1. ABDULKADİR SELVİ/Özgür Özel ekibi: İmamoğlu cumhurbaşkanı adayı olamaz
ÖZGÜR Özel, sonunda baklayı ağzından çıkardı. Cumhurbaşkanı adaylığını ilan etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a meydan okudu, “Ben bundan sonra siyasi mücadeleyi seninle sandıkta yapmaya varım. Önümüzdeki baharda diyorsan baharda, yok iki ay sonra karda kışta diyorsan karda kışta, sandığın gelmesine aday olursan seninle yarışmaya hazırım” dedi.
Bu cumhurbaşkanı adaylığını ilan etmek demektir. Zaten bir süredir Özgür Özel ekibi, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olamayacağı tezini işlemeye başladı. CHP kulislerine yansıyan bilgiye göre Özgür Özel’in bu çıkışı Ekrem İmamoğlu’nu rahatsız etmiş. Aralarında çekişme başlamış. İmamoğlu, “Milletin, önseçimle üyelerin, partililerin ve parti yöneticilerinin teveccühleri ile adaylaştım. Asla vazgeçmem” dedi.
GERİLİM YAŞANIR MI
Özgür Özel ile Ekrem İmamoğlu, haftalık olağan görüşmelerini perşembe günleri yapıyorlar. DEM’liler İmralı’ya, Özgür Özel Silivri’ye gidiyor. Bu hafta yapacakları görüşmenin temelini Özgür Özel’in bu çıkışının oluşturması bekleniyor. Aralarında bir gerilim yaşanır mı? Bilemiyorum. Ama İmamoğlu bu tür çıkışlardan rahatsız olur. Çünkü İmamoğlu’nun Silivri’deki en büyük gücü cumhurbaşkanı adaylığı. Dünya kamuoyuna cumhurbaşkanı adayı cezaevinde diye haberler yaptırıyorlar. Erdoğan rakibini yargılatıyor diye algı operasyonu yürütüyorlar. İmamoğlu bu kozunu kaybetmek ister mi? Bu gücünü kaybetmek demek Silivri’de yolsuzluktan, rüşvetten yargılanan belediye başkanı konumuna düşmek demektir. İmamoğlu bunun farkında. Ama bir de siyasetin gerçekleri var. ‘Mühür kimdeyse Süleyman’ odur. Özgür Özel’in ekibi bir süredir Ekrem İmamoğlu’nun neden cumhurbaşkanı adayı olamayacağı, olmasının mümkün olmadığı tezini işliyor. Üç gerekçeyi ileri sürüyorlar.
1- İmamoğlu, örgüt lideri olarak 2 bin 430 yıl hapis cezasıyla yargılanıyor. Cumhurbaşkanlığı
seçimine kadar bu davalar sonuçlanmayacak. Bu durumda cumhurbaşkanı adayı olması mümkün
değil.
2- İmamoğlu’nun diploması iptal edildi. Adaylık müracaatı dahi yapamaz.
3- İmamoğlu hakkında istinafta bekleyen ahmak davası var. YSK üyelerine hakaret ettiği
gerekçesiyle 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezasına çarptırıldı. İstinaf onadığı taktirde siyasi yasak gelecek.
Özgür Özel’in, İmamoğlu’ndan çok İmamoğluculuk yapmasına aldanmayın. Dillerinden
İmamoğlu’nu düşürmemeleri sizi yanıltmasın. Özgür Özel ekibi, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olamayacağını işliyor. Özgür Özel’in CHP’nin doğal cumhurbaşkanı adayı olduğunu savunuyorlar.
CHP’Yİ DÖNÜŞTÜRDÜ
Erdoğan’ın karşısına CHP Genel Başkanı aday olmalı tezini işliyorlar. Bu arada gözlerden kaçan bir nokta var. Özgür Özel CHP’yi dönüştürüyor. CHP’ye damgasını vuruyor. İpleri eline geçiriyor. Şimdiye kadar CHP’de Ekrem İmamoğlu hâkimdi. İstediği an Özgür Özel’i devirebilecek güce sahipti. Ama köprülerin altından çok sular aktı. Özgür Özel başarılı bir performans ortaya koydu. CHP’yi dönüştürmeyi başardı. İstanbul İl örgütü dahi Özgür Özel’in yanında. Özgür Özel’in 28-30 Kasım tarihleri arasında yapılacak olan CHP kurultayına damgasını vurması bekleniyor. Bu kez Parti Meclisi, Özgür Özel ağırlıklı olacak.
BAHÇELİ’DEN ŞOK ÇIKIŞ
‘İMRALI’YA GİDERİM’ DEDİ
Üst üste şok çıkışlar yapan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli buna bir yenisini ekledi. Bahçeli, “Alırım yanıma üç arkadaşımı, kendi imkânlarımızla İmralı’ya gitmekten gocunmam, çekinmem, bir masa etrafında yüz yüze gelmekten de imtina etmem” dedi.
Bahçeli, Terörsüz Türkiye sürecine tarihi katkı sağlıyor. Bunu yaparken buz kırıcı gibi hareket etmeyi tercih ediyor. Üst üste şok hamleler yapıyor. Bir süredir Meclis Komisyonu’nun İmralı’ya gitmesi gerektiğini savunuyor. Ben de Bahçeli’nin bu tavrını destekliyorum. Bahçeli bu konuda birkaç kez çağrıda bulundu. Önce, “Gerekirse Milli
Dayanışma ve Demokrasi Komisyonu’nda görev yapan milletvekillerinden bir grup İmralı’ya giderek yüz yüze görüşme sağlanmalı, mesajlar ilk ağızdan alınmalı ve kamuoyuyla paylaşılmalıdır” demişti. Daha sonra mesajını daha da netleştirdi. Meclis Komisyonu’nun İmralı’ya gitmesinin süreci güçlendireceğinin altını çizdi. “MHP böyle bir heyete katılmaya hazırdır” dedi.
ERDOĞAN’DAN YEŞİL IŞIK
Bahçeli’nin bu açıklamalarından sonra İmralı konusu önce AK Parti MYK’da ele alındı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eğilimi gidilmesinden yanaydı. İmralı heyetiyle yaptığı görüşmede bunun sinyalini vermişti. Erdoğan-Bahçeli görüşmesinde de son tereddütler giderildi. İmralı’ya gidilmesine yeşil ışık yakıldı.
