Küresel Sumud Filosu’na İsrail Engeli: 200’den Fazla Aktivist Alıkonuldu
Küresel Sumud Filosu’na İsrail Engeli: 200’den Fazla Aktivist Alıkonuldu
İçeriği Görüntüle

1. ABDULKADİR SELVİ/Erdoğan, Hatimoğulları’nı neden alkışlıyor

Bazen bir kare fotoğraf yeni bir dönemin başladığının resmidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Meclis’in açılış resepsiyonunda muhalefet lideriyle verdiği fotoğrafı kastediyorum. 1 yıl önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Meclis’i açış konuşmasında iç cepheyi tahkim etme çağrısından sonra MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, DEM Parti sıralarına giderek tokalaşmıştı. Ardından Bahçeli’nin 22 Ekim’deki çağrısı geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güçlü iradesi ve Öcalan’ın silah bırakma çağrısına PKK’nın olumlu karşılık vermesiyle yeni bir süreç başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Meclis’i açış konuşmasından sonra muhalefet sıralarına giderek tokalaşmasıyla birlikte ise yeni siyasi iklimin kapısı aralandı. Cumhurbaşkanı sadece tokalaşmakla kalmadı Başkanlık Divanı’nın arkasındaki bölümde muhalefet temsilcileriyle bir araya gelerek sohbet etti. Bu adım hem siyasi iklimi yumuşattı hem de önümüzdeki dönemde Meclis zemininde yapılacak çalışmalar için umut verdi. Erdoğan aynı tabloyu Meclis resepsiyonundan sonra muhalefetin tüm renklerini davet ettiği buluşmada da sürdürdü. Türkiye’nin bu fotoğrafa ihtiyacı var.

MENDERES-İNÖNÜ

27 Mayıs darbesinden önce çok gergin bir siyasi iklim vardı. Menderes’in uçağı Londra’da düştükten sonra Başbakan’ın Türkiye’ye dönüşünde İsmet Paşa, Ankara Garı’na giderek karşılayanlar arasında yer almıştı. Menderes kalabalık arasında İsmet Paşa’yı fark edemiyor ama daha sonra haber verilmesi üzerine İnönü’yü arayarak memnuniyetini ifade ediyor. Siyasi analistler, eğer Menderes ile İnönü arasındaki diyalog sürdürülebilseydi, 27 Mayıs’ın önüne geçilebilirdi derler.

DEMİREL-ECEVİT

12 Eylül’den önce Demirel ile Ecevit’in Maltepe Camisi’nde bir cenaze töreninde karşılaşıp tokalaşmamaları ise darbecilerin ekmeğine yağ sürmüştü. Netice itibarıyla iktidar ve muhalefet liderleri bu ülkenin evlatları. Demokrasinin olmazsa olmaz şartları. Söz konusu Türkiye olunca diyalog kurabilmeleri önemli. Erdoğan, iktidarı ve muhalefeti yanına alarak verdiği fotoğrafla Türkiye’nin lideri olduğunu gösterdi.

CHP’SİZ FOTOĞRAF

Bu fotoğraf karesinde kim yer alırsa kazanır, kim yer almazsa kaybeder. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de bu fotoğraf karesinde yer almasını isterdim. Ama CHP, Ekrem İmamoğlu’nun Silivri’den verdiği talimatla Meclisi boykot etmeyi tercih etti. Kendisi kaybetti.

YENİ SÜRECİN FOTOĞRAFI

Erdoğan Meclis’in açılışında üç yerde fotoğraf verdi.

1- Meclis’i açış konuşmasını yaptıktan sonra muhalefet sıralarına giderek tokalaşması,

2- Meclis Başkanlık Divanı’nın arkasındaki salonda iktidar ve muhalefet temsilcileri ile bir araya gelme, 3- Meclis resepsiyonundan sonra daha geniş katılımlı olarak verilen görüntü.

4- Bu, Erdoğan’ın yeni döneme ilişkin siyasetinin ipuçlarını veriyor. Erdoğan kucaklayıcı bir siyaset izleyecek. Türkiye’nin de buna ihtiyacı var.

5- CHP bu fotoğraf karelerinin dışında kaldı. Erdoğan, Özgür Özel’e, sen olmasan da ben muhalefeti etrafımda toplamayı başarıyorum mesajını verdi.

6- Yeni dönemde CHP sertlik siyaseti sergileyecek, Erdoğan ise kucaklayıcı siyaseti tercih edecek.

TÜLAY HATİMOĞULLARI İLE TOKALAŞMA

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Meclis’te DEM’lilerle tokalaşırken Tülay Hatimoğulları’nı atlamıştı. Erdoğan’ın bunun farkında olmadığı ortaya çıktı. AK Parti Grup Başkanvekillerinin hatırlatması üzerine, Erdoğan üzülüyor. Meclis Başkanlık Divanı’nın arkasındaki salondaki sohbete DEM yöneticileri de davet ediliyor. Ama Tülay Hatimoğulları o sırada Meclis’ten ayrılmış. Ama Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan katılıyor. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan DEM heyetinden Pervin Buldan, Mithat Sancar ve Sırrı Sakık’a, “Tülay Hanım’a söyleyin, böyle bir yanlışlık oldu. Benim öyle bir kastım yok” diyor. AK Parti Grup Başkanı Abdullah Güler ile Grup Başkanvekili Özlem Zengin, DEM Parti’yi ziyaret ederek, Cumhurbaşkanı’nın üzüntülerini iletiyor.

KUSURA BAKMA

Erdoğan, Meclis resepsiyonunda DEM heyetiyle karşılaşınca Tülay Hatimoğulları ile tokalaşıyor ve “Kusura bakmayın bugün böyle bir hatamız oldu” diyor. Pervin Buldan’a dönerek, “Söyledin değil mi?” diye soruyor. Pervin Hanım, “Söyledim, söyledim başkanım sorun yok” diye karşılık veriyor. Erdoğan’ın ilgisi ve Tülay Hatimoğulları’nın anlayışlı yaklaşımı ile sorun aşılıyor.

NUMAN KURTULMUŞ

Meclis resepsiyonundan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, iç salona geçerek liderlerle sohbet etmişti. Orada ilginç diyaloglar yaşanıyor. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, Meclis’te kurulan komisyonun çalışmaları hakkında bir değerlendirmede bulunuyor. Komisyonda tüm kararların oy birliği ile alınmasının önemine değiniyor. Bu siyasi iklimin korunmasının öneminin altını çiziyor. Devlet Bahçeli’ye dönerek, “Süreci siz başlattınız. Teşekkür ederim” diyor.

HATİMOĞULLARI’NI ALKIŞLIYOR

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları da söz alıyor. Türk-Kürt kardeşliğinin sağlanması konusunda gösterdiği liderlikten dolayı Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkür ediyor. Meclis komisyonunun çalışmalarından duyduğu memnuniyeti ifade ediyor. “Artık yasal düzenlemelerin yapılması gerekiyor” diyor. Tülay Hatimoğulları konuşmasını bitirince Cumhurbaşkanı Erdoğan alkışlıyor. BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, Gazze’yle ilgili olarak Birleşmiş Milletler de yaptığı konuşmadan dolayı Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkür ediyor.

