1. ABDULKADİR SELVİ/CHP milletvekillerinde tasfiye korkusu
CHP kurultayı bitti. Şimdi sıra genel başkan yardımcılarının belirlenmesinde. Ekrem İmamoğlu’na yakın isimlerin yerlerini koruyacağı, Özgür Özel’in ise bazı değişiklikler yapacağı söyleniyor. CHP Sözcüsü Deniz Yücel’in değişeceği ifade ediliyor. Özgür Özel’in birkaç yeni ismi parti vitrinine yerleştireceği konuşuluyor. CHP’de gözler genel başkan yardımcılıklarına çevrilmiş durumda ama Meclis grubunda huzursuzluk yaşanıyor. Bu kurultayda CHP, Özgür Özel ile Ekrem İmamoğlu arasında paylaşıldı. Ama CHP onlardan ibaret değil. Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte hareket edenler var. Ayrıca onlardan bağımsız olarak parti içi mücadelede taraf tutmayanlar var. Ama seçim bölgelerinde karşılıkları var. CHP’nin 139 milletvekili var. Bunların 23’ü Parti Meclisi’nde kendine yer buldu. Peki geri kalan 116 milletvekilinin durumu ne olacak? Bu soruyu neden soruyorum...
ÇIKIŞ YAPARLAR
Bu yönetim CHP’yi seçimlere götürecek. Milletvekili listeleri PM tarafından onaylanacak. 23 milletvekili yerini garanti görüyor. Ama diğer 116 milletvekilini önümüzdeki seçimlerde tasfiye edilme korkusu sardı. Bu çok ciddi bir duygudur. Milletvekili önümüzdeki seçimi düşünür. Kimse göz göre göre boynunu giyotine uzatmaz. Hiçbir milletvekili tasfiye olacağını bile bile mutlu ve mesut bir şekilde siyaset yapmaya devam edemez. Milletvekilleri bir çıkış yapar. Hannibal gibi ya bir yol bulur ya da yeni bir yol yaparlar.
KUCAKLAYICI OLMADI
CHP kurultayından sonra gözlerden kaçan en önemli sorun bu. Çünkü Özgür Özel yönetimi kucaklayıcı hareket etmedi. Ekrem İmamoğlu’nun kadrosu korundu. Ama diğerleri tamamen Özgür Özel’in istediği isimlerden seçildi. Parti içinde farklı düşünenler ise tasfiye edildi. Kurultayda PM’den tasfiye edilen, dışlanan milletvekilleri önümüzdeki seçimlerde de listelere konulmayacağının farkında. CHP grubundaki huzursuzluğun nedeni bu. Özgür Özel biraz daha kucaklayıcı hareket etseydi bu denli rahatsızlık oluşmazdı. CHP iç dinamikleri güçlü partidir. Bu partiyi sadece Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu ekibinden ibaret olarak düşünmek yanlış olur.
CHP’DE EKSEN KAYMASI
Eksen kayması tanımını pek sevmem. Çünkü amacı dışında çok kullanıldı. AK Parti dış politikada farklı açılımlar yapınca hemen eksen kayması damgası vurulmaya çalışıldı. Geldiğimiz noktada dış politika AK Parti’nin en etkin olduğu alanlardan biri haline geldi. Ama CHP’deki değişimi 3 açıklamak için başka bir kelime de bulamadım. CHP’nin yeni ekonomi kadroları liberal isimlerden oluşuyor. Kemal Derviş’in asistanlığını yapan Oya Kızıl Ünlü, Kerim Rota, Serkan Özcan, Güldem Atabey ve Yalçın Karatepe yeni ekonomi takımını oluşturuyor. AK Parti için “eksen kayması”nı dillerinden düşürmeyenler bakalım CHP’deki “eksen kayması” için ne diyecekler...
CELLAT KİM
Özgür Özel’in Stockholm benzetmesi yapıp DEM Parti’yi celladına âşık olmakla suçlaması üzerine iki parti arasında bir “cellat” tartışması başladı. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Celladı çok iyi tanırız. Celladı Alevi katliamlarından, faili meçhullerden, işkencelerden, zindanlardan tanırız” diye yanıt verdi. Tuncer Bakırhan ise “Cellat defterini açarsak hepiniz borçlu çıkarsınız” diye seslendi. Tek parti döneminin icraatlarına göndermede bulundu. Şeyh Said isyanından Dersim katliamına kadar yaşananlar CHP’nin tek parti döneminin eserleri. Beyaz Toroslar, faili meçhul cinayetler ise CHP’nin iktidar ortağı olduğu 90’lı yıllarda yaşandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir değil iki değil üç kez çözüm süreci başlattığı için, Kürtçe önündeki yasakları kaldırdığı için “cellat” tanımına uymaz. Tam aksine şefkat tanımında yerini alır. PKK ile mücadeleye gelince. PKK ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti mücadele etti. Kahraman ordumuz, polisimiz, istihbarat birimlerimiz bu mücadeleyi yürüttü. Barış sürecinin “cellatlık” olarak tanımlanması işin garabetini oluşturur. O nedenle sormak istiyorum; Özgür Özel acaba cellat tanımıyla kimi ve neyi kastetti? A- Atatürk’ün ve İnönü’nün başında olduğu tek parti dönemi CHP’sini mi? B-Yoksa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni mi?
GÖBEĞİNİ KAŞIYAN ADAMIN KARDEŞİ OLDU
Bu milletin evlatlarını küçüksemek için bidon kafalı dediler, göbeğini kaşıyan adam olarak ilan ettiler, cahil yerine koydular, bir torba makarna, bir ton kömür için oyunu satan adam muamelesi yaptılar. CHP zihniyeti milleti küçümsedi, asil milletimiz de CHP’nin dersini sandıkta verdi. CHP’nin bundan bir ders çıkardığını düşünüyordum ama yanılmışım.