Bahçeli, yeni bir şok çıkışla son tereddütleri de giderdi. Gerekirse kendisinin İmralı’ya gideceğini ilan etti. Bu Türk milliyetçiliğinin siyasi temsilcisi olan MHP’nin genel başkanının bu ülkeye yapabileceği en büyük iyiliktir. Bahçeli bir kez daha “Önce devletim, sonra partim” ilkesiyle hareket etmiştir.
MECLİS GİDİYOR
Meclis, İmralı’ya gitmeli mi diye tartışıyoruz ama İmralı’ya giden heyette yer alan Pervin Buldan, Van Milletvekili ve Meclis Başkanvekili. Mithat Sancar Şanlıurfa Milletvekili. Daha önce giden rahmetli Sırrı Süreyya Önder yine Meclis Başkanvekili’ydi. Zaten Meclis, İmralı’ya gidiyor. İstenen komisyonu oluşturan partileri temsilen bir heyetin gitmesi.
KONJONKTÜR MÜSAİT
PKK terör örgütünün silah bırakması ve tasfiyesi için çalışıyoruz. PKK’nın kurucusu Öcalan bu yönde çağrı yapıyor. ABD bu konuda destek veriyor. Karşımızda PKK yok, ABD var. ABD de ilk kez bizim yanımızda yer alıyor. İç ve dış konjonktür buna hazır. Tarih kapıyı bir kez çalar. Tarih kapımızı çaldı. Şu anda tarihin şanslı tarafında duruyoruz. Öcalan’dan başka örgüte söz geçirecek bir güç varsa söyleyin. Öcalan’ın örgüt üzerindeki gücünden neden yararlanmayalım? Eğer bu fırsatı da değerlendiremezsek yazık olur. Geçmiş çözüm süreçlerinde bunu yaşadık. Terör çok daha kanlı bir şekilde geri döndü. Bu ülkeye yazık değil mi? Terörsüz Türkiye’nin tek alternatifi terörlü Türkiye demektir. Herkes bu konuda saflarını belirlemeli. Kim Terörsüz Türkiye’yi istiyor, kim terörlü Türkiye’yi arzu ediyor; bu konuda tavrını açık bir şekilde ortaya koymalı.
2. MELİH ALTINOK/Zelenski’yi Putin değil yolsuzluk götürecek
Ukrayna'da başkan rolünü oynadığı dizi sayesinde meşhur olan ve turuncu bir devrimin ardından sandıktan devlet başkanı olarak çıkan Zelenski sadece birkaç yılda ülkenin çanına ot tıkadı. Şeffaflık, daha fazla demokrasi ve Batı'yla tam entegrasyon vaat eden liyakatsiz cumhurbaşkanı, Ukraynalılara eski günlerini aratıyor. Onca toprak kaybedildi. Rusya'nın Kırım'ı ilhakı meşrulaştı. Yüz binlerce sivil-asker hayatını kaybetti. Aileler dağıldı. Batı'yla kısmen entegre olan ise Kiev ahalisi değil, Avrupa başkentlerinde mülteci olarak hayatını sürdüren milyonlarca Ukraynalı. Demokrasi falan da hak getire. Olağanüstü hâl koşulları, Sovyetler döneminden hallice. Öyle ki seçimler bile savaş bahanesiyle yapılmıyor.
Şeffaflığa gelince... Halk işsizlikle, açlıkla mücadele ederken, Kiev'de ortaya çıkan altın klozetli lüks daireler, yolsuzluk skandalı nedeniyle istifa eden bakanlar, durumun hiç parlak olmadığını gösteriyor.
Ülke son olarak, rüşvet ağının beyni olarak görülen ve Zelenski ile bir dönem ortak yapım şirketi kuran işadamı Timur Mindiç'in, Ukrayna'da enerji sektöründeki büyük yolsuzluk skandalının merkezinde bulunduğu iddialarıyla çalkalanıyor. Mindiç'in, hakkında yürütülen soruşturmanın başlamasından saatler önce ülkeyi terk ettiği ve İsrail'e kaçtığı öne sürülürken, Financial Times Ukrayna kolluk kuvvetlerinin, başkent Kiev'de, içinde altın tuvalet ve bide bulunan lüks dairelerde arama yaptığını, nakit dolu spor çantalarının fotoğrafları ile yetkililerin para aklama planlarını tartıştığı ses kayıtlarının ortaya çıktığını yazdı. Ayrıca Mindiç'in mutfak dolaplarından da çok sayıda 200 euroluk banknotlar çıktığı aktarıldı. Öte yandan ABD'nin eski dışişleri bakanı Pompeo'nun, Ukrayna'da uzun menzilli İHA ve "Flamingo" füzeleri üreten savunma şirketi Fire Point'e danışman olduğu ifade edildi.
Daha önce vergi cennetlerindeki offshore şirketlerle bağlantılarına dair iddialar ortaya çıkınca, Ulusal Yolsuzlukla Mücadele Bürosu'nun elini kolunu bağlayacak yasalar çıkarmayı deneyen Zelenski, bakalım bu kez şapkadan ne çıkartacak? Parlamentodaki desteğini kaybetmiş durumda. Rahatsız generallerin sayısının da günden güne arttığı konuşuluyor.
Zelenski'den geriye Ukrayna halkı için kocaman bir pişmanlık kalacak. Bizler ve dünyanın diğer halkları içinse ibretlik bir öykü. Ankara'da trafik tabelasına asılıp aynı fotoğrafı çektirmek için kuyruğa giren seçmenlerimizi kastetmiyorum elbette.
3. NEBİ MİŞ/Temiz belediyecilik ve reform zorunluluğu
Aylardır İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere CHP'li büyükşehirler özelinde yolsuzluk, rüşvet ve irtikap ile ilgili iddialar gündemde. İddianame açıklandı.
CHP ve onu destekleyen muhalefet, iddianamede yer alan yolsuzluk, rüşvet ve irtikap ile ilgili iddialardan daha çok, meseleyi siyasi düzlemde tartışmak istiyor.