BAHÇELİ İLE DİYALOG

Erdoğan’ın liderlerle sohbetinde renkli diyalogların da yaşandığını söylemiştim. Erdoğan, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ı kendisi davet ediyor. Davutoğlu ve Babacan’ın parti kurmalarından bu yana ilk kez böyle bir şey yaşanıyor. Fatih Erbakan’la tokalaşırken, “Fatih nasılsın?” diye soruyor. Fatih Erbakan da “İyiyim. Sağ olun” diye karşılık veriyor. Yemek ikram ediliyor. Devlet Bahçeli yemekten uzak durunca Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Sen yemek yemezsen ben de yemem” diyor. Bunun üzerine Devlet Bahçeli, “Sağ olun yiyorum” diye karşılık veriyor. Dilerim bu fotoğraf yeni dönemin fotoğrafı olur.

2. AHMET HAKAN/ Bu fotoğraflara bakarak söylenebilecek yedi şey

MEDENİ İLİŞKİNİN ÇOK ÖTESİNDE MEMLEKET

siyasi kutuplaşmış olmasa, siyasette yeni ittifak arayışları söz konusu olmasa, iktidarın yeni anayasa beklentisi olmasa...“Bu fotoğraf karelerinde asgari ya da azami medeni bir ilişki var. Niye bu kadar büyütülüyor ki” denilebilir. Ama kazın ayağı öyle değil. DEM’lilerle Erdoğan arasındaki sıcaklık... Davutoğlu ve Babacan’ın Erdoğan karşısındaki mahcubiyeti... Fatih Erbakan’ın bir aile büyüğünün elini sıkar gibi Erdoğan’ın elini sıkması... Bütün bunlar, siyasetin önümüzdeki günlerde alacağı yeni şekle yönelik çokça ipucu barındırıyor. Hiçbir ipucu barındırmasa bile doğal olarak böyle yorumlanıyor.

Her bir fotoğraf karesi... Sayfalarca yapılacak siyasi analize, saatlerce anlatılacak gelecek öngörülerine bedel.

3- FOTOĞRAFLARDAKİ KARİZMA ETKİSİ

KİM ne derse desin Erdoğan’ın fotoğraf karelerine de yansıyan bir karizması var. Putin’le bir araya geldiğinde de Trump’la bir araya geldiğinde de bunu görüyoruz. “Davutoğlu çok ezik duruyordu, Babacan süper mahcuptu, DEM’liler hayran hayran bakıyordu” diyenler var. Fotoğraf karelerinde ortaya çıkan bu algıda Erdoğan’ın meşhur karizmasının oynadığı rolü hiç yabana atmamak gerekir. Bulunduğu ortamı domine eden, dikkatleri üzerine çeken, anında merkezi konuma geçebilen bir yapısı var Erdoğan’ın.Hiçbir yapay poz verme gayreti içine girmese de fotoğraflarda her zaman süper klas duruyor Erdoğan. Allah vergisi bir şey bu. Bu nedenle fotoğraf karelerinde Erdoğan’ın doğal çekim alanına girmiş gibi gözüken siyasetçileri pek de fazla dile dolamasak iyi ederiz diye düşünüyorum. Bulunduğu ortamı domine eden, dikkatleri üzerine çeken, anında merkezi konuma geçebilen bir yapısı var Erdoğan’ın. Hiçbir yapay poz verme gayreti içine girmese de fotoğraflarda her zaman süper klas duruyor Erdoğan. Allah vergisi bir şey bu. Bu nedenle fotoğraf karelerinde Erdoğan’ın doğal çekim alanına girmiş gibi gözüken siyasetçileri pek de fazla dile dolamasak iyi ederiz diye düşünüyorum.

4- ERDOĞAN EMİNİM ÇOK MEMNUNDUR

FOTOĞRAF karelerinden yansıyan havaya bakalım: - Devlet Bahçeli, en büyük ittifak ortağı. - DEM’liler Erdoğan’la yan yana poz vermekten memnun. - Davutoğlu ve Babacan, Kemal Bey’in armağanı olarak oradalar. - İYİ Parti, Yeni Yol ve Fatih Erbakan... Kareleri tamamlayan unsurlar. Erdoğan’ın CHP’nin dışarıda kaldığı bu tablodan fazlasıyla memnun olduğuna yemin de ederim bahse de girerim. Çünkü Erdoğan’ın... Mümkün olabilen en geniş tabanda birleşmeye ihtiyacı olduğu kadar bir düşmana da ihtiyacı var. Ne demiş Necip Fazıl? “Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın / Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın.”

5- GENİŞ AÇIDAN BAKINCA

BU fotoğraftaki oturma düzeni, böyle kurgulanmamış. Kervan yolda düzülmüş. Şöyle ki: Öncelikle Erdoğan ve Bahçeli’nin ön planda olduğu bir oturma düzeni temel alınmış. Sonra diğer liderler katılınca sandalyeler konarak bu tablo ortaya çıkmış. Dikkat! Davutoğlu, Babacan, Sezai Temelli, Mithat Sancar, Pervin Buldan... Sandalyeler konarak yer alıyorlar fotoğrafta. İsmail Kahraman, Numan Kurtulmuş ve Celal Adan... En başta bulundukları yerlerdeler. Erdoğan’ın diğer tarafında ise DEM’in iki eşbaşkanı var. Onlar da sandalyeyle eklemlenmiş. Devlet Bahçeli’nin Erdoğan’ın biraz ilerisine düşmesinin nedeni de sonradan eklemlenen sandalyeler. Her neyse... Sonuçta geniş açıdan bakınca... Türkiye için hoş bir görüntü çıkıyor ortaya.

6- ERDOĞAN’IN İYİ PARTİ İLE TEMASI

MECLİS açılış töreni fotoğrafları arasında en dikkatimi çeken fotoğraf karesi bu oldu. Çünkü bu fotoğrafta Erdoğan’ın İYİ Parti ile ilk sıcak teması var. Meclis’teki konuşmasını tamamlayan Erdoğan, pek yapmadığı bir şeyi yaptı: Parti liderlerinin yanına giderek tokalaştı. İYİ Parti Lideri Müsavat Dervişoğlu ile tokalaşmasında Turhan Çömez’e özel olarak dikkat ettim. “Geçmiş günlere gitmiş midir acaba” diye yüz hatlarına baktım. Sonuçta geçmiş günlere gidip gitmediğini anlayamadım.

7- ŞU KADERİN CİLVESİNE BAKIN HELE NECMETTİN

Erbakan Hocamızın müthiş bir karizması vardı. O oturur, onunla tokalaşmak isteyenler de hafifçe eğilip elini sıkarlardı. Bu fotoğraf karesinde ise şöyle bir durum var: Rahmetli Erbakan Hocamızın yerini Recep Tayyip Erdoğan almış gibi. Erbakan Hocamızla tokalaşmak için eğilenlerin yerini ise Fatih Erbakan almış gibi. Kaderin cilvesi bu değilse nedir a dostlar?

