1.ABDULKADİR SELVİ / TÜRK HEYETİ SURİYE’DE NE MESAJ VERDİ
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın, Suriye’ye önemli bir ziyarette bulundu.
Bu ziyaretin yapılması dahi başlı başına bir mesajdı. Türk heyetinin temasları sırasında neler konuşuldu, 8 Aralık devriminden bir yıl sonra Şam’daki hava neydi; bunları aktaracağım. Ancak siyah ve beyaz gibi çok net bir tablo ortaya koymak istiyorum.
Suriye’nin istikrarını ve kalkınmasını isteyen ülkeler ile Suriye’nin istikrarsızlaştırılması için çalışan ülkeler olmak üzere iki blok oluşmuş durumda.
1- Türkiye ve ABD, Suriye’nin istikrarını ve kalkınmasını destekleyen ülkeler.
2- İsrail ve İran, Suriye’yi istikrarsızlaştırmaya çalışan ülkeler.
DEVLET ZİYARETİ
Türkiye, bütün varlığıyla Suriye’de istikrarın sağlanması ve ülkenin kalkınması için çaba gösteriyor. Ahmed Şara yönetimi bunun farkında. Suriye’de istikrarın kalıcı olduğunun anlaşılması gerekiyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın ziyareti, dosta düşmana bu mesajı vermeyi amaçlıyordu.
Türkiye’yi temsilen üç devlet adamı kritik bir dönemde Libya’yı ziyaret etmişlerdi. Bu bir devlet ziyaretidir. Bir yıl içerisinde Suriye’ye iki kez gittiler. Dışişleri Bakanı Fidan, 8 Aralık devriminden sonra Suriye’yi ilk ziyaret eden yabancı devlet adamıydı. Hakan Fidan 22 Aralık’ta Şam’daydı. 15 Ocak’ta Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani, Savunma Bakanı Kasra ve Genel İstihbarat Başkanı Seleme Ankara’ya gelmişti. 13 Mart’ta Hakan Fidan, Yaşar Güler ve İbrahim Kalın Şam’ı ziyaret ettiler. 12 Ekim’de Suriye Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı ve İstihbarat Başkanı Türkiye’ye geldi. 22 Aralık’ta da Dışişleri Bakanı, Millî Savunma Bakanı ve MİT Başkanı Şam’daydı.
SICAK KARŞILANDI
Türk heyeti Şam’da çok sıcak ve samimi bir şekilde karşılanmış. Görüşmelerin verimli geçtiği söyleniyor. Önce Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara başkanlığında ortak bir toplantı yapılmış. Sonra bakanlar ve istihbarat başkanı, muhataplarıyla toplantıya geçmişler.
Sadece SDG konusu görüşülmemiş. Daha çok Suriye’nin bir yıl içerisinde geldiği nokta değerlendirilmiş. 2026 yılının planlaması üzerinde durulmuş. İç savaştan çıkan, Baas rejiminden ve Esed zulmünden kurtulan Suriye, 8 Aralık’tan bu yana istikrarını korumayı başardı. Yeniden iç savaş tehlikesi yaşamadı. Ayrıca dünyaya entegre olma noktasında çok önemli mesafe katetti. Önümüzdeki dönemde de istikrarın korunması ve ekonomide çarkların dönmesi gerekiyor.
ABD DE İSTİKRAR İSTİYOR
Suriye’de istikrarın korunması için çaba gösteren iki ülke var dedik. Türkiye sadece elini değil, gövdesini taşın altına koymuş durumda. ABD de Suriye’nin istikrarı noktasında tercihini yapmış durumda. Hem de İsrail’e rağmen. Yahudi lobisinin engel olma çabalarına rağmen Suriye’nin belini büken Sezar yaptırımları kaldırıldı. Ahmed Şara’nın başına konulan 10 milyon dolarlık ödül kaldırıldı. Ahmed Şara, ABD Başkanı Trump tarafından Beyaz Saray’da ağırlanıp BM kürsüsünden konuşma yaptı. Yeni Suriye’nin uluslararası sisteme entegrasyonu açısından bunlar tarihî gelişmelerdi.
