1. ABDULKADİR SELVİ/KAAN düşmanlığı
İLK yerli ve milli uçağımız KAAN için demediklerini bırakmadılar. Kimi ‘kalorifer peteğine benziyor’ dedi, kimi vileda sapına benzetti. KAAN uçtukça kahroldular. Ne zaman ki Dışişleri Bakanı Hakan Fidan,“Şu anda almayı beklediğimiz F-35 ve KAAN’ın motorları var. ABD Kongresi’nde bekletiliyor ve lisansları durmuş durumda. Onların lisanslarının hayata geçirilmesi ve motorların gelmesi lazım ki KAAN’ların üretimi başlayabilsin. Bizim ABD ile olan ilişkimizde sınırlamaların olması, bizi ister istemez uluslararası sistemde daha farklı arayışların içerisine itecek” deyince KAAN düşmanı lobi harekete geçti. Demek ki motoru yerli değilmiş diye KAAN düşmanı lobi harekete geçti. CHP’nin yerli ve milli düşmanı Genel Başkan Yardımcısı Namık Tan’ın zil takıp oynamadığı kaldı. “Demek ki neymiş? KAAN’ın bugünden yarına F-35’in yerini alması olanaksızmış” diye kendini paralamaya başladı. Evden getirilen iki elma bir mandalinayla Yerli Malı Haftası yapmayı bilirler ama yerli ve milli uçak gemisi TCG Anadolu’ya, yerli ve milli otomobilimiz TOGG’a, yerli ve milli savaş uçağımız KAAN’a laf atmak için yanıp tutuşurlar. Oysa dünyanın ciddi savunma dergileri KAAN’a geniş yer ayırıyor. ATATÜRK ZAMANINDA OLSALARDI Bunlar Atatürk’ün zamanında olsa Kırıkkale’deki silah ve mühimmat fabrikasına, Karabük’teki demir çelik tesislerine, Sümerbank’a, şeker fabrikalarına, demiryollarına düşman olurlardı. Oldular zaten. Atatürk öldükten sonra Nuri Killigil’in silah fabrikalarını bombayla havaya uçurmadılar mı? Şakir Zümre’nin top mermileri üreten fabrikasını soba fabrikasına çevirmediler mi? Nuri Demirağ’ın ürettiği uçakları, Vecihi Hürkuş’un lisans alıp yabancı ülkelere satmayı başardığı uçak fabrikalarını toprağa gömmediler mi? Bu bir kafa yapısı. Yerli ve milli olana düşman olan kafa yapısı. Bu bir zihniyet. Bu memleket neyi ürettiyse, bu ülkenin evlatları neyi başardıysa ona düşman olan zihniyet.
BU MİLLETİN EVLATLARI ÜRETİYOR TUSAŞ
Tesisleri’nde yerli ve milli helikopterlerimizi, uzaya fırlatılacak uydumuzu, yerli ve milli savaş uçağımız KAAN’ı üreten mühendislerimizi görmüştüm. Hepsinin gözleri çakmak çakmaktı. Hepsinin gözlerinde bu millete hizmet etmenin gururu vardı.
SÜRPRİZ YOK, AÇIKLANMIŞTI KAAN
ilk test uçuşunu gerçekleştirirken ne denildi? 2028 yılında ilk envantere girecek olan KAAN’ların ABD tarafından üretilen F110 motoruyla uçacağı açıklanmıştı. F-16’lar da bu motorla uçuyor. KAAN’ın yerli ve mili motorla uçuşu için 2032 tarihi verilmişti. TEI ile TRMotor tarafından geliştirilen yerli turbofan motor TF35000’in KAAN savaş uçağına entegrasyonunun 2032 yılından itibaren başlaması hedefleniyor. Bunlar bugün açıklanmadı. KAAN’ın test uçuşunun başarıyla gerçekleştirildiği törende açıklanmıştı. Burada saklanan, gizlenen bir şey yok. Yerli ve milli savaş uçağı motorlarının testlerinin 2026 yılında başlaması bekleniyor. Savunma Sanayii Başkanı Haluk Görgün, “KAAN seri üretimi yabancı değil, yerli motor üzerinden planlandı. KAAN savaş uçağının ana motoru TF35000 ve yardımcı güç ünitesi APU60 için geliştirme faaliyetleri başarıyla devam etmektedir. Savunma sanayisinde süreç daima bu şekilde işler. Önce mevcut motorlarla başlanır, ardından milli motor projeleri devreye alınır. Biz de KAAN’ı blok yaklaşımıyla üretiyoruz” diye açıklama yaptı. KAAN’ın seri üretimi sadece bizi ilgilendirmiyor. Savunma alanındaki en büyük ihracat kalemlerimizden birini Endonezya’ya satışını yaptığımız 48 adet KAAN oluşturuyor.
GECİKME YOK
Haluk Görgün, “Bu kapsamda KAAN savaş uçağımızın teslimat takviminde bir gecikme bulunmamaktadır. Seri üretimimizi riske atmamak için de yalnızca tek bir kaynağa bağlı kalmıyor, farklı tedarik kanallarıyla çalışıyor, alternatifleri eşzamanlı olarak değerlendiriyoruz. Böylece hem takvimi güvence altına alıyor hem de milli motor geliştirme yol haritamızı kesintisiz ilerletiyoruz” diye konuştu.
YERLİ VE MİLLİ MOTOR
Türkiye, yerli ve milli motor üretimi konusunda önemli mesafeler kat etti. Savunma Sanayii Başkanı Haluk Görgün’ün dediği gibi “Türkiye, motor teknolojilerinde kara, hava, deniz ve füze sistemlerinin tümünde ihtiyaç duyulan kritik kabiliyetleri yerli ve milli imkânlarla karşılayabilecek seviyeye ulaşmıştır”.
TOGG’A ÇAMUR ATMIŞLARDI
TOGG için “İtalya’dan gemilerle getiriyorlar” dediler. TOGG seri üretime başladı, hatta ihracat için yabancı fuarlarda görücüye çıktı. Dillerini yuttular. KAAN’ı da kendi yerli ve milli motorumuzla uçuracağız, bakalım o zaman ne diyecekler? İzmir’in çöpünü toplamayı beceremezler ama bu kafa yapısı olduğu sürece yeni bir kulp bulurlar.
