1. ABDULKADİR SELVİ/Erdoğan-Trump görüşmesinden ne çıktı

ABD, Mahmut Abbas başta olmak üzere Filistin heyetinin vizesini iptal etti. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler kürsüsünden Filistin’in sesi oldu. Erdoğan dünyanın en etkili liderlerinden biri. Ayrıca etkili bir hitabete sahip. Erdoğan, konuşmasını Gazze’deki dramı yansıtan fotoğraflarla destekleyince ortaya etkili bir konuşma çıktı. Çünkü Erdoğan Filistin davasına inanarak konuştu. İnsanlığın vicdanı oldu. Erdoğan’ın etkisini Trump’ın İslam dünyası temsilcileriyle yaptığı toplantıda da gördük. Sadece Erdoğan ile Trump’ın yan yana oturmasını kastetmiyorum. O görüntü elbette ki önemliydi. Erdoğan’a verilen değeri ve Türkiye’nin yükselen güç olduğunu gösteriyordu. Ama ondan da öte, toplantıda alınan kararlardı. Trump toplantıya Gazze’yle ilgili bir plan sundu. Erdoğan’ın dokunuşlarıyla Gazze planı önemli değişikliklere uğradı. Erdoğan toplantıdan sonra, “çok memnunum” derken bunu kastediyordu.

AĞIRLIK TÜRKİYE

Beyaz Saray’daki toplantıda elbette ki gündem maddelerinden biri de Gazze’ydi. Ama edindiğim bilgiye göre ağırlıklı olarak Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkiler ele alındı. Bizim Amerika ile önemli başlıklarımız var. F-16 alımı, F-35 projesine geri dönüşümüz, Caatsa yaptırımlarının kaldırılması, Boeing uçağı alımı gibi. Suriye’deki SDG-PKK sorununun çözümü ise ayrı bir başlık. LİDER DİPLOMASİSİ Erdoğan ile Trump arasında çok güçlü bir iletişim var. Erdoğan, “dostum” diyor. Trump, Cumhurbaşkanımızın çok güçlü bir lider olduğunu vurguluyor. Erdoğan’ı şikâyet etmek üzere giden İsrail Başbakanı Netanyahu’yu, “Makul ol Bibi” diye uyarmıştı. Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, Devlet Konukevi’nde misafir ederek verdiği değeri gösterdi. Liderler arasındaki dostluklar önemlidir. Lider diplomasisi ile birçok sorunun aşılması mümkündür. Erdoğan ile Trump arasındaki ilişkilerin iyi olması Türkiye açısından da bir kazançtır. Beyaz Saray’daki görüşmenin sonuçları bize bunu gösterecek. Bazı konular vardır ki iktidar, muhalefet çekişmesi olmaz. Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM kürsüsünden Gazze’nin sesi olurken, ABD Başkanı ile Gazze planını müzakere ederken, Beyaz Saray’da Türkiye’nin menfaatleri için mücadele verirken muhalefetin onu eteklerinden çekmeye çalışması ise Türkiye açısından bir talihsizliktir.

İSMET PAŞA ÖRNEĞİ

Özgür Özel’den, Menderes yurtdışına gidince, Türkiye’ye dönene kadar muhalefetini kesen İsmet Paşa’nın tavrını beklemiyorum ama bu kadar kısır politika olmaz. F-16 alımı konusunda ilerleme sağlansa, Türkiye, F-35 projesine geri dönse, Caatsa yaptırımlarının kaldırılması için adım atılsa, SDG-PKK’nın Suriye devletine entegresi konusunda kararlı bir tutum takınılsa, Beyaz Saray’dan Türkiye’nin yararına kararlarla dönülse bu ülkemizin menfaatine olmaz mı? Erdoğan-Trump görüşmesinin sonuçlarını iyi takip etmemiz lazım.

TRUMP'IN SÖZLERİ

Trump, Beyaz Saray’daki görüşmede Cumhurbaşkanı Erdoğan için ne dedi? Erdoğan'a çok saygı duyuyorum, saygıdeğer biri.

* Erdoğan'ı ağırlamak benim için şeref.

* F-16’ları ve F-35’leri görüşeceğiz.

* Erdoğan çok çetin bir adam.

* CAATSA yaptırımları kalkabilir.

* Türkiye almak istediklerini alacak.

* Erdoğan, Putin ve Zelenski'den saygı görüyor.

* Suriye, Erdoğan için zaferdi. Erdoğan Suriye'yi kurtardı, bu onun başarısı.

" Beyaz Saray’da Trump’la görüşmeler pek tekin değil. Zelenski’nin gördüğü muameleyi hatırlatmak bile istemiyorum ama Beyaz Saray’daki görüşmede Avrupalı liderlerin yaşadıkları göz önüne getirilirse Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın el üstünde tutulması Türkiye açısından gurur verici. Erdoğan o tür bir muameleye izin vermezdi ama ilişkilerimiz zarar görürdü.

