yön vermek için, Yahudi olmayan dostlarımıza ya da dostumuz olabilecek kişilere yön vermek için.”

TRUMP, TİKTOK’U NETANYAHU’YA ALDI

Tıpkı kendisinden önceki ABD Başkanı Biden gibi İsrail’in Gazze’deki soykırımında ve diğer ülkelere yönelik saldırılarında her türlü silah yardımını yapan Donald Trump, Netanyahu’nun bu sözlerinden hemen önce Çin merkezli sosyal medya platformu TikTok’un ülkedeki operasyonlarının ABD’li yatırımcılara satılmasının önünü açan kararnameye imza attı. Yani her şey Netanyahu’nun dediği gibi gelişti; TikTok’un alımında, Dell Technologies CEO’su Michael Dell, Fox yöneticisi Rupert Murdoch ve Oracle’ın kurucusu Larry Ellison gibi İsrail destekçisi ABD’li yatırımcılar rol oynayacak. Buna göre, TikTok’un ülkedeki operasyonları ABD merkezli yeni bir ortak girişim tarafından yürütülecek. Ortak girişimin çoğunluğu Amerikalı yatırımcıların kontrolünde olacak, Çinli ByteDance ve bağlı şirketlerin payı yüzde 20’nin altında kalacak. Algoritmalar, veri depolama ve yazılım güncellemelerinin denetimi ABD’de kurulacak yeni yapının kontrolünde olacak. Amerikalı kullanıcı verileri yalnızca ABD’li bir şirketin bulut ortamında saklanacak ve güvenlik ortakları tarafından denetlenecek. Amerikalı gazeteci Tucker Carlson, son olarak Netanyahu’nun birden fazla kişiye, “Amerika Birleşik Devletleri’ni ben kontrol ediyorum. Trump’ı ben kontrol ediyorum” dediğini açıklamıştı. Evet şu bir gerçek; Siyonist İsrail ve soykırımcı Netanyahu ile Yahudi Lobisi, ABD Başkanı’nı, Kongre üyelerinin çoğunu, ana akım ve sosyal medyasını, sinemasını, üniversitelerini, CIA ve FBI’ı, Pentagon’u, ABD ordusunu, Dışişleri Bakanlığı’nı, teknoloji şirketlerini, bankacılık ve finans sisteminin kılcal damarlarına kadar sızmış tam kontrol altına almış durumda. Şimdi sıra sayıları gittikçe artan ve İsrail’in soykırımına karşı çıkan ABD halkının beyninin yıkanmasında, TikTok’un alımıyla o da tamamlanmak üzere...

4. DİDEM ÖZEL TÜMER/ U masa ve ‘ertesi gün’ planı

Milliyet’in diğer yazıları Trump Gazze konulu toplantıda masaya 21 maddelik bir plan getirdi. Nihai plan, bundan sonra yürütülecek görüşmeler sonunda ortaya çıkarılmaya çalışılacak. Toplantının en önemli çıktısı olarak Trump’ın zorla yerinden edilmenin kabul edilemeyeceği noktasına getirilmiş olması gösteriliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen haftaki New York ve Washington programlarından aktaracaklarımda sırada, ABD Başkanı Trump’ın da katılımıyla 23 Eylül tarihli Gazze konulu bölgesel toplantı var. BM’de ABD ve Katar’ın ev sahipliğinde, sekiz Arap devleti ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İTT) üyesi ülkenin katılımıyla gerçekleşen çok taraflı zirveyi kastediyorum. Toplantının perde arkasından önce fotoğrafı gündem oldu. U şeklindeki masanın başında, Trump ile Erdoğan yan yana oturdu. Diğer katılımcılar ise karşılıklı iki tarafta yer aldı. Bu oturma planını yansıtan fotoğraf daha yayınlanır yayınlanmaz Trump’ın Oval Ofis’te AB liderlerini karşısına dizdiği buluşma ile kıyaslandı. Ev sahibi ABD ile Katar olmasına karşın, Trump’ın yanında Erdoğan’ın olması dikkat çekti. BM’de konuşulanlara göre; toplantıdan önce oturma düzeni katılımcı ülkelerce müzakere edildi. Sonuçta ev sahiplerinin de tercihiyle, Erdoğan’ın ağırlığını da yansıtan, yeni bir tartışmaya da mahal vermeyen o oturma planı ortaya çıktı. Oturma düzenine toplantının düzenlenmesinde Türkiye’nin çabası da etki etmiş olabilir. Her ne kadar sonunda yayınlanan ortak bildiride “Toplantı, ABD Başkanı Ekselansları Donald J. Trump’ın girişimiyle gerçekleşmiştir” ifadesi yer alsa da, BM marjında ABD ile bölge ülkelerinin buluşması fikri Türkiye’ye ait. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bir aydan fazla süredir katılımcı ülkeler nezdinde bunun için mekik diplomasisi yürüttüğü belirtiliyor. O çabanın sonucunda da, Netanyahu üzerinde etkili olabilecek tek isim olan Trump’ın, bugünkü dördüncü buluşmasından önce bölge aktörleriyle konuşma fikrini bir nevi “satın alması” sağlandı. Nihai plan çalışılacak Trump masaya bundan sonra Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff’ın adıyla anılacağı anlaşılan 21 maddelik bir plan getirdi. Plan Hamas’ın elinde kalan İsrailli esirlerin bir kerede serbest bırakılması başta olmak üzere ateşkes koşullarını ve ateşkesten sonraki 5 yılda yapılacakları içeriyor. ABD’nin yaklaşımını yansıtan plan, bugüne kadar birçok ülke tarafından gündeme getirilen, “ertesi gün” önerileri için bir baz oluşturuyor. Nihai plan, ortak bildiride de belirtildiği üzere bundan sonra yürütülecek görüşmeler sonunda ortaya çıkarılmaya çalışılacak. Dolayısıyla da rehinelerin kaçının nasıl serbest bırakılacağından, insani yardımların dağıtımına, Gazze’nin tekrar inşası için fon oluşturulmasından, Filistin polis gücü ve gönüllü ülkelerden barış gücü oluşturulmasına varan çeşitlilikte konular bu planın içinde olacak. Örneğin “Arap ve Müslüman ülkelerin oluşturduğu bir “barış gücü” nerede nasıl görev yapacak? İsrail bunu hangi koşullarda kabul eder?” gibi sorulara yanıt aranacak. Diplomatik gözlemciler, ateşkes sağlanıp, insani yardımlar içeriye girdikten sonra ne olacak, nasıl olacak sorularına yanıt verecek bir çalışma yürütülmesi gerektiğini de belirtiyor. Kilit unsur ise önce ABD yönetimi ile bölge ülkelerinin üzerinde uzlaşabileceği, sonra da Hamas ve İsrail’in “evet” diyebileceği “makul, orta yolu içeren bir plan” çıkarabilmek. Yani uygulanabilir bir barış planını ortaya koyup, kabulünü sağlamak. Bu noktada, 7 Ekim’den sonra Türkiye’nin ilk andan itibaren Filistin sorunun iki devletli çözüm temelinde ele alınması gerektiğini işlemesine bir vurgu yapmak gerek. Bu yaklaşım, ateşkes ve insani yardımın yanında olmazsa olmaz üçüncü unsur olarak işlendi. Çünkü aksi takdirde, sorunun bir kez daha ateşkes ve insani yardımların düzenli girişi sağlandıktan sonra uluslararası kamuoyunun dikkatinden düşmesi riski var. Türkiye, sorunu 7-8 yılda tekrarlanan döngüden çıkarmak için bunu yaptı. Bunun olabilmesi için de kapsamlı, uygulanabilir bir ertesi gün planı gerekiyor. New York toplantısının en önemli çıktısı olarak Trump’ın zorla yerinden edilmenin kabul edilemeyeceği noktasına getirilmiş olması gösteriliyor. Bu, ortak bildiriye “Zorla yerinden edilmenin reddedilmesi ve ayrılanların geri dönmesine izin verilmesi gerektiği yönündeki ortak tutum yinelenmiştir” cümlesi ile yansıdı. Netanyahu ile bugünkü görüşmesinden önce de Trump’ın bizzat ağzından, “Onunla (Netanyahu) konuştum, İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak etmesine izin vermeyeceğim. Bu kadar yeter. Artık durma zamanı” sözü de duyuldu. Asıl mesele bunun sözde kalıp kalmayacağı. Çünkü uygulayan ve uyan olmadıktan sonra en mükemmel planın bile anlamı yok. Masanın başında, Trump ile Erdoğan yan yana oturdu. BM’de konuşulanlara göre; toplantıdan önce oturma düzeni katılımcı ülkelerce müzakere edildi. Ev sahiplerinin de tercihiyle, Erdoğan’ın ağırlığını da yansıtan, yeni bir tartışmaya da mahal vermeyen o oturma planı ortaya çıktı. Oturma düzenine toplantının düzenlenmesinde Türkiye’nin çabası da etki etmiş olabilir.