PİJAMALI ADAM
Özgür Özel sayesinde göbeğini kaşıyan adamın bir de kardeşi oldu. Özgür Özel bu kez Türk halkını, “pijamalı adam” olarak küçümsedi. Pijamalı adam elinde kumanda televizyon seyreder, kanepeye uzanır, miskin miskin gününü gün eder diye bir portre ortaya koydu. Yılbaşında dışarıda eğlenceye 4 gidecek parası olmayan memurlar, “Bu yılbaşında PTT’yiz” derdi. Yani evde pijama, terlik, televizyon hesabı. Geçmişte göbeğini kaşıyan adam, bidon kafalı diye halkımızı küçümsüyorlardı. Özgür Özel buna bir de pijamalı adamı ekledi. Bu kafayla giderseniz ilk seçimde pijamalı adam dersinizi verir.
2. NEDİM ŞENER/ Siyonist İsrail’in aparatı PKK, Öcalan adını kullanarak süreci sabote ediyor
SİYONİST İsrail’in, Dürziler, Aleviler ve SDG terör örgütü üzerinden Suriye’yi bölme çabalarını fırsat olarak gören PKK’lılar “Terörsüz Türkiye, Terörsüz Bölge” çabalarını sabote etmek için açıklama üzerine açıklama yapıyorlar. Öcalan’ın 27 Şubat çağrısı üzerine 5-6 Mayıs’ta toplanan 12’nci kongresinde fesih kararı alan PKK yöneticilerinden “Bese Hozat” kod adlı Hülya Oran’ın başında olduğu 30 kişilik grup 11 Temmuz’da Irak Süleymaniye’de sembolik olarak silah yakmıştı. Ancak, Öcalan’ın PKK’nın tüm gruplarıyla fesih kararı alması çağrısına rağmen Bese Hozat, bu kez sözde “KCK Yürütme Konseyi” üyesi olarak Türkiye’yi tehdit eden açıklamalarda bulundu. Öyle anlaşılıyor ki, PKK terör örgütü her zaman olduğu gibi Öcalan’ın adını kullanarak “Terörsüz Türkiye” sürecini sabote edecek.
FESHEDİLEN PKK ADINA AÇIKLAMA
PKK’nın fesih kararına rağmen terör örgütü yöneticileri aynı isimle yeni taleplerle “Terörsüz Türkiye” sürecini sabote etmek için kolları sıvamış görünüyorlar. Fransız Haber Ajansı AFP muhabirlerine ellerindeki silahlarla Kandil’de sözde “PKK komutanı” sıfatıyla röportaj veren “Amed Malazgirt” kod adlı Fehmi Atalay, taleplerinin yerine getirilmemesi halinde kendilerinin yeni adım atmayacaklarını söyledi. Terörist Amed Malazgirt bunları şöyle sıraladı: “Öcalan serbest bırakılmadıkça başka adım atmayacağız. Türk devletini bekleyeceğiz; adım atması gereken taraf onlardır. Silahlarımızı teslim etmedik ve bunu sembolik olarak yaktık. Atılması gereken ilk adım Önder Apo’nun özgürlüğüdür. Bu olmadan süreç başarılı olamaz.” Öyle anlaşılıyor ki, PKK terör örgütü her zaman olduğu gibi Öcalan’ın adını kullanarak “Terörsüz Türkiye” sürecini sabote edecek.
ÖCALAN’IN SERBEST KALMA TALEBİ YOK
Oysa PKK elebaşı Öcalan, 27 Şubat 2025 tarihli çağrısında “Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır” dedikten sonra kendi deyimiyle “anlam yoksunluğuna düşmüş” PKK’ya şu çağrıyı yapmıştı; “Tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.” 5 11 Temmuz 2025 tarihindeki sembolik silah yakma öncesi 9 Temmuz’da videolu mesajında da serbest bırakılmasını şart olarak öne süren örgüt üyelerine “...Tüm karar metinlerinde vazgeçilmez bir şart olarak benim özgürlük alma durumuma gelince biliyorsunuz ki ben hiçbir zaman kendi özgürlüğümü bireysel bir sorun olarak görmedim” diyerek silah bırakma çağrısını yinelemişti. Ardından da 5 Ağustos 2025 günü TBMM çatısı altında Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu kuruldu. Komisyon her kesimden görüş sahiplerini dinledi ve rapor yazım aşamasına geldiği aşamada İmralı’da tutuklu bulunan Öcalan’ın dinlenmesi teklifi ortaya atıldı. MHP liderinin destek vermesiyle 24 Kasım günü TBMM komisyonunu temsilen üç milletvekili Öcalan’ı dinledi.
TERÖR ÖRGÜTÜNÜN TAKTİĞİ: YAPILAMAYACAK OLANI İSTEMEK
Terör örgütü yönetimi her seferinde yapılmayacağını düşündüğü ve toplumsal infiali tetikleyerek “Terörsüz Türkiye” girişiminin Türkiye tarafından kesintiye uğratıldığı propagandasında kullanacağı tekliflerle ortaya çıktı. Ancak, “Devlet inisiyatifi” zarar görmeden her bir adım dikkatlice atıldı. Öte yandan “Terörsüz Bölge” amacıyla da özellikle PKK’nın Suriye kolu SDG terör örgütünün faaliyetleri de yakından takip edildi. Ülke içinde “Terörsüz Türkiye” sınırımızda ise “Terörsüz Bölge” girişimi yapılan açıklamalarla sabote edilme girişimlerine rağmen güçlü bir şekilde ilerledi. İşte tam bu aşamada elinde silahlarla Kandil’de Fransız Haber Ajansı AFP’ye demeç veren PKK’lı teröristler, bir yandan “Silahları sembolik olarak yaktık, bırakmadık” derken diğer yandan “Öcalan’ın özgürlüğünü” şart koşmaya kalkışıyorlar.
