ABDULKADİR SELVİ/Sahte diploma için hâlâ ilan veriyorlar
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturma kapsamında İçişleri Bakanlığının düzenlediği operasyonlarla sahte diploma çetesi çökertildi. Çete liderinin de içinde olduğu 33 kişi tutuklandı.
Çetenin 56 sahte üniversite diploması, 4 sahte lise diploması ve 108 sahte sürücü belgesi düzenledikleri tespit edildi. Sanal medyadaki ‘400 akademisyen sahte diplomayla atandı’haberlerine itibar etmeyin. Beni muayene eden doktor, ameliyatıma giren cerrah sahte diplomalı mı diye endişe etmeyin. Sahte diplomalardan 2’sinin kullanıldığı tespit edilmiş. Onların da gereği yapılmış.
Başarılı gazeteci Mesut Hasan Benli, Hürriyet’te sahte diploma çetesinin gerçek yüzünü ortaya çıkaran haberlere imza atıyor. Ancak sahte diploma olayının kökü kazandı mı? Hayır. Sanal diploma çetesinin çökertilmesine, çete lideri Ziya Kadiroğlu’nun ve sanal dünyanın dolandırıcısı Mıhyeddin Yakışır’ın yakalanmasına rağmen sanal dünyada sahte diploma işinin sürdüğü anlaşılıyor.
İLAN VERMİŞLER
CNN Türk’te Serdar Er çok başarılı bir habere imza attı. Sahte diploma düzenleyenlerin peşine düştü.
Telegram kanallarından onlarla yazıştı. Sahte diploma talep edenler, iltica başvurusuyla ilgili sahte evrak tanzim edilmesini talep edenler başvurduğunda “Özelden yazın fiyat belirleyelim” diye yanıtlar veriyorlar. Yapılan operasyonlara rağmen diploma, ehliyet, Kamu Personel alımıyla ilgili puanını yükseltmek isteyenlere, ‘TÜM İŞLEMLER E-DEVLET ONAYLIDIR’ diye ilan vermişler. Tabii hepsinin fiyatı farklı. Bir başka ilanı daha paylaşmak istiyorum.
12 BİN LİRA
‘Bugün işlem başlangıcı yapan ilk 5 arkadaşımıza sayfa tanıtım amacıyla diploma fark etmeksizin fiyatımızı 12.000 TL olarak sabitledik. Değerlendirmek isteyen arkadaşlarımızın yerimiz dolmadan önce iletişime geçerek işlem başlatmaları gerekiyor’ diye kampanya düzenliyorlar.
PROMOSYON VERECEKLER
Yakında promosyonlu sahte diploma, ehliyet üretebilirler. Güven vermek için her ilanda mutlaka “e-Devlet YÖKSİS, MEB, noter ve ÖSYM onaylıdır” vurgusunu yapıyorlar. Para işini konuşmaya sıra gelince, özelden görüşelim, DM’ye geçin diyorlar. Sitelerine birkaç tane de sahte üretilmiş diploma örneği koymuşlar. Gerçeğinden farksız gözüküyor.
TEHLİKE SÜRÜYOR
Bu örnekleri daha fazla çoğaltmak istemiyorum. Büyük bir tehditle karşı karşıyayız. Sahte diploma operasyonunun yapılmasına, çetenin çökertilmesine, 33 kişinin tutuklanmasına rağmen sanal dünyada hâlâ aktifler. Sahte diploma, sahte ehliyet, sahte devlete yerleştirme işleri yapıp milleti soymaya devam ediyorlar. Tehlike geçmiş değil.
İZMİR’İN SU SORUNU
“İzmir’in su sorunu Ankara’da konuşulur mu?” diye sormayın. Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı ile İzmir’in su sorununu konuştuk. İzmir’de yangın oluyor CHP’li belediyeler ortada yok. İzmir’de deprem oluyor CHP’li belediyeler ortada yok. Sadece yaptıkları kameraların önüne geçip ‘İktidar niye şunu yapmıyor, bunu yapmıyor’ demek. Tamam iktidar gerekeni yapsın da sen ne yapıyorsun? Tarkan konseri yaparak, festivaller düzenleyerek, heykel açılışları yaparak günlerini gün ediyorlar. Ama bunlar İzmirlilerin sorunlarını çözmüyor. Su sorunu önümüzdeki günlerin en önemli gündem maddesi olacak. İzmir’in ise çok ciddi bir su sorunu var. Su kesintileri başladı.
YUMAKLI’NIN UYARISI
Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı altyapı sorunlarına dikkat çekti. “İzmir’de su kesintisi başlamış. Su kesintisi bir çözüm değildir. Çözüm altyapıyı güçlendirmekten geçer. İzmir’de Tahtalı Barajı›ndan İzmir’e aktarılan 68 milyon metreküp su, daha vatandaşa ulaşmadan şebekede kayboluyor” dedi. İzmir’in su ihtiyacının yarısının barajlardan, yarısının da yeraltı kuyularından karşılanması gerektiğini anlattı. İzmir’de 41 yeraltı kuyusu varmış.