2. AHMET HAKAN/ Akif Beki sen gazeteci tehdit etmiş adamsın
TAYYİP Erdoğan’ın eski basın müşaviri Akif Beki, Halk TV’ye çıkmış. Görev yaptığı dönemi anlatıyor. Aman da aman. Onun döneminde özgürlük rüzgârları esiyormuş. Gazetecilerin sorularını önceden vermesi mümkün değilmiş, sadece konu başlıklarını isterlermiş falan. O dönemin tanıkları anlatsınlar bakalım Akif Beki’nin medya üzerinde estirdiği terörü. Hangi gazetecinin boğazını sıktı? Hangi gazetecileri işten attırdı? Akreditasyon uygulamasını nasıl başlattı? O dönem kurumsal ilişkilerin ötesinde tam bir medya müfettişi haline gelmişti Akif Beki. Tehditler savuruyordu sağa sola. Bir keresinde bana dolaylı yoldan mesaj göndermişti, “Ona aman dileteceğim” diye tehdit etmişti resmen. Dün Hüsnü Mahalli açıkladı: Ali Kırca’nın programında Tayyip Erdoğan’a soru soran gazeteciler arasındaymış Hüsnü Mahalli. “Benim dönemimde soruların istenmesi akıldan bile geçmezdi, bu çok büyük rezalettir” diyen Akif Beki, şunu yapmış: Erdoğan’a soru soracak gazetecilerin eline kâğıt tutuşturup “Bu soruları soracaksınız” demiş. Hüsnü Mahalli, kendisine verilen soruyu sormayınca da... Reklam arasında Mahalli’ye bağırıp çağırmış, Hüsnü Mahalli de ona bağırıp çağırmış. Şu anda İletişim Başkanlığı... Kimsenin eline soru tutuşturmuyor. İsteyen istediği soruyu sorabiliyor. Sadece sorulmak istenen sorular önceden isteniyor. Gazetecilerin eline soru tutuşturmaya cüret etmiş, bunun dışına çıkana da bağırıp çağırarak had bildirmeye kalkmış Akif Beki, bugün çıkmış “Benim döneminde böyle bir şey olamazdı” falan diye atıp tutuyor. İnsanda azıcık da olsa utanma, sıkılma olmaz mı? Olmayabilirmiş demek ki.
HAKAN FİDAN’IN AÇIKLAMASINI KAAN’I BOĞMAK İÇİN KULLANMAK
Önce tam metin. Hakan Fidan’ın içinde KAAN geçen açıklamasının tam metni şöyle: “CAATSA konusu bizim için şöyle büyük bir sıkıntı: İki NATO müttefiki ülke arasında birbirlerinden bir şey almayı engelleyen bir yasal kısıtlamanın olması büyük problem. Şu anda diyelim F-35 vesaire. İşte almayı beklediğimiz KAAN’ın motorları var, şu anda bekliyor Amerikan Kongresi’nde. Onların lisansı durmuş durumda. Yani onların lisansının da hayata geçip motorların gelmesi lazım ki KAAN’ların üretimi başlayabilsin. Bizim Amerika ile ilişkilerimizde sınırlarımız olması bizi ister istemez daha farklı arayışlar içerisine itecek uluslararası sistemde. Kendi yeteneklerimizi zaten geliştiriyoruz. Onda bir problem yok. Ama hiçbir ülke, kendi geliştirdiği yeteneğiyle kendi kendine yeterli olmuyor.” Kime diyor bu sözleri Fidan? Tabii ki ABD yönetimine. Açıklamayı bağlamından koparmadan okuduğumuzda... Fidan’ın ABD yönetimine üç aşamalı uyarıda bulunduğunu görüyoruz:
- BİRİNCİ AŞAMA: “Kaldırın artık CAATSA’yı. Madem müttefikiz, gerekeni yapın. Kongrenizi harekete geçirin” mesajı.
- İKİNCİ AŞAMA: “CAATSA’yı kaldırmazsanız farklı arayışlara gireriz” şeklinde açık ve net uyarı.
- ÜÇÜNCÜ AŞAMA: Bakan Fidan’ın Kaan için sözünü ettiği motor, Kaan’ın geliştirme sürecine ilişkin test motoru... Kaan uçağının motoru yerli olacak, önemli olan bu. Hakan Fidan’ın bu açıklamasından... “Aaaa KAAN’ın üretimi durmuş. Meğer KAAN’ın motoru yokmuş” falan türü sevinçli sonuçlar çıkaranlar, Devrim otomobillerini daha doğmadan boğmaya çalışanların kuzenleridir. KAAN yükselecekse... Bunlara rağmen yükselecek.
EN İYİ MODERATÖR: NUMAN KURTULMUŞ EN DEMOKRATİK PLATFORM: KOMİSYON
Farklılıkların selamı sabahı kestiği... Kimsenin kimseyi pek dinlemediği... Herkesin kendi kampına kulak verdiği... Türkiye’de çok acayip bir şey oluyor. Türkiye’nin en önemli sorunu olan Kürt sorunu; Meclis’teki komisyonda... Çatır çatır, alabildiğine özgürce, hiçbir sansürün geçerli olmadığı biçimde tartışılıyor. Söylenmesi gereken her şey söyleniyor. Hiç kimse kelimelere takılmıyor. Hiç kimsenin başına bela gelmiyor. Komisyon’daki herkesin ortak iradesi şu: Artık çözüm gelsin. Böyle bir tartışma ortamının Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında gerçekleşmesini sağlayan herkese bin teşekkür. Ama en büyük teşekkür... AK Parti’den, CHP’den, DEM’den, MHP’den ve diğer partilerden komisyona katılan milletvekillerine. Komisyon üyesi milletvekillerinin olağanüstü sabrı, gayreti, çözüm odaklı yaklaşımları sayesinde bu komisyon, çok önemli bir işlev görüyor, görecek. Bu arada Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un... Sağduyulu, yapıcı, çözümcü, adil, diyalogcu, toparlayıcı yaklaşımını da unutmamak gerekir. Yürüttüğü moderatörlükle Türkiye’nin en iyi moderatörü payesini çoktan hak etti.
OTURARAK / AYAKTA / HİÇ KATILMAYARAK
CHP’nin Meclis açılışında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı karşılama seçenekleri şunlar:
- OTURARAK: Bunu daha önce denemişlerdi.