5. MELİH ALTINOK/ABD Kongresi malum da peki ya Türkiye Meclisi’ndeki durum ne olcak?

Sabah’ın diğer köşeleri Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başarılı geçen ABD temaslarının, Trump'la kameralara yansıyan samimi iletişiminin muhalefetin canını sıkması normal. Sonuçta, iktidarı almak için okyanus ötesine, AB'ye Türkiye'ye karşı ekonomik ambargo taleplerine cevap vermedikleri için sitem eden bir yapıdan bahsediyoruz. Dün de merkezi Silivri'ye taşınan Saraçhane medyası, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın New York'taki basın toplantısını dillerine dolamışlardı. Fidan, Kaan'ın motorlarının Türkiye'ye verilmesi konusunun ABD Kongresi'nde beklediğini söylemiş. Bakanın uzun açıklamasının istediği yerlerini gören emekli memur gazetesi, haberi "Yerli savaş uçağı KAAN'a büyük darbe! Üretim durdu" şeklinde duyuruyordu. İyi de ABD Kongresi'ndeki direnç ne sır ne de yeni bir durum. Erdoğan da konuyu Trump'la zaten bu yüzden görüşüyor, Yahudi lobisinin kongredeki baskısını kırmak için müzakere yürütüyor. Hatırlayın, daha geçen gün, Trump'ın Erdoğan'la görüşmesi sırasında "CAATSA yaptırımlarını kaldırabiliriz" demesi üzerine İsrail'in güdümündeki bir grup Demokrat ve Cumhuriyetçi kongre üyesi savunma bakanına uyarı mektubu yazdılar. KAAN'ın üretiminin durduğu falan da yok. Çünkü projenin nihai hedefi uçakların yerli motorla uçması. ABD Kongresi'nin onayıyla verilecek motorlar, devam eden yerli motor üretim sürecinin sadece bir aşamasında kullanılacak. Bir önceki döneminde de Türkiye'ye yönelik CAATSA yaptırımlarına karşı çıkan ancak Kongre'yi ikna edemeyen Trump'ın bu kez sözünü dinletip dinletemeyeceğini ise göreceğiz. Emin olduğumuz şey ise, "ABD CAATSA yaptırımlarını kaldırsın mı, kaldırmasın mı?" diye bizim Meclis'te gizli oylama yapılsa, muhalefetin karşı oylarıyla zar zor "evet" çıkacağı.

CONTEMPORARY İSTANBUL'A GİTTİK, KETENPEREYE GELDİK

20. yılını kutlayan Contemporary İstanbul'u gezen arkadaşlarım ketenpereye geldik diyor. Zira onca sanat eserinin sergilendiği bölümlerde Gazze'yi konu alan tek bir çalışmaya bile yer verilmemiş. Contemporary kataloğuna baktım hakikaten yok. Ey organizatörler, kıyıda köşede var da bizim gözümüzden mi kaçıyor? Yoksa "modernlik"ten anladığınız bu mu? İki yıldır bütün dünyada benzer etkinliklere Gazze soykırımı damgasını vururken İstanbul'da düzenlenen bir bienalin üç maymunu oynaması mı? Tüm dünyada sanatçılar Gazze'deki trajedinin yakıcılığıyla kendilerini sokaklara vururken, on binlerce çocuğun öldürülmesi bizim küratörlerimizi dalından koparılmamış bir ayvanın hüznü kadar etkilemiyor mu? Yoksa, yıllık İnstagram hikayesi ihtiyacını gideren Contemporary'nin müdavimlerini, açılış partisi veren sanat severlerini tatmin eden de tam olarak bu kitsch'lik mi? Evet, ne diyorsunuz?