BAHÇELİ’NİN UYARISI
KCK terör örgütü adını kullanarak açıklama yapan Bese Hozat da, Öcalan’ın kendisi tarafından gündeme getirilmeyen “fiziki özgürlüğü” tartışması açarken, hem Türkiye’yi tehdit etti hem de 16 bin şehidimize ve 2 trilyon dolar ekonomik kayba yol açan PKK’lı teröristlerin suç işlemediğini iddia ederek “Af istemediklerini” söyledi. Süreci 1 Ekim 2024 tarihinde Dem Partililerin elini sıkarak ve büyük bir siyasi risk alarak başlatan MHP Lideri Devlet Bahçeli, Türkgün Gazetesi’ne verdiği röportajda “Terörsüz Türkiye” girişiminin terör örgütü tarafından sabote edilmesine yönelik girişimleri de yakından takip ettiğini şu sözlerle bir kez daha ortaya koydu: “Yıkıcı ve sinir uçlarıyla oynayan bir dil ve üslup eşliğinde çalı dibi yoklanıyorsa, nalına ve mıhına aynı oranda ve anda vuruluyorsa, bunun kabulü pek tabii namümkündür. Bu kapsamda telaffuz edilen ifadeler olgunluktan ve yapıcılıktan son derece uzaktır. Üstelik 27 Şubat 2025 İmralı çağrısıyla taban tabana zıttır. İmralı’ya sadakatleri esas olmalıdır. 6 Tersini düşünmek mümkün değildir. Bölücü terör örgütünün tüm bileşenlerini bağlayan müspet açıklamanın hilafına KCK Eşbaşkanı unvanı kullanılmaktadır. Yanlıştır, art niyetliliktir, ülkemizde ve bölgemizde karanlık emelleri bulunan Siyonist-Emperyalist yapıya alenen hizmetkârlıktır. Hatta bunun bir başka adı, ‘Terörsüz Türkiye’ atılımlarının önünü kesmek için plan ve kurgu içinde olan odaklara maşalık yapmaktır.” MHP Lideri Bahçeli, PKK’lı Bese Hozat’ın konuşturulduğunu düşünüyor ve şu tespiti yapıyor: “Öyle olmasa, adım adım ilerleyen; uyumlu, karşılıklı saygı ve nezaket dahilinde mesafe alan ‘Terörsüz Türkiye’ hedefini sekteye uğratmayı gündeme alan zaman ayarlı sabotaj mahiyetli ifadeler neden ağızlardan dökülsün?”
3. MELİH ALTINOK/Duvara asılan o silah elinde de patlayabilir
Çiftçi eylemleriyle sarsılan Yunanistan'da sokaklar ekonomik krizle meşgulken hükümet başka bir sayfayı hızla dolduruyor. Savunma Bakanı Nikos Dendias, "Ege adalarını roketlerle, tanksavarlarla, hava savunma sistemleriyle güçlendireceğiz. Türkiye'den gelebilecek her tehdidi kaynağında imha ederiz" diyerek tansiyonu iyice yükseltiyor. Yeni sistemlerin İsrail'den alınacağı konuşuluyor. Türkiye ile Yunanistan NATO üyesi iki ülke; savaş ihtimalinin nasıl bir matematiğe oturacağı da, Ankara'nın tehdit skalasında Atina'nın nerede durduğu da hâlâ muamma.
AVRUPA, SİLAHHANEYE DÖNERKEN
Bu yalnızca Ege'ye özgü bir hararet değil. Berlin'de de uzun zamandır görülmeyen bir tablo var: Almanya, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en büyük savunma bütçesini onayladı: 100 milyar euro. Olası bir Rus saldırısına karşı hazırlanan ve 1200 sayfayı bulan planların maliyeti 166 milyar euro. Polonya, kişi başı savunma harcamasında ABD'yle yarışacak seviyeye geldi. İngiltere, soğuk savaş dönemindeki seviyelere döndü. Fransa nükleer başlıklarını yeniliyor. Bir yanda Trump'ın NATO üyelerine yönelik "Harcamaları yüzde 5'e çıkarın" baskısı, diğer yanda Rusya korkusu... Kıta hızla bir silah fuarına dönüşmüş durumda. 2025'te dünya savunma harcamalarının 2.5 trilyon doları aşması bekleniyor. 7
ÇEHOV'UN UYARISI
Tarih bir kez daha aynı sahneyi hazırlıyor sanki. Herkesin aklına Çehov'un meşhur sözü geliyor: "Duvara asılan silah er ya da geç patlar." 1914'te mükemmel silahlanmış Avrupa'nın nasıl bir felakete yuvarlandığını biliyoruz. Bugünün silahları ise çok daha tehlikeli. Bir tek yanlış İHA, bir tek "yanlışlıkla" açılan ateş, domino taşlarını Ege'den Baltık'a, Karadeniz'den Tayvan Boğazı'na kadar devirebilir. Ne var ki bazen o silah, asanın elinde de patlar.
SSCB'NİN ÇÖKÜŞÜ
Putin'in yıllardır "Paranoyaklar bunlar" demesi boşuna değil. Çünkü Sovyetler'in bu yola nasıl sürüklenip nasıl çöktüğünü en iyi bilen kendisi. 1980'lerin ortasında SSCB, milli gelirinin yüzde 25'ini savunmaya harcıyordu. Afganistan'da kan kaybederken, Reagan "Yıldız Savaşları" projesiyle masaya 1 trilyon dolar daha koydu. Sovyetler yarışmaya çalıştı ama nefesi yetmedi. 1989'da Berlin Duvarı yıkıldı. 1991'de 15 parçaya bölündüler. Silahlanma kazanmıştı ama kazanan taraf bile değildi.
