1. ABDULKADİR SELVİ/Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nı tehdit etti
CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır hakkında Cumhurbaşkanı’na hakaretten dolayı soruşturma açıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ayrıca 250 bin TL’lik tazminat davası açtı. CHP kongresinde Kılıçdaroğlu kaybedince sevincinden yerinde zıpladığı için adı “zıp zıp Ali”ye çıkan Ali Mahir Başarır, hakareti ve tehdidi meslek haline getirmiş birisi. Ali Mahir Başarır’ın bir siyasi hesabı var. Özgür Özel, cumhurbaşkanı adayı olursa partinin başına geçmek. Bunun için de Erdoğan’a saldırıyor. Erdoğan’a vurarak yükselmek istiyor. Özgür Özel peşinden gözyaşları döktüğü Kemal Kılıçdaroğlu’nu devirmişti. Ali Mahir Başarır da ilk fırsatta Özgür Özel’i sırtından hançerler. Çünkü bu konuda parlak bir sicili var.
BAYKAL’A HAKARET
Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a “Deniz Bey’in bilinci yerinde değil. Akli melekeleri belki zor. Gözünün biri görmüyor” demişti. Baykal vefat ettiğinde ise tabutun başında durup üzgün adam pozunu takınmıştı. Ali Mahir Başarır, şerefli Türk ordusuna “satılmış” diyen birisidir. “Devletin ordusu Katar’a satılmış” dediği için hakkında soruşturma açılmıştı.
CUMHURBAŞKANI’NI TEHDİT
Ali Mahir Başarır, ağzından köpükler saçarak yaptığı konuşmada “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Silivri’de” diye saldırdı. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’nı Silivri ile tehdit etti. Erdoğan yolu cezaevlerinden gelmiş bir Cumhurbaşkanı. Ne yasaklar, ne hapisler, ne cezaevleri onu durduramamış. Ancak ilk kez Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı görevinin başındayken, cezaevi ile tehdit ediliyor. Ali Mahir Başarır tek değil. Özgür Özel de dünkü grup toplantısında “Sizi yargılayacağız” dedi. Ömer Çelik, buna “Yassıada çetesi” diye tepki gösterdi. Bu bir zihniyet. Bu, CHP zihniyeti. İsmet Paşa da 27 Mayıs darbesinden önce Menderes’i darbe ile tehdit etmişti. “Şartlar tamamsa ihtilal meşrudur” demişti. İnönü’nün izinden giden 27 Mayısçılar darbe yapıp Başbakan Menderes’i asmışlardı. Ali Mahir Başarır ne yapacaksınız? Erdoğan’ı devirip Silivri’ye mi atacaksınız? Yoksa Menderes gibi asmayı mı planlıyorsunuz? O devirler çoktan geçti Ali Mahir Başarır. Bu millet Menderes’i kurtaramadı ama Erdoğan’ı yedirmez.
ÖZGÜR ÖZEL ENERJİ BAKANI’NIN SORUSUNU CEVAPLAR MI
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, nadir toprak elementleri için Eskişehir’de miting yapacaklarını açıkladı. Söz konusu nadir toprak elementleri olunca Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, kısa bir süre önce sosyal medya hesabından bir paylaşımda bulunmuştu. “Eskişehir Beylikova’da yerli ve milli teknolojimizle Türkiye’nin kaderini değiştirecek Nadir Toprak Elementleri Tesisini kurmak istedik. Ama ilk engel yine CHP’li Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nden geldi. ÇED olumlu raporuna rağmen bilimsellikten uzak iddialarla yürütmeyi durdurma davası açtılar. Bugün çıkıp, ‘Neden maden işletmiyorsunuz?’ diye soruyorlar. Bu nasıl iki yüzlülüktür?” diye sormuştu. Özgür Özel hazır Eskişehir’e kadar gitmişken bu soruya da cevap verir diye düşünüyorum.
NETANYAHU’NUN TÜRKİYE’Yİ DEVRE DIŞI BIRAKMA PLANI
Ben demiştim, ben yazmıştım şeklinde yazmayı sevmiyorum. Hatta bundan rahatsız oluyorum. O nedenle bu yazımı lütfen ‘ben demiştim’ yazısı olarak değerlendirmeyin. Sadece dikkatle takip ettiğim süreçlerin perde arkasındaki bilgileri paylaşmaya çalışıyorum. Dünkü yazımda “Netanyahu’nun Türkiye Planı”nı yazmıştım. Netanyahu’nun ateşkes sürecindeki Türkiye’nin rolünden rahatsız olduğunu, Mehmetçik’in Gazze’ye gitmesini engellemek için ateşkesi bozmaya çalıştığını aktarmıştım. Güvenilir kaynaklardan aldığımız bilgiler ışığında ateşkese rağmen Gazze’yi bombalamasının altında Türkiye’yi devre dışı bırakma planının yattığını yazmıştım. Yazımın mürekkebi kurumadan İsrail basınında bu yönde analizler yayımlanmaya başladı.
MEHMETÇİK’TEN RAHATSIZ
Hayom gazetesi, Netanyahu’nun yeni süreçte Erdoğan’ın rolünden dolayı tedirgin olduğunu ve Türkiye’yi engellemeye çalıştığını öne sürdü. Hayom, Netanyahu’nun Türk şirketlerinin Gazze Şeridi’nin yeniden inşasına katılmasını da engellemeye çalıştığını yazdı. İsrail’in rahatsızlığının başında ise Mehmetçik’in oluşturulacak Görev Gücü’nde yer alacak olması geliyor. Netanyahu’ya yakınlığı ile bilinen Hayom gazetesi, Türkiye’nin Gazze’de asker bulundurmasına İsrail tarafından karşı çıkıldığı hatırlattı.
KIRMIZI ÇİZGİ DEDİLER
Maariv gazetesi ise “Ankara’nın Gazze sürecinin parçası olması İsrail açısından kaygı yaratıyor” ifadesine yer verdi. Osmanlı’nın 400 yıl boyunca bölgeyi yönettiğine dikkat çekilen haberde, Türkiye’nin Gazze’nin yeniden kalkınmasındaki etkisinin İsrail için ‘kırmızı alarm’ anlamına geleceği savunuldu. Netanyahu, Türkiye’yi engellemek için ateşkesi bozmayı göze almış durumda. Bunun için Kushner ve Witkoff aracılığıyla Trump üzerinde baskı kurmaya çalışıyor. Bakalım Trump bu oyuna gelecek mi?