- AYAKTA: Bunu da daha önce denemişlerdi.
- HİÇ KATILMAYARAK: 1 Ekim’de bunu deneyeceklerini açıkladılar. Bu seçenekler arasında gidip gelen CHP hakkında politize ve fanatik olmayan ahalimizin iç sesi, şöyle olacaktır: “Erdoğan’ın uğraştığı şeylere bak. CHP’nin Erdoğan üzerinden uğraştığı şeye bak.”
BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ VE FİLİSTİN MESELESİ
Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dışişleri Bakanı, Netanyahu ile bir araya gelmiş. Bazıları bu durumu çok yadırgıyor. “Nasıl yaparlar. Üstelik onlar da Arap” falan diye. Zerre kadar yadırgamadım ben. Netanyahu gibi bir katille el sıkışmayı içe sindirmenin Arap olmakla ya da Arap olmamakla hiç alakası yok. Netanyahu gibi bir katille el sıkışmayı içe sindirmek, insanlıkla ilgili devasa bir zaafa sahip olmakla alakalı bir şey. Başka bir şeyle alakası yok.
YAVUZ BÜLENT BAKİLER
Geçen gün kaybettiğimiz Yavuz Bülent Bakiler, benim şairlerimden değildi. Ben şiirde Sezai Karakoç / İsmet Özel / Cemal Süreya / Turgut Uyar / Edip Cansever çizgisine yakınım her zaman. Türkçeye sonradan kazandırılan sözcükler konusunda da Yavuz Bülent Bakiler kadar tutucu olmadım hiçbir zaman. Ben “mesele” de derim “sorun” da. “İhtimal” de derim “olasılık” da. “Şart” da derim “koşul” da. Fetullah’ın gerçek yüzü ortaya çıkmadan önce TV’de Fetullah’la ilgili olumlu sözler etmiş Yavuz Bülent Bakiler. O konuşmasından kesitleri dolaşıma sokuyorlar sosyal medyada, “Bak o da Fetullahçıymış” diye. Konuşmanın tarihini özenle saklayarak yapıyorlar bunu. Keşke hiç bulaşmasaydı Fetullah’a ama sonuçta o sözleri söylediği tarih de önemli. Yavuz Bülent Bakiler’in gıpta ettiğim özelliğine gelince... Hiç duraksamadan, gürül gürül akan, asla teklemeyen, neredeyse hatasız konuşmasıydı. Kâğıda bakmadan kâğıda bakar gibi konuşurdu. Cümlelerinde özne, yüklem falan her zaman yerli yerindeydi. Allah’tan rahmet diliyorum kendisine.
3. ZAFER ŞAHİN/Derdi KAAN olanlar kazanacak
Her şey Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ABD’den yaptığı “Şu anda almayı beklediğimiz F-35 ve KAAN’ın motorları var. ABD Kongresi’nde bekletiliyor ve lisansları durmuş durumda. Onların lisanslarının hayata geçirilmesi ve motorların gelmesi lazım ki KAAN’ların üretimi başlayabilsin” açıklamasıyla başladı. 8 Muhalif medya ve ideolojik takıntıları her şeyin önüne geçmiş siyaset esnafı adeta müjdeli bir haber almış gibi üç gündür üzerinde tepiniyor bu açıklamanın. Ülkenin Milli Muharip Uçağı’nın üretiminin durma tehlikesi umurlarında bile değil. Onlara göre bu A-KE-PE içindeki bir kavganın dışa vurumu.. Ve buradan yürümeyi tercih ediyorlar… Oysa Hakan Fidan o açıklamada “Bizim ABD ile olan ilişkimizde sınırlamaların olması, bizi ister istemez uluslararası sistemde daha farklı arayışların içerisine itecek” uyarısı yapıyor Trump yönetimine. Yani “Kaldırın şu yaptırımları artık, bizi farklı alternatifler aramak zorunda bırakmayın” mesajı veriyor. Ama kimse meselenin bu boyutu üzerinde durmuyor. Dişine kan değmiş kurt misali olmayan bir yarayı derinleştirmeye çalışıyorlar. Fidan keşke muhataplarına bu uyarıyı medya üzerinden yapmasaydı. Ve böyle tartışma hiç gündeme gelmeseydi. Dünyada 5. Nesil Savaş Uçağı üreten sayılı ülkelerden biri olmamızı yıllardır hazmedemeyen ve ilginç bir şekilde bunun ezikliğini yaşayan zihniyet için bu “KAAN tartışması” bulunmaz bir nimet. Hem ülkenin özgüvenini yükselten, gurur duyulan bir projeyi kötülüyor hem de aklınca AK Parti içine nifak sokuyor. Ama bu sevinçleri kursaklarında kalacak. Savunma Sanayii Başkanı (SSB) Haluk Görgün’ün şu açıklamasına dikkat: KAAN için yerli motor geliştirme çalışmaları planlandığı gibi ilerliyor. KAAN’ın geleceği hiçbir şekilde tek bir ülkenin motoruna bağlı değil. Bu ülke savunma sanayiinde ne ambargoları kendi yerli ve milli üretimiyle boşa çıkardı. KAAN için de aynı sürecin işlediğinden hiç şüpheniz olmasın. En nihayetinde derdi KAAN olanlarla derdi siyaset olanların mücadelesi bu… Memleketin derdiyle dertlenenler kazanacak. Bulanık suda balık avlamaya çalışanlar kaybedecek. Mesele bu kadar basit. Arapzon değil Trabzon Eski mankenlerden Tuğba Özay’ın Arap turistlerle ilgili bir videosu dolaşıyor kaç gündür sanal alemde. Özay “Trabzon oldu Arapzon” diyerek Arap turistleri aşağılıyor! Bu videonun bütün Arap dünyasında izleneceğinden ve bunun rezervasyon iptali olarak bize döneceğinden şüpheniz olmasın. Dünyada başka hiçbir ülkenin turizm sektörü bizdeki gibi baltalanmamıştır… Peki kimdir bu Arap turistler, ne faydası var Türkiye’ye? Hiç düşündünüz mü? Dünya Turizm Örgütü (UNWTO) verilerine göre Arap turist oranı tüm turistlerin yüzde 5’i kadar...