BİLEK GÜREŞİ
Suriye’nin istikrarsızlığı için çalışan iki ülke ise İran ve İsrail. İran, Tartus ve Lazkiye’de Nusayrileri kışkırtarak iç savaş denemesi yaptı ama başarılı olamadı. İsrail ise güneyde işgalini genişleterek, Dürzileri kışkırtarak, kuzeyde ise SDG’nin Suriye ordusuna entegrasyonunu engelleyerek Suriye’yi istikrarsızlaştırmaya çalışıyor.
Suriye üzerinde iki gücün bilek güreşi yaşanıyor. Türkiye ve ABD istikrarı, İsrail ve İran ise istikrarsızlığı temsil ediyor. Ama şundan emin olun, istikrar savaşını biz kazanacağız. Şam’da yapılan görüşmelerde de bu nokta teyit ediliyor.
SDG İSRAİL’İN UYDUSU
Suriye ziyaretinde SDG konusuna ayrı bir parantez açılıyor. İsrail’in telkinleri nedeniyle SDG’nin, Suriye ordusuna entegrasyonu konusunda elle tutulur bir ilerleme sağlanamadığı tespit ediliyor. SDG’nin, 10 Mart mutabakatını ilerletecek adımlar atmadığı sonucuna varılıyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Şam’daki basın toplantısında, “SDG-Şam görüşmelerinde İsrail önemli bir engel teşkil ediyor” demişti.
SDG’nin önünde iki seçenek var. Ya Suriye devletinin bir parçası olacak ya da İsrail’in güdümündeki bir uydu yapılanma olmaya çalışacaklar. Ama buna hem Suriye devleti hem Türkiye izin vermeyecek. Burada ABD’nin tavrı çok önemli. Çünkü SDG demek, ABD demek. ABD, SDG’nin entegrasyonunu istiyor. Bu noktada bizim tezlerimize yakın duruyor. ABD ayrıca Suriye’de istikrarı destekleyen ülke olarak SDG’nin entegrasyonunu savunuyor. Amerikalıların bu yönde bir takvimlendirme yaptıkları söyleniyordu.
ASKERÎ SEÇENEK
Ama gelinen noktada SDG, İsrail’in kuklası olmuş durumda. Suriye devletine entegre olmamakta direniyor. O zaman geriye askerî seçenekler kalıyor. O da askerî müdahale. Şam’daki görüşmelerde SDG’ye karşı askerî seçeneğin de masada olduğu ifade ediliyor.
ÖZGÜR ÖZEL’DEN ALKIŞLANACAK TAVIR
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in yanlışlarını eleştiriyor, doğrularını destekliyorum. Özgür Özel, Bursaspor taraftarlarının Leyla Zana aleyhinde yaptıkları çirkin tezahürata karşı çok esaslı bir tepki ortaya koydu.
“Bir kadını, bir anneyi hedef alan böyle bir anlayış bu topraklara yakışmaz. Bu toprakların üzerinde, Anadolu’da böyle bir şeyin yapılmasını asla ve asla kabul etmiyoruz. İnancımıza da kültürümüze de aykırıdır.” dedi.
Her satırına imzamı atıyorum.
Leyla Zana ile zıt kutuplarda siyaset yapmalarına rağmen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve Meral Akşener de benzer şekilde tepki gösterdiler. Bunlar siyasette alkışlanacak davranışlar.
Peki Leyla Zana’ya yönelik çirkin tezahürata kim destek verdi? Bildiniz. Ümit Özdağ. Ülkemizin bölünmesi, kardeş kavgasının çıkması için Ümit Özdağ bulduğu her fırsatı değerlendiriyor.
O yüzden diyorum: Ümit Özdağ bu ülkenin millî güvenlik sorunudur.
2.AHMET HAKAN / AK PARTİLİ MİLLETVEKİLLERİ EKRANLARA ÇIKMALI
Uzun zamandan beri ekranlarda iktidarı savunma işi, iktidar yanlısı gazetecilere terk edilmiş durumda.
Oysa Meclis’teki bütçe görüşmelerinde fark ettik ki AK Parti adına konuşan vekiller:
Çok sağlam argümanlarla konuşuyorlar.