4. NEDRET ERSANEL/Gelelim sadede; Türkiye neden hâlâ ‘AB’ diyor?
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın son Almanya-Berlin ziyaretinde taraflar, ilişkilerde “jeostratejik ve jeopolitik” bağlama, stratejik bağların varlığına işaret etti… Böyle bir bağ yok… Sadece “konjonktür” var… Ankara, uzun zamandır Avrupa’dan, “yeni dünya düzeninde güç merkezi olmak isteyip, istemediğini” öğrenmeye çalışıyor. Bunu da ‘Yeni Türkiye’ sıfatıyla soruyor… Jeopolitik bir sorudur. Tıpkı, Rusya, ABD, Çin gibi bir güç olarak ya da bölgesel, yükselen Asya dinamikleri türünden bir yükseliş, heyecan, hatta ruh isteyip-istemediğini ‘düşündürtmeye’ çalışıyor. Çünkü Avrupa bu örneklerin ters yönünde ilerliyor, daha doğrusu geriliyor…
Gerilime, sadece ekonomik ya da askeri-güvenlik boyutlarıyla sınırlı değil; Altyapıdan siyasete, ekonomiden ‘entelektüel varlıklarına’ kadar erime söz konusu… Az-buz eksikler değil bunlar; bir Financial Times analizine göre, “AB’nin Batı’daki stratejik limanlardan Rusya sınırındaki ülkelere ordu nakletmesi için gerekli/ideal zaman 3 ile 5 gün. Avrupa bunu ancak 45 günde yapabiliyor! Üstelik ilgili komutan, “bu saat gibi işlemeli” demiş. Yapsalar da işlemiyor; Bavyera’da bir tatbikatta askerle polisler iletişimsizlik yüzünden birbirini vurdu… Yani mesele sadece Fransa Genelkurmay Başkanı’nın dediği gibi, “evlatlarımızı feda etmeye hazır olmalıyız” davetinden öte-ki, kimse bu fedakârlık önerisinin yüzüne bile bakmadı-yol yok, ray yok, vagon yok, para yok! Bunu anlayacak bürokrasi de yok… Bir tv programında benzer örnekten bahsettiğimde, konuklardan eski bir asker reklam arasında, “yıllardır bizim vagonlarımız, Türkiye’nin stratejik noktalarında göreve hazır bekliyor” dedi. Gururlandım ama şaşırmadım. Avrupa aynı yıllarda güvenliğinin ardını Washington’a dayayıp, sadece ve sözde “refah ile sosyal topluma”a yatırım yaptığından, ABD “benden bu kadar” dediğinde işte böyle dımdızlak ortada kaldı… Stratejik, jeopolitik ortaklık/ittifak, Avrupa özelinde Türkiye’nin “tam üyeliğidir”. Böyle bir durum olmadığı gibi, burunlarından kıl aldırmamaya devam ediyorlar. “Güvenlik ve savunma ile ilgisi yok, AB böyle bir kurum değil” diyenlere yüz vermeyin. Avrupa’nın güvenlik mimarisini “diriltmek” adına planlanan ekonomik program “SAFE”e katılabilmek için Rum Kesimi ile Yunanistan’a takılıyorsanız, diğer ülkeler de bunu mazeret olarak kullanıyorlarsa, tam da güvenlik, savunma konusudur. ‘Avrupa Ordusu’ söylencesi de aynıdır… “Konjonktür”e bakalım biz; Rusya-Ukrayna savaşı eğer ABD-Rusya’nın el-ele hazırladığı ve Alaska’da bağladığı anlaşma şartları veya ona yakın bir metinle bağlanırsa; bu Ukrayna’nın yenilgisidir, Avrupa’nın yenilgisidir, İngiltere’nin yenilgisidir, fiilen taraf olmamasına rağmen siyaseten NATO’nun yenilgisidir ve “eski ABD”nin, eski sistemin yenilgisidir. Bunun politik faturaları olacağını da çok paylaştık. Eğer Ankara, konjonktürel şartlar nedeniyle değil de, gönülden AB’ye tam üyelik istiyorsa-ki hiç sanmıyorum-o iktidarların değişmesi gerektiğini bilmeli. Avrupa’nın köhne siyasi aklıyla adım bile atılamaz… Bir İngiltere’de kıyasla parlak akıl var, o da bugüne kadar ancak işleri idare etti. Ukrayna’da frene basıyor şimdi. Londra’nın uzun zamandır Türkiye ile ilişkilerini geliştirmesinin, iyi tutmasının nedeni de o zaten. Bunu da aylar aylar öncesinden ve onlarca kez yazdık… Ama Türkiye öyle mi? 9 Beğenirsiniz-beğenmezsiniz, şüphe edersiniz-etmezsiniz ayrı bahis ama Türkiye; Ortadoğu-Hazar- Batı Asya-Balkanlar-Doğu Avrupa ve çekirdek Avrupa açısından bir politik “hub”, stratejik bir networkun göbeğine dönüşüyor. Hatta dönüştü. ‘Yeni Türkiye olarak bu Avrupa’ya soruyor’ demem o… Ukrayna savaşının öncesinden başlayan bir planla ABD, ekonomik olarak Avrupa’ya çöktü, savaşın bir sebebi buydu, savaşla birlikte Avrupa’nın yetersizlikleri ortaya çıktı, ekonomi ve siyaset boyun bükmeye başladı, şimdi dik durabilmek adına toplumlarını iknaya çalışıyorlar. Rusya da kısa vadede Trump’ın sınırlı ortağına dönüşürse, Avrupa’nın nasıl bir akıl üretmesini bekliyoruz? Barış olursa, öcü ölecek? Hangi korkuyu satacaklar?.. Ve utanmadan hâlâ Türkiye’yi dışlayan, eskisi gibi rıza göstermesine manivela olacak ayak oyunlarına girişiyorlar; Türkiye’yi dışlayan ve İsrail’den geçen Akdeniz rotalı enerji yolları girişimi de öyle, AB’ye uğramadan ama Avrupa’dan bir kaç ülkeyle birlikte Türkiye’yi de içine alan güvenlik ittifakı önerileri de öyle… Koca kıtayı Rusya ile korkuturken, diğer yandan da Kiev-Moskova arasına girecek barış gücüne Türkiye’yi asker yazmaya çalışıyorlar. Ya gerçekten savaş tekrarlarsa? Türkiye o ‘arada’ nasıl bir karar verecek? 