ÇEŞME’YE MÜJDE
Çeşme, İzmir’in incisi. Ancak Çeşme su kesintileri ile gündemde. Lal Denizli Belediye Başkanı seçilince koltuğuna köpeği oturtarak fotoğraf çektirdi ama bu Çeşme’nin su sorununu çözmeye yetmiyor. Çeşmelileri sevindirici bir haberim var. Bakan Yumaklı, “İzmir Karaburun Karareis Barajı ve Salman Göleti Arıtma Tesisi’ni birkaç gün içinde devreye sokacağız. Bu arıtma tesisinin devreye girmesiyle birlikte Çeşme’nin su sorunu çözülecek” dedi. İzmir’in su sorunu İzmir’den çözülmeyince demek ki Ankara’dan çözülebiliyormuş.
2. AHMET HAKAN/ Yok mu BTK adına konuşacak bir yetkili
Türkiye, günlerdir sahte diploma olayıyla çalkalanıyor. Herkes en yüksek sesle konuya dalmış durumda. İyi niyetli sorgulayıcılar bağırıyor. Psikolojik harp taktikleri uygulayanlar bağırıyor. FETÖ’sü METÖ’sü tam saha pres uygulayarak bağırıyor. Siyasi muhalefet için fırsat yakaladıklarını düşünenler bağırıyor. Gerçeklere yalanlar katarak kafa karıştırmak isteyenler bağırıyor.*Buna karşılık BTK yetkilileri ne yapıyor? Ne yapacaklar? Fısıltı halinde konuşuyorlar. Karşı tarafın çıkardığı sesin yüzde birini bile çıkarmıyorlar. Çıkıp gürül gürül konuşmak yerine...“Aman ismimizi vermeyin” falan diye çırpınıyorlar. Kısacası yaptıkları tam olarak maslahatı idare. Susulması gereken zamanda susmak ne kadar önemliyse... Konuşulması gereken zamanda konuşmak da o kadar önemlidir. BTK, bugün konuşmayacaksa ne zaman konuşacak?
BTK’YA YEDİ KISA, BASİT VE NET SORU
SORU BİR: Bütün bu olup bitenlerde BTK’nın hiç sorumluluğu yok mu?
SORU İKİ: BTK, “Bir güvenlik açığı yoktu” diyebiliyor mu?
SORU ÜÇ: BTK’nın temel yaklaşımı, “Her şey dört dörtlüktü, buna rağmen bunlar oldu” şeklinde
mi?
SORU DÖRT: BTK başkanının sahte e-imzasının çıkarılmasına cüret edilmesi normal mi?
SORU BEŞ: Bir zafiyet var mıydı? Varsa nerelerde vardı?
SORU ALTI: “Bir zafiyet yoktu” deniliyorsa... Yeni sahtekarlık girişimleri de kaçınılmaz olmuyor
mu?
SORU YEDİ: Bu olay ortaya çıktıktan sonra BTK, hangi önlemleri almak zorunda kaldı?
ÜMİT AKTAN’IN ARDINDAN
Maçlara ilgisi olmayanların bile maç anlatımına hasta olduğu bir adamdı. Çok heyecanlanınca yaptığı espriler ya çok iyi oluyordu ya çok kötü. Ortası yoktu.- Bir ara öyle meşhurdu ki yanından geçerken mutlaka fotoğraf çektiriyordunuz. Evelemez gevelemezdi. Öznesi yüklemi tam, şahane cümleler kurardı. Hiçbir zaman kaybetmediği çocuksu bir tarafı vardı. Hep şaşırmaya hazırdı. Allah’tan rahmet diliyorum.
HUTBE NEDENİYLE BAŞ AÇMAK
Berrin Sönmez isimli bir yazar, Diyanet’in hazırladığı son hutbeyi gerekçe göstererek başını açtığını cümle aleme ilan etti. Şöyle demiş Berrin Hanım: “Başımı örterken yaradanıma ‘Eğer bir gün başörtüsü zorunlu olursa başımı açarım’ dedim. Bu hutbe, zorunlu başörtüsü ihtimalinin işaret fişeğidir. Tepki vermek için başımı açıyorum.” Demek ki başörtüsünün zorunlu olmasını tam 23 yıldır bekliyormuş Berrin Hanım. 10 yıl geçmiş yok. 15 yıl geçmiş yok. 20 yıl geçmiş yok. 23 yıl geçmiş yok. Bir türlü başörtüsü zorunlu olmuyor. Bakmış bu iş olmayacak. Başı açma sözünü yerine getirmesi için bir türlü fırsat çıkmıyor, çıkmayacak. O da fırsatı kendi yaratmış. “Bu hutbede böyle bir ihtimal var. Bu hutbede böyle bir ihtimalin işaret fişeği var” falan diyerek başını açmış. İhtimalmiş, işaretmiş, fişekmiş falan... Ne gerek var böyle alengirli yollara... Bir bahane bulmana gerek yok ki. Başını açmak istiyorsan açarsın. Başını kapamak istiyorsan kaparsın. Canın istemiş açılmak, hutbeyi niye alet ediyorsun ki bu işe?