Polemik konusunda hayli başarılılar.
Her türlü tartışmanın altından kalkabiliyorlar.
Karşı ataklarda çok iyiler.
Her soruya yanıt verebilecek donanıma sahipler.
Muhalefeti terletecek çıkışlar yapabiliyorlar.
İktidarın icraatını çok iyi anlatıyorlar.
Dört şey söyleyeceğim bu konuda:
BİR: İktidarı savunmak, gazetecilere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir.
İKİ: AK Parti’nin milletvekillerini ekranlardan uzak tutması akıl alır gibi şey değil.
ÜÇ: Çoklu tartışma programlarında AK Parti’yi gazeteciler değil, AK Parti milletvekilleri savunmalıdır.
DÖRT: Gazetecilerin asli işlevlerine dönmesi de ancak bu şekilde mümkün olacaktır.
MUSTAFA VARANK’IN MECLİS PERFORMANSI
ALAYCILIK AÇISINDAN: Varank’ın kıyıcı bir alaycılığı var. Eleştirilerinde bu alaycılığı bir yöntem olarak kullanıyor. Muhataplarını hop oturtup hop kaldırması biraz da bu yüzden.
GÖNDERMELER AÇISINDAN: Hafızalarda yer etmiş ve güncelliği bitmemiş konulara gönderme yapmayı ihmal etmiyor Varank. Bedava traktör vaadi gibi, mezarlıkta rakı gibi… Bu göndermeler de muhatapları çıldırtan unsurlardan.
KIYASLAMA AÇISINDAN: “Biz şunları yaparken onlar bunları yaptı” tarzı bir kıyaslama yöntemine bayılıyor. Basit ve net örneklemelerle süslüyor kıyaslamalarını. Etkisi, muhataplarının öfkesinde ortaya çıkıyor.
ÜSLUP AÇISINDAN: Çok genç, çok güncel, çok dinamik bir üslubu var Varank’ın. Yeni dönemin ruhuna süper uygun. Sosyal medyada sıkça rastladığımız türden bir üslup. Bu da muhataplarını fena yapıyor.
MECLİS’TE YUMRUKLU KAVGA ŞAŞIRTTI MI?
Valla beni şaşırtmadı.
Çünkü Meclis’te şöyle bir tablo vardı:
TANSİYON: Sürekli yükseltiliyordu.
GERİLİM: Sürekli arttırılıyordu.
SÖZLER: İncitmenin ötesine geçiyordu.
POLEMİK: Herkes bunun peşindeydi.
GENEL HAVA: Bir müzakere ortamından ziyade savaş düzeni vardı.
TRİBÜNLER: Konuşan herkes, taraftarlarına “lafı amma da koydu ha” dedirtmek istiyordu.
BAĞIRMA: Tez anlatmanın yerini bağırarak dikkat çekme aldı.
DOZAJ: Televizyon tartışma programlarının gerilim dozajının üç bin katı söz konusuydu.
TEMA: Bir tema yoktu; herkes en yumuşak karından vurmaya çalışıyordu.
FİKİR: Lafazanlık, laf ebeliği, laf sokma vardı. Olmayan tek şey fikir tartışmasıydı.
SOKAK RÖPORTAJLARI: Sokak röportajlarında ahalimiz bazen birbirine girer ya… Meclis’teki tartışmalar bundan bir tık ilerideydi. Bir tık ama, fazlası değil.
Bu tablodan asıl yumruklu kavga çıkmaması şaşırtıcı olurdu.
KILAVUZU CENGİZ ÇANDAR OLANIN
DEM’li Cengiz Çandar, Hakan Fidan’a “Suriye konusunda çok sert açıklamalar yapıyor” diye yüklendi.
Peki AK Partili Galip Ensarioğlu ne yaptı?
O da Cengiz Çandar’ın kılavuzluğunda Hakan Fidan’a “Suriye konusunda çok sert açıklamalar yapıyor” demeye getirdi.
Peki dün ne oldu?
Dışişleri Bakanı Fidan, Millî Savunma Bakanı Güler ve MİT Başkanı Kalın, Suriye’ye üçlü çıkarma yaptı.