90’lardan yadigar klişeyi bizim “uzmanlar” tekrarlayıp duruyor; “Türkiye pivotal state”dir. Önce ‘eksen ülke’ dendi ama ‘menteşe’de mutabık kalındı. Güzel de, menteşenin tuttuğu kapı nerede, menteşeyi tutan pervaz nerede? ‘Şiraze’ çıkmış, menteşe üzerinden bizi Avrupa’ya yamamaya çalışıyorlar. ABD, Avrupa’daki yerinde durmuyor ki? NATO da, hatta 5’inci maddede bile var mı yok mu belli değil. Avrupa, Rusya ile savaşa girecek, Türkiye de bunlarla aynı mevziye yatacak. Bak sen!.. İHA/SİHA başarılarımızla ne kadar övünsek azdır. Avrupa ülkeleri, hele Yunanistan, “Türk İHA’larından korkuyoruz” manşetleri atınca seviniyoruz. Başarı o kadar mı? Türkiye 37 ülkeye bunları satıyor. Çok iyi. Peki kaçı Afrika ülkesi? En az 16 tanesi! Peki bu yatırımın, politik, ekonomik, askeri, ‘enerji’, hatta uzay potansiyeli? Üstelik iyilik ve eşitlikle. Günümüz Avrupası’nda bu akıl var mı? Olsa, Afrika’da arkalarından teneke çalınmazdı… Ankara, Avrupa’nın açtığı savunma bütçelerini, artı Avrupa ülkelerinin şirketleriyle savunma-ticaret alanlarında ortaklığı, üzerine küresel bağlantılarını istiyor. Konjonktür Avrupa’yı boğarken, alabileceğini almak istiyor. Yoksa AB’ye tam üyelik falan, hikaye…
5. YUSUF ALABARDA/Atıl kurt
Akşam’ın diğer yazıları Maşallah iki sene içinde dördüncü CHP Kurultayı. CHP içinde kazan kaynadıkça Özgür Özel kurultaylarda sırtı yere gelmeyen lider edasında kurultay düzenliyor ve kurultay kazanıyor. Gerçi yarım asırdan bu yana yaşayarak şahitlik ettiğim CHP için bu çok da şaşırılacak bir konu değil ama şimdiki gibi bir dönemi sanırım daha önce hiç yaşamamıştık. Kurultayda sokağa çağrı Mart 2025 tarihinde Ekrem İmamoğlu için yargı süreci başladığında vatandaşlar neyin ne olduğunu bilmeden sokakları doldurmuş ve tüm Türkiye'de protesto gösterileri yapılmıştı lakin sonrasında ortaya konulan deliller öylesine insanın gözüne batacak cinstendi ki makul her bir vatandaş konuyu sorgulamaya başladı. İnsanların ve yargının suallerine verilen cevaplar ise makul vatandaşı daha da kızdırdı. Para sayma makinalarında saatlerce para saymalar, paraların sayıldığı mekânda belediye görevlilerinden İmamoğlu İnşaat'ın personeline varana kadar verilen ortak görüntüler, otel odalarına bavullar ile giren ve çıkanlar, bantlanan kameralar. Bu görüntülere verilen cevap 'Çorba içerken bakıyorum karşıda kamera bantlı. Bu niye bantlı diyorum, öyle olması gerekir efendim diyor. Üzerinize bir şey dökerseniz, bizim görevimiz sizin itibarınızı korumak' şeklinde olunca, insanlar ister istemez 'aklımızla alay etmeyi bırakın' demeye başladılar. Bir de bunların üzerine iddianame kabul edilip binlerce belge ortaya dökülünce, vatandaşlar size karşı tavır alıyor. Hatta sadece oy verenler değil, kendi partinizin hali hazırdaki milletvekilleri dahi itiraz edip size zarf içinde taleplerini iletiyor. Sizin bu itirazlara karşı tepkiniz ne oldu? Ne olacak, parti içinde mızrak çuvala sığmıyor diyen bu ekibi kirpiye benzettiniz. Evet, kirpiye benzettiniz. Dediniz ki 'Ama bazen de kirpiyi kucaklayamıyorsun. Adam kucaklatmıyor kendini. Şu anda benim kucaklayamadığım veya kucaklaşmadığımız insanlar, bizden kaynaklı kucaklaşamadıklarımız değil.' Şimdi, siz kendi içinizde ve sizinle aynı düşünmeyen kesime kirpi derseniz, kimse size güvenip ardınızda saf tutmaz, tutmuyor da. O yüzden en son yapılan kurultayda konuyu bu sefer 'pijamalılar' diyerek izah ettiniz. Ayıptı ya hu, pijamalılar dediğiniz oy verenleriniz sizi ayazda, sıcakta, şehirde kasabada sürekli destekledi. CHP'ye oy veren kitlenin partilerine olan sadakati, sanırım hiçbir partiye nasip olmayacak düzeyde şimdi de kalkmışsınız insanları konformist olmakla itham ediyorsunuz.
