1. ABDULKADİR SELVİ/Özgür Özel’in Kapki’si Beyoğlu’nu yaktı

Abdulkadir Selvi-3

Beyoğlu’nu CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in iktidara saat vererek, saat 12’de AK Parti’nin bitiş tarihi gibi bir havada şikâyet dilekçesini açıkladığı, muteber işadamı muamelesi yaptığı Murat Kapki, Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney’i yaktı. Hem de ne yakma... “Karagümrük yanıyor, herkes benden biliyor” durumu söz konusu “Beyoğlu yanıyor, mahkeme Murat Kapki’den biliyor.” Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney’in gözaltına alınmasına neden olan iddiaların sahibi itibarlı itirafçı Murat Kapki. Kapki, İnan Güney’i sistemin adamı olarak tarif etmiş, “İnan Güney daha önce Beşiktaş Belediyesi’nin iştirak şirketi olan Beltaş’ın genel müdürüydü. Her ne kadar şu an Beyoğlu’nda Belediye Başkanı olsa da Beşiktaş Belediyesi’nde ve Beltaş’ta halen fiiliyatta yetkili ve söz sahibidir. Reklam alanları ile ilgili işleri organize etmektedir. Dosya kapsamında şüpheli bulunan Serkan Öztürk, İnan Güney’in çok yakın arkadaşıdır ve aynı zamanda kasasıdır. Bu reklam alanlarını Serkan aracılığıyla diğer şirketlere vermektedir. Dosya kapsamında bahsi geçen ve önceki ifademde de Hüseyin Köksal’dan duymuş olduğum SİSTEM içerisinde İnan Güney de vardır. İnan Güney, Ekrem İmamoğlu’na çok yakın bir isimdir. Tabiri caizse Ekrem İmamoğlu’nun adamıdır. Açık hava reklam sektöründe İnan Güney’in çok yüksek miktarlarda haksız kazanç elde ettiği bilinir” demişti.

ÖZGÜR ÖZEL İNANDI MI

Sizin muteber adamınız Murat Kapki böyle dediğine göre İnan Güney hakkındaki iddialara inandınız mı Özgür Bey? Özgür Özel’in itirafçılıktan muteber adamlığa terfi ettirdiği Murat Kapki aslında Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere İBB soruşturmasındakilerin bir çoğunu yakan adam.

SİSTEMİ İFŞA ETMİŞTİ

Ekrem İmamoğlu’nun siyasi ikbali için bir fon oluşturulduğunu, bunun adına “Sistem” denildiğini ilk ifşa edenlerden biri Murat Kapki’ydi. “Hüseyin Köksal bahsi geçen bu ihalelerden elde edilen kârın kendi hissesine düşen kısmının yüzde 60’ını Murat Ongun vasıtasıyla Ekrem İmamoğlu’na (SİSTEM’e) aktardı. Bu hususu, Hüseyin Köksal bana bizzat anlattığından dolayı biliyorum. SİSTEM içerisinde biriken bu paraların Ekrem İmamoğlu’nun siyasi istikbalinin inşası, Olay TV’nin satın alınması, Taksim Gümüşsuyu’nda bulunan Tarih dergisinin bulunduğu binanın satın alınmasında kullanıldığını yine Hüseyin Köksal’ın bana anlatmasından dolayı biliyorum” demişti. Özgür Özel itibarlı biri dediğine göre Kapki’nin, İmamoğlu sistemi hakkındaki açıklamalarını da doğru kabul edeceğiz demektir.

7 MİLYON İSTEDİLER

Kapki’nin itiraflarından birkaç örnek: - “2019 seçimlerinden sonra beni önce Eyüp Subaşı arayarak, İBB’nin havuzunda kayıtlı olan şirketlerin 7 milyon TL para vermesi gerektiğini yoksa İBB havuzundan çıkarılacağını söyledi. Daha sonra beni Serdal Taşkın’ın yardımcısı bir bayan arayarak beni Topkapı’da bulunan Kültür A.Ş.’ye davet etti. Burada Kültür A.Ş.’nin Genel Müdürü Serdal Taşkın ile görüştüm. Aynı şekilde o da bana, ‘Havuzda kalmak ve belediyeden izin almak istiyorsan 7 milyon TL ödemen gerekiyor’ dedi. Hüseyin Köksal’ı arayarak benden 7 milyon TL istediklerini, bu konuda bana yardımcı olmasını söyledim. O da bana Murat Ongun’u arayıp durumu ileteceğini söyledi. Murat Ongun’u aramış ve fiyatı 6 milyon TL’ye düşürmüş. Ben de bu parayı Kültür A.Ş.’ye kesmiş olduğu faturaya istinaden çek keserek ödedim.”

ZORLU’DA

Murat Kapki itiraflarını sürdürüyor: -“Hüseyin Köksal’ın Zorlu’nun otel kısmı olan Raffles’da bulunan kiralamış olduğu bir dairesi bulunmaktaydı. Burada hemen hemen her gün Murat Ongun, Emrah Bağdatlı ve Ahmet Köksal ile otururlardı ve gizli konular hakkında toplantılar yaptıklarını biliyorum. Tahmin ediyorum ki Hüseyin Köksal burada Murat Ongun ve diğer şahıslara el altından para vermektedir.”

ŞİRKETLER ONGUN’UN

Son bir alıntı daha: -“Konser, etkinlik, milli bayramlarla ilgili organizasyonlar tarafında da Murat Ongun, Emrah Bağdatlı’nın üzerinden süreci yönetmektedir. Bu alanda da fiiliyatta sahibi olduğu şirketler bulunmaktadır. Emrah Bağdatlı’nın ortak olduğu tüm şirketler aslında Murat Ongun’undur. Bu hususları da Hüseyin Köksal’dan duyduğum için bilmekteyim.”

ÖZGÜR BEY

Özgür Bey sizin AK Parti iktidarını bitireceğini düşündüğünüz itibarlı Kapki’niz böyle bir adam işte. Size bir kulis vereyim; Murat Kapki’nin adamları avukat Mücahit Birinci’den önce Ankara’da başka kapıları çalmış, ama kimse tuzaklarına düşmemiş.

SDG’YE OPERASYON SÜRECİ BAŞLIYOR

Trump- Putin görüşmesi nedeniyle Rusya-Ukrayna savaşına odaklandık ama Suriye’de SDG’nin kontrol ettiği bölgede önemli gelişmeler yaşanıyor. Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, kuzeydoğu Suriye konusunda ilk kez Suriye, SDG, Türkiye ve ABD’nin ortak bir anlayışa vardığını açıkladı. Şara, anlaşmanın dört tarafça onaylandığını şu anda uygulanma mekanizmalarının tartışıldığını ifade etti. HAKAN FİDAN’IN UYARISI

Sorun şu; SDG anlaşmayı uygulamaya hazır olduğunu söylese de sahadaki adımlarıyla çelişkili bir tutum sergiliyor. Bir süredir SDG’yi uyarıp, “Şiddet kullanarak bölmeye ve istikrarsızlaştırmaya doğru giderseniz, bunu kendi milli güvenliğimize yönelik doğrudan tehdit olarak algılarız ve müdahale ederiz” uyarısında bulunan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, bu kez de “SDG oyunbozanlık yapıyor, sisteme entegre olmuyor ve olumlu havayı bozuyor” dedi. Hakan Fidan sıradan bir isim değil. Çünkü SDG, bir yetkilinin ifadesiyle gerillacılık oynayarak Ankara’nın sabrını zorluyor. Ama sabır taşı çatlamak üzere. Ahmed Şara’nın olumlu ifadelerine rağmen SDG’ye yönelik askeri operasyon hazırlıkları da hızlandırılmış durumda. Bunun ilk işareti, 10 Ağustos günü altında 27 Arap aşiretinin liderinin imzası olan ‘Genel Suriye Aşiretleri Bildirisi’ydi. Arap aşiretleri zorla topraklarını ellerinden alan, yıllarca Esed rejimiyle işbirliği yaparak kendilerine zulmeden SDG’ye karşı harekete geçiyorlar. OPERASYON HAZIRLIĞI