Çıkarmanın amacı:
SDG’nin 10 Mart Mutabakatı’na uymasını sağlamak.
Böylece Galip Ensarioğlu açığa düşmüş oldu.
O zaman hükmü verelim:
Kılavuzu Cengiz Çandar olan AK Partilinin açığa düşmesi kaçınılmazdır.
SAADETTİN SARAN’IN O TOPLANTIYA KATILMAMASI
Her yıl olduğu gibi bu yıl da 1 Ocak sabahı İstanbul Galata Köprüsü’nde Gazze’ye destek yürüyüşü yapılacak.
Milli İrade Platformu’nun düzenlediği çağrı toplantısına futbol takımlarının başkanları da katıldı.
Neden?
Milli İrade Platformu adına açıklama yapan Bilal Erdoğan, “Gazze bir siyaset meselesi değildir. İnsanlık meselesidir. Bunun için insanlık ittifakına ihtiyacımız var” diyerek bunun nedenini izah etti.
Beşiktaş’ı, Galatasaray’ı, Trabzonspor’u başkanlar temsil ederken; Fenerbahçe’yi Başkan Saadettin Saran değil, Fenerbahçe yöneticisi Ertan Torunoğulları temsil etti.
Sanırım son operasyonda adının geçmesi nedeniyle bir incelik, bir zarafet, bir dikkat, bir olgunluk göstermiş olmalı Saadettin Saran. “Ben katılmayayım, yöneticim katılsın” demiş olmalı.
Yargısal sonuç ne çıkar bilemeyiz ama kendisine buradan bir artı puan yazabiliriz.
O DA ALINACAK, BU DA ALINACAK FURYASI
Kimi reyting için,
Kimi kasıtlı bir kaos yaratmak için,
Kimi kendini öne çıkarmak için,
Kimi “çok şey bilen kişi havası atmak” için…
“Sıra falancaya geldi”, “Onu da ifadeye çağıracaklar”, “Sırada 150 kişi var” diyerek isimler veriyorlar, adresler tarif ediyorlar.
Hepsi İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın gayriresmî sözcüsü pozlarında.
Dayanaksız, kaynaksız mahalle dedikodularıyla hem soruşturma sulandırılıyor hem de haysiyet cellatlığı yapılıyor.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, uyuşturucuya karşı savaş açtığı gibi bunlara da savaş açmalı.
LEYLA ZANA’YA ÖZGÜR ÖZEL DESTEĞİ
DEM heyetiyle görüşmesinin ardından CHP Lideri Özgür Özel, Leyla Zana’ya tribünlerde yapılan çirkinliğe sert tepki gösterdi.
İşte budur. Helal olsun.
Böylece Leyla Zana’ya küfrü savunmak sadece birkaç marjinale kalmış oldu.
Ne güzel. Ne şahane. Ne umut verici.
BUGÜNLERDE İZLENMESİ GEREKEN BİRKAÇ FİLM
GÖZÜ TAMAMEN KAPALI: Gündemle doğrudan olmasa da azıcık bağlantılı.
RAYDAN ÇIKANLAR: Bal tuzağıyla oyuna getirilen evli bir adamın başına gelen felaketler.
ÖLDÜREN CAZİBE: Bir anlık heva ve hevese uymanın tehlikeli sonuçları. Buradaki tehlike örgütsel değil, bireysel.
3.NEDİM ŞENER / SURİYE’DE ORTAK DÜŞMAN: SİYONİST İSRAİL VE MAŞASI PKK/SDG
CUMHURBAŞKANI Erdoğan, 1 Ekim 2024’te TBMM’deki konuşmasında Suriye’de bugün yaşadığımız gelişmeleri şöyle tarif etmişti:
“Vaat edilmiş topraklar hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin, tamamen dinî bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer, açık söylüyorum bizim vatan topraklarımız olacaktır. Şu anda bütün hesap bunun üzerinedir. Türkiye içindeki bazı İsrail dostlarının, bazı Siyonizm severlerin, gönüllü veya paralı Siyonizm propagandası yapan aparatların anlamadığı işte budur. İsrail’in Filistin ve Lübnan’daki saldırılarını çok yakından takip ederken; Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde bölücü örgütü maşa olarak kullanmak suretiyle nasıl birer küçük uydu yapı kurmak istediğini de çok net görüyoruz.”