Özgür Özel ve atıl kurt Kurultaydaki konuşmasında Özgür Özel 'Evde, elinde kumandasıyla oturan, pijamalıya sesleniyorum. Ya meydanlara çıkacaksın, bu darbeyle yüzleşeceksin, nereye davet ediliyorsan oraya güç vereceksin, itiraz edeceksin, sandığı, Cumhuriyet'i kurtaracaksın ya da sonra hiç hayıflanmayacaksın. Meydanlar bizimdir, sokaklar bizimdir, mücadele bizimdir, Türkiye hepimizindir.' dediğinde ister istemez insanın aklına birçok şey geliyor. Yani sıvacı milyarder olmuş, üzerinden milyarlarca lira para transferi yapılmış, villalar alınmış, yandaki arazi görüntüye mâni olmasın diye İBB bütçesiyle kamulaştırmalar yapılmış ve dahi neler neler ama siz hâlâ saf ve temiz duygularla size destek veren insanları suçlayıp onlara hala 'Atıl kurt' diye bağırıyorsunuz. Bence sofrayı kuran kaldırsın. Roma'ya bir uçak dolusu gidip yiyip eğlendiniz, hesabı da sponsorlar ödedi dediniz, Paris'te milyonlarca Avro ile Türk Evi açıp sefasını sürdünüz. Bir zahmet 'atıl kurt' diye onlara mı seslenseniz?
6. NAKİ BAKIR/Krediler cephesinde finansa vade nefesi
Bankacılık sektöründe kredi hacmi bu yılın ilk on ayında enflasyonun üzerinde büyürken, portföyün yapısında sınırlı da olsa uzun vade lehine iyileşme yaşandı. Toplam kredi stokunda orta ve uzun vadeli kredilerin 2024 sonunda yüzde 52,2 olan payı bu yıl ekim sonunda 54,1’e yükseldi, böylece orta ve uzun vadeli kredilerin ağırlığında 1,9 puanlık artış gerçekleşti ve portföyün vade ris-kinde ölçülü bir azalma kay-dedildi. Uzmanlara göre bu seyir, finansal sistemde ekonomiye artan güven ve daha istikrarlı bir yapıya geçiş yönünde bir gelişme, bu da piyasada belirsizliğin kısmen azalması ve bankaların risk yönetiminde daha dengeli bir vade kompozisyonuna yönelmesiyle ilişkili. Kredilerdeki bu gelişmede, öncesinde benzer durumun mevduatta yaşanması beklenmekle birlikte, bu faktör tek belirleyici değil. Talep, risk yönetimi, faiz ortamı, makroekonomideki gelişmeler ve genel güven düzeyi de belirleyici faktörler arasında yer alıyor. Kredilerde on aylık seyir Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK), bankacılık sektörü konsolide olmayan mali göstergelerine göre, bankaların açtığı kredilerin takipteki tutarlar da dahil toplam hacmi yılın ilk on ayında net yüzde 35,4 artarak 22 trilyon 119,4 milyar liraya ulaştı. Bankalar bu dönemde toplam net 5 trilyon 779,2 milyar lira kredi kullandırdı. Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜİK) göre tüketici fiyatlarında (TÜFE) bu dönemdeki yüzde 28,63’lük enflasyonla indirgendiğinde kredilerde yüzde 5,3 oranında bir reel genişleme görülüyor. Toplam nakdi kredi hacminin ekim sonu itibarıyla varlık yönetim şirketlerine devredilen tutarlar hariç 533,7 milyar liralık bölümü ise takipte. 2024 sonunda yüzde 1,8 olan takipteki oran ekim sonunda yüzde 2,4’e çıkmış bulunuyor. Takipteki alacakların 90,2 milyarı imalat sanayii, 68,7 milyarı toptan ve perakende ticaret, 51,9 milyarı inşaat olmak üzere üç sektörden. 6,3 trilyonu tüketici kredisi ve kart alacağı Ekim sonu itibarıyla toplam kredi hacminin 2 trilyon 815,7 milyar lirasını tüketici kredileri; bunun da 2 trilyon 113,5 milyarını ihtiyaç, 648,3 milyarını konut ve 53,9 milyarını taşıt kredileri oluşturdu. On ayda cari olarak ihtiyaç kredileri yüzde 40,9 oranında 613,7 milyar lira, konut kredileri de enflasyonun altında olmak üzere yüzde 25,5 oranında 131,5 milyar lira artarken, taşıt kredileri nominal bazda yüzde 30,5 oranında 23,6 milyar lira azaldı. Böylece toplam tüketici kredileri yüzde 34,5 oranında 721,6 milyar lira arttı. Bireysel ve kurumsal kredi kartlarındaki toplam borç bakiyesi de ocak-ekim döneminde yüzde 38,7 oranında 979,3 milyar liralık bir artış gösterdi. Sektörlere göre kredi büyümesi Bankalar bu yıl on ayda sektörel bazda en fazla krediyi net 1 trilyon 373,1 milyar lira imalat sanayii, 706 milyar lira ile toptan ve perakende ticaret, 424,2 milyar lira ile inşaat, 295,1 miyar lira ile gayrimenkul ve 286,1 milyar lira ile taşımacılık, depolama, haberleşme sektörlerine kullandırdı. Oransal bazda en hızlı artışlar ise yüzde 53,7 ile toplamda küçük bir paya sahip olan eğitim, yüzde 52,8’le sağlık, yüzde 52,7 ile savunma ve kamu yönetimi sektörlerine açılan kredilerde. Ekim sonu itibarıyla üretici sektörler içinde en büyük kredi hacmine 5 trilyon 139,1 milyar lira ile ima-lat sanayii sahip. Bunu 2 tri-yon 594,6 milyar lira ile toptan ve perakende ticaret, 1 trilyon 439,9 milyarla inşaat, 1 trilyon 175,7 milyarla tarım, 1 trilyon 171,9 milyar lira ile gayrimenkul izliyor. İmalat alt sektörleri içinde en büyük kredi hacmine sahip olanlar ise 848,6 milyar lira ile metal ana sanayii, 702,3 milyar lira ile tekstil, 643 milyar lira ile gıda, 613,7 milyar lira ile ulaşım araçları ve 410,8 milyarla kimya. 11,7 trilyonu uzun vadeli Ekim sonu itibarıyla takipteki tutar hariç 21 trilyon 585,7 milyar lira olan nakdi kredi hacminin 9 trilyon 907,5 milyarını bir yıldan kısa vadeli, 11 trilyon 678,2 milyarını ise daha uzun vadeli krediler oluşturuyor. Toplamda orta ve uzun vadenin payı yüzde 54,1 olurken, bu oran ana sektörler içinde savunma ve kamu yönetimi ve zorunlu sosyal güvenlikte yüzde 95,3’le en yüksek düzeyde. Sektörün 13 toplam 314,8 milyar liralık kredisinin yaklaşık 300 milyarının vadesi bir yılın üzerinde. Uzun vadenin payında bunu yüzde 87 ile elektrik, gaz ve su (enerji), yüzde 85’le turizm, yüzde 79,9’la gayrimenkul, yüzde 79,5’le sağlık, yüzde 75’le eğitim, yüzde 65,2 ile finansal aracılık, yüzde 64,4’le tarım, yüzde 62,6 ile madencilik izliyor. Söz konusu oran, toplam kredi hacminde en büyük paya sahip iki sektörden imalat sanayiinde yüzde 55,6’ya, toptan ve perakende ticarette yüzde 48,1’e düşüyor. İmalat alt sektörler içinde ise en yüksek oran yüzde 66,8’le metal dışı madenlerde. Oranın yüksek olduğu diğer alt sektörler yüzde 63,7 ile ulaşım araçları, yüzde 62,5’le kâğıt; en düşük olduğu alt sektörler ise yüzde 35’le petrol ürünleri, yüzde 41,2 ile gıda ve yüzde 51,2 ile makine ve teçhizat.