Ama dünyadaki turizm harcamalarının yüzde 15’ini onlar yapıyor. Avrupalı turist ortalama 1.000-1.500 dolar harcarken, Arap turistlerde bu rakam 2.000-3.000 dolar seviyesine çıkıyor. 9 Lüks alışverişi, marka ürünleri, gastronomiyi seviyorlar. Kalabalık aile gruplarıyla seyahat edip, uzun süreli konaklamayı tercih ediyorlar. Bir otel müdüründen dinlemiştim: “En iyi müşterimiz onlar. Para harcamayı seviyorlar, geç yatarlar, kahvaltıya inmezler. En az 2 hafta konaklarlar.” 2023 yılında Türkiye’ye gelen turistlerin yaklaşık %12-15’i Arap ülkelerinden geldi. Şundan hiç şüpheniz olmasın. Kendini bilmezlerin sistemli şekilde kaçırdığı Arap turisti, Batı ülkeleri ayılıp bayılarak karşılıyor, kapıyor. Yani mevzu Tuba Özay’ın anladığı ve anlattığı gibi değil.
4. MAHMUT ÖVÜR/Komisyona Rojava engeli
Başkan Erdoğan, Trump ve önemli İslam ülkelerinin aynı masada buluşması, ardından iki liderin baş başa Washington'da görüşmeleri, Gazze ve Suriye'de yeni bir dönemin başlayacağı umudu verdi. O umudun hayata yansıması için de Trump'ın Siyonist Netanyahu'yu dizginlemesi gerekiyor. Eğer bu başarılır ve 21 maddelik Gazze Planı hayata geçerse, İsrail kışkırtmasıyla zora giren Suriye merkezi hükümeti ile YPG görüşmelerinin de önü açılır. Bu fotoğraf Gazze meselesi ile Suriye'deki YPG ve "terörsüz Türkiye" meselesinin nasıl iç içe geçtiğini de gösteriyor. Bu nedenle "terörsüz Türkiye" sadece bir iç siyasi mesele değil, bölgesel bir mesele ve Başkan Erdoğan'ın altını çizdiği gibi başta Türk-Kürt-Arap olmak üzere bütün bölge halklarını ilgilendiriyor. Sürece kerhen destek veren veya karşı çıkan aşırı milliyetçiler bir yana, başta DEM Parti içindeki bazı siyasi aktörler ve "fırsatçı" Kürt milliyetçi çevreler, bir süredir İsrail'in kışkırtmasıyla ısrarla içerideki barış süreci ile Suriye'deki YPG meselesinin ayrı tutulmasını istiyor. Oysa Öcalan'ın 27 Şubat açıklaması ve onu netleştirmeye çalışan rahmetli Sırrı Süreyya Önder'in "PKK ve ilgili bütün yapılar silah bırakacak" sözleri çok açıktı. Türkiye'de DEM Parti nasıl bir siyaset izleyecekse aynı şeyi PYD'de de Suriye'de yapacaktı. Çünkü Suriye'nin Arap, Kürt, Nusayri ve Dürzi birlikteliğine ihtiyacı vardı. Suriyeli Kürtler merkezi yönetimin parçası olarak ayrılığın değil, bütünleşmenin ve yeni bir sentezin öncüsü olmalı. Aksi bir durumun nasıl bir fotoğraf ortaya çıkaracağı 2014 sonrası Rojava'daki "kanton devrimi" uğruna heba edilen "Çözüm Süreci"nde görüldü. O süreçte bu ülkenin Türkleri de Kürtleri de ağır bedeller ödedi. Ne uğruna? ABD emperyalizminin desteği uğruna. Peki değdi mi? Değmediğini o günün siyasi aktörleri çok iyi biliyor. Çünkü artık temelleri Türkiye'de atılan güçlü bir Türk-Kürt birlikteliği var. 10 Bir süre önce Meclis'teki komisyonda görüşleri dinlenen ve daha çok Kürt toplumuyla ilgili araştırmalarıyla bilinen Rawest Araştırma Direktörü Roj Girasun, "Kürtlerin sosyolojik değişimi kaçınılmaz olarak bir çözümü dayatıyor" diyor ve şöyle devam ediyordu: "Bugün içinde olduğumuz sürece sadece devlet ve örgüt arasındaki müzakereler olarak bakmamak gerekir. Kürt sosyolojisi artık yerleşik, şehirli, daha eğitimli ve Türkiye ile daha entegre. Kürtler hem Türkiyelileşiyor hem de Kürtlük bilinci artıyor. Bu ilk başta paradoks gibi görünse de aslında bu bir sentez. Türk ve Türkiyelilik tartışması bile bir ayrışma talebi değil, aksine Kürtler Türkiye'nin kimliğinin bir parçası olmaya çalışıyor." Bu gerçek ortada dururken, komisyonun çalışmalarını PYD-YPG üzerinden kilitlemeye çalışmak sadece bölgeyi etnik çatışmalar cehennemine çevirmek isteyen Siyonist-emperyalistlerin işine gelir. Aslında bu konuda konuşması istenen "kurucu önder" Öcalan tavrını çok net koymuştu: "Hâlâ silah, silah diye zırvalıyorlar. Yüzde 90 hallettik. Bunlar alçaklar, şerefsizler, şehvet düşkünü. Mezarımızı kazıp bizi öldürüp gömmek mi istiyorlar? Daha ağır şeyler söyleyeceğim ama... Bunlar savaş istiyorlar. Gazze'yi siz beslediniz, tahrik ettiniz. İsrail'i ise teşvik ettiniz. Hızla bizi buraya sürüklemek istiyorlar. Ben barış istiyorum." İşin garip tarafı bu açıklamaları sadece Mazlum Abdi veya YPG'liler değil, DEM Parti içinde de duymazdan gelenler var. Bütün bu gariplikleri gidermek için belki bir kez daha Öcalan devreye girmeli. Bu arada Meclis Komisyonu da elini çabuk tutmalı ve siyasetin önünü açacak yasal düzenlemeleri yapmalı. Buna Türkiye'nin de bölgenin de ihtiyacı var.