Bu konuşma sonrası TBMM’de yapılan kapalı oturumun ardından CHP’li Özgür Özel, İsrail’in tehdit olmadığını söylerken; aradan geçen 14 ay sonra Türkiye, bir yandan Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi ile Kudüs’te yaptığı ittifak, diğer yandan Suriye’de PKK/SDG’ye verdiği destek üzerinden İsrail tehdidi ile karşı karşıya geldi.
ÜÇ İSİMDEN UYARI
Özellikle Suriye’de 10 Mart Mutabakatı’na uymayan PKK’nın Suriye kolu SDG terör örgütünün arkasında İsrail’in desteği artık en üst düzeyde dile getiriliyor.
Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın ile Şam’ı ziyaret eden Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Suriye’de mevkidaşı Esad Hasan Şeybani ile ortak basın toplantısında bunu açıkça dile getirdi:
“SDG’nin (Şam yönetimiyle entegrasyon görüşmelerinde) çok fazla ilerleme kaydetmeye niyeti olmadığını görüyoruz. SDG’nin belli faaliyetlerini İsrail ile koordinasyon içinde yürütüyor olması, aslında Şam ile yürütülen görüşmelerde de şu anda büyük bir engel.”
Benzer açıklamayı hafta sonu Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler, düzenlediği basın toplantısında yaptı:
“Terörü ve teröristi kullanarak jeopolitik dizayn girişimlerinde bulunan, terörü aparat yapmak isteyen ve bölge barışını hedef alanları görüyor ve biliyoruz. İsrail’in son dönemde benimsediği, şüpheci güvenlik anlayışına dayalı, Suriye Hükûmeti aleyhine devlet dışı aktörleri kışkırtıcı ve orantısız güç kullanan yaklaşımı, bölgede zaten kırılgan olan dengeleri daha da zedelemekte ve istikrarsızlığı derinleştirmektedir.
İsrail’in nefret dili kullanarak Türkiye’yi bölge için tehdit gösteren açıklamalarının aksine Türkiye, uluslararası hukuk çerçevesinde istikrarın korunmasına ve terörle mücadele hedefine odaklanmıştır. Buna karşın İsrail’in sürdürdüğü istikrarsızlaştırıcı askerî tutum ve oluşturmak istediği Suriye, Türkiye’nin de doğrudan millî güvenliğini etkileyen bir tehdit alanı oluşturmaktadır. İsrail, kendi güvenliğine ilişkin hassasiyetlerini Suriye’ye saldırarak, onu istikrarsızlaştırarak çözemeyeceğini idrak etmeli; Suriye’nin yeni yönetimiyle iş birliği temelinde, iyi komşuluk ve mütekabiliyet prensiplerine uygun olarak ilişki kurmalıdır.”
PKK/SDG GÜNEYE YÖNELDİ
Bakan Güler’in dikkat çektiği bir başka konu ise PKK/SDG terör örgütünün Suriye’nin güneyine doğru yeni mevziler oluşturduğuna dair şu sözleriydi:
“Terör örgütünün Rakka ve Deyrizor’daki devam eden tünel kazma faaliyetlerini de yakından takip ediyoruz.”
PKK/SDG’nin Rakka ve Deyrizor’a yönelik faaliyetlerine dikkat çeken bir başka isim de AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik oldu:
“SDG, Suriye’de PKK terör örgütüdür. Bu Türkiye için tehdit teşkil etmektedir. 10 Mart Mutabakatı’na uyulması hâlinde bu yapı Türkiye için tehdit olmaktan çıkacaktır, Suriye için de. Artık kimse birilerinin vekâlet savaşının parçası olmasın.
Lazkiye bölgesinde birtakım odaklar, yeniden Esad rejimi zamanına dönmek için bazı ülkelerin dolaylı desteğiyle birtakım faaliyetler yürütüyorlar. Şimdi Rakka ve Deyrizor’daki tahkimatı görüyoruz. Burada SDG’nin 10 Mart Mutabakatı yönünde ilerlemesi gerekirken bunun zıddında ilerlemesinin sebebi, Siyonist katliamcılığın birtakım vaatlerine kanmasıdır.”