En baştan itibaren tartışma siyasi bir kurgu üzerinden yürütülmeye çalışılıyor. Kurgulanan bir savunma taktiği var. Yargının siyasallaştığı tezi ile rüşvet ve irtikapla ilgili iddialar ve kanıtlar perdelenmeye çalışılıyor. Batı'ya şikâyet mektupları, Batı'dan yardım isteme, ekonomiyi olumsuz etkileme girişimleri stratejinin ana çerçevesini oluşturuyor.
İddialarla ilgili muhalefetin taktiğinde somut bir örnek. Bir taraftan "bunlar iddia" denilerek masumiyet karinesinden bahsedilirken, diğer taraftan iddianamede şikâyetçi olarak isimleri geçen işadamları muhalefet medyası tarafından "suçlama yöneltilmiş" algısıyla haberleştiriliyor. "Falanca işadamı da iddianamede" diye manşet atılıyor. Çelişki pahasına buradaki amaç belli; ne kadar çok işadamının ismi geçerse, "ekonominin güvenilirliği o kadar çok zedelenir" düşüncesi ile bu yapılıyor.
"Bunlar hep oluyordu CHP'li belediyeler yapınca mı suç" savunması ile çok ciddi iddialar önemsizleştiriliyor. Yüksek meblağlı iddialarda, "veren" ve "alan" suçlamayı kabul etmesine rağmen "Ne var canım bunda" diye "irtikap" suçu normalleştiriliyor. Neredeyse, iddianamede geçen vahim iddialar muhalefetin hakkıymış gibi meşrulaştırılıyor.
"Halkımız buna prim vermez, göreceksiniz sandıkta tepkisini iktidara gösterecek" söylemi ise davanın rotasını değiştirmeye yönelik bir çaba.
Yerel seçimlerden önce muhalefet, "temiz belediyecilik", "kayırmacılıktan kaçınma", "siyasi ahlak", "şeffaflık", "tüyü bitmemiş yetimin hakkı" ve "liyakate önem verme" gibi sloganları toplumun üzerine boca etmişti. Muhalefetin kamuoyu oluşturucuları yolsuzlukla ilgili bu kadar iddia ortaya çıkmasına rağmen, bir kez bile bu sözleri hatırlatmıyor. CHP'nin yeni yönetimi ise, "Biz onları iktidar için istiyorduk kendimiz için değil" havasında.
"Davalardan çıkacak sonucu bırakın, bu kadar iddiaya konu olan iş ve işlemden temiz belediyecilik çıkmaz, hani sizin temiz belediyecilik vaadinize ne oldu" sorusu doğru düzgün tartışılamıyor. Belediye yolsuzlukları ile ilgili iddialar yargının konusu. Kararı yargı verecek.
Ancak bu iddialara konu olan iş ve işlemlere bakıldığında yerel yönetimlerle ilgili reform ertelenmez bir zorunluluk. Denetim mekanizmaları ve ihale kanunu başta olmak üzere, şu an belediyelerde giderek derinleşen sorun alanları ile ilgili yasal düzenlemelerin bir an önce yapılması gerekir. 2000'lerin başında günün ihtiyaçlarına göre reformlar yapılmıştı. Ama gelinen süreçte yeni ihtiyaçlar ortaya çıktı. Ortaya çıkan sorunlara ve reform ihtiyacına muhalefet ya da iktidar penceresinden bakmamak gerekir. Bu, Türkiye'nin ihtiyacı.
Belediyelerin personel yapıları şişmiş durumda. Yasal zorunlulukları yönetimler, belediye şirketleri üzerinden kolayca aşıyor. Bazı belediyeler neredeyse tüm gelirlerini personel ücretlerine yatırıyor. Zorunlu hizmetleri bile yürütemedikleri için borç batığına saplanmış belediyeler var. Milletin sorununu çözmek yerine, kendileri sorun haline dönüşmüş durumdalar.
Birçok büyükşehirde gelecek yılları kurtaracak yatırımlar bir yana, mevcut düzen bile işletilemiyor. Bugün İstanbul'da, sadece Marmaray, Avrasya Tüneli, üçüncü köprü ve Kuzey Marmara otoyolunun birkaç günlüğüne hizmet vermediğini düşünelim. Şehir tamamen çöker. Dolayısıyla, geleceği kurtaracak yatırımların önceden yapılmasının ne kadar önemli olduğunu iyi idrak etmeliyiz. Yerel yönetimlerle ilgili reformlar bir an önce gündeme alınmaz ise mevcut krizler daha da derinleşecek ve gelecekte çözümü çok daha zor olacak.
4. NEDRET ERSANEL/ ‘İksir’…
Yazılanlara bakılırsa, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın son ABD gezisinde Başkan Trump, Suriye’nin güneyindeki gelişmeleri kastederek, “İsrail ile bu işi nasıl çözeceksiniz” diye sormuş. Sayın Fidan da “İsrail’in politikaları hem sizin sorunlarınızı hem bizim sorunlarımızı çözmeyi engelliyor” yanıtını vermiş. (‘Perde arkasında neler yaşandı’, 15/11, H. Fırat, Hürriyet.)
Bizim sorunlarımız ne; birinci sırada terör örgütü PKK/YPG/SDG bulunuyor. Suriye ordusuna entegrasyonu mükemmel bile olsa, herhalde ideal beklentimiz, ‘etkisiz hale getirildi’yi hissetmemiz… Amerika’nın sorunları ne; Ortadoğu genelinden yürürsek bir düzine madde sayılabilir ama merkezinde, İsrail’in güvenliği bulunuyor. Kabul. Ama ara başlıktır bu… Ne Türkiye’nin ne ABD’nin sorunlarının bunlarla bitmediğini biliyoruz. Bu yüzden Sayın Fidan’ın “sorunlar” dosyasının başlığını, “planlar” olarak değiştirsek önümüzü daha rahat görebilir miyiz? İsrail, hem ABD’nin hem Türkiye’nin planlarını aksatıyorsa, bu planlar nedir ve-dahi uyumlu mudur?