5. BERCAN TUTAR/ Siyonist girdapta emperyal kırılma
Üçüncü yılına girecek olan Gazze'deki soykırım ile dördüncü yılına doğru ilerleyen Ukrayna'daki savaşın asıl nedenleri ortadan kalkmadan kalıcı bir barışın ve istikrarın sağlanması zor görünüyor. Şu an yeryüzündeki bütün çatışma ve krizlerin temelinde ABD ile rakip güçler olarak konumlandırdığı Çin ve Rusya arasındaki güç mücadelesi var. Özellikle de Çin'in Kuşak Yol Projesi'ni baltalamaya ve kuşatmaya yönelik hamleler dikkat çekiyor. Ukrayna savaşıyla hem Rusya'ya karşı Avrupa'nın konsolide edilmesi sağlandı hem de Çin'in Rusya'dan geçip Avrupa'ya ulaşması planlanan kuzey koridoru devreden çıkarıldı. Gazze soykırımı ve İsrail'in İran ve diğer bölge ülkelerine yönelik saldırıları, Çin'in Kuşak Yol Projesi'nin orta koridorunu hedef alıyor. Tayvan meselesi, Güney Çin Denizi'ndeki krizler, PakistanHindistan çatışması ve Myanmar sorunu ile de güney koridoru baltalanmak isteniyor. Şu an zayıflatılamayan tek proje orta koridor. Zengezur hamlesi, Gürcistan'daki siyasi çekişmeler ve AB'nin Orta Asya devletlerine yönelik açılımları orta koridorun şahdamarı konumundaki TransHazar hattını kuşatmaya ve hayata geçmesini zorlaştırmaya dayanıyor. Fakat Türkiye'nin bu hattın omurgasını oluşturması büyük bir dirence yol açıyor. 25 Eylül'deki Erdoğan-Trump görüşmesinin de gösterdiği gibi Türkiye "çift başlı Selçuklu kartalı" manifestosuyla da dile getirdiği gibi yeni süreçte bağımsız bir duruş sergileyeceğini en üst perdeden hem BM'de hem Beyaz Saray'da hem de Sayın Bahçeli'nin "TRÇ ittifakı" çıkışıyla dile getirdi. Şimdilik alttan alan ABD, Türkiye ile yeni bir sayfa açıyor. Çünkü Türkiye, Ortadoğu ve Orta Asya ile Güney Asya başta olmak üzere Doğu Akdeniz, Karadeniz, Kuzey Afrika, Kafkasya ve Balkanlar gibi küresel güç mücadelesinin en kritik bölgelerindeki ağırlığı ile her tür güç projeksiyonunda "bypass" edilmesinin imkânsızlığını emperyal merkezlere kabul ettirmiş durumda. Bu bağlamda kimse Türkiye'yi dışlamaya çalışmıyor. Rusya da Çin de ABD ve AB de Türkiye ile ilişkilerini derinleştirmenin yollarını arıyor. Dolayısıyla Gazze'deki soykırım üzerinden bölgeye ve Türkiye'ye dayatılan siyonist paradigma parçalanıyor. Şimdi bu parçalanmayı restore eden çalışmaları görüyoruz. Hâliyle ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu görüşmesinde gündeme gelen Gazze'de ateşkesi öngören 21 maddelik plan, aslında bir moladan ve küresel ölçekteki stratejinin başka yollarla devam ettirilmesinden başka bir anlam taşımıyor. Yoksa Gazze'de barış ve ateşkes konuşulurken İran'a yönelik BM ambargoları yeniden devreye girmezdi. Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş sivil ve ekonomik hedefleri de kapsayacak çapta kızışmazdı. Daha da önemlisi Çin'i kuşatmaya yönelik her tür lojistik ve askeri hamleler ardı ardına devreye sokulmazdı. Angola, Mozambik, DKC ve Tanzanya'dan Afganistan, İran, Filipinler, Myanmar, Gürcistan ve Venezuela ile Karayipler'e kadar uzanan sahalarda Çin ve Rusya'ya karşı yeni bir küresel strateji hattı oluşturuluyor. Yeni Gazze planı bu stratejik satrancın ilk hamlelerinden biri. Ana hedef Avrasya başta olmak üzere küresel nüfuz alanlarını, jeo-ekonomik sahaları ve ticaret yollarını yeniden şekillendirmek. Fakat bunu yapabilmenin yolu Rusya, Çin ve Hindistan arasındaki hat ile Türkiye'nin pekişen nüfuzunu dengelemekten geçiyor. İşte burada ABD ve Avrupa stratejik bir sınavla karşı karşıya. Siyonist İsrail yönetiminin saplantılı hedefleri için Batı, küresel ve bölgesel çıkarlarını feda edip edemeyeceğine karar verecek. Gazze'nin 12 geleceğine dair kararlar bu bağlamda belirleyici olacak. Bakalım emperyal merkezler bu siyonist girdaptan nasıl çıkacak?
6. YUSUF DİNÇ/ Adil düzene ne oldu?
Türk siyasetinin ekopolitik yönelimlerine dair söylenecekler var. Partiler tümden küresel sermayeye tabi bir ekopolitik kurdu. Bir Vatan Partisi direniyor. Bir de Cumhur İttifakı’nın özü. Maalesef siyaset olması gerektiği gibi ekopolitik farklılaşmayla değil popülist akım ve retoriklerle çeşitleniyor. Bir kafa karışıklığına işaret eden bu bulanıklık dahi düzenin değişmeye başladığını göstermeye yeter. Halk partisi gibi bazısında ekopolitik falan koptu gitti. Eylem-söylem tutarsızlığı içinde bir gidişat sergileniyor. Gelecek partisi zira… Deva falan iyi gene. Yaramaz ama ne olduğu belli. Türkiye’de ekopolitik duruşuyla küresel sermaye karşısında kemikleşmiş partiler vardı. Takip edemedim uzun zamandır ancak geçen hafta önüme bir fırsat çıktı. Sözcü TV’de hemşehrim de olan Sn Mahmut Arıkan’ı izledim. Özlem Gürses sordu. “Samimiyet” temalı bir muhalefet söylemiyle soruları karşıladı. Gürses konuyu ekonomiye getirdi. Saadet Partisi ne öneriyor gibi bir soru sordu. İşte dedim, siyonizm tam gemi azıya almışken Saadet Partisine sorulacak en iyi soru. Ya da belki yegâne soru… Ama ne fayda, simitler-çaylar havada uçuştu, Sn Arıkan bir kere olsun “adil düzen” demedi, diyemedi. Vay be… Türk siyasetinin geliştirdiği en değerli iki kavramlaştırmadan ikincisini sahipsiz gördüm. Birincisi Nizam-ı âlem i’la-yı kelimetullah… Fatih’ten miras… Oysa Erbakan’ın bıraktığı yerden üstüne çok koymuşlardır, diye düşünmüştüm. Beğenmiyorlarsa adil düzenin içeriğini değiştirmişlerdir, baştan yazmışlardır, bir şeyler yapmışlardır dedim. Belli belirsiz bir şeyler var ama adil düzen değil.