PKK/SDG “DAVUD KORİDORU”NA OYNUYOR
Yıl sonuna kadar verilen süre dolarken PKK/SDG’nin 10 Mart Mutabakatı’na uymayacağı anlaşılıyor. Süre uzatmaya yönelik adımlarla da Siyonist İsrail’in Suriye’yi bölme planının maşası olarak, ülkenin kuzeyinden güneye doğru Rakka ve Deyrizor’a güç kaydırarak “Davud Koridoru” için adım attığı görülüyor. Hedefinin, Suriye’nin kuzeyinden güneyde Dürzi bölgesine uzanan ve İsrail’in stratejik hedefi olan “Davud Koridoru” olduğu anlaşılıyor.
Açıklamalar yanında basına yansıyan bilgilere göre PKK/SDG, bunun için İsrail ile iş birliği yanında Lübnan’da Esad yönetiminin eski üyeleriyle de görüşmeler yapıyor. İsrail ile yaptığı iş birliğiyle çelişki gibi görünse de öte yandan işgal ettiği topraklarda yer tutan Hizbullah üyeleriyle de görüştüğü, hatta Kandil’deki PKK’lılar üzerinden İran’la da temasları olduğu basına yansıyor.
HALEP SALDIRISIYLA MESAJ
Özellikle İsrail ile iş birliğinin verdiği güçle, önceki gün Suriye’ye giden Türk heyeti ülkeden ayrılır ayrılmaz Halep’te sivillere yönelik saldırısı da ne yapmak istediği hakkında fikir veriyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın PKK/SDG terör örgütünün arkasındaki İsrail desteğine dikkat çektiği konuşmasından sonra, ağır makineli silahlar ve topçu ateşiyle Suriye Arap Cumhuriyeti Ordusu’na ait noktalara ve yerleşim yerlerine saldırısı, arkasına İsrail’i alarak iç savaşı tetiklemeye yönelik bir provokasyon girişimiydi.
STRATEJİK SABIR TÜKENİYOR
Suriye yönetimi ise olup bitene sessiz kalmıyor. PKK/SDG’nin kuzeyde işgal ettiği alanlara yönelik ablukasını sürdürürken, Rakka ve Deyrizor’a yönelik birlik kaydırması yapıyor. Böylece petrol ve enerji kaynaklarını işgal altında tutan PKK/SDG’nin güneye yönelmesinin önünü alma ve ülkenin toprak bütünlüğünü sağlama amacını ortaya koyuyor.
Türkiye ise olan biteni yakından takip ediyor. Asıl düşmanın Suriye’de PKK/SDG terör örgütü ve arkasında bir kısım Dürzileri de gizlice silahlandırarak iç savaş başlatmaya çabalayan İsrail olduğunu biliyor. “Stratejik sabır” içinde tüm hazırlıklarını da buna göre yapıyor. Suriye yönetiminin olası operasyonuna karşı PKK/SDG terör örgütüne yönelik her türlü operasyon hazırlığını da masada tutuyor.
Takvime bağlanmış süre doldu. SDG, şu ana kadar mutabakatı çözüm için değil, geciktirici bir kalkan olarak kullandı. Yeni yönetime entegre olma konusunda somut bir adım atmadı.
10 Mart Mutabakatı’nda SDG’nin en önemli yükümlülüğü; “tüm sivil ve askerî kurumların Suriye devletinin yönetim yapısına entegre edilmesi, sınır kapıları, havaalanları ile petrol ve gaz sahalarının devlet kontrolüne geçmesi” idi. Bunların hiçbirinde ilerleme sağlanmadı.
SDG, bu konuları Şam ile derinlikli müzakere etmek yerine İsrail’e danışarak Tel Aviv ne dediyse onu uyguladı. Anlaşmaya yanaşmayacağını maksimalist taleplerle gösterdi. Hatta bir önceki gün Halep’te olduğu gibi Suriye ordusuna bağlı askerlere ya da sivillere saldırarak niyetini pekiştirdi.