3. NEDİM ŞENER/Sumud Filosu hedefine değil fakat amacına ulaştı

İki fotoğraf; birincisi soykırımcı Siyonist İsrail’in Başbakanı Netanyahu’nun geçen hafta Birleşmiş Milletler’de boş salona yaptığı konuşma ikincisi Gazze’ye doğru yola çıkan Sumud Filosu... Arkasına aldığı ABD gücüyle BM kürsüsünden yalanlarla katliamlarını haklı çıkarmaya uğraşan soykırımcı Siyonist Netanyahu konuşmaya başladığında salonu terk edenler insanlığın vicdani tepkisini gösterdiler. 31 Ağustos’ta İspanya’dan kalkan 22 tekne ile yola çıkan Sumud Filosu ise 46 ülkeden 497 aktivistin katılımıyla Gazze’de soykırıma uğrayan ve açlığa mahkûm edilen Filistinlilere sadece insani yardım değil insanlığın vicdanını da taşıdı. Gazze’ye doğru ilerleyen Küresel Sumud Filosu’nu kuşatan soykırımcı İsrail donanması askerleri daha önce olduğu gibi gemilere saldırı başlattı. 37’si Türk 201 aktivist Gazze’ye 69.3 mil (yaklaşık 112 kilometre) kala yasadışı biçimde uluslararası sularda Siyonist İsrail askerleri tarafından rehin alındı. Saldırı sonucu ele geçirdiği gemiler zorla Aşdod limanına çekiyor. Soykırımcı İsrail’in rehin aldığı aktivistler arasında 37 Türk vatandaşı da bulunuyor. Rehin alınan 30 Türk’ün isimleri şöyle: “Fikret Kantoğlu, Abdülaziz Yalçın, Davut Taşkıran, Zeynep Tekocak, Metehan Sarı, Hüseyin Şuayip Ordu, Onur Murat Tolgu, Semih Şener, Osman Çetinkaya, Sümeyra Akdeniz Ordu, Abdülmecit Bahçıvan, Mustafa Muhammed Çakmakçı, Mehmet Sait Direkçi, Fatih Özsöz, Tevfik Yıldız, Bekir 8 Turunç, Mesut Çakar, Müslim Ziyali, Sümeyye Polat, Semanur Sönmez Yaman, Evren Aka, Muhammed Emin Yıldırım, Umut Akdağ, Abdullah Gündem, Halil Rıfat Çanakçı, Haşmet Yazıcı, Ersin Çelik, Mehmet Sait Direkçi, Yaşar Yavuz, Abdussamed Turan” FİLO’DA OLMAYANLAR Vicdan filosunda, Türkiye’den 56, Danimarka’dan 1, Almanya’dan 19, Hollanda’dan 10, Belçika’dan 4, İngiltere’den 19, İrlanda’dan 16, Lüksemburg’dan 1, İsviçre’den 19, Fransa’dan 23, İspanya’dan 49, ABD’den 22, İtalya’dan 48, Portekiz’den 4, Fas’tan 7, Moritanya’dan 1, Cezayir’den 17, Tunus’tan 28, Brezilya’dan 14, Arjantin’den 3, Kolombiya’dan 2 ve Meksika’dan 7, Japonya ve Endonezya’dan 1, Avusturalya’dan 6, Yeni Zelanda’dan 3, Pakistan’dan 2, kişi olmak üzere toplam 497 kişi bulunuyor. Sumud Filosu’nda İsrail’i destekleyen batılı ülkelerin olduğu hatta Avrupalıların çoğunlukta olduğu ama Türkiye ve bir ikisi dışında Müslüman ülkelerin yer almadığı eminim dikkatinizi çekmiştir. Listede ne Suudi Arabistan ne Körfez ülkeleri ne de Mısır gibi ülkeler var. Yanı başında soykırıma uğrayan Filistinlilerin acıları karşısında eli kolu bağlı olan Arap ülkeleri maalesef Sumud Filosu’nda yer almıyor. Oysa filo adını “Kararlılık” ve “Sarsılmaz azim” anlamına gelen Arapça kelimeden alıyor. İnsanlık vicdanının sarsılmaz azmini temsil eden filoyu Müslüman ülkelerin çoğu sadece seyretmekle yetiniyor.

MAVİ MARMARA’NIN AÇTIĞI YOL

İsrail’in Sumud Filosu’na saldırısı, uluslararası hukukun ihlali olarak yorumlanıyor. İsrail 7 Ekim 2023’ten itibaren giriştiği soykırımda hem uluslararası tüm hukuk kurallarını alt üst etti hem de tüm kurumlarını işlevsiz kıldı. Nitekim, Gazze’ye yönelik ablukayı denizden kırmak için yapılan her girişimi aynı barbarlıkla engelledi. Bunu da 31 Mayıs 2010’da Gazze Özgürlük Filosu adıyla yola çıkan Mavi Marmara gemisine yaptığı saldırı ile başlattı. Soykırımcı İsrail’in uluslararası sularda baskın yaparak 9’u Türk ve biri Türk asıllı ABD vatandaşı on kişiyi şehit etti. Daha sonra, 2011’de Özgürlük Filosu 2 adıyla ilan edilen ve Yunanistan’dan hareket etmesi planlanan filo, siyasi baskı, teknik sabotaj ve yasal engeller nedeniyle yola çıkamadı. Yunanistan yönetimi de İsrail’den gelen baskı üzerine güvenliği gerekçe göstererek teknelerin yola çıkmasını yasakladı. 9 10 Mayıs 2015’te ise Özgürlük Filosu 3 İsveç’ten yola çıktı, çeşitli Avrupa kentlerine uğradıktan sonra Gazze yolculuğuna 25 Haziran 2015’te Atina’dan resmen başladı. İsrail ordusu 29 Haziran’da filonun içindeki İsveç bandıralı Marianne gemisine baskın düzenledi, gemi İsrail’deki Aşdod limanına çekildi, diğer gemiler geri döndü. 2016 yılı ekim ayında ise kadın aktivistleri taşıyan “Gazze’ye Kadın Gemisi” yine Gazze’ye ulaşmadan soykırımcı İsrail askerlerince durduruldu. 2018’de Filistin için Adil Gelecek Filosuna ait iki gemi İsrail donanmasınca durdurularak el konuldu. 2025 yılı haziran ayında ise Gazze’ye doğru yola çıkan ve içinde İsveçli aktivist Greta Thunberg’in de bulunduğu Madleen gemisine İsrail askerleri baskın düzenledi, Thunberg dahil çok sayıda aktivist sınır dışı edildi. Temmuz ayında da Özgürlük Filosu projesi dahilinde yola çıkan Handala gemisine müdahale edildi. İsrail askerlerinin Gazze açıklarındaki uluslararası sularda baskın yaptığı gemideki aktivistler tutuklanarak sınır dışı edildi.

BARIŞ PLANI YALANI

Sumud Filosu ise taşıdığı insani yardımları hedefi olan Gazze’ye ulaştıramasa da asıl amacı olan Gazze’deki soykırıma dikkat çekerek ulaştı. Filoda yer alan Mikeno isimli geminin Türk kaptanı Muhammed Hufeyze Küçüktekin’in Gazze’ye 9 kilometre açığına kadar yaklaşarak ablukayı kırması ise küçük ama sembolik açıdan çok büyük anlam taşıyor. Evet Filo Gazze’ye gitme hedefine ulaşamasa da tüm dünyanın dikkatini Gazze’de açlığa mahkûm edilen Filistinlilerin yaşam koşullarına dikkat çekmeyi başardı. Soykırımcı İsrail’in hukuk tanımaz yüzünü tüm dünyaya gösterdi. Öte yandan İsrail hala devam eden soykırımın suçunu işlerken, ABD Başkanı Trump ile Netanyahu’nun açıkladığı sözde barış planının da bir yalandan ibaret olduğunu ortaya koydu. En önemlisi Sumud Filosu, tüm dünyaya soykırımcı İsrail ve suç ortağı ABD’nin insanlığın vicdanını yenemeyeceğini de gösterdi.