SDG’ye yönelik operasyonları Arap aşiretleri, Suriye resmi ordusu ve bizim desteklediğimiz Suriye Milli Ordusu yürütecek. PKK’nın silah bırakma ve tasfiye sürecine zarar vermemesi için Türkiye doğrudan katılmayacak, ancak lojistik ve istihbari destek sağlanabilir. Suriye’de SDG’yi tasfiyeye yönelik yeni bir süreç başlıyor. Mazlum Abdi, İsrail ve Fransa’nın kışkırtmasıyla, CENTCOM içindeki bazılarına güvenerek yanlış hesap yaptı. Bakalım şimdi İsrail ve Fransa onu kurtarabilecek mi?

2. AHMET HAKAN/ ‘Yok artık, şaka mı bu’ demiyorum artık

587B4878Ae784922F0Ae9C0C

Spekülasyonlar... Spekülasyonlar... Kimi “Mansur Yavaş da AK Parti’ye geçecek” diyor. Kimi “Sırada Muğla Belediye Başkanı Ahmet Aras var” diyor. Kimi “Balıkesir Belediye Başkanı Ahmet Akın da geçecek” diyor. Adı geçen belediye başkanları da bu spekülasyonları ciddiye alıp cevap veriyorlar, “Partimizden ayrılmayacağız” falan diyorlar. Bu spekülasyonları Özlem Çerçioğlu’nun CHP’den AK Parti’ye geçişi kışkırtıyor. Çerçioğlu’nun geçişi... Öyle şaşırtıcı, öyle şoke edici, öyle beklenmedik, öyle inanılmaz bir geçişti ki... Hiç kimse hiçbir CHP’li için “asla geçmez” diyemiyor. Mesela ben bugünlerde şöyle tepkiler vermekten kaçınıyorum: Yok artık. Şaka mı bu? O kadar da değil. Biraz destekli at. Mümkünatı yok.

DESTİCİ DOKTRİNİ’ HUTBE KAVGASINI BİTİRİR

Diyanet’in cuma hutbesinde İslam’ın miras anlayışı anlatıldı. Anlatılan miras anlayışı, medeni kanunla çelişiyordu. Bu çelişkiyi en güzel izah eden isim Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici oldu. İzahı şöyle Destici’nin: “Dini hükümler, inanç sahiplerinin vicdani sorumluluğu kapsamında geçerlidir. Yasal düzenlemeler ise tüm vatandaşlar için bağlayıcıdır. Diyanet’in dini uyarıları ile devletin hukuku arasında bir çelişki yoktur. Biri inanç rehberliğidir. Diğeri vatandaşlık ve hukuk güvenliğidir. Hem inanç özgürlüğünü hem de hukuk düzenini korumak gerekir.” Konuyu en yalın, en anlaşılır, en mantıklı, en makul şekilde izah etmiş Destici. “Destici doktrini” iyi anlaşılırsa... Cuma hutbeleri üzerinden kavga etmenin de gereği kalmaz.

OLMADI BE PUTİN REİS

Biz seni soğuktan gelen casuslara özgü bir soğukkanlılık abidesi olarak benimsemiştik. Bu mimikler de nedir Putin Reis? Biz senin her durumda “buz adam” oluşunu sevmiştik. Bu gevşek mi gevşek, asabi mi asabi pozlar da nereden çıktı Putin Reis? Biz senin hiçbir duygu içermeyen yüz ifadenin hastası olmuştuk. Her tarafından abartılı duygular fışkıran bu yüz hatları da nedir Putin Reis?

O SORUYU ESAS NETANYAHU’YA SORUN

Bağırıyor gazeteci ordusu Putin’e: “Sayın Putin. Sivilleri öldürmeye devam edecek misiniz?” O gazeteci ordusu, gerçek bir gazeteci ordusu olsaydı... O soruyu, Trump’ın yanında defalarca yakaladıkları Netanyahu’ya sorardı: “Sayın Netanyahu. Kadınları, çocukları öldürmeye, bebekleri açlıktan kırmaya devam edecek misiniz?”

ATATÜRK ARBORETUMU

Belgrad Ormanı’nın en nadide bölümlerinden biri: Atatürk Arboretumu. Arboretum... Telaffuzu zor bir kelime. Anlamı: Çok çeşitli ağaçların bulunduğu, bu amaçla özel olarak hazırlanmış botanik bahçesi. Kısaca “canlı ağaç müzesi” diye özetlemek mümkün. Atatürk Arboretumu... Epidemik ve egzotik bitkilerle donatılmış devasa bir alan. İçinde göletler var, su alanları var. 10 bin adım meraklıları için muhteşem bir yürüyüş yolu var. Geçen gün Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı ile burada buluştuk. Atatürk Arboretumu öyle etkiledi ki beni... Sohbet bittikten sonra “Ben buraya haftada bir kere gelmeliyim” diye kendi kendime karar verdim. Karara uyar mıyım? Hiç emin değilim. ZEYTİN İSİMLİ KÜÇÜK GORİL

Geçen yıl İstanbul Havalimanı’nda Nijerya’dan Tayland’a gidecek transit bir kargonun içinde ele geçirilmişti küçük gorilimiz Zeytin. Fotoğraf ve videolarını gördüğüm anda fanı olmuştum Zeytin’in. Küçük Zeytin, şu anda Polenezköy’deki hayvanat bahçesinde özenle korunuyor, rehabilitasyonu sağlanıyor. Ancak ne kadar özen gösterilirse gösterilsin Zeytin’in ana yurduna dönmesi gerekiyormuş. Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’yla sohbetimizde Zeytin konusu da açıldı. Bakan Bey de Zeytin’e pek düşkünmüş. Zeytin’i ziyaret ediyor, sağlığıyla ilgileniyormuş. Bürokratik işlemlerin tamamlanmasının ardından Zeytin, Eylül sonuna doğru memleketi Nijerya’ya gidecekmiş. Türkiye’nin iade için öne sürdüğü en önemli koşul: Zeytin’in tekrar illegal ticarete konu edilmemesi.

ATATÜRK İSTİSMARI... ATATÜRK KARŞITLIĞI...

İzmir’de meyhanenin teki, bir masasını kalıcı olarak kartondan Atatürk’e rezerve etmiş. Atatürk karşıtlığı, elde balyozla Atatürk heykellerine saldıran meczupların eylemleriyle sınırlı değil. Atatürk üzerinden çıkar elde etmek için çabalamak... Atatürk’ü ticaret nesnesine dönüştürmek... Atatürk üzerinden para kazanmak... Atatürk’ü vitrin malzemesi haline getirmek... Bütün bunlar Atatürk istismarıdır.