3. NEDİM ŞENER/Suç örgütü liderinin aracındaki Özgür Özel’in ’havuz problemi’
Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olduğu 2023 seçimleri öncesi son grup toplantısında gözyaşları içinde dinleyen, seçim sonrası parti içinde Kılıçdaroğlu’nun istifasını isteyenleri “Aktrol” olmakla suçlayan Özgür Özel daha sonra Ekrem İmamoğlu ile hareket ederek ikiyüzlü ve çıkarcı bir duruş sergilemişti. Çıkarcılığı öyle bir hal aldı ki Kılıçdaroğlu’na karşı tepkilerin yükselmesi ve İmamoğlu’nun “değişim” diye başlattığı kampanyanın büyümesi üzerine gözyaşları içinde savunduğu liderini ilk satanlardan birisi de o oldu. Kılıçdaroğlu’na en yakın isimlerle birlikte İmamoğlu’nun gizli Zoom toplantılarında görünmeye başlandı. İmamoğlu, “Aramızda baba oğul ilişkisi var” dediği Kılıçdaroğlu ilişkisini, oğlu Brütüs tarafından sırtından hançerlenen Roma İmparatoru Sezar’ınkine benzer bir ihanet hikâyesine dönüştürecekti. Kılıçdaroğlu “Sezar”, İmamoğlu “Brütüs”, Özgür Özel de Sezar’a sapladığı “hançer” olacaktı. Kılıçdaroğlu, sırtında hançerle kurultaya gidecekti. Özgür Özel, İmamoğlu için öyle kullanışlı bir kişiydi ki hem Kılıçdaroğlu’na karşı hançer olarak görev yapacak hem de İBB Başkanı iken onun üzerinden CHP’yi yönetebilecekti. “Hançer Özel” sayesinde hem İBB Başkanlığı’nı elinde tutacak hem CHP’yi yönetecek hem de günü geldiğinde sorunsuz biçimde cumhurbaşkanlığı adayı ilan edilecekti. Kolayca Genel Başkanı’nı satan çıkarcı Özgür Özel’e hayalini bile kuramayacağı CHP Genel Başkanlığı koltuğunun yeteceğini biliyordu. 4 Kasım 2023 günü yapılan kurultayda CHP Genel Başkanı seçilmesi sürecini şöyle anlatmıştı: “Tek başıma uzun uzun düşünüp yüksekten boş bir havuza atladım. Ben düşene kadar havuz dolacak diye hesap ettim. Tam da öyle oldu...”
İşte o havuz, İBB’de yolsuzluk ve rüşvet çarkı kuran Ekrem İmamoğlu’nun sağladığı maddi imkânlarla doldurulmuştu. “Brütüs” Ekrem, “Sezar” Kılıçdaroğlu’na sapladığı hançer Özgür Özel’e ihanetinin karşılığını ödemişti. İmamoğlu, CHP il kongreleri ve kurultayında olduğu gibi 2024 yerel seçimlerinde de neredeyse tüm il, ilçe belediye başkan adaylarını ve belediye meclis üyelerini belirleyecek güce ulaştı. Özgür Özel’e düşen tek şey ise İmamoğlu’na rakip olmasın diye Mansur Yavaş’ı oyalamak ve aday olma ihtimalini zayıflatmak, genel başkan rolü yapmak, “normalleşme” diye puan toplayıp VIP araçlarla gezilere çıkmaktan ibaretti.
RÜŞVETİN NİMETİ
Elbette 19 Mart’ta başlayan İBB’ye yönelik operasyonlardan sonra bir başka rolü hatta görevi ortaya çıktı; yolsuzluk ve rüşveti savunmak. Doğrudan sorumluluğu yoksa, pay almamışsa; ortaya çıkan delillere, itirafçı olan 75 kişinin ifadelerindeki gerçeklere rağmen sadece “hançer” gibi kullanılan bir suç aleti olmaktan öteye rolü olmayan CHP Genel Başkanı bir belediye başkanını neden böylesine savunur? Ortaya çıkan yeni bilgiler Özgür Özel’in “hançer” gibi suç aleti olmaktan öteye; sonuçlarından yararlandığı yolsuzluk ve rüşvet gibi suçları savunacak derecede suç ortağı olduğunu gösterir nitelikte.
İBB’ye yönelik yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda CHP’li belediyelere verdiği rüşvetleri belgeleriyle anlatan Aziz İhsan Aktaş isimli suç örgütü liderinin 2017 model lüks Mercedes minibüsü Özgür Özel’in altından çıktı. TYT televizyonunda gazeteci Nuray Başaran, CHP’li belediyeleri rüşvete boğan Aziz İhsan Aktaş’ın, İmamoğlu’na çok yakın isimlerden Erdoğan Toprak’ın isteği üzerine CHP Genel Merkezi’nin kullanımına lüks Mercedes minibüsü verdiğini açıkladı. 34 AKT 500 plakalı minibüs, 4 Kasım 2023 kurultayından sonra içi yine Aktaş’a yeniletilerek Özgür Özel’in kullanımına verilmiş.