4. ZAFER ŞAHİN/Az iş çok konser

Ankara’daki konser skandalına dair herkes bir şey söylüyor. Mansur Yavaş’ın taktiği belli.. Ankara sokaklarında yürürken ayağı bir taşa takılsa “Eski dönemin suçu” deyip sıyrılıveriyor işin içinden. Olan vatandaşa oluyor. Ama gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu var. Selahattin Çetinkaya ismini daha önce hiç duydunuz mu? Bu kişi Mansur Yavaş’ın seçim dönemindeki “Az laf çok iş” sloganının mucidi. Enfest ve Festiva şirketinin sahibi. İşte bu Çetinkaya, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmada 154 milyon lira kamu zararı tespit edilen 32 konserden 19’unu yapan kişi! Kalan konserden 12’si de Evren Teknik ve Universe adlı şirketin sahibi Onur Evren tarafından gerçekleştirilmiş. İddia o ki Çetinkaya ve Evren gayri resmi ortak! Yani kamunun 154 milyon lira zarara uğratıldığı 32 konserden 31’ini bunlar düzenlemiş! Çok çarpıcı başka detaylar da var ama uzatmayalım. Birileri ısrarla dünün güneşiyle bugünün çamaşırlarını kurutmaya çalışsın… Mızrak artık çuvala sığmıyor. Ankara’daki “Az iş çok konser” döneminin yıkıcı sonuçları kendini göstermeye başladı. Bir ülkenin başkentinde vatandaşa tankerle su dağıtılmaya başlanmışsa bir şeyler yanlış gidiyor demektir. Gerisi boş laf. Medyatik depremcilere kaldıysa bu iş Her depremde aynı terane… İstanbul biraz sallanınca medyamız hemen ünlü deprem uzmanlarımıza mikrofon uzatıyor. Onlar da bir pop-star edasıyla konuştukça konuşuyor. Ama ortada şöyle bir sorun var. Bu nasıl bilim adamlığıysa, biri “Beklenen İstanbul depreminin eli kulağında” iddiasında bulunurken, diğeri “Korkulacak bir şey yok. Büyük deprem olmayacak, bunu söyleyen cahil ” diyor! İyi, güzel de… Arkadaş sizler bilimi referans alarak bu değerlendirmeleri yapmıyor musunuz? Bu durumda İstanbul depremine dair söylediklerinizin ana hatlarıyla olsun örtüşmesi gerekmez mi? Vatandaş derseniz… Onlar da takım tutar gibi ikiye bölünmüş durumda. Şener Hocacılarla, Naci Hocacıların ekranlardaki düellosunu 1-2 gün izleyip sonra çürük binalarda yaşamaya devam ediyor… Oysa gerçek bir felaketle karşı karşıyayız İstanbul’da… Çevre ve Şehircilik Bakanlığı rakamlarına göre kentte 6 milyon konut, 1.5 milyon ticari alandan oluşan 7.5 milyon bağımsız bölüm var. Bu 7.5 milyon bağımsız bölümden tam 1.5 milyonu risk altında. Bunların 600 bini acilen, hemen, hiç gecikmeden dönüşmek zorunda. Bir evde ortalama 4 kişinin yaşadığını varsayalım. Bu mega kentte 6 milyon insanımızın olası bir depreme karşı savunmasız durumda olduğu anlamına geliyor! İşin ekonomik boyutuna hiç girmeyelim. Oradaki tablo da çok vahim çünkü. Herkes aklını başına alsın. Olası İstanbul depremine böyle yakalanmamalıyız. Bu Türkiye için gerçek bir beka sorunu. Bu ülkede deprem üzerine söylenebilecek her şey söylendi… Maalesef yaşanabilecek çok şeyi de yaşadık. Artık icraat zamanı. Daha kötüsünü yaşamamak için İstanbul’da bir şeyler yapmamız gerekiyor. Yoksa çok ağır bedel ödeyeceğiz.

5. MELİH ALTINOK/Mesela diyorum…

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Meclis açılışında 6'lı masadaki partilerin kurmaylarıyla verdiği samimi görüntüler CHP çevrelerinde yoğun hayal kırklığı yaratmışa benziyor. Mermerli Salon'da Cumhurbaşkanı'yla aynı kareye giren isimlerden İyi Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu'na pek bir şey dediklerini duymadım. Zira nefret objeleri Ahmet Davutoğlu. Ali Babacan ondan sonra geliyor. Sosyal medya yıkılıyor. Nedeni ise malumunuz. Her iki ismi ve onlarca milletvekilini kendi elleriyle oy verip Meclis'e soktular. Daha da fenası, bu vekillerden AK Parti'ye geçenler oldu. Sanki tüm bunlar olmamış gibi, şimdi de Erdoğan, Meclis'te sohbete çağırınca bu siyasetçilerin gitmemelerini falan bekliyorlar. Biri aynen şöyle yazmış: "Arkadaş, her şey adamın gel demesine bağlıymış. Koşan koşan koşana." Evet, kendisine altın tepsi içinde hayal edemeyeceği makamları veren, bakan hatta başbakan yapan Erdoğan'ı bile satan birinin sadakatini, oy vererek garanti altına aldıklarını sanacak kadar naifler. Kendini daha akıllı zannedenleri ise külyutmaz pozlarını bir yana koyup, "naif rolü" yaparak zevahiri kurtarma peşinde. Sektirmeden, sırasıyla Deniz Baykal'dan, Ekmeleddin İhsanoğlu'ndan, Muharrem İnce'den, Kemal Kılıçdaroğlu'ndan sonra 6'lı masadalar diye koşa koşa oy verdikleri Davutoğlu, Babacan vs. için de "Meğer sarayın adamıymış" diyorlar. Merak ediyorum, her defasında arkasına takılacakları bir kavalcı bulup sukut-u hayale uğrayanlar, psikolojisi bozulanlar, hayata küsenler hiç mi sıkılmadılar? 12 Peki, yarın da "Sarayın adamıymış" diyecekleri garanti olan adamlar için kendine eziyet edenler, eşini dostunu kıranlar gidip doğrudan "saraydaki adama" oy vermeyi düşünmezler mi? Öyle ya, hiç olmazsa pişman olmazlar.

DEM'E DEMEDİKLERİNİ BIRAKMADILAR

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2 yıl önce belediye başkanları dahil cepheye koşan tüm muhalefet unsurları karşısında aldığı yüzde 52 oya rağmen "meşruiyet" tartışması açan CHP, Meclis'teki protestosunda yalnız kaldı. Yanlarında sadece CHP listelerinden Meclis'e giren TİP ve EMEP vardı. Genel ve yerel seçimlerde verdikleri desteğe rağmen 6'lı masada bir sandalye ayırmaya cesaret edemedikleri DEM'lileri de Cumhurbaşkanı ile sohbet ettikleri için aforoz ettiler. Aşağıdaki yorumlar, CHP'nin solcu kanaat önderlerinin isyanından bir buket: "Sosyalist sol DEM'le olan ilişkilerini gözden geçirmeli. Kendinizi kandırmayın, ortada solcu bir parti yok. Dünyada kendine sol diyen hiçbir parti dün Meclis'te yaşanan rezaleti yapmaz. Apocu Kürt Partisi, Sol değil Kürtçü bir partidir." "HDP-DEM Kürt ırkçısı, sağcı bir partidir. Din temelli siyaset yapmaması, sağcı olmasına engel değil." "Evet, o bir sol parti değil Kürtçü feodalite zihniyetli faşist bir partidir. Hem Şeyh Said hem Seyit Rıza ayaklanmaları, emperyalizm destekli gerici ayaklanmaları olmalarına rağmen, onları savunduklarına göre, feodalizmin baş savunucuları demektir." CHP, DEM desteğiyle İstanbul'u alacağız, yıllar yıllar sonra Diyarbakır'da milletvekili çıkartacağız diye meğer bağrına taş basmış, taş!