ABD Başkanı’nın yeni muştusuna bakarsanız, artık Suudi Arabistan da İbrahim Anlaşmaları’na katılmak üzere. Bir evveli Kazakistan’dı. Trump, Astana’nın anlaşmalara katılacağını söylemişti, öyle de oldu…
Biliyoruz ki, ABD’nin bölgeye ilişkin master planı İbrahim Anlaşmaları’dır, Türkiye dahil, herkesin katılmasını umuyor… Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Şara’nın Washington ziyaretini sosyal medya mesajlarında şöyle değerlendiriyor; “Rubio, Fidan ve Şeybani ile yaptığımız kritik oturumda, ABD-Türkiye-Suriye çerçevesinin bir sonraki aşamasını şekillendirdik. Bu çerçeve, SDG’nin yeniSuriye’nin ekonomi, savunma ve sivil yapısına entegrasyonunu, Türkiye-Suriye-İsrail ilişkilerinin yeniden tanımlamasını, …. içeriyor”… Bir “çerçeve ve aşamaları” var, demek plan demek doğrudur… Şöyle de ekliyor; “Katar, S. Arabistan ve Türkiye’nin, Suriye ulus devletinin tüm bölge, aşiret, din ve kültür grupları açısından yeniden canlanmasını destekleyen genişletilmiş ittifakı, sihirli bir iksir olmuştur”…
Enfes kelime seçimi. ‘İksir’! Ölüyü diriltiyor, öyle diyor Özel Temsilci, ayrıca sihirlidir, öldüren diriltiyor. Ortadoğu için daha uygun metafor zor bulunur. Terkibini de veriyor. Kıskandığım için başlığa da taşıdım…
Amerikan planı iyi de acaba Türk planı nasıl? Hakan Fidan: “Şam ile YPG arasındaki görüşmelerin gidişatı önemli. İsrail’in ülkenin güneyine müdahalesinden sonra bu görüşmeler inkıtaya uğradı. Amerikalıların ve bizim birincil meselemiz, İsrail’in Suriye için bir tehdit olmaktan çıkmasını sağlamak, Suriye’nin de İsrail için bir tehdit olmaması. … Şu an Suriye topraklarının bir kısmı işgal altında ve bunun son bulması gerekiyor.
Suriye’nin geri kalanını tehdit eden bir yaklaşım içerisinde de olunmaması lazım. ABD’nin Suriye’deki düzeni, istikrarı destekliyor olması önemli. … YPG’nin zaman zaman rotasından şaşıp, yeni bir bölgesel krizden kendisine fırsat arayışında olma durumu var. Fayda sağlamayacağını hatırlatmak gerekiyor. Altını tekrar çizelim, biz ulusal güvenliğimiz açısından neyin tehdit oluşturup, oluşturmadığını gayet iyi biliyoruz. İsteriz ki, konuşarak, görüşerek bunlar ortadan kalksın.” Benzer uyarıyı Sayın Cumhurbaşkanı da yapıyor; “Bölgemize dair yayılmacı emeller güdenlerin telkin, işmar ve kışkırtmalarına prim verilmemelidir. El atına binenin tez ineceği gerçeğini hiç ama hiç kimse unutmamalıdır”.
Gizli özneyi söylemeye gerek yok sanırım…
ABD, İsrail’i dövüyor mu? Evet, dövüyor. Çoğu insana garip gelebilir çünkü, ABD’nin İsrail’i, özel olarak Netanyahu’yu hırpalaması ‘görülmüş’ şey değil. Washington’u takip ederken bu ‘ilkeye’ tapınma seviyesinde bel bağlayanların atladığı; ABD’nin değil, Trump’ın, daha da genişletirsek yeni düzenin dövmesidir. Eski kabullerle okumanın konforu ve verdiği güvenlik hissi artık yoktur. Yüz kere söylendi, “alet çantası”nın yenilenmesi gerekiyor… Şam yönetiminin değişmesi ve terör örgütünün manevra alanının daraltılması da aynı saiklerden gelişti. Ankara’nın başarısı orada zaten. Bunun ilk menzile ulaştığının anlaşılması için iki olayın gerçekleşmesi lazım; bir, YPG/SDG’nin Şam yönetimine entegrasyonu-ki tüm sorunları/riskleri kaldırmayacak ama yönetilebilir kılacak-iki, Türkiye’nin Gazze’deki uluslararası güçte askeriyle yer alması. Bunlar olduğunda, tabelada daha net skor görebileceğiz…
Aslında benzer durum Ukrayna-Zelenski için de geçerli. Kiev’den de çok çatlak ses geliyor. Diğerleri bir yana, İngiltere Başbakanı’nın Türkiye ziyaretinde, ‘Ukrayna’da ateşkes, barış sürecinin artık zamanı geldi’ mealindeki yaklaşımı neredeyse belirleyici sayılabilir. Ardından ülkede yaşanan yolsuzlukların bir anda faş edilmesi, bakanların görevden alınması, Zelenski’nin yerine gelebilecek isimlerin listelenmesi, sahada Rusya’nın ‘Pokrovsk’ gibi kritik bir yeri ele geçirmesi, vs…
Neden Suriye ve İsrail konuşurken, Rusya ve Ukrayna’ya sıçrıyoruz? Çünkü, o da ana planın
parçası. Nasıl Kazakistan, İbrahim Anlaşmaları’na taraf olurken, “ne alaka” demiyorsak ve o da Washington dönüşü Kremlin’e gidip, ‘aman yanlış anlamayın anlaşması’ imzalıyorsa, Suriye-İsrail-Filistin bağlamına Rusya’nın yeniden vaziyet etmesi aynı sebepten… Suriye Dışişleri Bakanı’nın Washington ziyareti bir haftadır konuşuluyor ama Moskova’ya üç ziyaret yaptı. Siz bu satırları okurken de Çin’de bulunuyor. Evvelinde de Putin-Netanyahu görüşmesi var; Suriye, Filistin ve İran konuştular. Neyin konuşmasıdır? ABD’ye rağmen mi, ABD’yle birlikte mi? Türkiye’ye rağmen mi Türkiye ile birlikte mi? Yani, Suriye’de de İsrail’de de mesele henüz kapanmadı. Ama “bölgede” işler Türkiye lehine
gelişiyor. Takiben, ‘master plana’ da bakılacak herhalde…
5. TAHA KILINÇ/ Semîr Hâfız’ın ardından…
Suriye Türkmenlerinin en önemli isimlerinden, siyaset adamı ve mütefekkir Semîr Munîr Hâfız, geçtiğimiz pazar günü (16 Kasım 2025) İstanbul’da tedavi gördüğü hastanede vefat etti. 77 yaşında hayata gözlerini yuman Hâfız, 2011’den itibaren siyaset sahnesinin tanınan figürlerinden biri haline gelmiş, Suriye Türkmen Cephesi’nin kurucu başkanlığını üstlenmişti. 1948’de Lazkiye’nin Bayırbucak mıntıkasına bağlı Sarây köyünde Türkmen bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Semîr Hâfız, lise eğitiminin ardından kimya mühendisliği alanında tahsil görmüş, bilahare ticarete atılarak Suriye içinde ve dışında hatırı sayılır bir çevre edinmiş, böylece istikbaldeki siyasî vazifelerine gençlik yıllarından itibaren hazırlanmaya başlamıştı.