NEREDEN BİLSİN
Şimdi Özgür Özel, “Ben kime ait olduğunu nereden bileyim?” diyecektir. Kurultaydan sonra iç döşemesi eski diye yenilemeyi Aziz İhsan Aktaş’a yaptırdıklarına göre aracın da kime ait olduğunu biliyor olmalılar. Ayrıca 2023 yılı Aralık ayından itibaren 1.5 yıl makam aracı olarak kullanılan minibüsü yolsuzluk operasyonları başlamadan üç ay önce getirip Aziz İhsan Aktaş’a teslim ettiklerine göre aracın kime ait olduğunu biliyor olmalılar. Zaten aracın ruhsatı üzerinde de sahip olarak Aktaş’ın sahibi olduğu “Elif LPG ve Akaryakıt A.Ş” diye yazıyor. Hibe olup ruhsatında CHP Genel Merkezi sahip olarak görünse böyle bir tartışma olmayacak belki. Nitekim aynı Aziz İhsan Aktaş, AK Partili Isparta Belediyesi’ne bir araç hibe etmiş. Özgür Özel, bunu gündeme getirmiş ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a şöyle seslenmişti; “Bakın Isparta Belediye Başkanı’nın kullandığı araba... Bu arabayı Aziz İhsan Aktaş ihale alma karşılığı belediye başkanına vermiş. Kendi de söylüyor, inkâr etmiyor, Isparta Belediye Başkanı da inkâr etmiyor. Tık yok... Erdoğan’a sesleniyorum. Şu kadar şerefin, namusun, haysiyetin varsa cevap ver!”
Isparta Belediyesine verilen aracın hibe olduğu kayıtlarda belli, şimdi Özgür Özel’e şu çağrıyı yapalım: Yolsuzluk operasyonları öncesi alelacele Aziz İhsan Aktaş’a iade ettiğiniz lüks makam minibüsünü ne karşılığı aldınız şerefin, namusun, haysiyetin varsa cevap ver!
YÜZDE 12 RÜŞVET HAVUZU
O değil biz cevap verelim. O minibüs de oturduğu CHP Genel Başkanlığı koltuğu da savunduğu Ekrem İmamoğlu’nun kurduğu yolsuzluk ve rüşvet havuzudur. Aziz İhsan Aktaş’ın rolünü, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı kampanyası için o havuzun ihalelerden alınan yüzde 12 rüşvetle nasıl doldurulduğunu itirafçı iş insanı Yusuf Yadoğlu şöyle anlattı: “31/03/2021’de İETT’nin Ayazağa garajı işine ilişkin sözleşmem bitiyordu. 09/02/2021 tarihinden önce Aziz İhsan Aktaş, beni arayıp görüşmek istediğini söyledi. Yaptığım görüşmede bana AK Parti döneminden gelenleri İmamoğlu ve ekibinin belediyede istemediğini, yeni yönetimle çalışmaya devam etmek istiyorsa havuza yüzde 12 pay vermem gerektiğini söyledi. Bana İbrahim Bülbüllü’nün talimatı olduğunu belirtti. Bu görüşmeden sonra İbrahim Bülbüllü’nün belediyedeki makamına gittim. Bana artık bu işlerle Aziz İhsan Aktaş’ın ilgileneceğini, söylediklerinin doğru olduğunu ve kendi sözleri olduğunu belirtti. İhaleyi alan firmaların havuza yüzde 12 oranında para vermeleri gerektiğini belirtti. Teklifini kabul etmeyince ‘Zaten senin cebinden bir şey çıkmıyor ki’ şeklinde yanıt verdi. Burada havuza gidecek yüzde 12’lik oran ihalenin yaklaşık maliyeti üzerine ekleniyordu. İhaleler gerçek fiyatından yüksek tutarlarda ihaleye çıkarılıyordu.” İşte Özgür Özel’i “suç aleti” olmaktan, savunduğu rüşvetlerden yararlanan “suç ortağı” olmaya götüren havuz problemi budur...
4. MAHMUT ÖVÜR/600 milyon dolar soğuk cüzdanlı mı kaçırıldı?
Kripto para borsası ICRYPEX'in sahibi Gökalp İçer'in, uyuşturucu temin etmek ve genç avukat Göksu Çelebi'yi "olası kastla öldürmeye teşebbüs" suçlamasıyla tutuklanmasıyla başlayan süreç, yalnızca bir ceza davası olmaktan çıkmış; medyayı, finans piyasalarını ve kamu vicdanını sarsan çok yönlü bir skandala dönüşmüştür. Gökalp İçer'in, başta Fatih Altaylı olmak üzere bazı tanınmış gazetecilere sponsor olduğu biliniyordu. İlk sorgusunun ardından serbest bırakılmış, ancak Sabah Gazetesi'nin gündeme taşıdığı bilgilerle yeniden tutuklanmıştı. Bu detay bile medya ile yargı arasındaki ilişkilerdeki çelişkiyi gözler önüne sermektedir.