2. NEDİM ŞENER/CHP’li Akpolat’ın Özel Kalem’i itiraf etti: ‘Aşevi üzerinden rüşvet aklandı’
AZİZ İhsan Aktaş suç örgütüne yönelik iddianame, CHP’li belediyelerin içine düştüğü yolsuzluk ve çürümenin nasıl sefil bir hal aldığını göstermesi bakımından çok önemli tespitler içeriyor. 40’ı tutuklu 200 sanıklı soruşturmanın iddianamesinde Aktaş’ın başlangıçta Diyarbakır, Adana, Adıyaman gibi şehirlerde ihaleler alırken; 2019 yılında Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesinden sonra yönetim değişikliğini fırsat bilerek rotasını İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyelerine çevirdiği ve 2020 yılından itibaren İETT, İsfalt, İGDAŞ, Beşiktaş Belediyesi, Avcılar Belediyesi ve Esenyurt Belediyesi’nde ihaleler alarak örgütün altın çağını yaşadığı tespiti yapıldı. Aziz İhsan Aktaş suç örgütünün en çok Beşiktaş Belediyesi’nden ihale aldığı, Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat ve başkan yardımcılarıyla rüşvet ilişkisi içine girerek belediyenin ihale sisteminde hâkimiyet sağladığı delilleriyle anlatıldı. İddianameye göre ihale alacak firmalar belediye değil Aziz İhsan Aktaş tarafından belirlenirken, Akpolat’ı rüşvete bağlayan Aktaş, CHP Milletvekili Özgür Karabat aracılığıyla Ekrem İmamoğlu’na 5 milyon TL rüşvet verdi. Karabat hakkında hazırlanan fezleke Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na yollandı. İmamoğlu’na aktarılan rüşvet ile ilgili dosya da İBB ile ilgili yürütülen soruşturma dosyasına gönderildi.
AKPOLAT, CHP’Yİ PARAYA BAĞLAMIŞ
Rüşvet ve yolsuzluğun delilleriyle anlatıldığı 578 sayfalık iddianamede, Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat için şu tespitler yapıldı: “Şüpheli Rıza Akpolat’ın belediyenin yetki ve imkânlarını kötüye kullanarak kendisine haksız kazanç sağladığı, imar, inşaat ruhsatı, iskân izni, işyeri açma, alkol ruhsatı ile belediyenin mal ve hizmet alımına ilişkin yaptığı ihaleler, reklam panolarının kiraya verilmesi, belediyeye ait taşınmazların satılması gibi işlemlerde ilgililerden para temin ettiği, rüşvet 6 paralarından sağladığı kazançla gerek kendisinin gerekse de akrabalarının zenginleşmesini ve lüks yaşam sürmelerini sağladığı, bunun dışında Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkan yardımcısı, Parti Meclisi üyesi, Beşiktaş Belediyesi Meclis üyelerine düzenli maddi destek sağladığı tespit edilmiştir. Olağan kurultay ve İl Başkanlığı seçimlerine yönelik ‘şaibe’ ve ‘delegelerin satın alınması’ iddialarının konu edildiği soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli/sanık sıfatıyla yer alması da dikkate alındığında şüphelinin topladığı rüşvet paralarının bir kısmını Cumhuriyet Halk Partisi’nin yönetim kadrosunun dizaynında kullandığı değerlendirilmiştir.”
ÖZEL KALEM VE YARDIMCISI İTİRAFÇI
Ayrıntılar ise oldukça ilginç. Benim dikkatimi çeken konulardan birisi de yoksullar için kurulan aşevleri üzerinden rüşvet alınması ve kara paranın aklanması oldu. Bunu da Rıza Akpolat’ın Özel Kalem Müdürü Emirhan Akçadağ, 26 Haziran 2025 tarihli ifadesinde şöyle anlatmış: “Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’ın Özel Kalem Müdürlüğünü yaptığım dönemde kayıtdışı harcamalara ilişkin liste tarafımca tutulmuştur. Bu paralar Ali Rıza’ya bağlı ruhsat, zabıta ve aşevi ile müteahhitlerden alınan paralardır. Rıza Akpolat ve ailesinin harcamaları bu paralarla yapılıyordu. Beşiktaş Belediyesi’nin aşevi vardır. Her ne kadar günde 5 bin 500 kişiye yemek verdiklerini belirtseler de gerçekte bu kadar yemek hiçbir zaman dağıtılmadı. Aşevine alınan malzemeler resmi değildir. Aşevine resmi ve gayri resmi bağışlar yapılır. Bağış yapılan firmalar araştırıldığında bu firmaların çoğunun belediye ile iltisaklı olduğu, ruhsatla ilgili sorunları bulunduğu görülecektir. Bu firmalardan veya kişilerden zabıta eli ile paralar toplanır. Bir kısım para resmi gönderilir geri kalan ise gayri resmi alınır. Zabıta Müdürü Ali Rıza Gürgen bu işin başındadır. Nurşen Coşkunoğlu aşevi sorumlusuydu. Ali Rıza Yılmaz en büyük parayı aşevi ve ruhsattan toplayıp sahibi olduğu Park Fora Restoran üzerinden aklıyordu.”