HER GÖRDÜĞÜN SAKALLIYI...

İsrail'in küresel bir organizasyon olan Sumud Filosu'na uluslararası sularda müdahale etmesi tüm yurtta protestolarla karşılandı. Ancak sokağa çıkanların arasında garip tipler var. Sanki İsrail'i değil de Türkiye'yi sıkıştırmak için sahadalar. Soykırımcı Netanyahu'ya değil, Erdoğan'a yükleniyorlar. İzmir'de açıklama yapan bir grup da ne alakası varsa araya 15 Temmuz'u sıkıştırmış, Kılıçdaroğlu gibi "tiyatro" imaları yapıyor. Yok badem bıyıklı değil, sakallı bunlar.

ESAD'A RAHAT YOK

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), eski Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın Moskova'da bulunduğu sırada zehirlenerek öldürülmeye çalışıldığını açıkladı. Hastaneden taburcu olduğu söylenen Esad'la ilgili Rusya'dan henüz bir açıklama gelmedi. Ancak ocak ayında da benzer iddialar ortaya atılmıştı. Kesin olan, Esad'ın ne Rusya'da ne de başka bir ülkede güvende olacağı.

6. MAHMUT ÖVÜR/ ‘Biz sustukça siz çaldınız’

CHP'de sular durulmuyor. Özellikle son birkaç yılda CHP öyle bir savruldu ki, "yolsuzluğa" adı karışmayan belediye başkanı, genel başkan yardımcısı kalmadığı gibi siyaseten de Meclis'i boykot gibi ucube eylemleriyle tartışılır oldu. Dikkatinizi çekmiştir, uzun bir süredir CHP'nin ürettiği siyasi bir gündem ve tartışma yok. Ya yolsuzluklarıyla gündemdeler ya da yerli ve milli bir ürüne saldırılarıyla. Bu yüzden CHP'ye yönelik eleştiriler de büyük oranda yolsuzluklarla ilgili. Bir süre önce Başkan Erdoğan, CHP Genel Merkezi'ne kadar ulaşan yolsuzluk iddialarını hatırlattı ve Özgür Özel'i uyardı: "Gırtlaklarına kadar yolsuzluğa batanlara tavsiyemiz bizi lütfen kendileriyle karıştırmasınlar. Ana muhalefetin başındaki zatın görevi önüne gelene çamur atmak değil, yüreği yetiyorsa genel merkezin 13. katına kadar ulaştığı söylenen rüşveti temizlemektir." Bu 13. kat meselesi CHP'nin başını çok ağrıtacak gibi. Durum vahim; çünkü İBB ve Beşiktaş Belediyesi'ndeki işlerini "rüşvet" vererek yaptırdığını itiraf eden işadamı Aziz İhsan Aktaş, genel başkan yardımcılarından Burhanettin Bulut ismini de vererek işin genel merkeze uzandığını açıkladı. Belge ve ayrıntılı bilgiler iddianame açıklandığında görülecek. Kim bilir daha kaç isim var? Genel merkezin suskunluğu boşuna değil. CHP'deki kaos ve iç kavganın arka planında böyle dehşet verici bir "yolsuzluk" iddiası var. CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve ekibi bütün bunların iftara, adı geçen arkadaşlarının da "lekesiz" olduğunu söylüyor. Yolsuzluğun siyasete etkisi de "şaibeli kurultay" suçlamalarıyla ortaya çıktı. Bu yüzden 40 yıllık CHP'liler "lekesizlik" savunmasına inanmıyor... Kavga da buradan çıkıyor. Kimi açık kimi kapalı olarak CHP'de asıl kavganın "yolsuzluk" yapanlar ile karşı çıkanlar arasında olduğu söylüyor. Bu açıdan da en sert tartıma yargının İstanbul İl Başkanı olarak atadığı Gürsel Tekin ile CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır arasında yaşandı. Tekin kendisini "alçaklıkla" suçlayan Başarır'a isim vermeden şöyle sesleniyordu "Dünyanın en alçakları; belediye müteahhitleriyle el ele verip bu ülkenin kaynaklarını iç edenlerdir. İtirafçıların arkasına saklananlar, onların iş ortakları, ihale simsarları ve kasa bekçileri... Zıp zıp zıplıyorsunuz ya, durun daha yeni başlıyoruz. Çünkü halk, sizin gibi utanmazları artık tanıyor."

Bu konuyu birkaç kez yazdım, dün de Gürsel Tekin'i aradım ve her konuşmasında, "Hodri meydan" dediğini hatırlatıp sordum: "Partiyi bu noktaya birkaç kişi mi getirdi yoksa bu bir ekip işi mi?" Tekin yine açık cevap vermedi: "Suskunluğumuz Cumhuriyet Halk Partisi'nin kurumsal kimliğine saygımızdan dolayıdır. Yoksa o kadar şey biliyoruz ki, özellikle o paralı troller ve gazeteciler, çocuklarının gözlerinin içine bakamayacak. Bir tarafta her türlü kirliliğin içinde olacaksınız, bir tarafta organize işin bir parçası olacaksınız, bir tarafta da döneceksiniz tertemiz 3 tane CHP'liyi partisine sahip çıktığı için insanlara düşman olarak ilan edeceksiniz. Evet, saç kesilecek kel görülecek." Şu sert sözler de Tekin'e ait: "Biz sustukça siz çaldınız." Müthiş, içinde özeleştiri de var, "Biz sustukça siz çaldınız" diyor. Kimi kastediyor dersiniz? Herhalde başka bir partiyi değil, üstüne alınmasalar da CHP yönetimi kastediliyor. Sadece isim vermiyor. Onu da aynı kaderi paylaştığı arkadaşı Berhan Şimşek verdi: "Ekrem İmamoğlu içeri girdiğinde arkadaşları itirafçı oldu ki dışarı çıksın. Niye? Kurulan ilişkiler ihanet, inkâr ve çıkar üzerine kurulursa böyle olur. Parti holding oldu, sahibi Silivri'de, CEO'su da Özgür Özel." Bu açıkça CHP içi bir iktidar kavgası. Sonuçta temiz ellere dönüşürse sadece CHP değil siyaset de kazanır.