Bugün “Nusayrîlerin ve Nusayrîliğin kalesi” olarak bilinen Lazkiye, Semîr Hâfız’ın çocukluk ve ilk gençlik yıllarında Sünnîlerin ağırlığı teşkil ettiği bir şehirdi. Salahaddîn Eyyûbî’nin oğullarından Melik ez-Zâhir Gâzî tarafından 1210’da yaptırılan Câmî-i Kebîr, Lazkiye’nin her anlamda kalbiydi. Şehrin eski kısmında, çarşıların ortasında yer alan cami, yan yana beş kubbesi, serin avlusu ve hemen yanındaki medresesiyle, Lazkiye’ye “İslâm şehri” manzarası kazandıran en önemli yapıydı. Yine Süleyman Paşa el-Azm’ın Trablusşam valiliği sırasında 1727’de inşa ettirdiği cami, altı kubbesi, taştan yapılmış güzel şadırvanı ve korunaklı iç avlusuyla, şehir merkezindeki bir diğer tarihî eserdi. 1925’te şehrin zengin eşrafının yaptırdığı Accân Camii de, nispeten yeni bir yapı olmasına rağmen Lazkiye’nin “Müslüman” tablosundaki tamamlayıcı unsurlardan birine dönüşmüştü.
Lazkiye’ye yarım saat mesafedeki Kardâha köyünde doğan Hâfız Esed, Baas Partisi içinde darbe yaparak 1970’de iktidara el koyduktan sonra, mensubu bulunduğu Nusayrîliğe sosyal bir taban kazandırmak amacıyla Sahil bölgesinin demografik dengeleriyle oynamaya başladı. Lazkiye’nin merkez ve odak seçildiği bu toplum mühendisliği projesi çerçevesinde, taşradan merkeze göçler teşvik edildi, yüz yıllardır dağlık kesimlerde yaşayan Nusayrîler sahile doğru kaydırıldı ve şehir merkezlerinde iskân edildi. Bu sistemli ve programlı siyaset sayesinde, 1990’larda doğru Lazkiye ve çevresinde Nusayrîler ekseriyeti ele geçirdi.
Semîr Hâfız’ın üniversite yıllarında, Arap-Sosyalist ideolojiye sahip Baas’ın yönettiği Suriye’de, Türkmen olmak ciddi bir imtihan ve dışlanma sebebiydi. Bu durum, onda Türkmen kimliğinin ciddi ve derin biçimde keşfine ve Suriye’deki Türkmenlerin haklarını savunmak için mücadele düşüncesini geliştirmesine yol açtı. Suriye’de halk ayaklanması ve ardından patlak veren savaşla birlikte Semîr Hâfız artık Türkiye’ye yerleşmiş, siyasî bir lider ve kanaat önderi haline gelmişti. Bir taraftan Türkmenlerin saflarını birleştirmeye çalışıyor, diğer taraftan Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin her türlü ihtiyacıyla ilgileniyordu. O kadar çok kişiye dokunmuş ve emeği geçmişti ki, vefatının ardından kendisiyle alakalı paylaşım yapan sayısız seveninin altını çizdiği şu nokta şaşırtıcı değildi: “O bizim babamız, ağabeyimiz, hocamız, sığınağımız ve dayanağımızdı.”
15 Aralık 2012’de İstanbul’da düzenlenen Suriye Türkmenleri Platformu I. Toplantısı’na öncülük eden Semîr Hâfız, yüksek ikna kabiliyeti ve şahsî bağlantılarının yardımıyla Türkmenleri tek çatı altında toplamayı başarmıştı. 30 Mart 2013’te Ankara’da düzenlenen ikinci toplantıda onun Suriye Türkmen Meclisi Başkanlığına seçilmesi hiçbir itirazla karşılaşmadı. Bu göreve ondan başka uygun ve ehil bir aday da yoktu zaten.
Semîr Hâfız’ı şahsen tanımak ve kendisiyle sohbet etmek imkânı bulmuştum. Onu “Türkmen” olarak tanımlamak etnik ve sosyal açıdan belki doğruydu ama -sevenlerinin ifadesiyle- Semîr Ağa, İslâm coğrafyasının birliği ve ümmet idealini derinlemesine kavramış, siyasî şuuru son derece diri, ufku geniş ve kapsayıcı bir münevverdi. Sohbet ederken, ifadelerindeki kuşatıcılık, meseleleri anlatırken seçtiği net üslup ve zihninin berraklığı beni kendisine hayran bırakmıştı.
Vefat haberini alınca, Facebook sayfasına göz atarken, hastaneye yatmadan kısa süre önce yaptığı bir paylaşımı gördüm. Sabah erkenden Fatih’teki evinden çıkmış, tramvayla Eyüpsultan’a gitmiş, Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin kabrini ziyaret etmiş. Hazirede çektiği selfie’nin altına da, Ebû Eyyûb’un ta Medine’den İstanbul’a gelişine atıfla, bir ayet yazmış: “Hiç kimse hangi toprakta can vereceğini bilmez” (Lokman 34). Semîr Hâfız, Lazkiye’de başlayıp İstanbul’da biten bereketli bir ömrün nihayetinde, Eyüpsultan’a çok yakın Sakızağacı Mezarlığı’ndaki asırlık servilerin altında kıyamet sabahını bekliyor şimdi. Rahmetullâhi aleyh.
6. ATİLLA YAYLA/ Kazım Berzeg’in 3D formülü
Türkiye’de liberal düşüncenin öncü isimlerinden rahmetli Kazım Berzeg’in sevdiği şeylerden biri görüşlerini 3D formülü ile özetlemekti. “Devlet milletin dinine, diline ve donuna karışmamalı” derdi. Bu, sınırlı ve insan haklarına saygılı devlet talebinin halk diliyle ifade edilme şekliydi. Berzeg bu sözle neyi kastederdi?