3. NEDİM ŞENER/‘Paragöz avukat’ savcı ve hâkimlere kumpasa nasıl ortak oldu

Thumbs B C 7075Cf501Bd52Accd45Fd9E060002F01

Cumhurbaşkanı Erdoğan 28 Kasım 2017 tarihli TBMM grup toplantısında partisinin ve kendi adın verip “Beyefendi böyle istiyor” veya “Cumhurbaşkanımız böyle istiyor” veya “Külliye böyle istiyor” diyenlere, “Hiçbir kurumda adım kullanılarak iş yapılmasına rıza gösteremem. Bunu yapanlar; hepsi sahtekârdır, dolandırıcıdır. Bunlara yol vermeyin. İsmimi, unvanımı kendi yanlışına, kendi basiretsizliğine alet etmeye kalkan hiç kimseyi affedemem. Ben bir bakanımı veya bir bürokratı aramıyorsam babamın oğlu olsa kapıdan geri koysun” diyerek tepki göstermişti. Sonrasında da Cumhurbaşkanı yıllar içinde defalarca “Adımı kullanmayın” uyarısında bulunmasına rağmen Adalet ve Kalkınma Partisi MKYK üyeliği yapmış parti üyesi avukat Mücahit Birinci, altı yılda İstanbul’u talan eden Ekrem İmamoğlu suç örgütüne yönelik yolsuzluk operasyonunda avukat olarak karşımıza çıktı. Hem de İstanbul’un soyulmasında ihale, yolsuzluk, kara para aklama ve naylon faturacılıkla en büyük rolü oynayanlardan Murat Kapki’nin avukatı olarak.

KARŞILIKLI İDDİALAR

Milyon dolar ücret verdiği avukatlar tutmasına rağmen 26 Mayıs, 18 Temmuz ve 7 Ağustos günlerinde üç etkin pişmanlık ifadesi verdiği halde tahliye olamayan Kapki’nin aklına, çıktığı TGRT kanalında bazı sanıkların tutuksuz yargılanması konusunda konuşmalar yapan AK Partili avukat Mücahit Birinci gelmiş olmalı! Birinci’nin iddiasına göre Kapki kendisiyle görüşmek istemiş. Kapki’nin iddiasına göre ise “Melih” isimli avukatla haber gönderen Birinci, “tahliye ettirebileceğini” söyleyerek görüşmek istemiş. “Melih” kim yakında öğreniriz.

KİM BU ARACI MELİH

“Melih” işi bağlamış olmalı ki Kapki, 29 Temmuz’da vekalet çıkarıp Birinci’yi avukatı yapmış. 31 Temmuz’da da cezaevinde görüşmüşler. Kapki’nin iddiasına göre; Birinci yanında getirdiği yalan bir ifade metnini imzalamasını ve 2 milyon dolar karşılığı tahliye olabileceğini söylemiş. Kapki bunu reddedince görüşme bitmiş. Mücahit Birinci ise Kapki’nin bazı siyasetçilerle ilgili ispatlayamayacağı soyut iddiaları gündeme getirdiğini ve görüşmeyi bitirdiklerini söylüyor.

NEDEN AZLETMESİNİ BEKLEDİN

Bakan Kurum’dan ‘Yarısı Bizden’ Kampanyasına Destek Çağrısı
Bakan Kurum’dan ‘Yarısı Bizden’ Kampanyasına Destek Çağrısı
İçeriği Görüntüle

Elbette akla şu soru geliyor: “Madem öyle, neden avukatlıktan hemen ayrılmadın da Kapki’nin seni azletmesini bekledin?” Çünkü Kapki, 29 Temmuz’da vekalet verdiği avukat Birinci’yi yine kendisi 5 Ağustos günü azletmiş. Birinci, normal olmayan bir durum varsa kendisi aynı gün avukatlıktan ayrılmalıydı. Siyasi kimliği olduğu için de hem partisini bilgilendirmeli hem de kamuoyuna açıklama yapmalıydı. Oysa, TV’lerde AK Partili avukat sıfatıyla İBB yolsuzluğu hakkında konuşmalar yapan bazı sanıkların tutuksuz yargılanması konusunda görüş açıklayan Birinci, gazeteci Barış Terkoğlu açıklayana kadar Murat Kapki’nin avukatlığını aldığını, sonra da anlaşamadıkları için kendisini azlettiğini gizledi. SAVCILARI TÖHMET ALTINDA BIRAKTI

Bunu 8 Ağustos’ta X sosyal medya hesabımda ve televizyonlarda eleştirdim. 12 Ağustos’ta Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunan Kapki’nin dilekçesini 14 Ağustos günü ise CHP’li Özgür Özel açıkladı. Böylece öğrendim ki karşılıklı iddialara göre, biri İstanbul’u soyan çetenin üyesi diğeri yalan ifade vermesi karşılığı 2 milyon dolar talep eden avukatın bu kirli ilişkisine maalesef benim de adımı karıştırmaya kalkmışlar. Elbette buna karşı sert tepkimi gösterdim ve hukuki yollardan girişimde bulundum. Sürecin sonuna kadar takipçisi olacağım. Neyse ki İstanbul Cumhuriyet Savcılığı bu kirli ilişkinin ortaya çıkması için hemen bir soruşturma başlattı. Çünkü, Kapki ile Birinci ilişkisi soruşturmayı yürüten savcıları ve mahkemeleri de töhmet altında bırakıyordu. Murat Kapki, 14 Ağustos günü verdiği ifadede gazeteciler ile savcı ve hâkimler üzerinde oluşturulmaya çalışılan algıyı ortadan kaldırsa da başta 2 milyon dolar talebi olmak üzere özellikle “Melih” isimli avukatın ismini vererek iddialarını tekrar ediyor. Bununla ilgili tüm gerçekler Mücahit Birinci hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açtığı ve Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un vereceği izinle başlayacak soruşturmayla ortaya çıkacaktır.

YA BİLEREK OYNADI YA DA TUZAĞA DÜŞTÜ

Murat Kapki’nin üç ifadesine rağmen milyon dolarlar vererek tahliye olma çabasını bu köşede yazıp, televizyonlarda anlatmıştım. Nitekim Özgür Özel’in “İBB Borsası” sözü de buna işaret ediyordu. Belli ki İBB’ye yönelik operasyonları itibarsızlaştırmak, yargılama aşamasında kullanmak için soruşturmayı yürüten savcı ve karar veren hâkimlere karşı kumpas kurmak için kolları sıvamışlar. 10 Gözünü para hırsı bürümüş, AK Partili kimliği ile bilinen avukat Mücahit Birinci de bilerek oyuna dahil oldu ya da bilmeyerek tuzağa düştü. Şöyle düşünün; öyle ya da böyle yalan ifadeyi imzalamış olsa, bunu Mücahit Birinci avukatı iken mahkeme huzurunda anlatsa ne gibi sonuçları olurdu? Nitekim yargılama aşamasında bu konu çokça tartışılacaktır. Savcılığın delilleri, sayıları 80’i bulan itirafçılar karşısında köşeye sıkışan Ekrem İmamoğlu suç yapılanması ve CHP’li Özgür Özel’in, Mücahit Birinci’nin bu girişiminden başka tutunacak dalı kalmadığı ortada. O yüzden “Kumpası beraber mi kurdular?” sorusu akla geliyor. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın talebi üzerine Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un vereceği soruşturma izni önem kazanıyor. Hiç kimse Murat Kapki’nin avukatlığını almasının doğuracağı sonuçları öngöremediğini ya da bunun sıradan bir avukat-müvekkil ilişkisi olduğunu söyleyemez. Murat Kapki kendisine ulaşmış olsa dahi aklına “Neden ben?” sorusu gelmeliydi? Cevabı açık, iyi bir avukat olduğundan değil, AK Partili kimliği yüzünden...