7. NEBİ MİŞ/Boykot ve pozitif başlangıç

Meclis yeni yasama yılına pozitif başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan kapsayıcı bir konuşma yaptı. CHP, yeni yıl açılış oturumunu "boykot" etti. CHP'nin gelmediği Meclis açılışında, Cumhurbaşkanı Erdoğan muhalefet liderleri ile bir araya geldi. Onlarla samimi sohbetler yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen yıl Meclis açılışında "iç cepheyi tahkim etme" çağrısı yapmıştı. MHP lideri Devlet Bahçeli, Meclis sıralarında DEM Partililere giderek tokalaşmıştı. Bu yıl DEM Partililer Bahçeli'ye geldiler. Bu görüntü ve pozitif hava, aynı zamanda geçen yıl yapılan çağrının önemine de işarettir. Gerçekten de geçtiğimiz yıl içinde, "iç cepheyi tahkim" ve "terörsüz Türkiye" meselesinde azımsanmayacak bir mesafe alındı. CHP'nin "meşruiyet" tartışması ile Meclis'e gelmemesi, sadece partinin "sert siyaset" isteyen tabanını memnun eder. İktidar, CHP gelmeyince "Meclis'te kutuplaşma bir anda azaldı, çok samimi bir hava oldu" argümanını söylediğinde CHP buna ne diyecek? Nedeni ne olursa olsun, gerçekten de Meclis'te pozitif bir hava vardı. Bir ana muhalefet partisinin, küçük sol marjinal partiler gibi Meclis'i boykot etmemesi gerekir. Çünkü bu tür siyasal eylemleri, siyaset üretmekte yetersiz kalan sol marjinal partiler, gündeme gelmek ve konuşulmak için yaparlar. Zaten, muhalefeti destekleyen siyasi yorumcular başta bu boykot eylemi için motive etseler de, şimdi de CHP'nin Meclis'te yalnızlaşacağından endişe etmeye başladılar. Siyasette, "meşruiyetin kaynağının millet iradesi" olduğu söylemi bugüne kadar çoğu zaman CHP'nin siyasi geçmişindeki "vesayete yaslanma" argümanı ile birlikte zikredilmiştir. Hatta "milli irade karşıtlığı" ile ilgili literatüre bakıldığında bu argümanlar epeyce bir yekûn tutar. Dolayısıyla, bugünün CHP yönetimi, "meşruiyet" tartışması üzerinden Meclis'i boykot ederek, kendi kalesine gol atmıştır. Çünkü toplumsal hafızada bir karşılığı olan bu argümanla CHP kolaylıkla eleştirilecektir. Diğer taraftan da ABD'nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack'a atıfla meşruiyet tartışması başlatmak ve bu tartışma yürürken "Erdoğan'a meşruiyet vermiyoruz" diyerek Meclis'i boykot etmek zamanlama açısından hatalıdır. Böyle bir siyaset geniş toplum kesimleri tarafından, bağlamı ne olursa olsun, "peşine takılma siyaseti" olarak görülecektir. Geçen yıl Meclis açılışında, iç cepheyi tahkim çağrısı ve MHP lideri Bahçeli'nin DEM'e el uzatması siyasi partiler arasında iletişim kanallarını nasıl açtıysa, bu yıl da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tüm parti liderleri ile pozitif ve samimi bir görüşme yapmasının olumlu sonuçları önümüzdeki dönemde görülecektir. Özellikle Terörsüz Türkiye ile ilgili konular başta olmak üzere bir çok önemli başlıkta yapılacak yasal düzenlemelerde bu pozitif hava katkı sağlayacaktır.

8. AYDIN ÜNAL/ Hamas’ın eli boş değil

Trump’ın açıkladığı plan, kısa vadede, soykırımın durması, Gazze’ye yardımların girmesi ve Gazzelilerin Gazze’de kalması boyutlarıyla olumlu; ancak uzun vadede Gazze ve genel olarak Filistin için bir ölüm fermanı. Bu satırları yazarken Hamas henüz plana olumlu ya da olumsuz bir cevap vermemişti. Hamas, planı kabul etmesi için Trump tarafından tehdit edildi ama daha önemlisi, kendisine himaye sağlayan ülkeler, planı kabul etmesi için Hamas’a yoğun baskı yapıyorlar. Hamas, 1987 yılında, Şehit Şeyh Ahmet Yasin tarafından kuruldu. 38 yıldır hem iç politikanın hem uluslararası politikanın hem de yoğun bir silahlı mücadelenin içinde. Hamas, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün pasifleşmesinin ardından ortaya çıktı; yani aslında bir asırlık Filistin direnişinin tüm bilgi ve tecrübesine de sahip. Dolayısıyla Hamas’ın, hiç kimsenin aklına ve yönlendirmesine ihtiyacı yok. Sahayı biliyorlar, politikayı iyi biliyorlar, müzakereden anlıyorlar ve satır aralarını iyi okuyorlar. Dayatılan plan için Hamas’ın vereceği her karar en isabetli karar olacaktır ve o karar saygı duymak gerekir. Hamas bu dayatmaya “evet” diyebilir. Üzerinde ağır baskı olduğunu söylemiştik. Ayrıca, Gazze’nin içinde bulunduğu çok ağır şartları hafifletmek, Gazze’ye nefes aldırmak, yardım girişlerini başlatmak için Hamas risk alabilir. Hamas, dayatmaya “evet” diyerek kendisini ve direnişi feshetmiş olmaz. Şu anda Gazze’de 3-4 yaşında anne-babasız, evsiz, hatta elsiz, ayaksız kalmış on binlerce çocuk, ne yapılırsa yapılsın, hangi rehabilitasyon programı uygulanırsa uygulansın, intikam duygusuyla büyüyecek ve direnişi sürdürecektir. Hamas anlaşmaya “hayır” da diyebilir; bunun için de yeterli gerekçesi var. Ancak gerekçeden çok, Hamas’ın, bu dayatmaya “hayır” diyebilecek gücü de var. Hamas’ın eli boş değil. Tek tek gidelim: Birincisi, Mısır, devam eden soykırımdan dolayı çok sıkışmış ve tedirgin durumda. İsrail’in hedefi 2,5 milyon Gazzeliyi Mısır’a, Sina’ya sürmek. Mısır, her ne kadar üzerinde İsrail ve ABD’nin politik baskısı olsa da, böyle bir kitlesel yer değiştirmenin ülkeyi dinamitleyeceğini düşünüyor. Mısır ekonomisi bunu kaldırmaz. Mısır’a gelen 2,5 milyon insan dengeleri kökten değiştirir. İsrail’in tehcir planını başarması, Mısır’ın ağır bir yenilgi alması anlamına gelir ki, içerdeki toplumsal tepki bastırılamaz. Mısır, Gazze için değil, kendi çıkarları için bu soykırımın durdurulmasını kesin ve kararlı şekilde istiyor. İkincisi, İslam ülkelerinde toplumsal tepki çok artmış durumda. Türkiye, Pakistan, Endonezya gibi şeffaf seçimlerin yapıldığı ülkelerde toplumsal tepki görünür durumda; diğer Arap ülkeleri ise tabanda patlama düzeyindeki basıncı hissediyorlar. New York’ta yapılan toplantıda Trump’a bu ağır baskı anlatıldı. Soykırımın bu şekilde devam etmesi, artık bölgedeki ABD çıkarlarını da tehlikeye sokmaya başladı. Üçüncüsü, İsrail’in bu soykırımı sürdürecek mecali kalmadı. Trump’ın Hamas’a yönelik tehdidi tamamen kof. Hamas “direnişe devam” derse, İsrail’in bugün yaptığından fazlasını yapması mümkün görünmüyor. Dünya ayağa kalkmış durumda. Batı ülkeleri soykırımı desteklemede artık zorluklar yaşıyor. İsrail yalnızlaştı, içerde sesler daha da yükseliyor. Bunlar, Hamas’ın elindeki kozlar. Anlaşma metninde revizyon isteyebilir, aksi takdirde direnişi sürdürebilirler. Gazze meselesi artık sadece Gazzelilerin meselesi olmaktan çıktı; Mısır’ın, İslâm ülkelerinin, tüm dünyanın ve insanlığın meselesi haline geldi. Hamas bu kozları Gazzeliler, Filistinliler için kullanma yolunu da tercih edebilir. Tekrar edelim: Hamas ne karar verirse isabetli olacaktır ve sadece saygı göstermek gerekir. Sahada olan, cephede olan, bedel ödeyen, ölümle burun buruna yaşayan, Filistin’in çıkarlarını kendi hayatının önüne koyan ve tamamen kendi imkanlarıyla ayakta duran bir örgütten bahsediyoruz. Cephede yanlarında olmayanların masada yanlarına oturup akıl vermesi kabul edilemez.

