OKUMUYORSAN VE KONUŞMUYORSAN TANIŞMAYALIM!
Geçtiğimiz hafta üniversiteden bir dostum telefonla arayarak geçen haftaki yazım içim tebriklerini ve teşekkürlerini iletti Bünyamin.
Söylediğine göre yazıyı okuyunca “İşte yazı budur!” demiş kendi kendine ve diğer arkadaşlarına da okumaları için tavsiyede bulunmuş. Ben de teşekkürlerimi ilettim telefonda kendisine ve yazımın okunmasından dolayı mutlu olduğumu dile getirdim.
 
Demek ki hala gazete ya da dergi okuyanlarımız, okuyabilenlerimiz var. Bundan ancak onur duyulur ve yaşadığımız coğrafya adına sevinilir diye düşündüm sonra da.
 
Aslında okuma oranının ve okuyanların azaldığını eli kalem tutanların çoğu farkeder.
Mesela geçen haftaki yazısında Kocatepe Üniversitemizin eski rektörlerinden olan Şan Özalp Hoca da başka bir bakış açısıyla tersinden gazete dergi okuyanların sayısında umulmadık oranda azalma olduğuna işaret etmiş ve buna dair dair aşağıdaki cümleleri not düşmüştü gazetedeki yazısında. Hocanın yorumunu da sana bırakıyorum. Önemli bir tespit çünkü.
 
Ummadığınız sayıda kişi gazete okumuyor, televizyon seyretmiyor. Akıl sağlığını biraz korumak için bu çareye başvuruyorlar. Gazetelerde en az bir sayfa cinayetler, ırza geçmeler, soygun vb. ayrılmış oluyor. Yakında gazetelerin sapıklar sayfasına yer verecekleri şüphesizdir. Maalesef benzer başlıklar haber programlarında da yer alıyor. Televizyonlardaki suçluları yakalama, her türlü hakaretin yer aldığı yemek pişirme, cahillerin yarıştığı bilgi programları da ahlaki değerlerimizi yok ediyor.
 
Okumaya ilişkin notlarımıza devam edelim biraz.
 
Okumak aslında pek çok yönlüdür ama pek çok yönüyle de farklıdır ve farklılıklar taşır.
 
Okumak, mesleği öğretmenlik, hocalık veya akademisyenlik olduğu için okumak zorunluluğu olmadan okumaktır. Aslında okumanın nitelikli olması ve nitelikli okumanın da esasları, şarları ve tasnifi akademik platformlarda yapılmalı ve ana hatlarıyla da olsa belirlenmesi gerekir sanırım.
 
Şunu da vurgulamak gerekir ki, okumanın önemini idrak edemeyenlerin ve bunu bir ihtiyaç olarak gör(e)meyenlerin okumasını beklemek zaten nafiledir. Okumak okumaya zorunluluk olmadan okumaktır.
 
Etrafımıza bir göz gezdirirsek eğer,
akademik bir şahsiyet alanının dışında okumaya ihtiyaç duymaz ne yazık ki bizim ülkemizde.
 
Öğretmenlerimizin çoğu müfredatın dışına pek çıkmazlar. Lise yıllarımızdaki Sanat Tarihi Hocamız gibi kitabı satır satır ederler neredeyse.
 
Mesleki alanında bildiği arapça sureler ve dualar kendisine kâfi geldiği için ve başka alanlarda öğrenmesi veya okuması zorunlu olmadığı için din görevlileri de fazla ve farklı okumazlar. Onlara üç beş zamm-ı sure, 
bir kaç aşr-ı şerîf ve yemek duası, nikah ve cenaze duası yetip de artmaktadır bile.
 
Bizim ülkemizde istisnaları muhakkak vardır ama kitap ve kırtasiye malzemeleri satan kitapçılar bile dükkandaki boş zamanlarını okuyarak geçirmezler.
 
Bu arada mesela çok kitap okuyanların 
vardığı zihnî ve amelî düzey ve noktalar da araştırılmalı ve sonuçları üzerine akademik çalışmalar yapılmalıdır.
 
Avamın hurafelere teslim olduğu coğrafyamızda kendisini yetiştirerek avamlığı aşıp, okuyarak belki havas olanların da fikri mugalatalar çemberinin dışına çıkamaması da ibretâmiz bir sonuçtur aslında.
 
 
Bir başka yönüyle devam edelim.
Bir aktar dükkanında bir çok sağlığa faydalı otlar, çöpler bulunur. Sağlığımıza iyi gelsin diyerek bütün o otları ve çöpleri yemek sağlıklı bir düşüncenin ürünü olabilir mi hiç? 
 
Okumanın asgari ilmini ve anlayışını bilemeyenler için “okumaması” belki okumasından daha faydalı bile olabilecektir.
 
Okumanın anlamını ve gayesini anla(ya)mayanlar her yazılanı okusalar bile aktardaki tüm şifalı otları yemek gibi bir büyük yanlışa düşeceklerdir ve okuma bünyeleri bundan zarar görecektir. 
 
Nihayetinde pek çok yazarın bile kendilerine göre bir yanlışı tespit edip, onunla mücadeleye girişmesi gibi dilemmalara düşmesi gibi garabete de şahit olunabilmektedir. Halbuki onların tespit ettikleri yanlışlar bireysel veya toplumsal yaşayışın belli de en son sıralarında gelen yanlışlardır.
 
Hasılı bir yazarın da en büyük amacı okunmayacak yazılar yazmamaya gayret etmesidir.
 
Yukarıdaki yazının başlığı da bundan yaklaşık yirmi yıl önce benim kendimce prensip-slogan haline getirdiğim bir sözdü Bünyamin.
 
“Okumayorsan tanışmayalım!” şeklindeydi ilk hali. Sonraları bilgi ve tecrübem arttıkça ona “konuşmuyorsan” diye bir eklemede bulundum. Çünkü bazı iyi kötü okuduğunu bildiğim kişilerin ve hatta büyüklerimin pek çok defa ve konuşması gereken yerde konuşmadıklarını görünce bunun da yanlış olduğunu işar etmek istemiştim.
 
En sonunda da tanışmamalıyız istemine “tartışmamalıyız” talebini de ekledim. Tanıştığımızda okumadığını farkettiğiniz kişilerle tartışmanın da keyif alınacak bir yönü kalmamaktaydı çünkü.
 
Böylece ennihai olarak prensip-sloganımı netleştirmiştim: “Okumuyorsan ve konuşmuyorsan tanışmayalım, tartışmayalım da.”
 
Haksız mıyım?
...