Merhum Başbakan neredeyse hiç siyaset konuşmadı, kültür konuşmadı, eğitim konuşmadı; konuştuysa siyonizme karşı adil düzeni konuştu. Bir şeyi çözerse her şeyi çözeceğini biliyordu belki. Her şeyi mezcediyordu da ekopolitik kısmı belirleyiciydi. Şimdi adil düzensiz Saadet Partisi mi olur? Belki partide yaşanan yol ayrımı nedeniyle miras diğer tarafta kalmıştır, dedim. Fakat gördüm ki Yeniden Refah Partisi de oralı değil. Milli görüş var, adil düzen yok. Adil düzensiz milli görüş mü olur? Hasılı, kimse Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın samimiyetini sorgulayacak durumda değil. Geçen Gaffar Yakınca ile konuştuk. Solcu takılıp faizci olabilen yegâne solcuların Türkiye’de olduğuna hayıflandık. Faizsiz finansman modelleri geliştiren Avrupa’nın JAK, MAG, Coop57 solcularının kulakları çınlasın. Amacım partileri veya düşünceleri yermek değil. Zaten kim ne diyor diye bugün araştırmam da yersiz değil. Fırtına yaklaşırken Türkiye yeni dünya düzenindeki ekopolitiğini arıyor. Türkiye’nin eski dünyadan yeni dünyaya geçenler arasında olacağı Cumhurbaşkanının ABD ziyaretiyle ilan oldu. Evet, Türkiye geçecek. Ama nasıl geçecek? Bu soruya cevap bulunması gerekiyor. Bir mutabakat oluşturmak adına… Ekonomik birimlerin konumlanmasında kerteriz olsun diye…
Sn Bahçeli’nin TRÇ’yi gündemde tutma gayretini buna yoruyorum. Benim meseleyi bu köşede parti parti ele alışımın nedeni de bu. Bakan bakan, mevzi mevzi, parti parti gayretimizi ortaya koyacağız. Önerimizi sunacağız. Adil düzenci adil düzenciliğini yapacak, solcu solculuğunun hakkını verecek. Ortaya karışık bağlamlar kimseyi kurtarmaz. Siyasetin hali eleştirilecek bir durum olmanın ötesinde, popüler ifadesiyle silkilenecek bir durumdayız. Bireysel ikballer değil, Türkiye’nin geleceğine katkı vermekse amaç… Ya üniversiteler ya sivil toplum nerede diye de sorulabilir? Türkiye önerisiz ortamda kendi isteğine göre mi, başkasının isteğine göre mi pozisyon alacak, alabilecek? Tekdüze parti programı dönemi bitti. Düşünce ocağı gibi çalışma zamanı şimdi. Demokrasi bunu gerektirir. Artık küresel sermaye entegrasyonunun, pratik ve pragmatik siyasetin sorgulandığı bir döneme girdik. Bakanların onlarca kurumu, sandığı, şirketi var. Ne yapıyoruz diye soracaklar. Kılıçdaroğlu bile katkısını verdi. Anmak istemiyorum ama teröristbaşı dahi bir okuma ortaya koydu. Bakınız Türkiye, Tom Barrack’ı istemiyoruz dese, gönderebilecek ülke artık. İsim meselesi değil. Daha büyük. Ben TÜSİAD’ın yaklaşımını bekliyorum ama TÜSİAD tartışmanın başında değil, daha çok sonunda olmayı seçecek. Bugün adil düzen sahipsiz, milli görüş adil düzensiz, sol ise faizci. Türkiye’nin ekopolitik geleceği önerisiz kalırsa başkalarının yazdığı senaryoya mecbur kalırız. Bugün partiler ekopolitik önerilerini sunup seçmenin tercihine bırakmak ve hatta ortamın çetinliğine göre bir mutabakat arayışına girmek zorunda. Türkiye’nin yeni dünyaya geçişi ancak böyle bir ortak akıl veya samimiyetle mümkün olacak.
7. YAHYA BOSTAN/Ankara o planın hangi maddesine itiraz etti?
Bir önceki yazıda ABD’de, ABD Başkanı Trump ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın masabaşında oturduğu Gazze toplantısını ve Beyaz Saray’daki Erdoğan-Trump buluşmasını yakın takibe aldığımı söylemiştim. İlk toplantıyla ilgili bazı bilgiler vermiştim ama yeni detaylar var. Bu yazıda iki zirvenin arkaplanına eğilecek, kamuoyunun gündemine gelmeyen bazı hususları vurgulayacağım. ABD Başkanı Trump’ın Gazze planıyla başlayalım. Trump’ın o toplantıda, liderlere, 21 maddelik bir plan sunduğu medyaya sızdı. Detayları okumuşsunuzdur. Yaptığı açıklamalara bakarsak Trump umutlu. Dün akşam Netanyahu ile randevulaştılar. İsrail basını Netanyahu’nun planla ilgili revize teklifler vereceğini yazdı. İsrail Başbakanının Trump’ı etkileme kapasitesini, yani planın akamete uğrama ihtimalini not ederek… Metne yansımayan unsurları kısaca özetleyelim.
HAMAS ÜYELERİ NEREDE YAŞAYACAK?