SUMUD GAZZE’YE ULAŞTI

Önceki gece TvNet’te Siyaseten programında Sumud Filo’suyla Gazze’ye ilerleyen ve teknesi İsrail teröristlerinin baskınına uğramak üzere olan Ersin Çelik’le son anlara kadar irtibat kurduk ve sohbet ettik. Sevgili Ersin’in sesi başlarda biraz tedirgindi, bizi de hüzünlendirdi ancak müdahale başlayınca Ersin’in neşesi yerine geldi. Bir ara, “Gazze’ye şu an 61 mil kaldı; bize her yer Trabzon” diyerek espri yapınca biz de biraz rahatladık. Ersin ve arkadaşlarından geceden itibaren haber alamadık. Beklenen zaten buydu. Gözaltı öncesinde teröristlerin eline geçmemesi için telefonlarını denize attılar. Gözaltı süresi inşallah kısa olacak, Ersin ve Sumud’daki diğer tüm dostlarımız inşallah kısa sürede ülkelerine, evlerine sağ salim dönecektir. Şu kadarını söyleyelim ki Sumud Filosu hedefine, yani Gazze’ye bu haliyle de ulaşmış oldu. Maksat dünyanın dikkatini çekmekti, başardılar. İsrail terör ve hukuksuzluğunu daha geniş kitlelere duyurdular. İnsanlığın vicdanını titrettiler. Hepsinden Allah razı olsun.

9. ATİLLA YAYLA/ İsrail’e güvenilebilir mi?

Trump’ın Gazze için hazırlattığı ve İsrail tarafından da kabul edildiği söylenen 20 maddelik “barış planı” açıklandı. Türkiye’deki İsrail dostu kişilerin ve çevrelerin iddia ettiği ve inandığı gibi plan mükemmele yakın ve bölgeye barışı getirecek bir adım mıdır yoksa İsrail’e yeni avantajlar sağlamaya yönelik bir çaba mıdır? Her şeyden önce, hayaller âleminde dolanmakta olan Trump’ın bu planla daha gerçekçi bir tavır aldığı söylenebilir. Gazze’nin işgal edilmesinden, Gazze sakinlerinin başka yerlere sürülmesinden ve Gazze’de bir tür emlakçılık harikaları oluşturulmasından bahseden bir Trump yok karşımızda. Anlaşılan, Gazze halkının topraklarından sürgün edilmesinden vazgeçilmiş. Bu iyi bir gelişme. Ne var ki plan bazı temel meseleleri görmezden geliyor. Tartışılması gereken ana sorun İsrail’in meşruiyeti. İsrail bir işgalci, korsan ve yerine göre terörist bir devlet. Bu çizgisinden şimdiye kadar hiç sapmadı. Bu plan, ABD nezdinde Filistin devletine giden yolu açabileceğinin söylenmesine rağmen, mesela Batı Şeria’da adına İsrail’in resmî lisanında “yerleşimci” denen aslında “gaspçı” olan silahlı ve İsrail devletinin koruması altındaki insanların işgallerinin sona erdirileceğine dair bir şey söylemiyor. Sayıları bir milyonu bulan ve çoğu ABD’den gelen bu gaspçılar işgal ettikleri yerleri terk etmiyor, aksine, yeni gelenlerle işgal alanını genişletmeye çalışıyor. O kadar ki, bu gidişle, bir süre sonra, bütünlük sahibi bir Filistin ortada kalmayacak. Plan bu konuda sessiz. Bu da gaspçılara verilen bir tür onay anlamına geliyor. Zaten Trump yönetimi bir süre önce gaspçılara karşı ABD’de yapılabilecek hukuki takibatları durdurmuş ve böylece işgalcilere destek sağlamıştı... Bir başka problem HAMAS’ın planda bir terör örgütü olarak anılması ve sunulması. Bir kere daha tekrar edelim, HAMAS bir terör örgütü değildir. Toprakları işgal edilen insanların bir millî direniş hareketidir. Bu yüzden, HAMAS Gazze topraklarından silinemez. Gelecekte muhtemelen daha çok HAMAS mensubu olacaktır. İsrail’in katliamları ve soykırımı altında yaşamak zorunda kalan bugünün çocuklarının çoğu bir şekilde HAMAS saflarında yer alacaktır. Gazze’de sanki 7 Ekim 2023 öncesinde bir problem yokmuş, her şey yolundaymış, ama HAMAS’ın 7 Ekim saldırısıyla işler bozulmuş gibi konuşmak hem tarihî gerçeklere hem de ahlaka ve hakkaniyete aykırıdır. Gazze zaten bir açık hava hapishanesiydi. 2007’den itibaren İsrail’in hava, kara ve denizden ablukası altındaydı. Ayrıca HAMAS’ın kınanan davranışlarının çok daha fazlası on yıllardır İsrail tarafından yapılmaktaydı. Bu yüzden, HAMAS saldırısı, özellikle sivillere yönelik bazı tutumlar üzerinden eleştirilebilirse de, HAMAS’ın tamamen sahne dışına çıkarılması makul ve meşru gösterilemez. HAMAS aynı veya başka bir adla daima var olacaktır... Trump anlaşmasıyla ilgili asıl mesele İsrail’e ne kadar güvenilebileceği. Hiçbir uluslararası hukuk ve insani hukuk kuralına saygı göstermeyen, kaba güce âdeta tapan, orantısız güç kullanmaktan vazgeçmeyen, sivillere ölüm yağdıran, açlığı silah olarak kullanmaktan çekinmeyen, masum çocukları ve kadınları özellikle hedef seçen, teo-politik argümanlarla kendisine vadedildiğine inandığı toprakların peşinde koşan, tüm insanları "kendileri" ve "diğerleri" olarak kategorize etmekten geri durmayan İsrail’e kim, neden, nasıl güvenecek? Nitekim, Netanyahu planın duyurulmasının hemen ertesi günü yaptığı açıklamayla İsrail’in saldırgan ve acımasız silahlı güçlerinin Gazze’den çekilmesi konusunda yan çizmeye başladı. Anlaşma şartlarına uymazsa İsrail’i kim, nasıl durduracak? İsrail benimsediği zihniyetle ve kural tanımaz tavırlarıyla asla güvenilmez bir suç yapılanması görünümü veriyor. İsrail sadece Gazze halkının ve Filistinlilerin değil tüm insanlığın ana problemlerinden biri olma yolunda azimle ilerliyor.

10. M. BEHEŞTİ AYDOĞAN VE HÜSEYİN DİŞLİ / İsrail'den Sumud Filosu'na terör saldırısı: Tel Aviv'i ne bekliyor?

İsrail, şiddet ve soykırım politikaları üzerine kurulu bir rejim sürdürüyor. İsrail ordusu son iki yılda yedi ülkeye saldırdı, bir kıtlığa yol açmış ve Gazze Şeridi’nin neredeyse tamamını yıkarak sayısız Filistinliyi ya öldürdü ya da sakat bıraktı. Özellikle çocuklara karşı sürekli ve ölçüsüz şekilde ölümcül güç kullanması, dünya genelinde büyük tepki doğurdu ve Filistin'in özgürleşmesine yönelik küresel bir hareket yarattı.