Türkiye, SDG’nin niyetini aslında uzun süredir biliyor. Ancak buna rağmen, istikrar çabalarında yeni yönetime zarar vermemek ve Şam’ın istikrarı ile meşruiyetini tahkim etmesine yardımcı olmak için iyi niyetli bir yaklaşım sergiledi. Müzakere yollarının ve süreçlerinin tamamlanması için zaman tanıdı. Ayrıca içeride yürüyen terörsüz Türkiye sürecine zarar gelmemesi için azami bir çaba gösterdi.
Gelinen süreçte SDG yönünü Ankara ve Şam’a döndürmedi. Türkiye’nin “Türk, Kürt ve Arap olarak bu coğrafyada hep beraber yaşama” çağrısına hâlâ olumlu cevap vermedi.
Önceki gün Dışişleri Bakanı Fidan, Millî Savunma Bakanı Güler ve MİT Başkanı Kalın, Suriye Cumhurbaşkanı Şara ile görüştü. Dışişleri Bakanı Fidan yaptığı açıklamada, SDG’nin “entegrasyon görüşmelerinde ilerleme kaydetmeye niyeti olmadığını” bir kez daha açıkladı.
Suriye Dışişleri Bakanı Hasan Şeybani de benzer bir vurgu ile, “SDG’den anlaşmayı hayata geçirmeye yönelik bir girişim ya da ciddi bir irade görmedik. Sistematik bir oyalama söz konusu” dedi.
Her iki bakanın açıklaması bire bir aynı. Bu açıklamalar, mutabakatın son durumu ile ilgili tek taraflı bir bakış açısına dayanmıyor.
Yılın sonunda güvenlik, istihbarat ve siyasi ayakları olan bu ziyaretin, Türkiye’nin güvenliği ve Suriye’nin istikrarı için yeni adımların hazırlığı olarak görülmesi gerekir. Yeni adımı sadece yakın dönemde bir askerî operasyon üzerinden okumamak gerekir. İki ülkenin güvenliği için daha uzun dönemli ve kalıcı unsurların hayata geçirileceğini öngörmek zor değil.
Suriye’nin yeniden yapılmasında Türkiye’nin tüm alanlarda katkı verdiği biliniyor. Bu sektörlerin en öne çıkanı, askerî ve güvenliğe yönelik somut iş birliği alanlarını güçlendirmek.
Suriye’nin savunma ve güvenlik kapasitesinin artırılması için şu ana kadar yürütülen hazırlıklardan somut çıktılar görülmeye başlanacaktır. Bugüne kadar müşterek yol haritalarının oluşturulmasında epeyce mesafe kat edildi. İstikrar ve güvenlik konusunda Suriye ordusunun eğitimi ve lojistiği konularında Türk ordusunun daha sistematik bir katkı vereceğini tahmin etmek gerekir.
Ayrıca Ankara, askerî olarak Suriye’nin bütünlüğü ve Türkiye’nin güvenliği için sınır ötesinde farklı şekillerde varlığını tahkim edecektir. Bu bağlamda 2026 yılında birçok yeni gelişmenin yaşanacağını kestirmek zor değildir.
4.ATİLLA YAYLA / SAHİPSİZ KÖPEKLER MESELESİ PANELİ
Liberal Düşünce Topluluğu’nun İstanbul faaliyetleri çerçevesinde, 20 Aralık Cumartesi günü Üsküdar’da Abbara Kahve’de sahipsiz köpekler hakkında bir toplantı yapıldı. Konuşmacı olarak sadece ben ilan edilmiştim; ancak Prof. Dr. Berat Özipek salonu âdeta “bastı” ve kendisinin olmadığı bir oturumda bu konunun tartışılmasının anlamsız olduğunu söyleyerek toplantıya panelist olarak katıldı. Katılımcılardan veteriner hekim Aynur Şahin de açıklamalarıyla büyük katkıda bulundu. Böylece Prof. Dr. Alim Yılmaz’ın yönetimi altında başarılı bir panel gerçekleştirildi (*).