İNŞALLAH GERÇEKTEN AĞLAYACAKLAR

KKTC'deki "solcu" öğretmen sendikası (KTÖEÖS) günlerdir kutlama yapıyor. 90'lar Türkiye'sinden Sendika'nın başına ışınlanmış gibi duran hanımefendinin eylemlerde döktüğü sevinç göz yaşları haberlere konu oluyor. Mutluluklarının sebebi ise, Eğitim Bakanlığı'nın liselerde kılık kıyafet özgürlüğünü genişleten tüzük değişikliğini Anayasa Mahkemesi'ne iptal ettirmiş olmaları. Artık öyle her başını örten çocuk elini kolunu sallayarak okula gelemeyecek, derse giremeyecek ya, içleri içlerine sığmıyor. Ne var ki kendilerine heveslerini kursaklarında bırakacak haberlerim var. Evet, Yüksek Mahkeme Bakanlığın tüzük değişikliğini iptal etti. Mahkeme gerekçeli kararı açıklandığında (bir hafta sürer diyorlar) durum netlik kazanacak. Ama iptal açıklamasında başörtüsünün anayasanın laiklik ilkesine aykırı olmadığına dair yapılan vurgu çok önemli. Aslında karar hükümete bu yönde yol gösterici nitelikte. Bu düzenlenmenin yasayla yapılmasını söylüyor. Hükümet Meclis'te adım atarsa, Rum Kesimi'nde bile serbest olan başörtüsüyle eğitim alma hakkı, adanın Müslüman tarafında da uygulanabilir! Ana muhalefet CTP'de de bir avuç faşistle aynı düşünmeyen, özgürlüklerden yana duran, durumun garabetinin farkında olanlar illa ki vardır değil mi? Tektipçilere gerçek gözyaşları döktürecek haberi sona sakladım. Mahkeme, bugün alkışladıkları kararıyla, yapılacak yasal düzenleme hakkında "Anayasaya aykırılık" başvurusu yapılmasının da önünü almış oldu.

İNGİLTERE'DE RUSYA'YA GİTMEK SUÇ

İngiliz gazeteci George Galloway ve eşi Gayatri Galloway Rusya'dan dönüşlerinde havalimanında gözaltına alındı. Britanya İşçiler Partisi, olayın Rusya ve Çin'le savaşa sürüklenmeye karşı çıkan siyasetçilerin sindirilmesi amacıyla tasarlandığına söylüyor. Galloway'i uzun zamandır takip ediyorum, yaptığı sadece bu, savaş karşıtlığı.

6. NEBİ MİŞ/Gazze ile ilgili yeni plan bir dönüm noktası olabilir mi?

BM'de Trump'ın da katıldığı Gazze toplantısı ile ilgili bir önceki yazıyı; Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Çok çok verimli, güzel bir toplantıyı bitirdik. Ben memnunum, sonucu da hayırlı olsun" şeklindeki açıklamasına atıfla "önümüzdeki günlerde ateşkese ulaşmak ve Gazze'nin geleceğine yönelik çabaların hızlanmasına bir işaret olabilir" öngörüsü ile bitirmiştim. Gerçekten de Gazze'de devam eden katliamın sonlandırılması ve Filistinlilerin geleceğine yönelik ortak çözüm arayışları hızlandı. Trump planı olarak adlandırılan ve 21 maddeden oluşan "içerik" medya üzerinden duyuruldu. Açıklanan söz konusu plan nihai bir yol haritası değil. Farklı ülkelerin çalıştığı ve katkı sağlayacak alternatif öneri içeren farklı planların olduğu anlaşılıyor. Bu bağlamda müzakereler de bir yandan devam ediyor. Çoğu kamuoyunun gözü önünde olmayan ve Türkiye'nin de bir kısmına öncülük ettiği diplomasi trafiği de sürüyor. Perde gerisinde yürüyen çalışmalarda ve müzakerelerde, önceliğin Gazze'de ateşkesin sağlanması, sivil katliamın durması ve bir an önce insani yardımların girmesi gibi konulara odaklandığı yapılan farklı açıklamalardan anlaşılıyor. Ama bütüncül olarak yürüyen müzakerelerde ve geliştirilen planlarda nihai amaç; bağımsız, egemen ve sınırları belli olan bir Filistin Devleti'ne ulaşmak. Buraya ulaşmak için zorlu bir süreç olduğunu vurgulamaya gerek yok. İsrail soykırım savaşını sürdürüyor. Gazze'de Filistinlileri sistematik açlığa mahkum etmeye devam ediyor. Şehri tamamen ele geçirmek için işgali devam ettiriyor. Batı Şeria'yı ilhak planından vazgeçmiş değil. İki yıldır devam eden İsrail katliamlarını Trump yönetimi şu ana kadar durdurmak için kararlı bir politika izlemedi. Hatta, Gazze'de yaşayan iki milyondan fazla Filistinlinin sürgün edilmesi gibi etnik temizliği savunan ya da Gazze Rivierası gibi gerçekçi olmayan planları savundu. Dünyada Netanyahu yönetiminin giderek yalnızlaşması, bir çok ülkenin İsrail'i soykırım yapmakla suçlaması ve aralarında Güvenlik Konseyi'nin iki daimi üyesinin de olduğu bir çok devletin Filistin'i tanıması, Trump'ın bu yeni plana iknası için kararını değiştirmesinde etkili oldu. Ayrıca, en son BM'deki Gazze toplantısında da bir kez daha Trump'a toplu şekilde ifade edildiği gibi, Arap-İslam ülkeleri, tüm baskılara rağmen, Gazze'nin işgaline, Filistinlilerin sürgün edilmesine ve Batı Şeria'nın ilhakına karşı durdular. Bazı konularda görüş ayrılıkları olsa da iki devletli çözümden başka bir planın kabul edilmesinin bölgenin geleceği açısından telafisi mümkün olmayan sarsıntılara yol açacağının bu devletler farkındalar. Filistin devletine giden yolda, "güvenilir bir plan olup olmadığı" anlaşmanın netleşmesiyle ortaya çıkacaktır. Şu an için, ateşkese ulaşıldıktan sonra, İsrail'in Gazze'den kademeli çekilme süreci, bölge ülkelerinin güvenliği sağlamak amacıyla asker göndermesi, geçiş ile yeniden inşa sürecinde yönetimin kim tarafından, hangi mekanizmalarla yürütüleceği gibi konularda çerçeve bir plan gün yüzüne çıktı. Bugün, Washington'da Trump ve Netanyahu görüşmesi var. Netanyahu öncelikle bu planın bazı maddelerine itiraz ederek zaman kazanmaya çalışacaktır. Eğer plan kabul etmek zorunda kalırsa, uygulama süreçlerini sabote ederek bahaneler uydurmanın yollarını arayacaktır. Ayrıca, kendi siyasi geleceğini kurtarmak için kabinesindeki radikal bakanların hükümetten çekilme tehditlerini öne sürerek uluslararası toplumu oyalamayı deneyecektir. Dolayısıyla, planın içinde Netanyahu yönetiminin anlaşmaya uymadığında hangi etkili yaptırımlara maruz kalacağı açıkça ortaya konmalıdır. Trump'ın "sürgün" ya da "Gazze Rivierası" gibi gerçekçi olmayan önerilerden vazgeçerek bu aşamaya gelmesi önemli. Önerilen planları kabul etmesi için Trump'ın İsrail üzerindeki etkisini kullanması gerekir. Hatırlatalım, ABD'nin kesintisiz desteği devam etmese İsrail bu katliamlarını sürdüremezdi. Arap-İslam ülkelerinin de, iki devletli çözüm konusunda diplomatik çabalardan ve kararlı bir duruştan geri adım atmamaları lazım.

7. SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN/ Mikado oyunu

YENİ Şafak’ın diğer yazıları İtiraf etmeliyim ki, BM’nin kuruluşunun 80. sene-i devriyesi için yapılan toplantı, orada yapılan konuşmalar ve bunun hemen akabinde Beyaz Saray’da tertip edilen; Trump ve Erdoğan’ın başkanlık ettiği müzâkereler bu yazının ikinci bölümü için tasarladığı değerlendirmeleri yeniden şekillendirdi. Evvela BM için bir şeyler yazmak istiyorum. Artık herkes farkında ki, II.Umûmî Harp sonrası kurulan tekmil yapılar ve bu dünyâyı idâre eden kâideler hızlı bir çöküş içinde. BM de bunlardan birisini meydana getiriyor. Âdeta su alan ve neredeyse yarı yarıya batmış bir gemide toplanıldı. Bunu küçümsendiğim zannedilmesin. Her ne kadar köhnemiş olsa da dünyânın ahvâline dâir tekmil muhasebeler, sağlamalar orada yapılıyor. BM hâlâ en başat uluslararası forum olarak vazife görüyor. Çok sayıda devlet başkanı, başbakan ve yüksek dereceli liderin yaptığı konuşmaların bilançosuna bakıldığında bu târihî toplantıda kesin olan bir şey var: İsrâil faşizmi kesin olarak lânetlendi. Türkiye Cumhûrbaşkanı Erdoğan kendisinden beklenen konuşmayı yaptı. Gazze kasabı Netanyahu’nun yaptığı konuşmada ortaya çıkan manzara, çoğunluğun salonu terk etmesi bunun nişânesi oldu. Hâsılı toplantı, kesin olarak İsrâil ve siyonizmin lânetlenmesiyle neticelendi. Bu da azımsanacak bir şey değil. Demek ki insanlıktan ümidi kesmemek için elimizde hâlâ bir şeyler var. Türkiye-ABD müzâkerelerine gelince bunu husûsî olarak değerlendirmek icap ediyor. Evvelâ bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Yaklaşık 2 saat devâm eden bu müzâkereler Türkiye’de henüz olgun bir tartışma zeminine taşınmış değil. Medyadaki değerlendirme programlarının bir kısmına baktım. Ortada iki temel görüş var. Muhalif kanadı temsil eden , kâhir ekseriyetinin derdi buradan iç siyâset için malzeme çıkarmak olan gazeteciler bu müzâkerelerin aslında müzâkere bile olmadığını, Türkiye’nin ABD’ye mutlak teslimiyeti mânâsına geldiğini iddia etti. Bu toptancı değerlendirmeyi, müzâkerelerin medyaya sızan kısmına bakıp yaptılar. Hâlbuki müzâkerelerin esas ve en uzun kısmı basına kapalı olarak yapıldı. Kimse içeride neler konuşulduğunu ve ne gibi anlaşmalar sağlandığını bilmeden bu hükmü veriyor. Buna mukâbil diğer kanattaki gazeteciler ise Beyaz Saray toplantısının Türkiye için muazzam bir kazanım olduğunu iddia ediyor. Onlar da meselenin künhüne vâkıf olmadan konuşuyor ve yazıyorlar. Hepsini çöpe atmak için o kadar çok sebep var ki… Toptancı bir hüküm vermemek gerekiyor. Basına açık yapılan kısımda Sayın Erdoğan sâdece 1 dakika civârında konuştu. Trump ise 20 dakikayı aşan izahatlarda bulundu. Hâl böyle olunca toptan bir değerlendirme yapmanında imkânı zora girdi. Trump gibi mahdut bir İngilizceye sâhip, muğlâk ifâdeler kullanan , üstelik bir dediği diğeriyle tutmayan , sabah söylediğini akşam yalanlayan, tutarsız çıkışlar yapan bir liderin izahatları ne kadar kaale alınabilir. Türkiye sefiri Barrack’ı da aynı hatta görebiliriz. Bunların içinden belki de çok somut olanları ayıklayıp üzerinde düşünmek gerekiyor. Trump’ın Erdoğan medhiyelerinin ne menfi ne de müspet bir karşılığının olduğunu düşünmüyorum. Buralara takılmamak gerekir. Gördüğüm o dur ki, Türkiye Beyaz Saray’da hayli zamandır muhatabı olmadığı bir hüsn-ü kabûle mazhâr oldu. Bunu, ABD’nin artık Türkiye’ye bir şekilde, şu veyâ bu niyetle “ehemmiyet verdiği” olarak değerlendirmek en doğrusudur. Bunu, ABD’nin Türkiye’ye kıymet verdiği şeklinde algılamak ve yorumlamak ise kompleksli ve yüzeysel bir bakışı ifâde eder. ABD , hele hele Trump gibi bir MAGA’cı, iki istisnâ hâricinde; o da ikinci derecede olmak üzere bu dünyâda kendisinden başka hiçbir devlete ve millete değer vermez. Bu istisnâlar İsrâil ve Britanya’dan başkası değildir. Trump, bırakın Türkiye’yi Kıt’a Avrupasına bile kıymet vermez. ABD’nin dünyâsında üç kategorinin dolaştığını düşünüyorum. Ehemmiyet verilen, ehemmiyet verilmeyen ve lânetlenen devletlerdir bunlar. Kategorik olarak bakıldığında Türk-Amerikan münâsebetlerinin ehven olduğu zamanlar ise daha çok Cumhûriyetçilerin iş başında olduğu devirlerdir. Türkiye umûmî olarak Demokratlar’ın dünyâsında hanidir ihmâl edilebilir olmak ile lânetlenmiş olmak arasında seyretmiştir. Biden devrinde doz hayli kaçmış, Türkiye’yi ihmâl etmekle kalmamış, bizi hemen her fırsatta lânetlemenin yollarını zorlamıştır. Trump bir Cumhûriyetçi. Hâl böyle olunca Türk-Amerikan münâsebetlerinin ehven bir hatta çekilmesi için bir fırsat olduğunu düşünebiliriz. Ama bunun ön şartı Türkiye-İsrâil münâsebetlerinin normal olmasıdır. Ama bugün olduğu üzere iki devletin savaşın eşiğinde olması durumunda ise manzara farklılaşır. Bahar hızla kışa dönüşebilir. Buna mânî olabilecek tek gelişme ABD ile İsrâil arasında bâzı meselelerin zuhûr etmesidir. Bugün yaşanan tam da budur. İsrâil faşizan inatçılığının hudutsuz ve kontrol dışı saldırılarının başta Suudi Arabistan olmak üzere zengin Körfezi ABD’ye kaybettireceği bir durum zuhûr ediyor. Son Katar saldırısı bardağı taşırdı. Suudların Pakistan , aslında Çin ile yakınlaşması ABD’de alarmı çaldırdı. Böyle giderse , ABD’nin Körfezi sâdece Çin değil, son zamanlarda kısmen ayrı kulvarlarda kulaç attığı Britlere de kaptıracağı ortaya çıktı. Trump buna mâni olmak üzere alelacele bir Gazze plânı hazırlattı. Bu plânı İngiltere’deki yakın adamı Blair’in riyâsetinde bir Türk-Arap askerî konsorsiyumuna havâle etmek istiyor. Aslında bu, İngiltere’nin başını çektiği ve Fransa vd Avrupa devletlerinin başlattığı İsrâil’i dizginleme dalgasına ABD’nin de evet dediği mânâsına geliyor. İngiltere’nin derdi İsrâil’i dizginlemek ve nazlansa da Alaska sonrası hayâl kırıklığı yaşamış olan ABD’yi yeniden Rusya’ya karşı ABD-Avrupa ittifâkına dâhil etmek. Burada militerleşmekte olan Avrupa’ya , son zamanlarda askerî gücü katlanarak gelişen Türkiye’den tâze kan taşımak niyeti de var. Türkiye’nin Washington’da gördüğü hüsn-ü kabûlü ve kendisine ehemmiyet verilmesini bu gelişmeler ve niyetler ekseninde değerlendirmek gerekiyor. Diğer taraftan dikensiz bir yol değil bu. Türkiye de herhâlde boş durup bunu seyredecek değil. Masaya kendi taleplerini, bilhassâ da Sûriye ile alakalı olanları getirmiştir. Pazarlık nasıl seyretti, bundan sonra nasıl seyreder, bunları bilmiyoruz. Zamân gösterecek... Evet Mikado oyununun çözülme safhasındayız artık.