GİZEMLİ DÖRT GÜN
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın derinlemesine yürüttüğü soruşturma neticesinde, 30 Temmuz 2025 tarihinde ICRYPEX kripto varlık şirket hakkında adli işlem başlatıldı. MASAK tarafından hazırlanan rapor doğrultusunda, İçer'e ve şirketine ait banka hesapları, elektronik para kuruluşlarındaki varlıklar, taşınmazlar ve ortaklık paylarına el konuldu. Ancak burada çok kritik bir zaman aralığı göze çarpıyor: 27 Temmuz'da Gökalp İçer hakkında tutuklama kararı verildi. 31 Temmuz'da şirketin mal varlıklarına el konuldu. Arada sadece 4 gün vardı. Ve tam da bu 4 gün içinde yaşananlar soru işaretleriyle dolu.
KANADA'YA NE TAŞINDI?
Gökalp İçer'in ağabeyi Oğuzkaan İçer, kardeşinin tutuklanmasından yalnızca bir gün sonra, 28 Temmuz'da İstanbul'dan Kanada'ya uçtu. Üstelik bugüne dek geri dönmedi. Peki, kardeşi bu kadar ağır suçlamalarla tutuklanmışken, bir ağabey neden hemen ertesi gün ülkeyi terk eder? Hele ki 3 gün sonra şirketin tüm varlıklarına el konulacağı, mali soruşturmanın derinleştirileceği biliniyorken... Kripto para piyasasında bilgi sahibi olanlar ciddi bir iddiayı yüksek sesle dile getiriyor: "Oğuzkaan İçer, yanında soğuk cüzdanla birlikte 600 milyon dolarlık dijital varlığı Kanada'ya kaçırdı." Bu iddianın doğruluğunu yargı araştıracak. Ancak Kanada'ya gidişin gerçekliği, bizzat güvenlik kaynakları tarafından teyit edildi. Bu durumda kamuoyunun sorması gereken soru çok açık: "Sadece kendisi mi uçtu yoksa başka şeyler de mi taşıdı?" Bu "soğuk cüzdan" iddiası neden ciddiye alınmadı?
GAZETECİYE DÜŞEN GÖLGE
Bazı muhalif gazeteciler, bu skandaldan rahatsızlık duymamış gibi suskun. Oysa İçer, bu isimlere uzun süre sponsor olmuştu. Şimdi ise bu gazetecilerin "bağımsızlığı" ve "tarafsızlığı" sorgulanmakta. Gazeteci Faruk Bildirici'nin şu tespiti, bu bağlamda adeta durumu özetliyor: "Bir gazeteci ya da medya kuruluşu, sponsor şirketin faaliyetlerinden doğrudan sorumlu değildir. Ancak ister istemez o şirketin yanlışlarının lekesi gazetecinin üzerine düşer." ICRYPEX gibi kripto şirketler, medyada görünürlüklerini bu sponsorluklar sayesinde artırdı. Ancak şimdi kamuoyu, o sponsorluk ilişkilerinin gazetecilik ilkeleriyle ne kadar örtüştüğünü sorguluyor.
BU SKANDAL ÖRTÜLEMEZ
Gökalp İçer'in ve şirketinin içinde olduğu iddialar yalnızca bir adli vaka değildir. Bu olay; Finansal sistemin kara para ile ne kadar iç içe olduğunu, Kripto piyasalarının nasıl denetimsiz kaldığını, Medyanın finansal ilişkilerle nasıl etkilendiğini, Yargı-medya-finans üçgenindeki kirli bağları ifşa etmiştir. Birileri bu olayın üstünü örtmeye, "komplo" safsatalarıyla kamuoyunu oyalamaya çalışabilir. Ancak bir genç kadın avukatın hayatını kaybettiği, yüz milyonlarca dolarlık kara paranın dolaşımda olduğu, medya sponsorluğunun manipülasyon aracına dönüştüğü bu büyük skandal asla gölgede kalmamalıdır.
5. ATİLLA YAYLA/Birleşmiş Vicdanlar Hareketi
İsrail dünyadaki bütün tepkilere rağmen Gazze’de soykırım yapmayı sürdürüyor. Sadece silahlarla değil açlık yoluyla da insanları hayattan kopartıyor. Kadın, çocuk, bebek ayrımı yapmıyor. Yiyecek peşindeki sivilleri bile acımasızca bombalıyor. En büyük destekçisi ABD. Batı blokunda Fransa, İngiltere, Almanya ve Kanada’dan farklı ve aykırı sesler gelmeye başlamasına rağmen ABD kayıtsız, şartsız ve sınırsız olarak İsrail’in arkasında... İsrail’in korkunç icraatları dünya çapında tepkilere yol açmakta. Belki de tarihte ilk defa Filistin bu kadar büyük ve yaygın bir destek görüyor. Dünyanın birçok yerinde İsrail aleyhine ve Filistin lehine gösteriler düzenleniyor. Filistin davası tüm dünyaya mal oluyor. İnsanlar çoğu zaman ülkelerinde devletin büyük baskılarına rağmen meydanlara, sokaklara çıkıyor ve İsrail’i kınıyor, "özgür Filistin" diye bağırıyor...