YAZICI: BUNLAR ALÇAK, ŞEREFSİZ

Elbette, Birinci, adımın geçmesiyle ilgili olarak gösterdiğim tepkiye ağır hakaret ve tehditle verdiği karşılıkların hesabını yargı önünde verecek. Aynı kelimeleri hatta daha fazlasını yazmak ve söylemek çok kolaydı. Ama sözü ve yazıyı onun seviyesine düşürüp kirletmemek lazım. AK Parti’nin önemli isimlerinden Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, eski AKP MKYK Üyesi Mücahit Birinci’nin Murat Kapki’nin avukatlığını almasıyla ilgili soruya şu karşılığı verdi: “Bunlar alçaktır, şerefsizdir. Böyle bir şey olabilir mi? Vicdanı olan, hukukun üstünlüğünü norm kabul eden hiçbir yargı mensubuna da bu tiplerin yanaşması mümkün değil. Bu tipler yok mu Türkiye’de, var... Bunlar her mesleğin çakallığını yapan tiplerdir. Bu tiplerle genele dönüştürüp, onlar oluyor diyerek gerçek olan iddiaların da üzeri asla örtülemez. Benim için bu varsa yapanlar suç işliyor. Kim iktidar adına güç kullanıyorsa, adaleti etkilemeye çalışıyorsa alçaktır, şerefsizdir. AK Parti buna müsaade etmez. Asıl olan ahlak ve adalettir.” Paragöz ve küfürbaz avukat Mücahit Birinci, AK Parti’de kesin ihraç istemiyle disipline sevk edilmesinin ardından istifa ettiğini açıkladı.

4. DİDEM ÖZEL TÜMER/Tarım ve Orman Bakanı Yumaklı: İklim dünyanın önüne geçti

Images-64

Milliyet’in diğer yazıları Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, ‘2100 yılına kadar su kaynaklarımızın yüzde 25 azalacağı tahmin ediliyor. Su, tüm dünyada bir numaralı gündem olacak’ dedi ve ekledi: ‘İklim değişikliği dünyanın önüne geçti’ Bir yandan yangınlar öteki yandan iklim değişikliği ve ona bağlı susuzluk sadece Türkiye’nin değil, dünyanın stres alanı. 2025’de Türkiye genelinde 10 aylık su yılı yağışları, son 52 yılın en düşük seviyesine indi. Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, “2100 yılına kadar su kaynaklarımızın yüzde 25 oranında azalacağı tahmin ediliyor. Su tüm dünyada bir numaralı gündem olacak” dedi. Ulusal Su Kurulu’nun bugün toplanacağını kaydeden Yumaklı, iklim değişikliği konusunda da çarpıcı bir değerlendirmede bulundu: Önceden iklim değişikliği dünyayı yakalamaya çalışırdı, şimdi dünya iklim değişikliğini yakalamaya çalışıyor. İklim değişikliği dünyanın önüne geçti. O zaman riskleri konuşup önlem alınması değerlendirilirken şimdi tedbirler konuşuluyor. Bakan Yumaklı ile Kastamonu’da Obruk Barajı Açılışı dolayısıyla gerçekleşen program sırasında bir araya geldik. Yumaklı sohbetimizde özetle şunları söyledi:

BİZİ İLGİLENDİRMİYOR DEMEDİK: Bu yıl 5 binin üzerinde yangın çıktı. Yüzde 60’ı orman dışı alanda çıktı ve orada söndürüldü. Yüzde 27’si orman dışı alanda çıkıp ormana sıçradı ve söndürüldü. Kalan yüzde 13’ü ise ormanda çıktı. Biz hiçbir yangına ‘bu bizi ilgilendirmiyor’ diye müdahale etmemezlik yapmadık. Vatandaşımızın (sorumluluk alanımız olmasa bile) nerede ihtiyacı varsa ekiplerimizi yönlendirdik.

İNSAN KAYNAKLI: Yangını iklim değişikliği, sıcaklık artışı, aşırı rüzgar ve düşük nem çıkartmaz. Bunlar yangının kontrol altına alınması zorlaştırır, yayılmasını kolaylaştırır. Yangını maalesef ihmal ve dikkatsizlik çıkartıyor. Bu yıl ülkemizde meydana gelen yangınların yüzde 96’sı insan unsurundan kaynaklı yangınlar. Evet bizim 27 uçak, 105 helikopter, yaklaşık 6 bin kara aracımız var. Binlerce orman kahramanımız ve gönüllülerimiz var. Ama hep söylediğim bir husus: Asıl başarı yangının çıkmamasını sağlamak. Bunu da 85 milyon olarak hep birlikte başarabiliriz.

İKLİMDE TEDBİRİ KONUŞUYORUZ: Sürekli yağış alan İngiltere’de kuraklık haberlerini görüyoruz. Önceden iklim değişikliği dünyayı yakalamaya çalışırdı, şimdi dünya iklim değişikliğini yakalamaya çalışıyor. İklim değişikliği dünyanın önüne geçti. O zaman riskleri konuşup önlem alınması değerlendirilirken şimdi tedbirler konuşuluyor.

YAĞIŞLAR AZALIYOR: Meteorolojik verilere baktığımızda durumun vahametini daha iyi anlıyoruz. İklim değişikliğinin de etkisiyle, son yıllarda meteorolojik afetlerin şiddeti ve sıklığında artış görülüyor. 2024 ülkemizde son 53 yılın en sıcak yılı olarak tarihe geçti. Yağışlar, uzun yıllar ortalamasına göre yüzde 6,3 azaldı. 2025 su yılında ise yağışlar, geçen yılın yüzde 28 altında gerçekleşti. Türkiye geneli 10 aylık su yılı yağışları, son 52 yılın en düşük seviyesine indi. Yangınlara anlık takip Bakan Yumaklı, yangınları anlık olarak telefonun da takip ediyor. Orman Genel Müdürlüğü’nün çevrimiçi sistemi üzerinden İHA’ların görüntülerini inceleyen Yumaklı, yangın bölgelerinden haber alıyor. ‘Su, tüm dünyada bir numaralı gündem’

PEKİ GELECEK?: 2100 yılına kadar su kaynaklarımızın yüzde 25 oranında azalacağı tahmin ediliyor. Su tüm dünyada bir numaralı gündem olacak. Bizim devlet aklımız, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, son 23 yılda su ve sulama alanında 3,4 trilyon liralık yatırım yapmış, yaklaşık 11 bin tesisi vatandaşın hizmetine sunmuş. Su ve sulama yatırımları tasarruf tedbirlerinden muaf. Çünkü bu alanda bizi bekleyeni görüyoruz ve ona göre hareket ediyoruz. Bu yıl da 147 milyar lira kaynak ayırdık. 321 projeyi hayata geçireceğiz.

ULUSAL SEFERBERLİK GEREKİYOR: Herkese ödevler düşüyor. Belediyeler kayıp-kaçak oranlarını en aza indirmeli. Vatandaş olarak bizler de suyumuz verimli kullanmalıyız. Bu konuda da Saygıdeğer Emine Erdoğan’ın himayelerinde tüm kesimleri içeren bir seferberlik başlattık: Su Verimliliği Seferberliği... Çünkü bu sadece bizim bakanlığımızın işi değil, ulusal olarak bir seferberlik ruhuyla hareket edilmesi gerekiyor. Ulusal Su Kurulu’nu kurduk. Su alanında en üst kurul. Pazartesi günü (bugün) yeniden bir araya geleceğiz. Türkiye’nin başarısının göstergesi Ekim’de Orman Yangınlarına Hazırlık ve Yenilikçi Teknolojiler toplantısını İstanbul’da yapacağız. 41 ülke 9 uluslararası kuruluş davet edildi. Türkiye’nin ev sahibi olması bizim bu alandaki başarımızın göstergesi. Kasım ayında Sıfır Atık Vakfı ile gıda israfında farkındalık adına uluslararası bir etkinlik düzenleyeceğiz. 40’tan fazla ülkeden katılım bekliyoruz. Mayıs 2026’da 5. İstanbul Uluslararası Su Forumu’nu gerçekleştireceğiz.