8. AYDIN ÜNAL/ Zafer artık çok yakın

Dün gazetemiz Yeni Şafak’ta önemli bir haber (https://www.yenisafak.com/dunya/trumptan-21- maddelik-gizli-gazzede-ateskes-formulu-netanyahu-duzenleme-pesinde-475289 ) vardı. İsrail medyasına dayandırılan habere göre ABD Başkanı Trump, bugün yapacağı görüşmede 21 maddelik bir ateşkes planını Netanyahu’ya sunacak. Netanyahu’nun düzenleme peşinde olduğu ama şartları kabul edeceği iddia ediliyor. Kuşkusuz bu bir iddia. Gerçekten anlaşma taslağı bu mudur, maddeler bunlar mıdır, yakında teyit edilir. Ancak ateşkese her zamankinden daha yakın olduğumuz aşikar zira epeyce alamet belirmiş durumda. Netanyahu’nun BM Genel Kurulu’nda protesto edilmesi dünyada çok ses getirdi. Azerbaycan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bangladeş gibi birkaç ülke temsilcisi dışında salonda kimse yoktu. BM kürsüsünde, yalnız ve perişan bir ülkenin tükenmiş temsilcisi vardı. Öncesinde, Trump’ın Müslüman ülkelerin liderleriyle yaptığı toplantının olumlu geçtiği ilan edildi. Toplantıdan dışarıya hiç bilgi sızmadı ama gizli, rahat ve samimi bir ortamda Trump’a Gazze konusunda baskı yapıldığını, özellikle Arap liderlerinin dışarda konuşamadıklarını bu toplantıda anlattıklarını tahmin etmek güç değil. Yine son günlerde birçok ülke Filistin’i bir devlet olarak tanıdılar. Gazze’de, Avrupa’daki Yahudi soykırımını gölgede bırakacak bir vahşet sergileniyor. Başta ABD, İngiltere ve Almanya olmak üzere Batı bu soykırıma açık ve tam destek verdi. Batı’nın 2. Dünya Savaşı sonrası ürettiği tüm değerler çöktü. Şimdi bazı ülkeler günah çıkarıyor. İsrailli turistler mekanlardan kovuluyor, İsrail’in Eurovisyon’a ve uluslararası spor müsabakalarına katılmaması için baskılar artıyor. İsrail’e ambargo yaygınlaşıyor, İsrail’i destekleyen firmalara boykot etkisini gösteriyor. Dünyada insanlar sokakta büyük kalabalıklar halinde İsrail’i protesto ediyor. İsrail yanlısı medya ve sosyal medya dahi yaşanan soykırım/varlıkkırımını gizleyemez hale geliyor. ABD’de İsrail’e ve Siyonizme tepki yükselmiş durumda. Trump gerçekten sıkıştı. Netanyahu üzerindeki baskılar artıyor. Katar’a yapılan saldırı, denge politikası içinde kıvranan ülkelerin tahammül limitlerini zorladı. Mısır, tahmin edilenden daha dirençli çıktı. Bütün bunların üzerine, Akdeniz’de, 50 gemiden oluşan bir insani yardım filosu Gazze’ye doğru ilerliyor. Sumud’un her anı dünyadan izleniyor, karada destek gösterileri yapılıyor. İspanya, İtalya ve Türkiye filoya güvenlik desteği veriyor. İsrail’in müdahale edemeyeceği, daha doğrusu baş edemeyeceği bir insanlık fırtınası adım adım, mil mil Gazze’ye yaklaşıyor. İsrail çok sıkışmış durumda. Son günlerde katliamların dozunu artırmasından da bu sıkışmışlığı anlamak mümkün. Bütün bu ve benzer belirtileri alt alta koyduğumuzda, sonucun, ateşkesin, Gazze için zaferin çok yakında olduğunu görebiliyoruz. Masada olduğu ve 21 maddeden oluştuğu iddia edilen anlaşma taslağı en başta Gazze’yi Gazzelilere bırakıyor. Yardım girişlerine izin verilecek, enkaz temizlenecek, Gazze yeniden inşa edilecek, kimse Gazze’yi terk etmek zorunda bırakılmayacak, gidenler dönebilecek, İsrail kademeli olarak çekilecek, Gazze’nin güvenliği için uluslararası bir güç görevlendirilebilecek, Gazze Filistin Ulusal Yönetimi tarafından idare edilecek, İsrailli rehineler ve İsrail hapishanelerindeki yüzlerce Filistinli esir serbest bırakılacak. Taslakta tahmin edilebileceği gibi Gazze’nin geleceğinde Hamas’a yer bırakılmıyor. Hamas’ın silah bırakması ve Gazze yönetiminden çekilmesi şart koşuluyor. Şimdi iki soru var: Birincisi, İsrail bu şartları kabul eder mi ve sözünde durur mu? Kabul etmek zorunda çünkü İsrail için artık yolun sonu göründü. Sözünde de en azından bir müddet duracaktır. Böyle bir anlaşma sonrasında Netanyahu ve hükümetinin görevde kalması ihtimal dışı. İsrail ekonomisi zor durumda, dünyada imajı paçavraya döndü. Yüzlerce asker öldü, binlercesi sakat kaldı. Sonuçta Gazze orada öyle duruyor ve İsrail dünyada soykırımcı olarak tanınıyor. Böyle bir hezimetin ardından Netanyahu koltuğunu koruyamayacak, BM kürsüsündeki surat ifadesinden daha perişan şekilde sahneden çekilecektir. İkincisi, Hamas bu şartları kabul eder mi? Gelinen nokta Hamas için tartışmasız zaferdir. Burada defalarca ifade etmeye çalıştım: Bu bir kuşatma savaşıydı; ya en baştan teslim olunacak ya da tahammül sınırlarını zorlayıncaya kadar direnilecekti. Hamas ikincisini seçti, büyük yıkıma ve soykırıma rağmen ayakta kalabildi. Hamas Gazze’nin varlığını koruyabildi. Şimdi Gazzelilerin geleceği için silahlarını bırakabilir. Son yazımda da belirtmiştim: Zulüm oldukça bir Hamas mutlaka olacaktır. Filistin direnişi kendisine bir yol bulacaktır. Sürecin en önemli riski ise, Gazze’de kesin bir hezimete uğrayan, Gazze’den çekilecek ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına zemin hazırlayan İsrail’in, şimdi, soykırımı Batı Şeria’ya yöneltmesi olacaktır. Gazze’de bir direniş vardı; Batı Şeria’da maalesef önce Yaser Arafat, sonra Mahmut Abbas, FKÖ’yü iğdiş etti. Savunmasız bir Batı Şeria, Gazze’nin kurtuluşu sonrasında daha zor günler yaşayabilir. Tekrar edelim: Anlaşma taslağı henüz teyit edilmedi, son halini almadı ama belirtiler artık sona yaklaşıldığını gösteriyor. Yakın zamanda, özellikle de Sumud kahramanları Gazze’ye varmadan önce ateşkes imzalanacaktır. Evet çok insan öldü, evet çok yıkım oldu. Ama Gazze var ve ayakta. Dünya halkları Gazze’nin arkasında. İsrail diz çökmek üzere; Hamas, muhteşem bir zaferi ilan etmek üzere. Aslında her şey şimdi başlıyor: İsrail barbarlığının gerçek boyutları ortaya çıkacak. Bu soykırım/varlıkkırım her zerresiyle kayıtlara geçecek. On yıllar boyunca bu vahşetin izi sürülecek. Nehir’den Deniz’e bağımsız bir Filistin kuruluncaya, Kudüs özgürleşinceye kadar yeni direniş hatları kurulacak. Taslağın elbette olumsuz yanları var. ABD’nin hazırladığı, İsrail’in kabul ettiği bir anlaşmadan hayır beklemek elbette mümkün değil ama biz şimdilik olumlu yanlarına odaklanalım ve muhteşem bir zaferi kutlamak için hazırlıklara başlayalım. Direniş başardı ve bu bile az değil.