İslam ülkelerinde de İsrail’i protesto gösterileri olmakla beraber dünyanın diğer yerlerindeki protestolar daha kapsamlı, sürekli ve etkili. Bir Müslüman ülke olarak Türkiye için aynı şeyi söylemek hayli zor. Türkiye’deki kesimlerin Gazze soykırımına bakışına göz attığımız zaman karşımıza çıkan manzara şöyle: Dünyada genel olarak sol-sosyalist çevreler İsrail soykırımına karşı tavır takınırken Türkiye’de sol-sosyalist çevreler oralı değil. Gösterdikleri son derece cılız ve sürekliliği olmayan tepkiler. Türkiye’de İsrail’in yanında yer aldığı söylenebilecek nispeten geniş kitleler de var. Mesela Kemalistlerin büyük çoğunluğu bu çizgide. Türk faşistleri de çoğu zaman aynı pozisyonda. Bir taraftan Arap düşmanlığı yapmakta öbür taraftan İsrail’e bazen açıkça destek vermekte. Ne yazık ki Kürt kesiminde de beklenen ve gösterilmesi gereken tepkiler yok. Bunun ana sebebi Kürtlerin zihinlerinin "Kürt problemi" tarafından işgal edilmiş olması ve en azındanbazılarının İsrail’de bir potansiyel müttefik görmeleri…
Türkiye’de Gazze soykırımına tepkileri esas olarak dindar-muhafazakâr çevreler vermekte. En büyük gösteriler onlar tarafından düzenlenmekte. Bu çevreler meseleyi genel bir insani problem olarak ele almaktan ziyade Müslümanlara yönelik bir saldırı olarak görmekte ve gösterilerinde çoğu zaman dinî muhtevalı veya dinî kaynaklı sloganlar kullanmakta. Bu tavrın şaşırtıcı olmadığı ama eksik olduğu söylenebilir. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi asıl büyük tepkiler İslam dünyası dışında ve Müslüman olmayan insanlar tarafından gösterilmekte. Türkiye’deki gösterilerde meseleye sırf İslami bir renk verme çabası belki de bazı kesimlerin bu gösterilerden uzak kalmasına yol açmakta.
Türkiye’de Gazze soykırımını her şeyden önce vahim bir insani problem olarak gören ve buna uygun gösteriler yapan bir grup var: Birleşmiş Vicdanlar Hareketi. Adının da gösterdiği üzere oluşum içinde farklı çevrelerden vicdanlı insanların bir araya gelmesi söz konusu. Yaklaşık iki yıldır aktif olan bu grup insanları dinlerinden, dillerinden, etnisitelerinden, siyasi ve ideolojik tercihlerinden bağımsız olarak soykırımı, İsrail’in saldırganlığını kınamaya davet etmekte. İsrail’i protesto etmek ve Gazze’de yürüttüğü soykırımı kınamak amacıyla yürüyüşler düzenlemekte ve gösteriler yapmakta. Oluşumunda Av. Fatma Erdebir’in başı çektiği ve işleyişinde kadınların daha aktif olduğu Birleşmiş Vicdanlar Hareketi küçük ama gayet başarılı ve etkili bir grup. Benim de mensubu olmaktan büyük memnuniyet duyduğum Birleşmiş Vicdanlar Hareketi yeni protesto eylemini bu pazar günü (10 Ağustos 2025) saat 18.30’da Üsküdar’da gerçekleştirecek.
İsrail’in yaptığı soykırımdan rahatsızlık duyan, İsrail’i kınamak ve yaptıklarına itiraz etmek isteyen her renkten, çevreden ve görüşten insanları bu eyleme katılmaya davet ediyoruz
6. SİBEL KARABEL/Myanmar'da yeni statüko arayışı, küresel güçler ve stratejik nadir
Myanmar, Güneydoğu Asya ve Güney Asya arasındaki köprü niteliğindeki coğrafi konumu, nadir toprak elementlerinden doğal gaza yer altı zenginlikleri, önemli ulaşım ve enerji rotaları üzerinde yer almasıyla küresel güç dengelerindeki rekabetin odak noktalarından biri haline gelmektedir. Mevcut uluslararası sistemde, başat aktörlerden biri olan Çin açısından Myanmar, Hint Okyanusu’na en kısa kara bağlantısını oluşturması gibi jeostratejik bir öneme sahiptir. Bunun yanı sıra Kuşak ve Yol Girişimi kapsamındaki altyapı yatırımları, sınır güvenliği ve özellikle son dönemde nadir toprak elementlerinin arz güvenliği ile teknolojik rekabette Çin’in stratejik konumuna katkı sağlaması bakımından da kritik bir aktör haline gelmektedir. Diğer yandan, resmi söyleminde Myanmar yerine 1989’daki askeri yönetim öncesinde kullanılan Burma ismini tercih eden ve ülkeye geleneksel olarak normatif bir bakışla, cunta yönetimine eleştirel yaklaşan ABD'nin dış politikasında, Trump yönetiminin ikinci döneminde birtakım değişiklikler gözlemlenmektedir.