Dini çoğulluk her ülkede boy gösterir. Dinde çoğulluk olması hayatın akışının doğal sonuçlarındandır. Birden fazla dinin veya aynı dinin birden fazla yorumunun bulunması kaçınılmazdır. Her dinin inananları kendi dinlerinin hakikate tekabül ettiği inancındadır... Diğer taraftan, her dinin içinde, kaçınılmaz olarak, birden fazla yorum bulunacaktır. Hangi dinin veya aynı dinin hangi yorumunun daha iyi olduğu ve hakikatin tezahürünü teşkil ettiği tartışılabilir. Ancak, kamu otoritesi, mümkün mertebe, bu tartışmalarla girmemelidir... Din ve vicdan özgürlüğü devletlerin vatandaşların dinlerine ve dinîyaşayışlarına, kural olarak, istisnai hâller dışında, burnunu sokmaması anlamına gelir...
Milletlerin dil bakımından bir çoğulluk içinde olması da olağan bir durumdur. Bir zamanlar dünyada 20 bin dil vardı. Bugün yaşayan dillerin sayısı 6 bin civarında. Diller de insani hayatın sonuçlarındadır. İnsanlar dil geliştirirler, dillerinin kurallarını öğrenirler ve yeni nesillere bilinçli veya bilinçsiz şekilde öğretirler. Diller, doğal olarak, bütün siyasi otoritelerden daha eskidir, tarihleri binlerce yıl geriye gider. Bugünkü siyasi ünitelerin izleri ise en fazla bin-iki bin yıl öncesine kadar takip edilebilir. Bu yüzden, devlet insanların diline karışmamalıdır. Hiçbir dili yasaklamamalı veya herkesi bir dili konuşmaya mecbur bırakmamalıdır. Bunu yapmaya kalkışmak hem imkânsızı istemek hem de çeşitli problemler oluşturacak bir sürece girmek anlamına gelir. Burada resmîdil ile dil serbestisi arasındaki ilişki de ilginçtir. Bazı ülkelerde iki-üç resmîdil olabilmektedir. Bazı ülkelerde ise tek resmîdil vardır. Ancak, tek resmîdilin var olması diğer dillerin yok olduğu veya yok edilmesi gerektiği anlamına gelmez. İnsanlar dillerini resmîdil olmasa bile fiilen serbestçe kullanma hakkına sahiptir. Devlet bu bakımdan da toplumsal hayata müdahaleden uzak durmalıdır...
Devletin insanların donuna karışmaması sözü kılık kıyafet serbestisi talebine işaret eder. İnsanlar çeşitli şekillerde giyinirler. Bazı kıyafetler bazı yerlerde ve durumlarda diğer bazılarına tuhaf ve yanlış görünebilir. Ancak, insanların kılık kıyafetlerini seçme özgürlüğü vardır. Bu hususta söz hukuktan ziyade ahlaktadır. Devlet bu nedenle şu veya bu ahlak kodunu öne çıkararak insanların kılık kıyafetine müdahil olmamalı, insanların nerede, neleri giyebileceği veya neleri giyemeyeceği hakkında sessiz kalmalıdır. İnsanlar kılık kıyafetlerini kendileri seçmelidir. Bu, elbette, sonsuz serbestlik anlamına gelmez. Ama sınırları koyacak olan da devlet değil toplumsal hayatın kendisidir.
Kazım Berzeg’in bu formülü tam bir özgürlükçü yaklaşım. Günümüzün en önemli problemlerini kuş bakışı görmemizi sağlamakta. Hangi yolu takip etmemiz gerektiğini bize göstermekte. Bu vesileyle Kazım Berzeg’i rahmet ve hasretle anıyorum.
7. YUSUF ALABARDA/ Kazıklı
Gün geçmiyor ki Ankara Büyükşehir Belediyesi kaynaklı can sıkıcı haberler basına düşmesin. Su baskınlarının, sellerin ve evlerini su basan ailelerin görüntülerine dair haberlerin mürekkebi kurumadan, su kesintisinden perişan olmuş insanların görüntüleri haber oluyor. Kefen alımı, tabut alımı haberlerini daha konuşmaya vakit bulamadan, ASKİ'den satın alma bedelinin üzerinde yapılmış kiralama haberleri geliyor. Oysa 2019 yılında 'Ben Ankaralının kuruşunu kimseye yedirmeyeceğim' ve 'ihalelerin tamamını şeffaf yapacağım, internet üzerinden canlı yayınlayacağım' diyerek seçmen kitlesinden oy almış bir belediye başkanı profili ile karşı karşıyaydık. Geldiğimiz noktada internetten canlı yapılmayan, çoğunluğu Kamu İhale Kanunu 21b istisna alımları maddesi kapsamında adrese teslim milyarlık birçok ihalenin olduğunu biliyoruz.
MANSUR YAVAŞ VE ALGI BELEDİYECİLİĞİ
Sanırım Türkiye'de algı belediyeciliğini Mansur Yavaş'tan daha etkili yapabilen başka bir belediye başkanı daha yoktur. Bu konuda Ekrem İmamoğlu dahi Mansur Yavaş'ın eline su dökemez. Hali hazırda çalgı çengi merkezli doğrudan adrese teslim verilmiş ihaleleryargının merceği altında olmasına rağmen Mansur Yavaş ısrarla şeffaf ihale yapıldığını ve internetten tüm ihalelerin canlı yayınlandığını sıkılmadan söylemeye devam edebiliyor. Körüklü otobüsleri metrobüs diyerek millete sundular
2024 yılında yerel yönetim seçimlerinin hemen öncesinde birçok medya kuruluşu tarafından sipariş üzerine Yenikent-Ulus-Karapürçek hattında metrobüs deneme seferlerinin başladığına dair haberler okumuştuk. Sonradan işin aslı ortaya çıktı ki herhangi bir metrobüs hattı falan yok, sadece alınan bir körüklü otobüs bu hatta diğer araçların içerisinde sefere başlamış ve algı uzmanı Başkan bu körüklü otobüsü kendisine yakın medya üzerinden 'Ankara'da metrobüs seferleri başlıyor' diyerek duyuruyor.