7. Prof. Dr. Soyalp Tamçelik/GKRY Doğu Akdeniz'de oldubitti siyasetini sürdürüyor
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin Lübnan'la imzaladığı tek taraflı ve hukuka aykırı münhasır ekonomik bölge anlaşmasının, Kıbrıs Türklerinin haklarının fiilen gasbedilmesi anlamına geldiği açıktır. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Soyalp Tamçelik, GKRY–Lübnan MEB sınırlandırma anlaşmasını ve bunun Türkiye ile Kıbrıs Türkleri açısından doğurduğu sonuçları AA Analiz için kaleme aldı. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), İsrail ve Mısır’la yaptığı benzer düzenlemelerin ardından bu kez Lübnan'la yeni bir anlaşma imzaladı. 26 Kasım'da GKRY lideri Nikos Christodoulides ile Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Aoun, kamuoyunda geniş yankı uyandıran bir münhasır ekonomik bölge (MEB) sınırlandırma anlaşmasına imza attı. Anlaşma kapsamında Lübnan ile İsrail arasındaki güney sınırı ve Lübnan ile Suriye arasındaki kuzey sınırı esas alınarak GKRY ile Lübnan arasındaki MEB sınırları orta hat yöntemiyle yeniden çizildi. Metin ayrıca GKRY, Lübnan ve Suriye’nin deniz yetki alanlarının kesiştiği noktanın da tespit edildiğini ortaya atıyor. Anlaşma, bölgesel enerji projelerine yatırım yapacaklar için hukuki güvence sağladığı iddiasıyla stratejik bir hamle olarak sunulsa da, Lübnan aleyhine orantısız bir deniz yetki alanı dağılımına yol açtığı gerekçesiyle sert biçimde eleştiriliyor. Lübnan’daki muhalefet çevreleri, bu düzenlemenin "egemenlikten taviz" ve "stratejik bir hata" olduğunu, yaklaşık 5 bin kilometrekarelik deniz alanının kaybına neden olduğunu dile getiriyor. Türkiye ve KKTC'nin tepkileri Cumhurbaşkanı Aoun'un "işbirliğimiz kimseyi dışlamıyor" sözlerine rağmen, hem Türkiye hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) anlaşmaya olumsuz tepki gösterdi. Türkiye, sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin adanın eşit ortağı olan Kıbrıslı Türkleri yok saymaya ve Doğu Akdeniz'de en uzun kıyı şeridine sahip kıyı devleti olan Türkiye'yi görmezden gelmeye devam ettiğini vurguladı. KKTC makamları da benzer şekilde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY) Kıbrıs Türk halkını temsil etmediğini ve tüm adayı ilgilendiren konularda tek taraflı karar alamayacağını belirterek anlaşmayı "yok hükmünde" ilan etti. Avrupa Birliği'nin rolü 2020'de Beyrut Limanı'nda meydana gelen patlama, Lübnan ekonomisine ağır bir darbe vurdu ve ülke o tarihten bu yana, büyük ölçüde, Batı kaynaklı mali yardımlara dayanır hale geldi. Avrupa Birliği'nin planladığı 1 milyar avroluk yardım paketinin ilk dilimi olan 500 milyon avronun, siyasi olarak bu anlaşmanın imzalanmasına bağlı olduğuna dair güçlü işaretler bulunuyor. Ayrıca GKRY'nin, önümüzdeki dönemde üstleneceği AB Konseyi Dönem Başkanlığı sırasında açıklanması planlanan "Akdeniz Anlaşması" çerçevesinde Lübnan'da daha etkin bir rol üstlenmesi bekleniyor. Türkiye ve KKTC açısından sonuçlar GKRY-Lübnan anlaşmasının, bölgede hidrokarbon arama faaliyetlerini hızlandırması, uluslararası enerji projelerini ilerletmesi ve AB'yi yeni doğal gaz ve enerji koridorları arayışına yöneltmesi bekleniyor. Bu sürecin, bir yandan Türkiye'nin enerji politikalarını olumsuz etkilerken, diğer yandan GKRY'nin Mısır, İsrail ve diğer bölge ülkeleriyle enerji alanında daha yoğun işbirliği kurmasına imkan tanıyarak siyasi, hatta askeri yakınlaşmalara zemin hazırlayabileceği değerlendiriliyor. AB'nin Türkiye ve KKTC'yi devre dışı bırakarak GKRY, İsrail, Mısır ve Lübnan üzerinden yeni enerji, elektrik ve altyapı hatları oluşturmaya yönelmesi, Türkiye'nin "enerji merkezi" olma hedefini de zorlayabilir. Son aşamada, bu anlaşmanın GKRY ile Suriye arasında ileride gündeme gelebilecek olası bir MEB mutabakatının da önünü açma ihtimali bulunuyor. Öte yandan, anlaşma Rum tarafının Kıbrıs Türk halkının egemen ve eşit haklarını aşındırmaya yönelik uzun süredir devam eden girişimlerinin yeni bir halkası olarak görülüyor. Bu düzenlemenin, Kıbrıslı Türklerin