5. NEBİ MİŞ /Rusya- Ukrayna barışa ne kadar yakın?

Seta Siyaset Arastirmalari Direktoru Nebi Mis Salginin Ulusal Politikalara Etkisini Degerlendirdi

Yedi yıl aradan sonra Trump, Putin'le yüz yüze görüştü. Trump'ın seçim vaatlerinden biri, göreve geldikten sonraki 24 saat içinde Rusya- Ukrayna savaşını durdurmaktı. Göreve başlayalı 200 günden fazla olmasına rağmen Trump, hâlâ savaşı bitirip Nobel Barış Ödülü'nü alacağını düşünüyor. Önceki başkanlığı döneminde Putin'le altı kez yüz yüze ve çok defa telefonla görüştüğü dönemlerde Trump, kendi partisi ve kabine üyelerinden yöneltilenler de dahil, çok kez ağır eleştirilere hedef olmuştu. ABD Başkanı Trump, göreve gelmesinin ardından Putin'e yakınlık gösteren açıklamalar yapmış ve Zelenski'ye baskı uygulamıştı. Hatta, Ukrayna'ya askeri yardımı sınırlayarak devam eden savaş konusunda Avrupa'yı endişelendirecek politikalar izlemişti. Ancak, savaşı durdurma konusunda Putin'i ikna edemeyince son dönemde Ukrayna'ya silah satışlarını tekrar başlatmış ve Putin'e karşı yaptırımları artıracağı tehdidinde bulunarak sertleşmişti. Bu konuda da ilk adımı atarak, Rusya'dan petrol alımını sürdüren Hindistan'a ABD'ye ihracatta tarifeleri artırarak yüzde 50'ye çıkarmıştı. Ukrayna-Rusya savaşında üç buçuk yıl geride bırakıldı. İki ülke İstanbul'da üç tur görüşme yaptı. Putin yönetimi, Doğu Ukrayna'nın Rusya'ya katılması, Ukrayna'nın NATO dışında tutulması dahil, NATO'nun eski Sovyet coğrafyasına genişlemesinin durdurulması sözü verilmesi ve Ukrayna ordusunun küçültülmesini istiyor. Ateşkes mi barış anlaşması mı yoksa savaşa devam mı? Tarihi olarak nitelendirilen iki liderin buluşmasından bir ateşkes ya da barış anlaşması şimdilik çıkmadı. Trump, "henüz bir yere varamadıklarını" söylese de sonuca ulaşma konusunda "şansımız çok yüksek" diyerek iyimser bir açıklama yaptı. ABD medyasında, Trump'ın görüşmeden sonra Zelenski ile telefon görüşmesinde, Ukrayna liderinden halihazırda Rusya kontrolündeki bölgelere ek olarak Donbas'ın tamamını Rusya'ya bırakmasını istediği ve karşılığında savaşı sona erdirme sözü verdiği iddia ediliyor. Avrupalıların telaşına bakılırsa, Trump'ın söz vermese bile bu çerçeve üzerinden müzakereye açık olduğunu göstermiş olması ihtimal dahilinde. Avrupa medyasının, Putin'in bu görüşmeden "kazançlı çıktığı" ve "üzerindeki tecridi kaldırdığı" yorumlarına ağırlık vermesi de bu ihtimali güçlendiriyor. Buna ek olarak, bugün gerçekleşecek olan Trump-Zelenski görüşmesinde Avrupa ve NATO liderlerinin Zelenski'yi yalnız bırakmak istememelerini de buraya eklemek gerekir. Avrupalı liderler, Ukrayna ve Avrupa'nın iradesi dışında toprakla ilgili bir müzakerenin yapılmasını yanlış buluyorlar. Kendilerinin yer almadığı bir görüşmede, Trump'ın Ukrayna'yı baskı altında zorla yönlendirebileceği endişesini taşıyorlar. Endişeli Avrupalıların aksine Trump, geçici ateşkese değil, kalıcı bir barış anlaşmasının yapılmasına odaklanmış durumda. "İranİsrail savaşını bitirdim", "Güney Kafkasya'ya barışı ben getirdim" ve şimdi Ukrayna-Rusya savaşını, barış anlaşması ile sonlandırarak "Barış Başkanı" olarak "Nobel Barış Ödülü'nü hak ettim" demeyi aşırı derecede önemsiyor. Dolayısıyla, Avrupa'nın fazla endişeye kapılarak, "barışa" engel olmasını istemiyor. Bir anlamda büyük güç rekabetinde, Çin'i sınırlandırmaya odaklanmak için bir an önce ve kendince "daha önemsiz engellerin" ortadan kaldırılmasını istiyor. Bugünkü görüşmede, Avrupalı liderlere ve Ukrayna devlet başkanına; Alaska'da müzakere ettiği "kendi çerçevesinin kabul edilmesini ve barış anlaşmasına yanaşmaları" gerektiğini söyleyecektir. Bu çerçeve; Putin'in maksimalist taleplerinin tamamı olmasa da ikinci bir görüşmede ilerleme sağlanabilecek konulardır. Hepsi olmasa bile Rusya'nın taleplerine yakın kendi pozisyonunu Avrupalılara kabul ettirip, Putin'in de bunu zamana yaymadan anlaşmayı imzalamasını bekleyecektir. Ancak, Putin müzakereyi yeniden zamana yaymak isterse Trump tekrar sert açıklamalarla yeni yaptırımlara yönelecektir.

6. SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN/ Alaska Zirvesi; Yeni bir Yalta mı?

Seyfi Ogun

Alaska Zirvesi tamamlandı. Bu tarz zirvelerde konuşulanlar ve sağlanan anlaşmalar kamuoyuna olduğu gibi aktarılmaz. Nitekim bir kaç saat devâm eden toplantılardan sonra iki liderin verdiği beyânatlar son derecede sınırlı tutuldu. Mezkûr toplantıların şeffaf olmaması vasat medyayı boşluğa düşürür. Bu boşlukta en çok yapılan şeylerden birisi bâzı görüntülerden zirvenin muhtevâsına dâir çıkarımlarda bulunmaktır. Meselâ zirveye katılan liderler ve ekiplerinin mimik, jest, vücût hareketleri ve törenlerden bir şeyler çıkarılmaya çalışılır. Naklen yayınları biraz tâkip etttim. Aman Allahım, ne inciler saçıldı. Karşılama törenini stüdyoda, kameraların gösterdiği kadar tâkip eden bâzı gazeteciler arasında bunun çok düşük profilli ve Putin’i aşağılamaya mâtuf olduğunu iddia edenler oldu. Hâlbuki tören daha sonra anlaşıldı ki protokole gâyet uygundu. ABD’nin en gelişmiş savaş uçaklarının yaptığı gösteriyi Trump’ın Putin’e gözdağı vermesi olarak yorumlayan cin fikirliler de çıktı. Lavrov’un CCCP yazılı bir kazakla giriş yapmasını ise Rusya’nın gücünün ABD’ye hatırlatılması olarak değerlendirenler de oldu. Hâsılı çok güldüm, çok eğlendim.. Ne ara bu kadar çok vücût dili mütehassısı, sembolik şifre çözücüler yetiştirmişiz, şaşırdım kaldım. Hâlbuki görüntüler son derecede kapalıydı. Putin veyâ Trump, toplantıya girmeden evvel basına poz verdiler. Hiç konuşmadan, vücût duruşlarını değiştirmeden ; mimik ve jestlerinde hemen hemen hiçbir değişiklik yapmadan uzunca bir zaman yan yana oturdular. Güdümlü ve taşkın gazetecilerin kışkırtıcı lâf atmalarına tepki vermediler. Bir ara Putin bir şeyler söylediyse de anlaşılmadı. Derken basın dışarıya çıkarıldı ve kapılar kapatıldı. Bir kaç saat sonra liderler poker suratlarını takınarak tekrar huzura çıktı ve çok kısa ve yüzeysel açıklamalar yapıp noktayı koydular. Evvela bir şeyi görmek lâzım geldiğini düşünüyorum. Bu zirve, Biden devrinde neredeyse kopma noktasına gelmiş olan ABD-Rusya ilişkilerinin tâmir edilmesi ve normalleşmesini elbette içermekle berâber bundan ibâret değildir. Bu proaktif bir zirvedir ve bir dizi yeni toplantının başlama noktasını meydana getirmektedir. Putin ile Trump “Haydi bir görüşelim, gayrısı nasip” kabilinden biraraya gelmediler. Muhtemelen aylardır devâm eden, bir kısmı basına yansıyan, bir kısmı ise yansımamış bir dizi alt görüşmeden sonra olgunlaşmış bir yapılmasına iki taraf nezdinde de karâr verilmiş bir zirveydi bu. Bu karârın alınması, iki tarafın bir çok temel meselede zâten anlaşmış olduğuna işâret ediyor. Zirve sıfırdan başlamamıştır. Üzerinde mutabakat sağlanmış olan meseleler kapatılmıştır. Belki kısaca üzerinden geçilmiş ve karşılıklı olarak teyid edilmiştir. Bu da toplasanız 10- 15 dakikalık enerjik bir zamânlamayla bitirilmiştir. O zaman liderler ve heyetleri anlaşamadıkları konuları mı konuştular? Evet, ama pazarlığa açık olanlarını..Diğerlerinin artık sırlandığını düşünüyorum. Müzâkere tekniği açısından da beklenen budur zâten. Evet, iki lider ve etraflarındaki çekirdek ekipler, anlaşmalarda pazarlık payı olarak belirlenen ve başkanların inisiyatifine bırakılan hususları ele almışlardır. Burada bir ilerleme sağlandıysa ne âlâ..Değilse bunlar da dosyalanır ve masadan kaldırılır. Ağırlık üzerinde anlaşılan hususlarda derinleşmeye verilir. Üç aşağı beş yukarı Alaska’da da sürecin böyle yürümüş olduğunu tahmin ediyorum. Elbette teferruatlarına hâkim olamayız.Ama, anlaşılıyor ki, iki tarafın üzerinde anlaştıkları meseleler anlaşamadıklarına baskın gelmiştir. Bu manzara, sâdece iki süper gücün arasındaki yeni performanslarla sınırlı kalmayacaktır. Bu, ikili değil çoklu, mahallî değil küresel bir tesire sâhiptir. Alaska’dan çıkan neticelerden etkilenmeyecek herhangi bir devlet olduğunu zannetmiyorum. Bununla berâber Alaska Zirvesi’ni Yalta gibi görmemek gerekiyor. Yalta’da II.Umûmî Harb gâlipleri tekmil, tam kadro yerlerini almıştı. Stalin, Churchill ve Roosevelt ,yâni Üç Büyükler tam kadro oradaydı. Tam bir paylaşım toplantısıydı bu. Yalta'dan sonra SSCB ile diğer ikisinin yolları ayrıldı ve Soğuk Savaş başladı. Aslında Yalta, Soğuk Savaş’ın yapılandırılması için yapılmıştı. Hâsılı, bir sonraki savaşın niteliği ve kâidelerinin belirlenmesi içindi bu toplantı. Alaska için bunu söyleyemeyiz. Masada ne herhangi bir Avrupa devleti, ne Çin ne de meselâ Hindistan var. Ben 16 Alaska’yı II.Umûmî Harp evvelinde yaşanan paktlaşmalara benzetiyorum. Bu paktlar son derecede güvenilmez , kaygan zeminli paktlar olarak târihe geçmiştir. Hatırlayalım, Hitler’in yükselişinden İngiltere hiç de rahatsız değildi. Hattâ, pek anlatılmaz ama İngiltere’de yaygın ve derin bir Nazi hayranlığı hüküm sürüyordu. Kral VIII.Edward ve “büyük aşkı” Bayan Simpson düpedüz bu hayranların başında geliyorlardı. Chamberlaine ise Nazileri, Sovyetleri yıkmak için kullanılacak elverişli bir âlet olarak görüyor ve cesâretlendiriyordu. Diğer taraftan Stalin ile Hitler gûya anlaşmış ve SSCB ile Nazi Almanyası arasında saldırmazlık anlaşması imzâlanmıştı. Pekiyi sonra ne oldu? Hitler hem İngiltere’ye hem de SSCB’ne saldırdı. Alaska Zirvesi ve muhtemelen onu izleyecek olan bir dizi ABD-Rusya Zirvelerinden, Yalta sonrasında olduğu gibi bir dünyâ düzeni falan çıkmaz. Evvelâ bu yakınlaşmanın devâmlılığının hiçbir garantisi yok. Evet, ABD-Rusya yakınlaşması devâm eder ve Hindistan’ı da içine alacak şekilde derinleşirse bundan rahatsız olan ve dışlanmış olan devletlerin ve onların arkasındaki güçlerin direnişi gelecektir. Çin, Kanada, Avustralya gibi dominyonlarıyla İngiltere, Almanya ve Fransa burada hemen akla geliyor. Her ne kadar bâzılar; husûsen Avrupa’dakiler çaptan hayli düşmüş olsalar da hafife alınmamaları gerekiyor. Bunların Alaska Zirvesi’ne sessiz kalacaklarını ve geçiştireceklerini zannetmiyorum. Güçleri kuvvetleri yeter mi bilemiyorum, ama bilhassa İngiltere’nin veyâ Çin’in hangi kartları açacağını çok merak ediyorum. Bu küresel arenada hissedilmeyebilir. Ama daha çok “içeride” çevirilecek işler aklıma geliyor. Putin için böyle bir risk hemen hemen yok. Ama Trump için aynı şeyleri söylemek zor. Başkanın bir takım bahanelerle Ulusal Muhafızları sokağa indirme karârı üzerinde durmak lâzım. Türkiye’de karar alıcıların bu ihtimâlleri dikkate almasında sayısız fayda var…