RÜŞVET NOTLARI
Nitekim Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’ın Yardımcısı Ozan İş de ifadesinde, ünlü işinsanlarından ve şirketlerden inşaat ve işyeri ruhsatları karşılığı rüşvetler alındığını tuttuğu notlardan tek tek sıralarken, aşevine bağış adı altında toplanan rüşvet paralarını şöyle anlatmış: “Mesa Şirketler Grubu şirket sahibi M. B. ile Rıza Akpolat belediye binasında uzun bir görüşme yapmış, sonrasında ise Beşiktaş Belediyesi Aşevi’ne ise 20.000.000,00 TL bağış adı altında para istenmiş olup söz konusu para nakit olarak Ali Rıza Yılmaz koordinasyonunda Rıza Akpolat’a teslim edilmiştir. Mana İnşaat: Adı geçen firmanın Beşiktaş sınırları içerisinde imara aykırılıklar ve çatı tadillerinde yer alan usulsüzlükler görmezden gelinmiş olup buna karşılık ... yılları arasında farklı tarihlerde 7 aşevine bağış adı altında sürekli yüksek meblağlardan oluşan toplam 30.000.000,00 TL elden para alınmıştır. Bu işlemlerde Ali Rıza Yılmaz koordinasyonunda alınan paralar Rıza Akpolat’a teslim edilmiştir. Polat İnşaat: ... yılında Polat Akatlar Projesi için avam projesi onay ve inşaat ruhsatı düzenlenmiş olup daha sonra söz konusu planlar mahkeme kararı ile usulsüz olduğundan iptal edilmiştir. Bu süreçte Rıza Akpolat ve Ali Rıza Yılmaz koordinasyonunda farklı tarihlerde sürekli olarak aşevine bağış adı altında toplam 35.000.000,00 TL nakit olarak alınmış, yine Polat Otel’de sürekli olarak Rıza Akpolat’ın misafirleri ağırlanmış olup bu işlemler karşılığında yaklaşık 20.000.000 TL Beşiktaş Belediyesi ciro hesabı olarak mahsuplaşılmıştır. Kayıtlar Polat Otel’den istenebilir. Four Seasons Otel için ... tarihinde düzenlenmiş olan içkili lokanta ruhsatı: Four Seasons Otel’in usulsüz tadilat işlemleri için 10-12 milyon dolar civarında gayrı resmi para alınmıştır. Bu paralar aşevine bağış adı altında ... yılları arasında farklı tarihlerde sürekli olarak gerçekleştirilmiştir. Four Seasons Residence inşaat ruhsatı için ... tarihinde yapı ruhsatı düzenlenmiş olup buna karşılık ... tarihleri arasında 30.000.000 dolar gayrı resmi para alınmıştır. Para transferi Ali Rıza Yılmaz kontrolünde gerçekleştirilmiştir.” İddianamede bu konuda şu nota yer verilmiş: “İş bu iddianame Aziz İhsan Aktaş suç örgütü temelli olup Rıza Akpolat, Ali Rıza Yılmaz ve diğer belediye görevlilerinin imar, iskân, işyeri açma, aşevi konusunda yaptığı usulsüzlükler, rüşvet iddiaları ile rüşvet verdiği iddia edilen işadamları hakkında soruşturma devam etmektedir.” Yani bu daha başlangıç, Akpolat ve adamları hakkında başka iddianameler de gelecek. Asıl büyük gürültü ise Ekrem İmamoğlu ve suç yapılanması hakkındaki iddianameyle kopacak anlaşılan.
3. DİDEM ÖZEL TÜMER/Hedef trafikte kültür değişimi! ‘Caydırıcılık yapı taşı’
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, trafikte kural ihlallerine karşı yeni bir devri başlatacaklarını vurgulayarak, “Denetimin limiti bir yere kadar. Caydırıcılık yapı taşı; cezalar stratejik araç. İnsanlar kural istiyor” dedi. Yerlikaya, bir araya geldiği basın mensuplarına, TBMM gündeminde olan ve 1 Ocak 2026’da yürürlüğe gireceğini vurguladığı yeni trafik kanun teklifine dair değerlendirmelerde bulundu. Yeni bir trafik kültürünün ihtiyaç olduğunu belirten Yerlikaya, bunun da merkezinde caydırıcılık ilkesinin olacağını kaydetti. Köklü değişim için Nobel ödüllü Sosyolog ve Ekonomist Gary Becker’ın “Suç 8 ve Ceza: Ekonomik Bir Yaklaşım” çalışmasına işaret eden Yerlikaya, yeni sistemle kuralsızlığın “kaçarının olmayacağının” altını çizdi. Yerlikaya çalışma doğrultusunda, yol haritasını şöyle ifade etti: “Becker, dünyaya demiş ki caydırıcılığın gücü eşittir, niteliği yüksek denetim. Biz, denetimi yüzde 50 arttırarak gelebileceğimiz yere geldik, limiti bir yere kadar. Caydırıcılık, trafik kültürünün gelişmesini ve kökleşmesini sağlayan en temel yapı taşıdır. Etkin ve adil bir ceza sistemi, bireylerin kurallara saygısını artırır, sürücü alışkanlıklarını olumlu yönde değiştirir, toplumsal bilinç geliştirir ve en önemlisi can kayıplarını azaltır. Bu nedenle cezalar sadece bir yaptırım değil, aynı zamanda trafik kültürünün dönüşümünü sağlayan stratejik bir araçtır.” ‘Sorun yol efeliği’ Mevcut vakaların çoğunun öfke kontrolsüzlüğü kaynaklı olduğunu belirten Yerlikaya, “Yol efeliği yapmayın. Biri sana bir söz söylüyor, işitme” serzenişinde bulundu. Toplumda düzenlemeye karşı direnç olmadığını da vurgulayan Yerlikaya, “İnsanlar kural istiyor. Toplum, kuralların içselleştirilip, doğru takip edilmesini, denetlenmesini istiyor” ifadelerini kullandı. ‘Af yok’ Bakan Yerlikaya yasanın yürürlüğe girmesiyle uygulanacak cezalara daha sonra af gelip gelmeyeceği sorusuna ise “Caydırıcılığın düşmanı aftır. Zaten (teklifin yasalaşmasıyla) geçen sene yazılan 32.5 işlemin, 7- 8 milyon bandına ineceğini söylüyoruz” yanıtını verdi. ‘Ciro derdimiz yok’ Cezaların artırılmasında ekonomik gelir isteği olduğu iddiaları sorulan Yerlikaya, “Ciro gibi bir derdimiz, buradan gelecek paraya da ihtiyacımız yok” dedi. Yerlikaya, “Grup Başkanımızın söylediği, ‘4-5-6 haftalık zaman dilimleri içinde toplumla çok daha konuşarak, içselleştirerek bunu Meclis’imizden çıkaracağız’ şeklinde” dedi. Yolların kara bilançosu Yerlikaya, yollarda dönüşümü zorunlu kılan 2024 yılındaki bilançoyu şöyle özetledi:
■ Günde 17.4, yılda 6 bin 351 kişi kazalarda hayatını kaybetti, 385 bin 117 kişi yaralandı.