meşru hak ve çıkarlarını ihlal etmekle kalmayıp Doğu Akdeniz'deki kırılgan dengeyi temelden sarstığı, işbirliğine dayalı ortak vizyonu zedelediği ve eşit haklar ilkesine zarar vererek çatışma riskini artırdığı ileri sürülüyor. Her ne kadar anlaşmanın kapsadığı alanlar, Türkiye'nin 18 Mart 2020'de BM nezdinde kayda geçirdiği kıta sahanlığı sınırlarının dışında kalsa da, Kıbrıs Türklerinin haklarını fiilen görmezden geliyor. Ayrıca, yeni seçilen KKTC Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman'ın başlatmayı hedeflediği iki toplumlu müzakere sürecini zorlaştırma ihtimali nedeniyle Kıbrıs meselesi açısından da ciddi olumsuz sonuçlar doğurma riski taşıyor. Türkiye ve KKTC'nin muhtemel adımları Ada üzerindeki doğal kaynaklar konusunda KKTC'nin eşit haklara sahip olmasına karşın, sürekli tek taraflı adımlarla karşı karşıya kalması, onu siyasi, diplomatik ve teknik karşı tedbirler almaya zorlayacak gibi görünüyor. KKTC'nin, ada çevresindeki deniz yetki alanlarındaki haklarını göstermek ve korumak için ruhsat sahalarını yalnızca coğrafi ölçütlere göre değil, GKRY'nin daha önce ilan ettiği tüm alanları karşılayacak biçimde yeniden duyurması gerekebilir. Böyle bir adım, Kıbrıs Türklerinin egemen eşitliğini vurgularken, tek taraflı girişimlerin karşılıksız kalmayacağı mesajını da karşılıklılık ilkesi çerçevesinde net bir şekilde verecektir. Türkiye açısından ise en kritik adım, Suriye ile bir deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması imzalamak ve bu düzenlemeyi, Türkiye ile KKTC arasında 2011 yılında yapılan kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşmasının kuzeydoğu koordinatlarını esas alarak kurgulamak olacaktır. Meseledeki temel sorun GKRY'nin, hem Kıbrıs Türklerini hem de Türkiye'yi yok sayarak tek taraflı şekilde MEB ilan etmesi, başlı başına hukuka aykırı bir adım. Bu noktada Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 1962 tarihli "Doğal Kaynaklar Üzerinde Daimi Egemenlik" kararı özel önem taşıyor; zira bu kararda, devletlere atıf yapılmaksızın doğal kaynakların "ilgili toprağın halkına ait olduğu" vurgulanıyor. Bu çerçevede bakıldığında, GKRY'nin tek taraflı ve hukuka aykırı MEB ilanının, Kıbrıs Türklerinin haklarının fiilen gasp edilmesi anlamına geldiği açıktır. GKRY'nin 2003'te Mısır, 2007'de Lübnan ve 2010'da İsrail ile yine tek taraflı olarak imzaladığı MEB sınırlandırma anlaşmalarının ve bunları izleyen deniz bloklarının parsellenmesinin geçerliliği, bugün Doğu Akdeniz'deki anlaşmazlıkların tam merkezinde yer alıyor. Özünde bölgedeki deniz yetki alanları sorunu, Rumların 1963'te silah zoruyla "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin kontrolünü ele geçirerek bu yapıyı fiilen bir Rum devletine dönüştürmüş olmasına dayanıyor. Bugün ise aynı yapı, fiilen "işgalci" bir idare olarak, MEB ilanlarını kullanarak bu fiili durumu uluslararası alanda meşrulaştırmaya çalışıyor. Sırada ne var? Geleceğe dönük olası gelişmelere bakıldığında, GKRY'nin Doğu Akdeniz'de gündeme getirmesi beklenen son deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşmasının Suriye ile imzalamak istemesi beklenebilir. Böyle bir hamlenin ise ancak Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri'nin siyasi desteğiyle hayata geçirilebileceği açık. GKRY'nin bu anlaşmayı sonuçlandırmayı başarması 16 durumunda, dış destekçilerine dayanarak Doğu Akdeniz'de bölgesel bir aktör olarak konumunu daha da güçlendirmesi ve rolünü pekiştirmesi beklenebilir. Dolayısıyla GKRY'nin, KKTC'yi ve Kıbrıs Türk halkını yok sayan politikalarla adada barışa ya da istikrara katkı sunması mümkün değildir. Ayrıca GKRY'nin adayı üçüncü taraf askeri aktörler için bir askeri üs ve konuşlanma merkezi haline getirmesi, hem adada hem de çevre bölgede istikrarsızlık riskini artırıyor. GKRY'nin Türkiye'yi güneyden baskılamaya yönelik açık bir stratejik pozisyon aldığı bir ortamda, Kıbrıs'ta karşılıklı kabul edilebilir bir çözüm bulmak ve bölgesel istikrarı sağlamak gittikçe daha da zor hale geliyor.