Her şeyden önce panel sakin ve verimli geçti. Dikkate değer tartışmalar yapıldı. Taraflar argümanlarını ortaya koydu ve diğer taraftan cevaplar bekledi. Bu çok sevindirici bir durum; zira bu tür tartışmaları “köpekperestlerle” yapmak imkânsızdır. Çünkü genel olarak yaptıkları, karşı argümanlar geliştirmek yerine muarızlarını vicdansızlıkla, merhametsizlikle ve canlar arasında ayrımcılık yapmakla suçlamaktır. Bu panelde ise bir tarafta ben, öbür tarafta Özipek ve Şahin argümanlarımızı yarıştırmaya çalıştık. Farklı fikirleri savunmamıza rağmen bu durum bizi birbirimize düşman yapmadı ve dostça bir araya geldiğimiz toplantıdan yine dostlar olarak ayrıldık.
Panelde Özipek’ten ve Şahin’den öğrendiğim şeyler de oldu. Ancak kanaatim odur ki, argümanlarıma tatmin edici ve pratik işlerliği olan cevaplar verilemedi.
Özipek ile sahipsiz köpeklerin insanlara zarar vererek sokaklarda yaşamaması gerektiği konusunda anlaştık. Ben köpeklerin toplanmasını ve sahiplendirilmeye çalışılmasını, sahiplenilmeyen köpeklerin itlaf edilmesini savunurken; Özipek bu hayvanların barınaklarda muhafaza edilmesi gerektiğini söyledi. Ne var ki bu, zannedildiği kadar işe yarar bir yol değildir. Her şeyden önce barınaklar çok maliyetlidir. Özipek, masrafların genel olarak kamudan karşılanması gerektiğini söyledi. Fakat bu da fakir ve kendi geçimini sağlayamayan insanlar dururken neden köpeklere dünya kadar para harcanması gerektiği sorusuna cevap teşkil etmedi. Özipek, ayrıştırılmış vergi önerisini getirdi. Buna göre insanlar vergi verirken, vergilerinin nereye harcanacağıyla ilgili bir tercih yapmalı ve bu şekilde oluşacak fonlar barınaklarda köpeklerin bakımında kullanılmalıdır. Ne var ki çok makul görünen bu öneri, işleme şansına sahip olmaktan uzaktır. Vergilerin tamamen vergi ödeyenlerin mutluluk duyduğu ve tasvip ettiği faaliyetlerde kullanıldığı söylenemez. Ama bir defa bu yola girildiğinde altından kalkılamayacak zorluklarla karşılaşmak mümkündür. Benim önerim ise “köpekperestlerin” bir araya gelerek sivil birlikler oluşturmaları ve köpeklerin bakım masraflarını kendi katkılarıyla oluşacak fonlardan karşılamaları oldu.
Şahin de ilginç bir noktaya dikkat çekti. Köpek ve kedi mamalarının çok yeni olduğunu ve sahipsiz hayvanların sokaklarda bu mamalarla beslenmelerinin, onların yaratılışlarından gelen özelliklerini kaybetmelerine yol açtığını söyledi. Mesela kedilerin fare avlamaktan vazgeçtiğine ve böylece kedilerden beklenen önemli bir fonksiyonu yerine getiremediğine işaret etti.
Gerek muarızlarımın gerekse bazı katılımcıların reaksiyonları sayesinde bir kere daha anladım ki bu mesele sadece akla dayanarak tartışılamaz. Bütün argümanlarımın haklı ve doğru olduğunu kabul eden bazı katılımcılar dahi “ama…” diye başlayan cümlelerle sahipsiz köpeklerin itlaf edilmesi fikrinden rahatsızlık duyduklarını dile getirdi.
Bunun anlamı elbette, sokaklarda bırakılan köpeklerin insanlara zarar vermeye devam etmesidir. Bu zararların âdeta doğal bir durum gibi kabul edildiğini görmek çok ilginçtir. Buna da “ateş düştüğü yeri yakar” diye cevap vermek mümkündür. İnsanlar kendileri ya da ailelerinden biri sahipsiz köpek saldırısına uğradığı zaman belki görüşleri değişecektir. Sahipsiz köpekler meselesini bu tür soğukkanlı ve tarafları düşmanlaştırmayan toplantılarda ele almaya çok ihtiyaç olduğu kanaatindeyim.