■ Cinayet bir önceki yıla göre yüzde 11.8 düştü, 2 binin altına indi. Trafikte, bunun 3.5 katı ölüm gerçekleşti.
■ Kırmızı ışık ihlali nedeniyle her üç günde bir; şerit ihlali nedeniyle günlük 3.6 can kaybı yaşandı.
■ 109 bin 107 hız kusurlu kaza gerçekleşti, 13 milyon 632 bin 424 işlem uygulandı.
■ Her iki kazadan birine motosikletler karıştı. Radar ve asayiş için aplikasyon. Yerlikaya iki yeni aplikasyon geliştirdiklerini söyledi. Vatandaşın güzergahta kaç radar olduğunu görebileceği bir uygulama ve trafikteki asayiş sorunlarının bildirileceği “Gereği Yapıldı” hizmete sunulacak.
4. MELİH ALTINOK/Ticaret hacminde hedef 1.5 milyon dolar
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 3 günlük Körfez turuna dün Kuveyt'ten başladı. Kuveyt, Katar ve Umman'ı kapsayan Körfez turunun ana hedefi; Gazze'de kalıcı ateşkes ve yeniden inşa süreci, savunma sanayii ihracatı, enerji işbirliği (özellikle LNG), yatırım ve müteahhitlik anlaşmaları ile serbest ticaretin genişletilmesi. Arap basını da Erdoğan'ın Körfez turunun hedefini, bölgede artan uluslararası nüfuz rekabeti ortamında daha etkin bir rol üstlenme olarak yorumluyor.
SAVUNMA, ENERJİ, YATIRIM
Bakanlar ve savunma sanayii temsilcilerinden oluşan kalabalık bir heyetle Kuveyt'e gelen Erdoğan'ı havalimanında Kuveyt Emiri Meşal el-Ahmed el-Cabir es-Sabah karşıladı. Ardından ikili ve heyetler arası görüşmelere geçildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kuveyt Emiri Sabah'a beyaz renkli bir Togg hediye etti. 1990 yılındaki Irak işgalinin sonlandırılmasının ardından ABD'nin güçlü etkisinin hissedildiği Kuveyt ile Türkiye arasındaki ilişkiler istenilen düzeyde değil. İki ülke arasındaki ilk hedef, ticaret hacmini 700 milyon dolardan 1.5 milyar dolara çıkarmak. Bu kapsamda Erdoğan ile Kuveyt Emiri arasındaki görüşmelerde TB2- SİHA satışının devamı niteliğinde bakım, eğitim ve mühimmat lojistiği anlaşmaları, LNG ticareti ve uzun vadeli kontratlar, Kuveyt Varlık Fonu (KIA) üzerinden Türkiye'deki altyapı ve yenilenebilir projelere doğrudan sermaye girişi öne çıkıyor. Erdoğan dün akşam saatlerinde Kuveyt'ten ayrılarak Katar'a geçti.
5. NEBİ MİŞ/ Erdoğan’ın Körfez turu
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın üç günlük Körfez gezisinin ilk durağı Kuveyt'ti. Heyetle birlikte geziyi takip ediyoruz. Kuveyt Emiri Şeyh Mişal, Aralık 2023'te göreve gelmesinin ardından Mayıs 2024'te Türkiye'yi ziyaret etmişti. Bu ziyaret aynı zamanda bir iade-i ziyaret özelliği gösteriyor. Kuveyt'in ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katar ve Umman'ı da ziyaret edecek. Katar ile karşılıklı ziyaretler zaten çok sık yapılıyor. İki ülke arasında stratejik işbirliği var. Yüksek Stratejik Komite şu ana kadar onuncu toplantısını yaptı. Bu toplantılarda birçok konuyu içeren 117 belge imzalandı. Atılan imzaların hayata geçmesi ve karşılıklı faydanın somutlaşması için ardıl ziyaretlere ihtiyaç duyuluyor. Ziyaretin Umman ayağının da aynı zamanda iade-i ziyaret özelliği var. Umman Sultanı Heysem, Kasım 2024'te Türkiye'ye gelmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise en son 2005 yılında Umman'ı ziyaret etmişti. Cumhurbaşkanlığı döneminde bu ilk ziyareti olacak. Bu üç körfez ülkesinin benzeşen dış politika yaklaşımları olduğu gibi ayrışan hassasiyetleri de var. Kuveyt, Katar ve Umman bölgesel çatışmaların sonlandırılması ve önlenmesinde arabuluculuk ve kolaylaştırıcılık misyonuna önem veriyorlar. Türkiye'nin küresel ve bölgesel düzeyde bu konulardaki sonuç alıcı diplomasisi takdir görüyor. Dolayısıyla, Ortadoğu'nun bütünlüklü istikrarı için eşgüdümlü arabuluculuk çabaları önem arz ediyor. Umman geleneksel olarak tarafsızlık rolünü öne çıkarsa da çatışma bölgelerine çok yakın bir ülke. Son yıllarda, diğer Körfez ülkeleri gibi savunma yeteneklerini geliştirmeye ve çeşitlendirmeye çalışıyor. Kuveyt, 1990'daki Irak işgalinden sonra, dış politikasını yeniden şekillendirdi. Diğer Körfez ülkelerinin aksine, ekonomik kapasite olarak zengin olmasına rağmen, daha içe kapanık ve sessiz bir politika yürütüyor. Dış politika ve güvenlik ihtiyacını çeşitlendirme ve bölgesel sorunlara müdahil olma bağlamında temkinli bir yaklaşım sergiliyor. Bu üç ülke ziyaretinde, ekonomik işbirliğini derinleştirmek kuşkusuz önemli. Ülkeler arasında enerji ve savunma konuları başta olmak üzere farklı ticaret alanlarında büyük potansiyel var. Ancak, bu ziyaretlerin kapsamını sadece ekonomik konularla sınırlı görmemek gerekir. Ateşkesin devam etmesi, Gazze'nin yeniden inşası ve yardımların yapılmasında koordinasyonun sağlanması da bu ziyaretin önemli gündem başlıklarından birini oluşturuyor. Üç ülkeyi kapsayan ziyaretin zamanlaması önemli. İsrail'in sadece Filistinlilere değil, bölge ülkelerinin güvenlik ve istikrarına yönelik saldırgan tutumu devam ediyor. Netanyahu yönetimine siyasi ekonomik ve askeri desteğin devam etmesi, İsrail'in sadece Filistin'le sınırlı olmayan saldırılarının önünü açtı. Şu ana kadar sekiz farklı ülkenin egemenliğini ihlal etti. Geniş hacimli ekonomik ilişkiye, derin müttefikliğe ve ABD üslerine rağmen, Katar'ın İsrail saldırganlığına karşı İsrail karşısında savunmasız kalması, Körfez'in güvenlik dengelerinin sorgulanmasına yol açtı. Sadece Katar değil, ABD ile iyi ilişkilere sahip diğer Körfez ülkelerinin de güvenlik kaygıları arttı. Dolayısıyla, bu ziyaretlerin bölge için güvenlik ve istikrar mimarisinin oluşturulması boyutu önemli. Türkiye bölgenin kolektif güvenlik mimarisinin oluşturulması çabasında sadece söylemde kalmıyor. Aynı zamanda diplomatik girişimlerle bu işbirliği somutlaştırılmaya çalışılıyor.