Önceki yönetimden gelen bazı yaptırımların kaldırılması ve ABD'nin tanımadığı Myanmar Devlet İdare Konseyi ya da etnik silahlı gruplarla, nadir toprak elementlerine erişim amacıyla müzakere önerilerinde bulunulması, ABD’nin bu konuda pragmatik bir yaklaşım benimsediği yönünde soru işaretleri doğurmaktadır.
ABD’nin yeni yönetiminin, Çin ile süregelen teknolojik yarışında adeta yapıtaşı kabul edilen nadir toprak elementlerine erişim politikası, Ukrayna yaklaşımıyla birlikte değerlendirildiğinde; elektrikli araç motorlarından savunma sanayine uzanan birçok alanda küresel ölçekte stratejik öneme sahip ağır nadir toprak belirginleştirmektedir. elementlerinin yüzde 40’ını sağlayan Myanmar’ın konumunu Tüm bu anlatıya, Myanmar’da 31 Temmuz'da, 2021’den bu yana yürürlükte olan olağanüstü halin sona erdirilmesi eklendiğinde, Myanmar’daki siyasi gelişmeleri başat küresel güç dengeleri bakımından değerlendirmek ülkenin geleceğine yönelik bütüncül bir perspektif sunacaktır.
MYANMAR’DA GÜNCEL SİYASİ DİNAMİKLER
Myanmar’da 1 Şubat 2021'de gerçekleştirilen askeri darbe sonrasında bir seneliğine ilan edilen ve cunta lideri General Min Aung Hlaing’e yasama, yürütme ve yargıda mutlak yetki tanıyan olağanüstü halin, 4,5 yıl sonra 1 Ağustos 2025 itibarıyla sona erdirileceği açıklandı. Askeri yönetim sözcülüğünden yapılan açıklamada, bu kararın Aralık 2026’da gerçekleştirilmesi planlanan seçimler için alındığı belirtildi. 8 Kasım 2020’de yapılan seçimlerde hile yapıldığı iddiasıyla gerçekleştirilen darbenin ardından ilan edilen ve yedi kez uzatılan olağanüstü hal süresince Myanmar, ordu ile etnik silahlı grupları da içeren muhalefet arasında yaşanan ciddi bir iç çatışma dönemine sürüklendi. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından Haziran 2025’te yayımlanan verilere göre, bu süreçte yaklaşık 6 bin 800 sivilin hayatını kaybettiği biliniyor. Ayrıca 22 binden fazla kişinin keyfi gözaltında tutulduğu ve 3,5 milyon kişinin de çatışmalar nedeniyle yerinden edildiği belirtiliyor. Bununla beraber, Ulusal Demokrasi Birliği (NLD) devrik lideri Aung San Suu Çi ve parti liderleri kadrosunun önemli bir kısmı hala hapiste tutuluyor.
Myanmar’da olağanüstü halin sona erdirilmesinin ilanından önceki hafta ise ABD’nin Myanmar’a yönelik geleneksel tavrına zıt olarak yorumlanabilecek gelişmeler kaydedildi. Önceki ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin yaklaşımı, bir yandan 14014 sayılı Başkanlık Kararnamesi gibi tedbirlerle cunta rejimini, onun destekçilerini ve bağlantılı şirketleri yaptırımlarla sınırlandırmaya; diğer yandan ise Myanmar halkını dış yardımlarla desteklemeye yönelik bir politika uygulanmaktaydı. İkinci döneminin başlarında Trump, önceki yönetimin uygulamaya koyduğu yaptırımların bir sene daha uzatılmasına imza atarken, Haziran 2025’te Myanmar, giriş vizesi verilmeyecek ülkeler arasında yer aldı. Ancak ABD Hazine Bakanlığı 25 Temmuz 2025 tarihinde yaptığı açıklamada, Myanmar’daki askeri rejimle bağlantılı oldukları gerekçesiyle yaptırım listesine alınan bazı şirket ve bireylerin listeden çıkarıldığını duyurdu. Hazine Bakanlığı, kararın teknik bir değerlendirme sonucu alındığını vurgulasa da kararın siyasi motivasyonla alındığı yönünde tartışmaları da beraberinde getirdi.