9. SELÇUK TÜRKYILMAZ/ Tanrı’nın değil, İngiltere’nin vadettiği topraklar

Kelime oyunlarına başvursaydım Siyonist Yahudilerin Tanrısının İngilizler olduğunu söylerdim. Hatta daha da ileri giderek tanrılık kavramına Rothschild ailesini de katardım. Böylelikle Siyonizm’in din dışı bir ideoloji olduğu üzerinde durulabilirdi. Bu ifadeleri kullanmasak da tarihin kaydettiği en önemli sorunlardan biri olduğu için İsrail’in İngiltere tarafından yaratıldığını ifade edebiliriz. İsrail, İngilizler tarafından vaat edilen toprakları yurt edinmek için geldikten sonra bile Siyonist Yahudilerin değil, İngilizlerin eseridir. Tekrar etmiş olacağım ama bizde Yahudi ilahiyatının hâlâ açıklayıcı bir model olarak varlığını sürdürmesi gerçek manada zihinlerin kolonize edilmesine yol açmaktadır. Zihinlerin kolonizasyonu denilen şey esasen biçimlendirme anlamına gelir, sömürme değil. Nasıl düşüneceğimize başkaları karar verdiğinde tarihin kolonizasyonu tamamlanmış demektir. Hadiseler tarihin derinliklerinde kaybolup gitmedi. Arthur Balfour deklarasyonu tarihî bir hakikattir ve kutsal kitaplarla bir alakası yoktur. İngiltere bu deklarasyon ile Yahudilere yurt vadetmiştir. Vaat edilmiş toprakların neresi olduğundan ziyade vaat edene odaklanmak gerekir. Deklarasyonun yayımlandığı an çok önemlidir. Hadiseyi bütün unsurlarıyla birlikte zihnimizde canlandırmak için mutlaka Birinci Dünya Savaşı’na odaklanmamız gerekir. Osmanlı bu savaşta kolonyalizm karşıtı bir ideoloji ile hareket etmişti. İttihad-ı İslam düşüncesinin temelinde İngiltere ve Fransa karşıtlığı vardı. Bizim topraklarımızı kolonize etmek istiyorlardı. Bunun için Yahudilerle birlikte birçok unsuru harekete geçirdiler. İngiliz oyunu dedikleri tam da budur. İngiltere, Balfour deklarasyonu ile Siyonist ideolojinin hedefini tayin etti. Avrupa’nın farklı ülkelerinde yaşayan Yahudileri harekete geçirmek için Filistin topraklarını yurt olarak vaat ettiler. Avrupa’nın farklı ülkeleri ve ABD’de yaşayan Yahudilerin Filistin’e yönlendirilmesi esasen çok büyük bir hadisedir. Hedef topraklar belirlendikten sonra Siyonizm, romantik bir ideoloji olarak çok daha ikna edici bir hâle büründü. İngiltere, Filistin’de kolonyal bir yönetim kurdu. Manda yönetimi statüsü kolonyal sistemin 20. yüzyıla uyarlanmış hâlidir. Yeni kolonyalizm aslında Filistin’de kurulan İngiltere manda yönetimiydi. Manda yönetimi ve neokolonyal sistem üzerinde durmamızın birçok sebebi var. Hadiselerin zihin dünyamızda karşılık bulması için doğru tanımlama çok önemlidir. Sömürge kavramının anlamsızlığı üzerinde durmamızın en önemli sebeplerinden biri de budur. İsrail nasıl olur da İngiltere’nin sömürgesi olabilir? Kavramı sömürge kabul ettiğimizde İsrail’le ilgili gerçekliği belirsizliğe 21 sürüklemiş oluruz. Buradan da Yahudi gücü, Yahudi sermayesi, Yahudi tarihi, Yahudi ilahiyatı çıkar. Böylelikle İngiltere faktörü de belirsizleşir. Fakat izah etmeye çalıştığımız gibi en başından itibaren İngiltere, Doğu Akdeniz’de yeni bir koloni inşa etmek istemişti. Manda yönetimi İngiltere’ye bu imkânı veriyordu. Kurulan yeni sistemde yetkiler bir gün devredilecekti. “Onlar yönetmeyi bilmiyor, yönetilmeleri gerekir” sözü Filistin’e tatbik edilemez. Evet, bu oryantalist bir yargıdır fakat Filistin, zaten en başından yerleşimci kolonyalist bir yapı olarak tasarlandı. Dolayısıyla Filistin’de kurulan bu yeni sistemin kurumları Filistin’in yerli ahalisine değil, Siyonist Yahudilere devredilmek için tasarlandı. İngiltere bu sebeple aşırı bağnaz Siyonist Herbert Louis Samuel’i ilk yüksek komiser olarak atadı. Bizde bu makamın karşılığı aşağı yukarı “sömürge valisi”ne tekabül eder. İngiltere bilerek ve isteyerek, sonuçlarının ne olacağını tahmin ederek bu yeni koloniyi inşa etti. Soykırımı tasarlayan İngiltere’dir. Nitekim 1920’lerden 1948’e kadar geçen sürede İngiltere manda yönetimi Filistin’i Yahudi yerleşimlerine açtı. Bu yeni yerleşimci kolonizasyonun organizasyonunda Amerikalı Yahudiler büyük rol oynadı. Finansal kaynaklar büyük ölçüde Amerikalıların elindeydi. İngiltere, Filistinlilerin bütün isyan girişimlerini tam da kolonyal şiddetle bastırırken Yahudi terör örgütlerine hareket imkânı sağlandı. İngiltere yönetiminde Yahudi milliyetçileri kolonyal kurumları devralmak üzere hazırlandı. Yahudi devletinin kurulma sürecini ancak bu çerçevede anlayabiliriz. Topraklarını sattılar, şeklindeki ithamlar acımasız bir ruhu yansıtır. Aynı şekilde kolonize edilmiş bir zihniyete işaret eder. Çünkü aynı kesimler ne bugün ne de dün soykırım, etnik temizlik, sürgün, açlık gibi insanlığa karşı işlenmiş suçlarla ilgili olarak İngiltere’yi hatırlamak istemedi. Filistin’i Siyonist Yahudilere vadeden İngiltere’ydi.