Bir. ABD diyor ki… Filistin-İsrail meselesi asırlık sorun. Bunu çözmemiz zor. Bu plan Filistin odaklı değil Gazze odaklı olsun. İki. Ama S. Arabistan demişti ki… “İbrahim anlaşmalarının devamını istiyorsanız soykırım dursun, iki devletli çözüm için irade beyanı ortaya konsun.” Planın 20’nci maddesi o irade beyanıdır. Ama bağlayıcı değildir. Üç. Hamas’ın silah bırakması isteniyor. Hamas olumlu. Silah bırakan unsurlar için af öneriliyor ve Hamas’ın Gazze’den çıkması bekleniyor. Bu takdirde üçüncü ülkeler gündeme gelecek. Katar daha fazla sorumluluk alma yanlısı değil. Bir anlaşma sağlanırsa, Hamas üyeleri Türkiye ya da S. Arabistan’a yerleşebilir. Hamas yönetimi üçüncü ülkelerde suikastla karşılaşmak istemiyor. Anlaşma sağlanırsa Tel Aviv, bu şartı kabul etmek zorunda kalacak. Bu arada Ankara’nın önemli bir itirazı var. “Filistin devleti kurulsun, Hamas silahlarını Filistin devletine teslim etsin” diyor.
FİLİSTİN’İ KİM YÖNETECEK?
Dört. Plana göre Gazze’de işgal bitecek. Teknokrat kabine kurulacak. Filistin Yönetimi’nde reform yapılacak. ABD, Mahmud Abbas’ın devam etmesini istemiyor. Abbas’ın yardımcısı Hüseyin Şeyh’in ismi önümüzdeki süreçte gündeme gelebilir. BAE -yıllardır olduğu gibi- Muhammed Dahlan ismini öne çıkarıyor. Ancak saha çalışmalarına göre Filistinliler, İsrail hapishanelerinde esir tutulan Mervan Barguti’yi lider olarak görmek istiyor.
TÜRK ASKERİ GAZZE’YE GİDER Mİ?
Beş. Plana göre Filistin’in bir ordusu değil polis gücü olacak. Ayrıca bölgeye sınır güvenliği için uluslararası güç konuşlanacak. Gazze’de Türkiye, Mısır, S. Arabistan, Katar ve Pakistan’dan askeri unsurların güvenliği sağlayabileceği belirtiliyor. İsrail’in Türk askerini Gazze’de istemeyeceğini söyleyebiliriz. “Ben Türk sınırına gitmeye çalışırken onlar benim arka bahçeme gelemez” reaksiyonu gösterebilirler. Öte yandan, Ankara’nın, Gazze’de güven ve istikrarı sağlamak için orada olmak istediğini de biliyoruz. Altı. ABD-İsrail cephesinin planı Gazze’yi tamamen boşaltarak yeniden inşa etmekti. Trump’ın bundan vazgeçtiği görülüyor. Gazze’den kimse zorla çıkarılmayacak. Ankara da hasta ve yaralılar dışında Filistinlilerin Gazze’den ayrılmasına sıcak bakmıyordu. Bu, Gazze’nin sonsuza kadar Filistinlilerin elinden çıkması anlamına gelirdi.
TREN KIRMIZI ODA’DA RAYDAN ÇIKTI
Erdoğan-Trump zirvesiyle devam edelim. Türk-Amerikan ilişkileri 2013 yılında Kırmızı Oda’da Obama’yla yapılan görüşmeyle rayından çıkmıştı. İlişkiler normalleşme iklimine geri dönmektedir. Bu süreç Trump’la da başlamadı. Süreç Biden’ın görev süresinin son yılına, Mart 2024’e gider. Öte yandan, bu ivme bir daha gerilim yaşanmayacağı anlamına da gelmez. Çıkarlar kimi yerlerde örtüşebilir, kimi yerlerde çatışabilir. Washington, henüz tesis ettiği “göz hizasında iletişim” perspektifinden uzaklaşmazsa anlaşmazlıklar yönetilebilir. Ancak Türkiye’den “çok kutuplu dünyada aktör olma” arayışından vazgeçmesi beklenemez. Ankara, stratejik çıkarlarını ne ABD’ye ne Rusya’ya ne de Çin’e endeksleyebilir.
SURİYE’DE HAVA POZİTİF
Erdoğan-Trump görüşmesiyle ilgili çok şey yazıldı çizildi. Bazı noktaların altını çizelim. Bir. Ruhban okulu meselesi Türk-Amerikan ilişkilerinin konusu değil. Türkiye’nin gayrimüslim vatandaşları ile kurduğu ilişkinin konusudur. Bir yönüyle de Türk-Yunan ilişkilerine dokunur. Ankara, vatandaşlarının taleplerini dikkate alırken Yunanistan’ın Müslüman-Türk azınlıkla ilgili atması gereken adımları da görmek ister. İki. Rus petrolü konusunda bir dayatma yok. Beklenti var. Moskova ile yaşanan gerilim sonrası Ankara enerji tedariğini çeşitlendirme kararı almıştı. Bu arayış sürüyor. Gelecek on yıllarda Ankara’nın kendisini tek bir kaynağa bağlayacak bir pozisyon alacağını sanmıyorum. Amerikalıların böyle bir beklentisi varsa yanılıyorlar. Üç. Halkbank ve CAATSA meselesi önemliydi. Trump’ın ekibine “iki sorunla ilgilenin” talimatı verdiğini öğrendim. CAATSA yaptırımları kalkmadan F-35 ve diğer savunma sanayii işbirliklerinin ele alınması da zor. Dört. SDG ve Suriye meselesinde hava pozitif. Amerikalılar SDG’nin Şam’a çatışmasız entegre olacağı düşüncesinde. Şam yönetimi SDG’ye yıl sonuna kadar verilen sürenin beklenmesini istiyor. “İsrail’le yapacağım anlaşma SDG’nin hareket alanını daraltacak” düşüncesinde olmalılar.