Aynı dönemde dikkat çeken bir diğer gelişme ise 2021’den bu yana Myanmar’daki askeri yönetimle teması olmayan ABD’ye, çeşitli danışmanlar aracılığıyla sunulan iki öneri oldu; Devlet İdare Konseyi ile etnik silahlı gruplardan Kaçin Bağımsızlık Ordusu (KIA) arasında arabuluculuk yapılması ve ABD'nin KIA ile doğrudan iş birliği kurması.
KÜRESEL GÜÇ REKABETİ VE NADİR TOPRAK ELEMENTLERİNİN ETKİSİ
Söz konusu öneriler kapsamında yapılan tarife indirimleri, Myanmar’da nadir toprak elementlerinin işlenmesi konusunda Quad (ABD, Japonya, Hindistan, Avustralya) ile işbirliği yapılması ve özel elçi atanması gibi başlıkların yer alması, ABD’nin Çin karşısında Myanmar’ın küresel ağır nadir toprak elementlerindeki konumunu stratejik bir alternatife dönüştürme çabasıyla ilişkilendirmek mümkün.
Myanmar’daki son siyasi dönüşümle neredeyse eşzamanlı olarak gelişen bu dinamiklere, Çin’in Myanmar ile çok katmanlı ilişkisi de dahil olduğunda tabloya bölgesel denklemi şekillendiren farklı unsurlar katılmakta. Diplomatik ilişkilerinin 75. senesine giren Çin tarafının güncel bakış açısını Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, 9 Mayıs 2025’te Min Aung Hlaing ile Moskova’daki görüşmesinde “Myanmar’ın kendi ulusal şartlarına uygun kalkınma yolunu, egemenlik, bağımsızlık, toprak bütünlüğü ile milli istikrarını desteklediği” şeklinde ifade etmektedir. Myanmar’da hükümet ve etnik gruplarla iletişimini sürdüren Çin için ikili ilişkilerde; ulaşım, altyapı, enerji ve sınır güvenliği gibi öncelikli başlıklara nadir toprak elementleri gibi son derece kritik güncel bir başlık da eklenmiştir.
Bir araştırma, 2017-2024 yılları arasında Çin’in nadir toprak elementleri ithalatının üçte ikisinin Myanmar’dan karşılandığını ortaya koymaktadır. Bu bağımlılığın başlıca sebebi hiç kuşkusuz, 2021 yılından itibaren özellikle Kaçin’de cunta yanlısı ve karşıtı grupların kontrolüne giren madencilik sahalarının üç katına çıkmasıdır. 2024’ten itibaren KIA'nın ağırlıklı olarak kontrol ettiği bölgelerde disprozyum ve terbiyum gibi ileri teknolojilerde kritik öneme sahip ağır nadir toprak elementleri çıkarılmaktadır. Böylelikle, küresel nadir metal rafine ve işleme kapasitesinin yüzde 90’ını sağlayan Çin, ağır nadir toprak elementlerinin yüzde 40’ını elinde bulunduran Myanmar’a ithalat bakımından neredeyse yüzde 50’lik bir bağımlılık göstermektedir. Myanmar’da “demokratik seçimler” taahhüdüyle olağanüstü halin kaldırılmasıyla paralel zamanda gerçekleşen ABD politikalarındaki değişiklik, ABD’nin Çin ile sürdürdüğü küresel teknolojik rekabete yönelik bir hamle olarak okunabilir. Ancak bu yaklaşım, nadir toprak elementlerinin cunta kontrolü dışındaki Kaçin bölgesinde ve uluslararası alanda tanınmayan silahlı grupların denetiminde bulunması nedeniyle karmaşık bir hal almaktadır. Bu grupların Çin ile olan finansal ve askeri ilişkileri, aynı zamanda altyapı ve lojistik engeller, ABD açısından bu kaynaklara doğrudan erişimi zorlaştıran etmenlerdir.
ABD’nin geleneksel “Burma” politikasına ters düşen bu yaklaşımı, Trump’ın “anlaşma yapıcı” iddiasını pekiştirecek şekilde ve çatışmaları sonlandırma gerekçesiyle cunta yönetimini tanıması, belirli riskleri barındırmakla birlikte, pragmatik yeni bir statüko arayışına işaret edebilir. Öte taraftan, Myanmar’da talepleri birbirinden farklı yüzlerce silahlı grubun oluşturduğu kaotik ortamve Aralık 2026’da planlanan seçimlerin gerçekleştirilme olasılığı, gerçek bir demokratikleşme sürecinden ziyade, cuntanın uluslararası izolasyondan ve yaptırımlardan sıyrılma çabası varsayımını güçlendirmektedir.
Çin-ABD rekabetinin gün geçtikçe derinleşen coğrafi kapsamı ve konu alanları, nadir toprak elementleri gibi stratejik kaynaklar üzerinden Myanmar’ı her iki küresel güç ile ilişkilerini yeniden düzenleme zorunluluğuna da yönlendirmektedir. Bu bağlamda, ülkenin dış politika çerçevesi ve stratejik planı, iç siyasetindeki gelişmeler, istikrar ve küresel güç dengelerini takip etmeyi zorunlu hale getirmektedir.