10. OĞUZHAN BİLGİN/ Türkçe Davasının Sancaktarı: Yavuz Bülent Bâkiler

İmparatorluk döneminde kültürüyle, edebiyatıyla, musikisiyle, askeriyesiyle, ilmi ve siyasal sistemiyle insanlık tarihinin en ileri medeniyet zirvelerinden birine ulaşmış olan Türk milletinin lisanı olan Türkçe de o sıralarda tarihinin zirvesindeydi. Dilin ahengi ve şiirselliği bir tarafa; ilim, edebiyat ve en önemlisi de bir cihan imparatorluğunun da dili olarak dünyadaki tüm diğer büyük imparatorluk dilleriyle aynı seviyeye çıkıyordu. İngilizce – Türkçe sözlük hazırlayan dönemin İngiliz dilbilimcileri İngilizce'nin Türkçe kadar zengin bir dil olmadığından dolayı üzüntülerini ifade ediyor; Türkistan'da Kaşgarlı Mahmud'un Türkçe lügatındaki belirgin olan yükseliş Devlet-i Aliyye döneminde daha da görkemli bir hâle geliyordu.

Kuşkusuz Türklerin tüm medeniyet unsurlarındaki bu yükseliş de İslam medeniyetine dâhil olmanın da payı önemliydi. O dönemde de Türkçe ile hem Arapça hem Farsça arasında etkileşim yaşanmış, karşılıklı kelime alışverişleri olmuş, alınan kelimeler Türkçe içerisinde dönüşerek asırlar içerisinde de Türkçeleşmişti. Zaten dünyada sadece kendi öz üretimi olan, başka dillerden alınmayan kelimelerden ibaret bir büyük dil hiç olmamıştı; bu ancak izole bölgelerde yaşayan kabilelerin dilleri için söz konusu olabilirdi. Burada önemli olan dilin yapısı, ahengi, sistematiğinin millî kalabilmesi; alınan kelimeleri asırlar içerisinde dönüştürüp kendileştirecek gücünün olup olmamasıydı. İşte Osmanlı döneminde Batı Türk tarihi için ilk defa bir Türk devletinin (bazı yöresel beylikler hariç) resmî dilinin Türkçe olması, Ukrayna'dan Yemen'e; Cezayir'den Bağdat'a Türkçe bilmeyenin memur veya asker bile yapılmamasının kural haline getirilmesi Türkçe'mizin hem ayakta kalarak bugünlere kadar gelebilmesi, hem Türk millî kimliğinin muhafazası hem de Türkçe'nin bir dünya dili olması için çok önemli bir aşama olmuştu. Padişahlar buna hassasiyet göstermiş, Fatih bunu kural haline getirmiş, sonraki asırlarda Kânûn-ı Esâsî'nin 18. Maddesine Türkçe'nin devletin dili olduğu mühür olarak vurulmuştu. Selçuklu dönemindeki Farsça hâkimiyeti böylelikle kırılmıştı. Neticede imparatorluğumuz çöktü, topraklarımız bir avuç kaldı ve maalesef tüm medeniyet unsurlarımızla birlikte Türkçe de küçüldü. Buna Cumhuriyet döneminde bir dönem uygulanan dilde tasfiyecilik ve uydurmacılık da eklenince hem fakirleşmenin hem de Batı'nın kültürel hegemonyasının bir sonucu olarak Türkçe'ye İngilizce ve Fransızca kelimeler hücum etmeye başladı. Türkçe'nin bu kötü vaziyetini ve gidişatını görüp, bunu dert olarak sahiplenen, Türkçe davasını bir millî dava olarak yükselten de Yavuz Bülent Bâkiler olmuştu. Her mecrada Türkçe'yi o eski ihtişamlı günlerine döndürmek için mücadele eden, lisan meselesinin devlet meselesi kadar mühim olduğunu ifade eden hep O olmuştu. Bir yandan şiiriyle, hitabetindeki ve üslubundaki o müthiş Türkçe ile bu davayı dile getiriyor bir yandan da ikazlarıyla bir milleti diline sahip çıkması için uyandırmaya çalışıyordu. Dahası Türk Dünyası davası için de yazıp çiziyor, "Üsküp'ten Türkistan'a" bir milletin dirilişini anlatıyordu. "Şaşırdım Kaldım İşte" gibi aşk şiirlerine Türklük ve Türkçe aşkına dair eserleri ve konuşmaları eşlik ediyordu. Türklerin son iki asırlık makus talihini geri çevirmek için mücadele ederken, bu mücadelenin en önemli cephelerinden biri olarak Türkçe'yi görüyor; cephede en önde Türk dilinin sancaktarlığını yapıyordu. Yavuz Bülent Bâkiler şimdi çok mühim izler bırakarak aramızdan ayrılıyor. Türkçe davasının sancağını taşımak biz geride kalanlara düşüyor... Üstada rahmet olsun. Onun geride bıraktığı mısralar da "şaşırıp kalanlar"a yoldaş olsun…

"Sözde, senden kaçıyorum doludizgin atlarla,

Bâzan sessiz sedasız, ipekten kanatlarla,

Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla,

Karşıma çıkıyorsun en serin imbatlarla,

Adını yazıyorsun bulduğun fırsatlarla,

Yüreğimin başına noktalarla, hatlarla,

Baş başa kalıyorum sonunda heyhatlarla,

Sözde senden kaçıyorum doludizgin atlarla...

Ne olur bir gün beni kapında olsun dinle,

Öldür bendeki beni, sonra dirilt kendinle..."

Kaynak: GAMZE KARABULUT