Bu metrobüs haberi de diğerleri gibi periyodik bir algı haberi olmalı ki bu yıl Mayıs ayında yine aynı başlıklar ile 'Ankara metrobüse seferlerine kavuşuyor' diyerek tekrar ettiler. Kazıklıtepe algısı ve karnı tok vatandaşlar Ankara şimdi de Hıdırlık Tepe'de inşa edilmeyi bekleyen Şükran Anıtı, rekrasyon alanı ve bu kapsamda yapılan milyarlarca liralık harcamayı, iki beton kazığı konuşuyor.
2023 yılında bizzat Mansur Yavaş'ın kendisinin sosyal medya üzerinden 2023 senesi içinde biteceği duyurulan bu alana iki beton kazık dışında bir şey yapılmamış. Sayıştay raporları sayesinde milyarlarca liranın bu alanda nasıl çarçur edildiğini öğrendik.
Bu durumda Ankara'da yaşayan vatandaşlar yaşanan bu trafik sıkışıklığında anlamsız şekilde harcanmış milyarlarca liraya dair Başkan Yavaş'tan bir açıklama beklerken her zamanki gibi açıklama Büyükşehir üzerinden bilgisayarda hazırlanmış bir görsel ve açıklama üzerinden geldi. Yayınlanan görselde aslında Hıdırlık Tepe'de bu paranın iki beton kazığa verilmediğini, öncesi ve sonrası görseliyle bu paranın karşılığında bu yapıldı işte denilerek kamuoyu ile bu görsel paylaşıldı.
Paylaşıldı paylaşılmasına lakin Hıdırlık Tepe hâlâ 'öncesi' dedikleri bir halde. Yani? Yani 'sonrası' diyerek millete gösterdikleri şey hiç olmadı ve sadece bir bilgisayar animasyonu. Yahu hiç mi utanmanız yok, anlasanız ya artık Ankaralının karnı sizin bu algılarınıza tok. İşte Ankara tam bu sorunlar ile boğuşurken normal olarak beklersiniz ki Mansur Yavaş işine daha özenle sarılsın. Öyle olmadı, biz gözümüzü bir açtık ki Mansur Yavaş Kilis'e gitmiş orada hükümetin hayvancılık siyasetini eleştiriyor, Gaziantep'te vatandaşlar buluşuyor ve Gaziantep esnafının dertlerini dinliyor.
Edep Ya Hu demek dışında ne diyebiliriz ki?
8. HAYDAR ORUÇ/ Netanyahu yolsuzluk kıskacında: Trump'ın mektubu kurtarabilecek mi?
7 Ekim 2023'ten sonra Gazze’ye yönelik başlatılan saldırılarda şimdiye kadar 70 bin Filistinliyi katlederek 21. yüzyılın en büyük soykırımına imza atan İsrail’in soykırımcı Başbakanı Binyamin Netanyahu, bir taraftan Gazze’de işlemiş olduğu savaş ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) hakkında vermiş olduğu tutuklama kararı; diğer taraftan da Kudüs Bölge Mahkemesi’nde hakkında devam eden yolsuzluk davasından dolayı giderek derinleşen bir meşruiyet krizine sürüklenmektedir.,
TRUMP'IN MEKTUBUYLA TEKRAR GÜNDEME GELEN YOLSUZLUK DAVASI
Netanyahu’nun yolsuzluk davası yeni bir gelişme olmamasına rağmen ABD Başkanı Donald Trump’ın 12 Kasım’da İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’a hitaben yazdığı bir mektupta resmen Netanyahu’yu affetmesini istemesi tüm gözlerin yeniden yolsuz davasına çevrilmesine sebep olmuştur. Trump’ın Gazze ateşkes planını dikte etmesi ve Netanyahu’nun da kendi koalisyonundaki itirazlara rağmen bu planı kabul etmesi nedeniyle bir hayli gergin olan İsrail siyaseti, Trump’ın iç politikaya ve yargı sistemine müdahale olarak yorumlanan mektubuyla iyice karışmıştır. Oysa Trump’ın ateşkes planı sayesinde Hamas’ın elindeki rehinler serbest bırakılmış ve Netanyahu da bunu bir zafer olarak pazarlayarak, 2026 sonunda yapılacak seçimlerde yeniden seçilmenin hesaplarını yapmaya başlamıştı. Hatta Netanyahu’nun bu rüzgardan yararlanmak için erken seçime bile gidebileceği söyleniyordu. Ancak Trump’ın mektubundan sonra İsrail siyasetindeki hava yeniden değişmiş ve Netanyahu’nun sönümlenmeye başlayan yolsuzluk davası tekrar gündemin merkezine oturmuştur.
NETANYAHU’YA İSNAT EDİLEN SUÇLAR VE DAVA SÜRECİNİN SAFAHATI
Netanyahu hakkında ilk olarak 2016'da ortaya atılan yolsuzluk iddiaları dört ana başlıkta toplanmaktaydı. “Vaka 1000” olarak bilenen suçlama, Netanyahu’nun görevinden kaynaklı olarak pahalı hediyeler kabul etmesi ve bu hediyeleri beyan etmemesinden oluşmaktaydı. Netanyahu her ne kadar bu hediyelerin muhataplarıyla arasındaki dostluktan kaynaklandığını ileri sürse de hediyelerin değerinin yaklaşık olarak 300 bin dolar civarında olduğunun ortaya çıkması Netanyahu’nun savunmasını çürütmüş ve bu suçlama yolsuzluk yargılanmasına temel oluşturmuştur.