7. AYDIN ÜNAL/Terörsüz Türkiye’de madalyonun öteki yüzü

Thumbs B C Ae0B87A058Cea001890Bc4Bc23Fa7Cd5

Terörü bitirmek ve Türk-Kürt kardeşliğini yeniden tesis etmek için Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Bahçeli çok büyük siyasi risk aldılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçmişte, “siyasi hayatıma mal olsa bile bu sorunu çözeceğim” demişti. En son Kızılcahamam konuşmasında, “Terörsüz Türkiye için canımızı, kanımızı, bütün tecrübemizi, bütün hayatımızı ortaya koyduk” ifadelerini kullandı. Devlet Bahçeli’nin aldığı risk çok daha büyük: Daha işin başında “Öcalan gelsin Meclis’te konuşsun” diyerek en üst perdeden çağrı yapmış, kapıları ardına kadar açmıştı. İşler iyi gidiyor. Öcalan’ın çağrısıyla terör örgütü kendisini feshettiğini duyurdu; sembolik bir törenle silahlarını yaktı. Uzun zamandır terör örgütüyle çatışma yaşanmıyor. TBMM’de bir komisyon kuruldu ve çalışmalara başladı. DEM Parti son derece uyumlu şekilde sürece destek veriyor. CHP’nin de komisyona katılmasıyla sürece destek azami seviyeye ulaştı. Tüm taraflar temkinli olsa da süreç iyimserlik üzerinde ilerliyor. Hepimiz “aman nazar değmesin” diyerek kıymetli ve narin bir vazo gibi süreci pürdikkat taşıyor ve takip ediyoruz. Birkaç şom ağızlının kenafir bakışları iyimserlik içinde kayboluyor. Suriye’nin kuzeyindeki terör yapılanması, 10 Mart’ta imzaladığı mutabakatla, silahları bırakacağı, Suriye ordusuna katılacağı, kontrol altında tuttuğu bölgeyi de Şam idaresine teslim edeceği sözünü vermişti. SDG, bu sözünü tutmadı. Dahası, SDG, İsrail ile arasındaki irtibatı artık gizleme gereği bile duymuyor. İsrail, Suriye’nin parçalanması ve kuzeyden kendi sınırına kadar bir koridor kurulması için çabalarken, güneyde Dürziler, kuzeyde SDG bu korkunç plana destek veriyor, piyon oluyorlar. Ne Suriye’nin ne de Türkiye’nin böyle bir plana göz yumma ihtimalleri var. Özellikle Türkiye’nin tavrı çok net: SDG ya silah bırakacak, ya da bu mesele zor kullanarak çözülecek. İsrail’in Suriye üzerindeki bu kirli planı, içerde, Terörsüz Türkiye iyimserliğine ciddi bir tehdit oluşturuyor. DEM Parti’den bu konuda sorumsuz açıklamalar geldi. Bazı Kürt kanaat önderlerinin tehdit ve şantaj dolu açıklamaları da, SDG’ye yönelik bir operasyon durumunda Terörsüz Türkiye sürecinin yara alacağına işaret ediyor. İşin başından beri, “aman nazar değmesin” diyerek, büyük bir iyimserlikle ilerletilen, üstelik Erdoğan ve Bahçeli’nin büyük risk aldıkları bu meselede artık o zor ve tatsız soruları sormak zorundayız: Ya süreç istendiği gibi yürümezse? Ya bozulursa? Türkiye SDG’ye operasyon yaptığında ya içerde ipler koparsa? O zaman ne olacak? Terörsüz Türkiye madalyonunun şüphesiz bir de öteki yüzü var. Eğer terör örgütü PKK, SDG’ye operasyonu bahane ederek ya da bir başka gerekçeyle yeniden silaha sarılırsa, o zaman madalyonun diğer yüzü devreye girecektir. Şu ana kadar şefkat, merhamet, tahammül ve hoşgörü çehresiyle hareket eden Türkiye Cumhuriyeti Devleti, o zaman azametli yüzünü gösterecektir. Allah korusun ama işler ters gittiğinde, ne ABD ne de Avrupa geçmişte yaptıkları gibi terörün arkasında durabilecektir. İsrail’in de İran’ın da terör örgütüne faydası dokunmayacaktır. Zaten bitme noktasına gelmiş teröre “suhuletle” bir çıkış fırsatı sunulmuşken, işler tersine dönerse, devreye şimdiye kadar örneği görülmemiş bir güç girecektir. O zaman hiç kimse Erdoğan ve Bahçeli’yi “barışı sabote etmekle” itham edemez. Her ikisi de çok büyük siyasi risk alarak bu sürece girdiler. Ne gerekiyorsa yaptılar. Sabrettiler. Tahammül ettiler. Alttan aldılar. Kucak açtılar. Tabanlarının şaşkın bakışları altında en uç söylemlerle terör örgütüne çıkış fırsatı sundular. Kimse onları “barış karşıtı” olarak etiketleyemez. İşler iyi gitmezse bundan Kürtler de, onarılmakta olan Türk-Kürt kardeşliği de zarar görmez. Tam tersine Kürtler, hem terörün hem de İsrail’in tasallutundan kurtarılmış olur ki “iç cephe” o zaman daha da güçlenir. DEM Parti’nin eline büyük fırsat geçti: Türkiyeli bir parti olup, çürümüş ve çökmekte olan CHP’nin yerini doldurabilir. Ama madalyonun diğer yüzü çevrilirse, ortada DEM kalmaz; Kürt siyasi hareketi daha “yerli” bir zeminde başka mecralarda akar. Terörsüz Türkiye projesinin iki yüzü var: Ya Türkiye ile yürünecek, ya da İsrail’in uşağı olmak tercih edilecek. İkincisine kimsenin tahammülü olmaz; en başta da Kürtlerin.