8. ERSİN ÇELİK /Gazze sahilinde çocuklar vicdanımızı taşıyan Sumud filosunu bekliyor
Gazze'nin yıkık dökük sahil şeridinde denize uzanan minik eller ve umut dolu gözler var. Onların beklediği, sadece gıda ve ilaç yüklü tekneler değil; Sumud Filosu, dünyanın onları unutmadığının, bir yerlerde insanlığın hala yaşadığının ve birilerinin onlar için yollara düştüğünün kanıtıdır. Adını Filistinlilerin direniş ruhundan alan "Sumud (Kararlılık) Filosu", bu bekleyişe somut bir cevap olarak, uluslararası vicdanın ve sarsılmaz bir dayanışmanın sembolü olarak Akdeniz'de yol alıyor. Bu sivil misyon, Gazze'deki yılgınlığa karşı psikolojik bir direnişin fitilini ateşlerken, her bir gönüllüsü, "kahraman olma" amacı gütmeden, Gazze’ye giden bir yolun her zaman var olduğunu gösterme iradesini taşıyor. Bu girişim, salt bir yardım faaliyeti olmanın çok ötesinde, hem fiziksel hem de sembolik bir köprü işlevi görüyor. İşgal ve soykırım politikaları devam ederken, Sumud Filosu, idealizm ve vicdan temelinde şekillenen yeni bir sivil aktivizm modelini temsil ediyor. Hazırlık sürecinin hiç de kolay olmadığını biliyorum. Filonun karada karşılaştığı sayısız engel ve doğrudan sabotaj girişimi, aslında bu misyonun ne kadar hedefte olduğunu da gösterdi. Ancak Avrupa’daki okullarda toplanan kumanyalardan, dünyanın dört bir yanındaki limanlarda yapılan destek buluşmalarına kadar uzanan o büyük dayanışma ruhu, tüm zorlukları aşmayı başardı. Bu nedenle denize açılmak, yalnızca fiziki bir yolculuk değil, aynı zamanda tüm engellemelere rağmen Gazze’ye ulaşma iradesinin zaferidir.
SUMUD FİLOSU HANGİ MİSYONLA İLERLİYOR?
Filo, Gazze'ye ulaşmak için üçlü ve hayati bir strateji izliyor. İlk olarak, 18 yıldır süren gayrihukuki Gazze ablukasını kırmayı hedefliyor. Bu, pasif bir direniş değil, uluslararası hukukun hiçe sayılmasına karşı sivil gücün ortaya koyduğu aktif ve kararlı bir eylemdir. Filo’nun oluşması ve denize açılması, İsrail'in denizden ve karadan uyguladığı ambargonun hem meşru hem de insani olmadığı gerçeğini küresel sahnede bir kez daha sorgulatıyor. İkinci olarak, Filo somut bir insani çözüm sunuyor. Taşıdığı, Gazze için sembolik olsa da gıda ve tıbbi malzemeyle, açlık ve hastalıkla boğuşan bir halka doğrudan nefes olmayı amaçlıyor. Bu yardım, diplomatik kanalların tıkandığı, uluslararası kurumların aciz kaldığı bir ortamda, sivil inisiyatifin nasıl hayat kurtarıcı bir rol oynayabileceğinin canlı kanıtıdır aynı zamanda. Ve son olarak, içinde bulunduğum teknelerin en temel hedefi 7 Ekim 2023’ten beri devam eden sistematik soykırımı durdurmaktır. Sumud Filosu, “şiddetsizlik silahını” en etkili şekilde kullanarak ve medya gücünü de arkasına alarak tüm dünyanın dikkatini Gazze'de yaşanan vahşete odaklamayı amaçlıyor. Bu, İsrail'in saldırgan politikalarını sürdürmesini zorlaştıran, Batılı hükümetler üzerindeki kamuoyu baskısını artıran ve diplomatik adımlar atılması için bir zemin hazırlayan devasa bir farkındalık eylemidir. Filo, sadece bir "araçtır"; asıl amaç, gemiler Gazze'ye vardığında oluşacak küresel ilgiyle, dünyanın Gazze'ye sadece bakmakla kalmayıp, harekete geçmesini sağlamaktır. Bu misyon, soykırımı durdurmayı hedefleyen en büyük sivil girişimlerden biri olarak şimdiden tarihe geçmiştir.
SUMUD, UMUT, KARARLILIK VE İNSANLIK ONURUNA SAHİP ÇIKMA İRADESİ TAŞIYOR
Diğer yandan, bu sivil eylem İsrail'i de karmaşık bir ikilemin içine itiyor. Filo’ya yapılacak sert bir müdahale, Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) soykırım suçlamasıyla yargılanan İsrail'in elini daha da zayıflatacak ve küresel nefreti körükleyecektir. Filo'ya müdahale etmemek ise, İsrail'in yıllardır "kırılamaz" olarak pazarladığı Gazze ablukasının fiilen delinmesi ve caydırıcılığının sorgulanması anlamına gelecektir. Bu stratejik sıkışmışlık, Filo’nun ne kadar incelikli bir insani hamle olduğunu da gözler önüne seriyor. Diğer yandan, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Birleşmiş Milletler Uluslararası Çocuklara Yardım Fonu'nun (UNICEF) yayımladığı raporlar, Gazze'deki çocukların, özellikle de kuzey bölgelerindekilerin "felaket düzeyinde" açlıkla karşı karşıya olduğunu sürekli olarak vurguluyor. Haber olmanın ötesine geçemeyen bu raporlar, Gazze'deki çocukların sadece bombardıman ve şiddet nedeniyle değil; aynı zamanda açlık, hastalık ve psikolojik çöküntü gibi birbiriyle bağlantılı ve katmanlı bir krizle karşı karşıya olduğunu ortaya koysa da abluka altındaki kentte yaşanan insani felaketin şiddeti her geçen gün artıyor. Bahsi geçen raporlar, Gazze’ye acil ve engelsiz insani yardım girişi sağlanmazsa kitlesel çocuk ölümlerinin kaçınılmaz olacağı konusunda uluslararası toplumu uyarsa da, yetersiz beslenme kaynaklı ölümlerin endişe verici seviyelere ulaştığı kahredici bir gerçek. Filo yoldayken hayatta olan ve bizleri bekleyen binlerce çocuğun hayati tehlike altında olduğunu bilmek ise bizleri çok ağır bir yükün altında adeta eziyor. O nedenle Gazze sahilinde bekleyen her çocuk, bu filonun neden yola çıktığının canlı bir anıtıdır. O çocukların denize uzanan bakışları, insanlığa belki de son bir çağrıdır. Sumud Filosu, bu çağrıya verilmiş en onurlu cevaplardan biridir. Taşıdığı yük, sadece tonlarla ölçülemez; gemiler aynı zamanda umudu, kararlılığı ve insanlık onuruna sahip çıkma iradesini de taşıyor. Bu misyon, hedefine ulaştığında, sadece bir ablukayı değil, aynı zamanda küresel vicdanı esir alan kayıtsızlık duvarını da kırmış olacak.