“Vaka 2000” olarak bilinen suçlama, Netanyahu’nun hükümet muhalifi olarak bilinen Yedioth Ahronoth gazetesine, hükümet yandaşı Israel Hayom gazetesi üzerinden baskı yapması, yani basına müdahale olarak isimlendirilmiştir. “Vaka 3000” ise İsrail Deniz Kuvvetleri’nin Alman Thysenn Krupp tersanesinden tedarik ettiği 3 adet Dolfin sınıfı denizaltı ve 4 adet Sa’ar 6 sınıfı korvet alımında bürokrasiye baskı yapıp yönlendirme ve rüşvet alma suçlamalarını içermektedir. İletişim Bakanlığı’nın GSM ihalesine fesat karıştırarak telekomünikasyon firması Bezeq’in ihaleyi almasını sağlamak ve Bezeq’in büyük ortağı olan bir kişiye ait Walla haber sitesinden kendi lehinde haberler yaptırarak görevi kötüye kullanmak suçlamaları da “Vaka 4000” olarak tanımlanmıştır.Başsavcılığın Aralık 2016’da re’sen başlattığı soruşturma kapsamında polisin yeterli delillere ulaşması üzerine, 20 Aralık 2018'de Netanyahu’nun hakkındaki yolsuzluk iddiaları nedeniyle suçlanacağı açıklanmış olup, 21 Kasım 2019'da Netanyahu aleyhindeki yolsuzluk davası açılmıştır. 28 Ocak 2020'de sunulan iddianame Kudüs Bölge Mahkemesi tarafından kabul edilmiş, Vaka 3000 düşürüldükten sonra geriye kalan tüm suçlamalar için yargılama süreci 24 Mayıs 2020'de başlamıştır. 5 Nisan 2021'den itibaren tanıkların ifadelerine başvurmaya başlayan mahkeme, şimdiye kadar üç yüzden fazla kişinin ifadesine başvurmuştur. Pandemi, Gazze soykırımı ve 12 Gün Savaşı nedeniyle uzayan dava sürecinde iddia makamı Temmuz 2024 itibarıyla suçlamaları ve delilleri mahkemeye sunmuş olup, bu tarihten itibaren Netanyahu’nun savunma sürecine geçilmiştir. Ancak Netanyahu’nun mahkemeye sürekli mazeret sunarak duruşmaları ertelemek istemesi nedeniyle savunmanın ancak Nisan 2026 gibi tamamlanacağı ve yolsuzluk davasında kararın 2027 sonlarına doğru çıkabileceği değerlendirilmektedir.
NETANYAHU’NUN YARGIDAN KAÇMA ÇABALARI VE TRUMP’IN YARGI SÜRECİNE
MÜDAHALESİ
Netanyahu bir önceki hükümet döneminde de “görevdeki başbakanın yargılanmasının engellenmesine yönelik” bir tasarıyı meclisten geçirmeye çalışsa da muvaffak olamamıştır. Bunun üzerine mevcut hükümetin kurulmasından hemen sonra ortaya atılan sözde yargı reformu tasarısıyla, özellikle yüksek yargıya neşter vurularak bir taraftan Netanyahu aleyhindeki yargılama sakıt hale getirilmeye çalışılırken, diğer taraftan da iş yüksek mahkemeye kalırsa mahkemenin Netanyahu lehine karar verecek kompozisyona getirilmesi istenmiştir. Ancak Netanyahu ve işbirlikçilerinin tüm hamleleri boşa çıkmış ve yargılama ağır aksak da olsa şimdiye kadar devam etmiştir.
Trump’ın ilk döneminde de Netanyahu aleyhindeki soruşturmayı ve dava sürecini takip ettiği ancak duruşmaların Nisan 2021’de başlaması nedeniyle konuya taraf olamadığı bilinmekteydi. Buna rağmen Trump’ın ikinci döneminde Netanyahu ile yaptığı tüm görüşmelerde yolsuzluk davası gündeme gelmiş olup, Trump bu konuda ilk kez 26 Haziran'da konuşarak, “Netanyahu aleyhindeki yargılamanın iptal edilmesi gerektiğini” söylemiştir. Gazze ateşkes planının imza töreni için Mısır’ın Şarm el-Şeyh şehrine gitmeden önce İsrail’e uğrayan ve Knesset’te bir konuşma yapan Trump, “Netanyahu’nun bir savaş kahramanı olduğunu ve hakkındaki yargılamanın sonlandırılması gerektiğini” söyleyerek, Herzog’un bu konuda af yetkisini kullanabileceğini ima etmiştir. Son olarak 12 Kasım’da yazdığı mektupta da Herzog’tan resmen Netanyahu’yu affetmesini talep etmiştir.
TRUMP’IN MEKTUBUNUN YANSIMALARI
Trump’ın mektubundan sonra bir açıklama yapan Herzog, “Trump’a en üst seviyede saygı duyduğunu ve İsrail’e verdiği sarsılmaz destek nedeniyle minnettar olduğunu ancak Cumhurbaşkanlığı affı için gerekli prosedürlerin yerine getirilmesi gerektiğini” söyleyerek, topu Netanyahu’ya atmıştır.
Netanyahu, partisi ve koalisyon ortakları ise Trump’ın talebini destekleyerek Herzog’tan derhal af kararı çıkarmasını istemişlerdir. Muhalefet partileri ise Trump’ın mektubunu şiddetle eleştirerek bunun İsrail’in iç işlerine müdahale anlamına geldiğini ve asla kabul edilemeyeceğini ifade etmişlerdir. Ana muhalefet lideri Yair Lapid yaptığı açıklamada Trump’ın mektubunu eleştirerek, “İsrail kanunlarına göre cumhurbaşkanının af yetkisini kullanabilmesi için ilgili kişi hakkında hüküm verilmiş olması, kişinin suçunu kabul etmesi ve bu suçtan ötürü pişmanlık bildirmesi gerektiğini” söyleyerek affın gerçekleşmesi için koşulların uygun olmadığını söylemiştir.
Sonuç olarak, İsrail’de tam da erken seçim iddialarının gündemde olduğu bir dönemde Trump’ın böyle bir mektup göndermesi, seçim sürecinde Netanyahu lehine pozisyon aldığı şeklinde yorumlanmıştır. Ancak daha önceki seçim süreçlerinden de hatırlanacağı üzere, Trump’ın İsrail seçimlerine müdahalesi pek olumlu sonuç vermemiştir. Trump’ın bu hamlesinin Netanyahu’yu kurtarmak için yeterli olmayacağı değerlendirilmektedir. Trump’ın desteğinin Netanyahu’yu iyice zayıflatacağı ve yapılabilecek bir seçimde Netanyahu’nun iktidarı kaybetmesine bile yol açabileceği tahmin edilmektedir. Dolayısıyla, Trump’ın Netanyahu’ya af talebinin yasal olarak uygulanma imkanı olmadığı gibi, İsrail toplumunda yaratacağı olumsuz hava nedeniyle Netanyahu’yu bir daha dönmemek üzere siyaset sahnesinden silmesi de ihtimal dahilindedir.