6. TAHA KINIÇ/ Hamas’ı dışlamak
İlân edilen ateşkesin ardından İsrail’in Gazze’ye saldırılarını sürdürmesi, şu sorunun yüksek sesle sorulmasına yol açtı: “Hani, ateşkes nerde kaldı?” İsrail’in sözünü tutmayacağı zaten belliydi oysa. Siyonist mantık tam da böyle bir şeydi. Sürekli kendisini haklı gören, muhatabına hayat hakkı tanımamaya odaklı, ajitasyonu ve duygu sömürüsünü temel yöntem olarak belirlemiş, kibirli ve üstenci… İsrail’in Gazze’deki muhatabı Hamas, bütün bunları hepimizden daha iyi biliyor elbette. On yıllardır Siyonistlerin kaypaklığına dair sayısız tecrübeler edindiler. Ancak Hamas bu ateşkesi yine de kabul ederek, barışı istemeyen tarafın İsrail olduğu gerçeğini dünyanın gözünün içine bir kez daha soktu. Türkiye’nin de garantörleri arasında yer aldığı Gazze ateşkesinin imzalandığı salonda, iki önemli Arap ülkesi –Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri– liderler tarafından değil, onların temsilcisi olan bakanlar tarafından temsil edildi. Bu, liderlerin mesai yoğunluğu sebebiyle ortaya çıkmış bir tercih değildi hiç şüphesiz. Riyad ve Abu Dabi yönetimleri, en başından beri Hamas’a mesafeli –ve hatta hasmâne– tavırlarını ısrarla sürdürüyor. Hamas’a mensubiyeti, müzahereti veya muhabbeti “suç” telakki eden söz konusu yönetimler, vatandaşlarının İsrail mallarını boykot türünden kitlesel eylemlere katılmamaları için zecrî tedbirlere bile başvuruyor. Sadece sosyal medya hesabından boykot temalı paylaşımlar yaptığı için cezalandırılan insanlar mevcut. Dolayısıyla, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri liderleri, Hamas’ın resmî biçimde muhatap alındığı ve müzakerenin parçası haline getirildiği uluslararası bir toplantıya şahsen katılmamayı seçerek, kendilerince durdukları ideolojik mevkii sabitlemiş oldular. Hamas’ın böylesine hedefe oturtulmasına ve düşmanlaştırılmasına sebep olan nokta, temelde Filistin topraklarını işgal eden İsrail’e karşı yürüttüğü silahlı mücadele. Riyad ve Abu Dabi’nin statükoya oynaması, Mahmud Abbas’ı “Filistin’in tek meşru temsilcisi” olarak öne çıkarma çabaları ve Filistin siyaset sahnesini İsrail’le eşgüdüm içinde dizayn etme girişimleri de tamamen aynı duruşun uzantıları. İsrail’e karşı silahlı mücadelenin ulaştığı her başarı ve bunun Arap dünyasında meydana getirdiği / getireceği direniş hissiyatı, arzu edilen bir durum değil elbette. İsrail’in gayrimeşru varlığının hiçbir şekilde sorgulanmadığı, işgal altındaki kadim İslâm topraklarının Siyonistlerin insafına ve tasarrufuna terk edildiği, bu tabloya getirilecek itirazların da farklı yöntemlerle susturulduğu bir atmosfer… Körfez siyasetindeki hâkim hava bu. Meseleye Hamas açısından bakıldığında ise, bilhassa şu iki hususun altını tekrar tekrar çizmek gerekiyor: Hamas, Filistin’e hariçten monte edilen, kökü dışarıda, gayritabii ve sunî bir yapılanma değil. 1987’deki Birinci İntifada sırasında, tümüyle dönemin şartlarından neşet eden, Yâser Arafat liderliğindeki Filistin siyasetinin o zamana kadar doğurduğu hayal kırıklıklarını onarmaya aday, genç nesillere enerji aşılayan, kitleleri hızlıca harekete geçirebilen, kendi içinde gayet örgütlü ve eğitimli bir yapılanmadan söz ediyoruz. Bu nedenle, bugün Hamas’ın dışlandığı hiçbir çözüm önerisi, Filistin’in yaralarına merhem olmayacaktır. Hamas’ı dışarıda bırakarak ve şeytanlaştırarak varılacak herhangi bir menzil yoktur. ABD veya Avrupa bu yönde niyet beyanında bulunabilir, kendi cehaletleridir; ancak İslâm dünyasının güçlü ülkelerinin Hamas’ı dışlaması sadece ve sadece krizi derinleştirecektir. İkinci olarak: Hamas, Riyad ve Abu Dabi yönetimlerine kategorik olarak düşman bir teşkilât değildir. Yakın dönemde Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleriyle önemli yakınlıklar kurmuş, çeşitli hükümetlerden destek almış ve nihayetinde onların siyasî duruşlarının halkları nezdinde meşruiyet kazanmasına yardımcı olmuş bir örgüttür Hamas. Arap kardeşleri kendisine yeniden ellerini uzattığında bunu karşılıksız bırakmayacak, hatta bölgenin diğer unsurlarından fazla kendi kardeşlerinin sözlerine kulak verecektir. Ezcümle, Ortadoğu’nun ve Filistin sahnesinin en organik ve canlı örgütlerinden birini dışlamanın hiç kimseye faydası yoktur; bilakis yakın gelecekteki büyük sosyal patlamaların bugünden mayalanmasına yol açacağından, zararı pek çoktur.