8. SELÇUK TÜRKYILMAZ/Anglosaksonların İsrail bağnazlığı

Amerika Birleşik Devletleri Senatörü Lindsey Graham’ın sosyal medya hesabından geçen hafta yayımladığı bir mesaj dikkat çekiciydi. Graham, “Amerika İsrail’in fişini çekerse, Tanrı da bizim fişimizi çeker. Bunun olmasına izin vermeyeceğim.” dedi. Aynı günlerde Uluslararası Adalet Divanı Uganda Başkan Yardımcısı Julia Sebutinde, “Tanrı’nın İsrail’in yanında durması için kendisine güvendiğini ve kıyamet alametlerinin Orta Doğu’da görüldüğünü” söyledi. Julia Sebutinde Uganda’da bir kilise ayini sırasında konuştu. Lindsey Graham ABD’de sıradan bir senatör değildir. Sebutinde ise Uluslararası Adalet Divanı gibi uluslararası hukuk açısından en üst kurumlardan birinde çok önemli bir mevkidedir. Her iki şahsın konuşması modernitenin temel kavram ve fikirleri açısından tahlil edildiğinde karmaşık bir durumun ortaya çıktığı görülür. Bu yazıda kıyametçilik olarak adlandırılan görüşler doğrultusunda iki önemli şahsın sözlerini tahlil edecek değilim. Bu türden konulara ilgi duyanlar farklı kaynaklara yönelerek Hıristiyanlık ve özellikle de Evanjelizm’le ilgili yazılara ulaşabilir. Benim üzerinde durmak istediğim husus bu iki şahsın işgal ettikleri mevki itibarıyla oldukça seçkin bir konumda olmalarına rağmen inandıkları görüşlere bağnazlık derecesinde bağlılık göstermeleridir. Bu durumu modernitenin en temel kavram ve fikirleriyle nasıl uyumlu hâle getirdikleri sorusunun cevabını elbette onlar vereceklerdir. İsrail’le ilgili meseleleri Hıristiyanlık ve Evanjelizm’e dayandırmaları ve buradan devşirdikleri kavramlarla konuşmaları ciddi bir sorundur. Amerikalıların yanında İngilizler ve Almanlar da İsrail’le ilgili meseleleri dinî kavramlarla izah etmeye özen gösteriyorlar. Fakat Avrupalı elitler Amerikalılardan biraz farklı. Avrupa’da özellikle antisemitizm söylemi ideolojik bir seviyede ön plana çıktı. İngiltere’de ve Almanya’da da İsrail’le ilgili hemen hemen her mesele Yahudilik bağlamına dâhil edilmektedir fakat bu ikinciler daha dolaylı bir tutum takınıyor. İngiltere ve Almanya’da İsrail’e ve Siyonizm’e yönelik eleştiriler antisemitizm kategorisine dâhil ediliyor. Bu çerçevede Yahudi yaşamının korunması kavramı daha fazla öne çıkıyor. Bu da muhtemelen İngiliz ve Alman felsefecilerin İsrail yanlısı tutumundan kaynaklanıyor. Filozofların İsrail yanlısı tutumlarını dine dayandırmaları herhalde gereksiz tartışmalara yol açacaktı. Bu sebeple onlar Yahudi yaşamının korunması gibi daha hümanist yani din dışı bir tutum sergilediler. Fakat İngiltere’de ve Almanya’da geçerliliği olan bu türden yaklaşımlar da bağnazlık derecesinde bir inanıştan kaynaklanıyor. Holokost utancı ya da Yahudilere borçlu oldukları yönündeki ifadeler gerçeği yansıtmamaktadır. Onlar da nihai tahlilde dinî bir tutum takınıyor. Her iki yaklaşımın bağnazca olduğunu ileri sürdük. Peki, bu bağnazlık nereden ve hangi düşünceden kaynaklanmaktadır? Asıl cevaplandırılması gerekli sorulardan biri budur. Bu sorunun cevabını da yine ABD, İngiltere ve Almanya’daki gösterilerde bulabiliriz. İngiltere, Almanya ve ABD’de güvenlik kuvvetlerinin göstericiler üzerinde çok şiddetli bir baskı kurduğu görülüyor. İngiltere’de de kanunî düzenlemeler Filistin taraftarlarına adım attırmamak amacıyla yapılıyor. İngiliz siyasetçiler Palestine Action (Filistin Eylemi) yasağı çerçevesinde herhangi bir kimsenin Filistinliler lehine bir şey söylemesini neredeyse imkânsız hâle getirdiler. Almanya’da da Filistin taraftarı göstericiler üzerinde büyük bir baskı kuruluyor. ABD ve Fransa da Filistin taraftarlarına şiddet yoluyla baskı kuruluyor. Fakat Filistin taraftarı göstericiler, özellikle de aslen İngiliz, Alman ve Amerika asıllı göstericiler “İsrail’in Filistin topraklarında Britanya ve Amerika adına bir vekâlet savaşı yürüttüğünü” söylüyor. Almanya Başbakanının “kirli işleri” de bu bağlamda anlam kazanıyor. Bağnazlık kavramı anlamlıdır. İnandıkları ya da benimsedikleri düşüncelere yüzbinlerce insanın açlıktan öldürülmesi pahasına bağlı olduklarını görüyoruz. Herhangi bir olay ya da fikir onları benimsedikleri ve inandıkları doğrulardan uzaklaştırmıyor. Hem elitler hem de filozoflar sadece Avrupa ve Amerika’nın ve hatta Anglosaksonların menfaatlerine uygun bir dünya tasavvuru ile hareket ediyor. Bu, ancak çok katı bir inançtan kaynaklanabilir. Filistin’de İsrail’in İngiltere ve ABD adına kolonyal yayılmacı bir politika izlediğini artık bütün dünya görmeye başladı. Gerçeğin bütün boyutlarıyla tartışmaya açıldığını söyleyemeyiz fakat zamanla dünden çok farklı bir dünya ortaya çıkacaktır.

9. OĞUZHAN BİLGİN/ Putin ve Batı: Barışın imkansızlığı

Thumbs B C 3576D3Ad32B3F65E5B9E231020Cad848

Akşam’ın diğer yazıları Hem bu köşede hem de televizyon programlarında Ukrayna Savaşı'nda bir barış ihtimalinin kısa vadede imkânsızlığından, bunun şartlarının oluşmadığından bahsederken çok fazla itirazla karşı karşıya kalmış, çoğu zaman da yalnız kalmıştım. Dahası Alaska'daki Trump – Putin görüşmesi kesinleştiğinde de barıştan bahsedenlere karşın ısrarla bu görüşmeden bir sonuç çıkmayacağını hem yazmış hem söylemiştim. Barış ihtimalini güçlü bir ihtimal olarak görenler genel olarak Rusların hem savaşta askeri olarak çok yıpranmasına hem ekonomik maliyetler ödemiş olmasına hem de artık Rus toplumunun bu savaşı taşıyacak gücünün kalmamasına bakarak bunu söylüyordu. Bunların hepsi kuşkusuz doğru. Ama esas sorulması gereken sorular şunlar olmalıydı: Aslında bu soruların her biri cevabını kendi içinde taşıyor. Önceki yazımda bahsettiğim gibi kendisini Rus Çarı olarak gören, Rusya'yı eski imparatorluk günlerine, Sovyetler coğrafyasına yeniden hâkim olması gereken bir toprağa hükmettiği günlere dönmesi gereken bir devlet olma idealine sahip Putin'i tatmin etmek kolay değil. Putin'in, bir şekilde barışa ikna edilse bile biraz daha kendini toparladıktan sonra yeniden Kiev'e veya Odessa'ya saldırmayacağını garanti etmek de mümkün değil. Üstelik de Rusya bu kadar yıpranmış, askeri olarak bu kadar büyük kayıplar yaşamışken bile Putin'i barışa ikna etmek zorken uzun vadede Putin'in neleri göze alabileceğini düşünmek gerekiyor. Yüzbinlerce insanını kaybetmiş Ukrayna halkının da böyle bir anlaşmaya onay verecek Zelenski'yi bırakın koltuğunda tutmayı, ülke sınırları içinde bile tutmayacağını da bilmek gerekiyor. Sonuçta bu bedeli en başta Ukrayna halkı ödedi. Dahası zaten her koldan Amerikan müesses nizamı tarafından baskı altına alınan, şantajlara maruz kalan, Pentagon'un dan Adalet Bakanlığı'na ve medyaya kadar tüm küreselci odaklar tarafından sıkıştırılan Trump'ın da manevra alanı daralmış, taviz verecek şartları azalmış bulunuyor. Tüm bu sebeplerle Putin'in Çarlık hayalleri ve Rus Devlet aklının imparatorluk refleksleri birleştiğinde karşımıza sadece barışın imkansızlığı çıkmıyor. Tüm politikasını Batı ile güç mücadelesi üzerine oturtmuş Putin'in güçlü Dışişleri Bakanı Lavrov'un ABD'ye giderken giydiği Sovyetler Birliği tişörtüyle yaptığı meydan okuma, uçaktaki menüsünde bulunan Kiev Tavuğu üzerinden verdiği mesajlar çıkıyor. Tüm bu mesajlar ve semboller, ne kadar yıpranmış olursa olsun Rusya'nın Rusya gibi davranmaya, kendisini tatmin edecek büyük tavizler koparmadıkça savaş politikasını sürdürmeye devam edeceği görünüyor. Neticede Rusya bir imparatorluk olarak böyle bir tarih-politiğe oturuyor. Bu tarih-politiğe de sahip çıkıyor. Bunu görmeden yapılan her Rusya analizi isabet olmaya mahkum hale geliyor.

Kaynak: GAMZE KARABULUT