SİVİL BİR DİRENİŞ OLARAK KÜRESEL SUMUD FİLOSU

Bu hareketin en somut örneklerinden biri Küresel Sumud Filosu'dur. Filo, yalnızca bir yardım konvoyu değil, İsrail'in yasa dışı ablukasıyla uyguladığı kolektif cezalandırma düzenine karşı meşru bir sivil direniş eylemidir. Bu abluka, soykırım stratejisinin bir parçası olarak aç bırakma yöntemini de içeriyor. Küresel vicdanın geriye kalan sesini yansıtmayı amaçlayan Sumud, İsrail'in soykırımcı saldırılarıyla hayati tehlike altına giren Filistinlilere hayat kurtarıcı destek ulaştırmayı hedefleyen barışçıl bir insani misyondur. Nitekim girişim, "Gazze'ye güvenli ve kesintisiz bir insani koridor" oluşturmayı amaçlıyor. Bu barışçıl hareket, özellikle insani amaçlar söz konusu olduğunda seyrüsefer özgürlüğünü garanti altına alan uluslararası hukukla tamamen uyumludur. Uluslararası teamül hukuku, sivilleri aç bırakmayı hedefleyen ablukaları açık biçimde yasaklamaktadır (San Remo El Kitabı, Kurallar 102–103). Bu kurallar, İsrail’in uyguladığı abluka söz konusu olduğunda "Eğer sivil nüfusa verilecek zarar, ablukadan beklenen somut ve doğrudan askeri avantaja kıyasla aşırı olacaksa, bir ablukayı ilan etmek ya da uygulamak yasaktır" hükmünü ortaya koyuyor. Nitekim İsrail, Gazze'yi "yaşanmaz" hale getirerek bu yasağın tüm şartlarını ihlal etmiş, Filistin halkının kendi topraklarında korunan bir ulusal grup olarak hayatta kalma koşullarını yok etmiş ve daha da ağırlaştırmıştır. Ayrıca Roma Statüsü'ne göre, sivilleri aç bırakmayı bir savaş yöntemi olarak kullanmak hayatta kalmaları için zorunlu ihtiyaçlardan mahrum bırakmak ya da Cenevre Sözleşmeleri'nde öngörülen yardım malzemelerinin kasten engellenmesi açıkça bir savaş suçudur. Bu suç ve insanlığa karşı işlenen diğer fiiller nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi, İsrail Başbakanı ile eski Savunma Bakanı hakkında tutuklama kararı çıkarmıştır. 20 Ocak 2024'te Uluslararası Adalet Divanı, oybirliğiyle aldığı kararda İsrail'in "Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerin yaşadığı ağır koşulları hafifletmek için acil biçimde gerekli temel hizmetleri ve insani yardımı sağlayacak derhal ve etkili önlemler alması" gerektiğini açıkça hükme bağladı. Bu karar, yalnızca yardımı engellemekten kaçınmayı değil, aynı zamanda onun önünü açma yükümlülüğünü de içeriyor. Nitekim bu yükümlülük, 1949 tarihli Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'nin 23. ve 55. maddelerinde güvence altına alınan, hayat kurtarıcı yardımların serbest geçişini sağlama sorumluluğuyla da örtüşüyor. Ancak İsrail bunun tam tersini yaptı, filo gemilerine "motorlarını durdurmaları" emrini verdi, gemilere el koydu ve yolcuları zorla alıkoydu. Bu, İsrailli yetkililerin işlediği yeni bir savaş suçudur ve İsrail'in uluslararası insancıl hukuku daha önce defalarca ihlal etmesine eklenen bir başka örnek olmuştur.

YAŞAM, ÖZGÜRLÜK VE GÜVENLİK HAKKINA SALDIRI

İsrail'in Filoya yönelik keyfi şiddeti, gemide bulunan kişilerin insan haklarının açık bir ihlalidir. Uluslararası insan hakları belgeleri, yukarıda belirtilen uluslararası teamül hukukunu destekliyor. İnsan hakları sözleşmeleri, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 6, 7. ve 9. maddelerinde de açıkça ifade edildiği üzere, devletlerin bireylerin yaşam, özgürlük ve güvenlik haklarını ihlal etmesini kesin biçimde yasaklıyor. İsrail'in Filoya yönelik eylemleri bu üç hakkı doğrudan tehdit ediyor. İsrail, gemileri tahrip etmiş, yolculara kötü muamelede bulunmuş, tahliye sırasında fiziksel zarar vermiş ve onların özgürlük ile güvenlik haklarını ihlal etmiştir. Bu hakların birçoğu uluslararası hukukta en yüksek koruma statüsüne sahiptir ve bu durum İsrail hükümetine karşı bireysel, devlet düzeyinde ve kurumsal girişimlerin önünü açmaktadır. Ayrıca insan hakları mekanizmaları bölgesel düzeyde de işletilebilir. Nitekim filo yolcularının önemli bir kısmı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuru hakkına sahiptir. İsrail, gemilere baskın yaparken, pervasızca yolcuların "eylemlerinden tamamen kendilerinin sorumlu olduğunu" ilan etti. Oysa yukarıda da vurgulandığı gibi, insani yardımların ulaşmasını kolaylaştırma yükümlülüğü İsrail'e aittir ve bu sorumluluk bilerek yerine getirilmemektedir. Filoya yönelik bu saldırılar, İsrail’in aç bırakmaya dayalı soykırım stratejisinin bir parçasıdır. Dolayısıyla yapılan sabotajlar ve insan hakları ihlalleri, sürmekte olan soykırım suçunun temel unsurlarından biri haline gelmiştir. Barışçıl bir insani misyona yönelik bu eylemlerin tüm hukuki sorumluluğu da İsrail'e aittir. Uluslararası hukuk, İsrail hükümetine, alıkonulan kişileri derhal serbest bırakma, Filoyu hasarsız biçimde sahiplerine istedikleri yerde geri verme, uygun tazminat ödeme, uluslararası hukuki sorumluluğunu kamuya açık bir özürle kabul etme ve Gazze'ye insani yardımın ulaşmasını engellemeyi de kapsayan tüm soykırımcı eylemlerine son verme yükümlülüğü getiriyor. İsrail'in uluslararası sorumluluğu, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde bireysel ve kurumsal adımlarla hayata geçirilmelidir. Devletler, İsrail'in saldırılarına karşı harekete geçmeli ve saldırıya uğramış filo yolcularının haklarını güvence altına almalıdır. Evrensel yargı yetkisi, kırktan fazla ülkede ulusal süreçlerin işletilmesini kolaylaştırabilir, Uluslararası Ceza Mahkemesi ise İsrail'in insani yardım misyonlarına yönelik eylemlerini soruşturmalarına dahil edebilir. Uluslararası Adalet Divanı da İsrail'in insani yardımı engellemesinin filonun yasa dışı şekilde durdurulmasını da kapsayacak biçimde Gazze halkına yönelik kasıtlı aç bırakma politikasının bir parçası olduğunu ve bu politikanın İsrail'in soykırım kampanyasının temel unsurlarından birini oluşturduğunu tespit etmelidir.

Kaynak: GAMZE KARABULUT