7. YUSUF ALABARDA/ Tel Aviv'in kullanışlı aparatları
Malumunuz uzun bir süreden bu yana terörsüz bir coğrafya tasavvuru kapsamında bir siyaset ortaya koyulmakta. Bu siyasetin adı her ne kadar Terörsüz Türkiye olarak duyurulmuş olsa da aslında hedef tüm yakın coğrafyamızdan terörü silip atmak. Birçok kez yazdık ama bir kez daha dile getirelim ki terör örgütü bu topraklardan sökülüp atılmış ve silahları ile birlikte gömülmüştür. Gelinen noktada terör örgütünün Türkiye sınırları içerisinde silah bırak diyebileceğimiz örgüt mensubu sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bugün örgüt Irak'ta kötürüm hale getirilmiş, Suriye'de icra edilen harekatlar ile çevrelenmiştir. Bunun da ötesinde Suriye'de muhalif unsurlar yönetimi ele geçirmiş, örgütün zaman zaman işbirliği içinde olduğu Esed unsurları ile İran yanlısı şiddet unsurları Suriye sahasından kovulmuştur. O zaman Türkiye neden böyle bir süreci başlatma gereği duymuştur? Çünkü İsrail öncülüğünde yeni bir Ortadoğu inşa edilmek istenmektedir. Yeni harita oldukça parçalı ve bölünmüş bir Ortadoğu olarak tasavvur edilmiş ve tüm farklılıklar daha şimdiden İsrail'in çıkarlarına hizmet etsin diyerek kışkırtılmaya başlanmıştır. Bu manzaranın coğrafya insanı için kan ve gözyaşından başka vaat ettiği hiç ir şey maalesef yoktur. Geçtiğimiz günlerde İngiltere eski Başbakanı Boris Johnson, geçmişte bu coğrafyada ne herzeler yediklerini anlatırken vakıf olduk ki İran Şahı'na İngiltere olarak 400 milyon sterlin karşılığında tank satıp, parasını alıp tankları İran'a vermemişler. Sonra ne mi yapmışlar? O tankları İran'ın muarızı olan Saddam Hüseyin'e bir kez daha satmışlar. Geçtiğimiz günlerde Altan Tan bizzat anlattı, bir önceki çözüm süreçlerinde ABD Ankara Elçiliği Türkiye'den bir çok ismi resepsiyon vesilesi ile toplayıp, farklı farklı elçilikler üzerinden Suriye'nin bölüneceğini, sınırların değişeceğini ve Erdoğan'ın gideceğini açıklamışlar. Elbette şaşırmadık. Her ne kadar inkar edilse de ABD'nin eski elçilerinden olan Francis Ricciardone'nin etrafındaki yakın isimlere 'bir imparatorluğun yıkılışına şahit olacaksınız' diyerek FETÖ kumpaslarını başlatmıştı. Sonrasında bu senaryoların tamamı uygulamaya sokulmak istendi ama hep karşısında Türkiye'yi ve millet iradesini buldular. Sonuçta ne Erdoğan'ı devirebildiler ne de Suriye'de bir terör devleti inşa edebildiler. Ama durun, defter hala kapanmadı. İşte Türkiye bu kez inisiyatif ve güç kendindeyken coğrafyanın tüm unsurlarının kazanabileceği iddialı bir hedefi, terörsüz coğrafyayı hayata geçirmek istiyor. İstiyor istemesine lakin Tel Aviv de eli kolu bağlı olanı biteni seyretmiyor. Türkiye'de siyasetin içinde bugüne kadar kullandıkları aparatlarını devreye sokarak kâh Abdullah Öcalan'ı Gazi Meclis'te alkışlatıyorlar kâh Diyarbakır sokaklarında kahraman polisimize 'Düşman Kuvvet' yakıştırması yapacak kadar alçaklık yapabiliyorlar. Bugünlere kimsenin merhameti ile gelmedik Evet, bugün terörsüz bir Türkiye'de yaşayabiliyorsak bunu başta şehit ve gazilerimizin kanlarına sonra da siyasi iradenin azmine borçluyuz. Bundan sonra da bu şekilde ilerlememek için hiçbir nedenimiz yok. Asıl kafama takılan, çukur terörü süreçlerinde 'TSK, Kürt halkına karşı bilinçli kıyım yapıyor' diyenlerin bildirisine imza koyan İlhan Uzgel'in CHP'sine ve Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu'na tıpış tıpış giderek oy veren kitle, bugün nasıl oluyor da Diyarbakır'da Apo sloganı atan Tel Aviv merkezli ihanet şebekesine tepki verebiliyor?
8. ATİLLA YAYLA/ Muhalefete muhalefet edilemez mi?
Türkiye'de son zamanlarda ilginç bir tez ortaya çıktı. Buna göre, demokrasilerde muhalefete muhalefet edilmez. Asıl muhalefet edilmesi gereken iktidardır. Ülkede olan biten her şeyden iktidar sorumludur. Muhalefete muhalefet etmek hem anlamsızdır hem de demokrasi dışıdır. Bunu yapanlar demokrat değildir… Bu tavır, tabiatıyla, daha ziyade, CHP’liler arasında yaygın. CHP tabanında bu bakımdan en azgın olanların bazıları, görebildiğim kadarıyla, bir zamanlar CHP'ye muhalif çizgilerde yer almış ama sonra CHP'ye meftun olmuş kişiler. Bunlar şimdi hararetli CHP taraftarı ve “muhalefete muhalefet edilmez” fikrini olur olmaz, ısrarla dile getirmekte. Ne yazık ki, benim "eski" arkadaşlarım arasında da böyle düşünenler var. Garip şekilde, bunlar, bazen, demokratlığın ne olduğunu sadece veya en iyi kendileri biliyormuş havasında, muhalefeti eleştirenleri sosyal medyada yargılamakta ve asıp kesmekte! Demokrasiye verilen bir diğer isim çok partili rekabetçi siyasal sistemdir. Demokrasilerde birden fazla parti bulunur. Bu partiler diğer bütün partilere şu veya bu ölçüde muhaliftir. Öyle olmasaydı partililer ayrı partiler kurmak yerine aynı parti çatısı altında olurlardı. Bu ayrımlarda zaman zaman başı çeken kimselerin şahsi algıları, menfaat arayışları ve motivasyonları rol oynuyor olabilirse de bir partinin fikir ve vaat olarak bir diğer partiyle yüzde yüz çakışması hemen hemen imkânsızdır. Demokratik bir ülkede parti olma vasfını hakkıyla taşıyan her siyasi ekip ülkenin temel problemlerinin neler olduğuyla ve bu problemler için hangi çözüm yollarını önerdiğiyle ilgili bir programa ve programın üzerinde temellendiği fikirlere sahiptir. Bunlar seçmenlere partinin iktidar olması hâlinde takip edeceği yollar ve muhtemel icraatları hakkında bilgi verir. Bu fikirler ve öneriler arasında vatandaşların beğendikleri de beğenmedikleri de olabilir. Beğeniyorlarsa destek verirler beğenmiyorlarsa eleştirirler. Bu açıdan partinin iktidarda mı yoksa muhalefette mi olduğu çok önem taşımaz. Ayrıca, demokrasilerde tek iktidar alanı yoktur. Ülkedeki seçimle gelinen bütün makamlar partiler tarafından paylaşılır. Bu çerçevede mesela mahallî idareler de bir iktidar alanıdır. Bir partinin merkezi hükûmette olmaması ama büyük bir şehirlerin yönetimini elinde tutması ister istemez o partinin icraatları açısından da sorgulanmasına yol açar. Bugün CHP mahallî yönetimler alanında en fazla iktidarda olan partidir. İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Adana, Mersin, Bursa gibi büyük şehirlerin belediye başkanları CHP'li. Bu yüzden, CHP mahallî idarelerdeki performansı açısından sorgulanabilir ve eleştirilebilir. Toplu ulaşımda yaptığı zamlar, su fiyatlarındaki astronomik yükselme, kentsel yenilenme alanındaki performans, imar çalışmalarında başarı derecesi, emlak vergilerinde anormal artışlar, yolsuzluk iddiaları vs. bakımından değerlendirilebilir. Partilerin çoğunun, bazen partilerin başını çekenlerin bir tarihi vardır. Bu tarih de görmezden gelinemez. Bundan dolayı partiler tarihleri göz önüne alınarak da sorgulanabilir. Mesela bir seçmen CHP’yi değerlendirirken onun tek parti diktatörlüğü dönemindeki icraatlarına atıf yapabilir. Hatalarını itiraf edip etmediğine ve kitleler hâlinde mağdur ettiği insanlardan özür dileyip dilemediğine bakabilir… Son olarak partiler fikir bazında da eleştirilebilir. Bir parti komuta ekonomisi modelini açıkça savunuyorsa piyasa ekonomisi taraftarı bir insanın, o partiyi, ister iktidarda ister muhalefette olsun, eleştirmesi gayet doğaldır. Bir ülkede sert bir resmî ideoloji varsa ve bu ideoloji esas itibarıyla bir parti tarafından sahiplenilip korunuyorsa bu tutum da haklı olarak eleştiri konusu yapılabilir... Hülasa, “demokrasilerde muhalefet eleştirilmez”, içi boş, anlamsız ve hayatta karşılığı olmayan bir sözdür.
9. RAMZY BAROUD/Soykırımın bedeli: Dünyada en çok nefret edilen ülke İsrail
Konserler, sinemalar ve spor etkinlikleri gibi kültürel alanlarda giderek daha belirgin hale gelen İsrail'e yönelik artan küresel antipati, uluslararası düzeyde önemli bir tavır değişikliğine işaret ediyor. Bu eğilim, bir dizi kritik soruyu da gündeme getiriyor: Gazze'deki soykırım, İsrail'in imajını nasıl geri döndürülemez biçimde [1] zedeledi? İsrail'in, dünyanın en çok tepki çeken ve nefret edilen devletlerinden biri haline gelmesinin ne gibi sonuçları var? Bu derin yalnızlaşma İsrail toplumunda nasıl yankı buluyor ve ülkenin uluslararası itibarı böylesine keskin bir şekilde düşerken soykırımın hala sürüyor olması neyi ortaya koyuyor?
İSRAİL'İN ULUSLARARASI İMAJININ ÇÖKÜŞÜ
İsrail'in giderek artan uluslararası yalnızlığı, belki de en net biçimde ABD Başkanı Donald Trump'ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya yaptığı "İsrail tüm dünyayla savaşamaz, Bibi." uyarısıyla [2] açığa çıktı. Bu söz, dünya genelinde benzeri görülmemiş ölçüde yükselen İsrail karşıtı dalgaya işaret ediyor. Bu değişim artık yalnızca söylem düzeyinde kalmıyor, somut sonuçlar da doğuruyor: İspanya gibi ülkelerin uyguladığı yaptırımlar [3], uluslararası mahkemelerde açılan davalar [4], giderek yaygınlaşan boykot çağrıları [5] ve özgürlük filolarının yeniden organize edilmesi [6] bu dönüşümün açık göstergeleri. Tüm bu küresel gelişmeler, bugün hem Washington hem de Tel Aviv açısından ciddi bir stratejik endişe kaynağı haline gelmiş durumda. Gelecekteki tarihçiler bu dönemi, İsrail işgaline karşı küresel tutumların değişiminde bir dönüm noktası olarak nitelendirebilir. Bir zamanlar marjinalleştirilip "radikal" olarak etiketlenen muhalif görüşler artık ana akım haline geldi, özellikle de ABD'deki Demokrat Parti içinde bu değişim açıkça görülüyor. Kamuoyu araştırmaları büyük bir kitlesel yön değişimini ortaya koyuyor: Demokrat seçmenlerin çoğunluğu artık İsrail'in politikalarına karşı tavır alıyor. Örneğin Gallup anketine göre [7], Demokrat seçmenlerin yüzde 59'u Filistinlilere, yalnızca yüzde 21'i İsraillilere daha fazla sempati duyuyor. Gazze'de yaşanan soykırım, yalnızca tepki ve muhalefeti tetiklemekle kalmadı, İsrail'e yönelik açık karşıtlık kısa sürede ana akım haline geldi ve geleneksel siyasi ayrışmaları da aştı. Bu durum, İsrail'in cezasızlık algısını sürdürmek isteyenler açısından son derece rahatsız edici. Hatta İsrail'in geleneksel destek tabanlarında bile -örneğin Cumhuriyetçi Parti içinde- belirgin bir çözülme yaşanıyor. Maryland Üniversitesi tarafından yapılan bir ankete göre [8], 18 ila 34 yaş arasındaki Cumhuriyetçi seçmenlerin yalnızca yüzde 24'ü, Filistinlilere kıyasla İsraillilere daha fazla sempati duyuyor. Bu yüzleşme, nihayetinde dünyanın artık İsrail'i gerçekten olduğu gibi -ve aslında her zaman olduğu haliyle- görmeye başladığını gösteriyor. Filistinlilerin sistematik biçimde katledilmesi, İsrail'in doğasındaki şiddet yanlısı siyonist ideolojiyi bütün açıklığıyla gözler önüne serdi.
İSRAİL TOPLUMUNDAKİ YANSIMALAR
Soykırımı, iç siyasette yeniden popülerlik kazanmak için kişisel bir araca dönüştüren Netanyahu, dünya kamuoyunun mucizevi bir şekilde kendi lehine döndüğüne inanarak hareket ediyor. Ancak bu inanç gerçeklikten tamamen kopuk çünkü savaş başlamadan önce bile kendi halkının önemli bir bölümü ona karşı derin bir hoşnutsuzluk duyuyordu. Bugün ise dünya genelinde kendisine destek verenlerin sayısı son derece az. İsrail yanlısı medya mekanizması tarafından, soykırımı gizlemek amacıyla yürütülen propaganda savaşı [9] -ki bu süreçte sürekli olarak suç Filistinlilere yüklenmeye çalışıldı- sonunda başarısızlığa uğradı. Sosyal medyanın sağladığı etkiyle güçlenen insanlar, onlarca yıldır İsrail'in en güçlü savunma hattı olarak işlev gören ana akım propaganda makinesini geride bıraktı. Üstelik destek kaybı o kadar derinleşti ki İsrail sosyal medyayı manipüle etmek için fenomenlere yüksek meblağlar ödeyerek kendi dezenformasyonlarını yaymaya dahi başvurdu [10]. Bu yeni tablo, hasbara'nın (İsrail'in dış dünyadaki imajını savunmaya ve meşrulaştırmaya yönelik propaganda faaliyetlerinin) son direnişini temsil ediyor. Artık hiçbir para ya da ne kadar profesyonel ve karmaşık olursa olsun hiçbir kampanya, tarihin en kapsamlı biçimde belgelenmiş soykırımlarından birini böylesine açık şekilde gerçekleştiren bir devletin imajını düzeltemez. Bir zamanlar marjinalleştirilen Filistin anlatısının güçlü ahlaki üstünlüğü güçlü bir şekilde bugün yeniden yükselişte. Filistin halkının dimdik duran onuru ve sarsılmaz direnci ise dünya genelinde eşi benzeri görülmemiş bir sempati ve destek dalgası yarattı.
ANLATININ AKLANMASINI ÖNLEMEK
Gazze'deki açık soykırımın yeniden başlaması ya da Filistinlilerin sıkı bir abluka ve apartheid düzeni altında yavaş yavaş yok edilmesi ihtimalleri karşısında ortada duran sert gerçek şudur: Dünya, İsrail'in ve onu destekleyen geniş çevrelerin, ülkenin imajını uluslararası kamuoyunun gözünde yeniden düzeltmesine asla izin vermemelidir. İsrail, özellikle Batı toplumlarında kaybettiği desteği yeniden kazanmak için kaçınılmaz olarak büyük kaynaklar ve ciddi miktarda para harcayacaktır. Siyonist proje, içinde bulunduğu izolasyonu kırmak amacıyla çok yönlü bir hamle başlatacak, bu kapsamda, agresif karalama kampanyaları [11], planlı tehdit ve baskı yöntemleri, stratejik hukuk girişimleri ve sosyal medyaya benzeri görülmemiş ölçüde yatırımlar gibi yıkıcı bir dizi stratejiye başvuracaktır. Artık geleneksel medyanın, işgal, şiddet 18 ve sömürgeci politikalarla ilgili anlatıyı kontrol etme gücünü yitirdiğinin farkındalar. Algı mücadelesi artık her dijital platforma taşınmış durumda. Ahlaki zorunluluğumuz açık ve net: Gerçeklerin anlatı ve algı yoluyla örtülmesine asla izin veremeyiz. Bu taahhüt ve çaba Gazze'ye ve İsrail'in tüm kurbanlarına karşı bir borçtur. İki yıllık soykırımda yaklaşık çeyrek milyon Filistinlinin öldürülmüş veya yaralanmış olması felaket boyutunda ve artmakta olan bir bilançodur. Bu durum, uluslararası toplumun sorumluların hesap vermesini sağlamasını zorunlu kılmaktadır. İsrail'in imajını yeniden canlandırmasına izin vermek, ona gelecekte bir soykırım gerçekleştirmesi için gerekli siyasi kamuflajı sağlamak demektir. Bu kabul edilemez. Bunu önlemek için elimizdeki tüm güçleri kullanmalıyız. İsrail'in üzerindeki soykırım lekesi asla silinmemeli.