KİM RAHATSIZ OLDU

Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın BM’deki performansı, İslam ülkeleri ile toplantıda Trump’la yan yana oturması, Beyaz Saray’daki görüşmeden önce, "Blair House”da ağırlanması, Beyaz Saray görüşmesinin çok başarılı geçmesi, Erdoğan ile Trump arasındaki olumlu hava en çok kimi rahatsız etti? Netanyahu’yu rahatsız etti. Yunanistan Başbakanı Miçotakis’i rahatsız etti. Ben bir Türk vatandaşı olarak buna Özgür Özel’i eklemek istemem.

CNN TÜRK HABERCİLİĞİN ÖLMEDİĞİNİ GÖSTERDİ

Filistin’le ilgili gelişmelerin damgasını vurduğu BM toplantısında CNN Türk, Amerika’daki gelişmeleri sıcağı sıcağına aktararak habercilikte öne çıktı. Türkevi’nin önünü ve Beyaz Saray’ı adeta bir stüdyoya çevirdiler. Yunus Paksoy hem son dakika gelişmeleri duyurdu. Hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’la yaptığı soru cevapla başarılı bir habercilik yaptı. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’la söyleşi ise başarılıydı.

MUHABİR HEYECANIYLA

Demirören Medya TV Grup Başkanı Murat Yancı ise bir muhabir heyecanıyla çalıştı. Sahadan yaptığı değerlendirmelerle, verdiği kulislerle yayınlara ağırlık kazandırdı. CNN Türk Haber Koordinatörü İdris Arıkan izleyicilere oradaki havayı yansıttı. Savaş bölgelerinden görüntüler aktaran CNN Türk kameraman şefi Ahmet Akpolat ise bu kez hem BM’den hem Beyaz Saray’dan yansıttığı görüntülerle bize haberciliğin bir ekip işi olduğunu gösterdi. CNN Türk ekibinin başarılı yayınlarını haberciliğin ölmediğini anlatmak için paylaştım. Yeter ki biz iyi habercilik yapalım.

2. ZAFER ŞAHİN/Konuştukça kaybeden adam

Kim olduğunu hemen anladınız değil mi? Elbette ki Mansur Yavaş.. Algısı, sokaktaki karşılığı oldukça yüksek. Ama ne zaman ağzını açsa; koca koca çamlar deviriyor. Belediyenin düzenlediği 32 konserde kamunun 154 milyon lira zarara uğradığı iddiasına verdiği cevapta olduğu gibi: Çok özellikli elemanlar var; günlük 20 bin lira alanlar da var,100 bin alanlar da! Çünkü bunların tamamı uzmanlık istiyor! Galiba “ Mansur Yavaş’tan Cumhurbaşkanı adayı olamaz. Çünkü konuştuğu anda susarak elde ettiği o muhteşem algı bir anda kaybolur” diyenler haklı. Bu nasıl savunma? Memlekette büyükşehir belediye başkanı maaşı 235 bin 760 bin lira! Günlüğü 31 gün üzerinden 7 bin 900 liraya geliyor. Konser için sahne kuran adamın günlüğü ise 100 bin lira! Yani Mansur Yavaş’tan yaklaşık 12 kat fazla kazanıyor! Gel de buna inan şimdi… Kusura bakmayın ama bir konser soruşturmasında tozşeker gibi dağıldınız Mansur Bey. Madem ortada bir kamu zararı yok, siz neden o kadar bürokratı görevden uzaklaştırdınız? Size yakın çevrenizde bunu söyleyecek kimse yoktur; o sebeple ben buradan yazayım. Lütfen artık sadece görevinize odaklanın…

Ankaralı sizden bunu bekliyor. Belediyedeki kara delikleri kapatın, trafik başta olmak üzere kentin artık kangrenleşen sorunlarına bir neşter atın. Biz de sizi alkışlayalım. Size yüzde 60 oy veren insanları daha ne kadar Melih Gökçek’i hedef göstererek oyalayacaksınız? Konser vakasına muhalefet ne diyor? Muhalefet derken; AK Parti’den bahsediyorum. Malum, Ankara’da yerel iktidar CHP. Ankara Büyükşehir Meclisi’nin AK Parti Grup Başkanvekili Nihat Yalçın diyor ki: Melih Gökçek görevi bırakalı 8 yıl olmuş, 6.5 yıldır Mansur Yavaş belediye başkanı, her köşeye sıkıştığında Atatürk, Cumhuriyet ve Melih Gökçek diyor. Oysa olay çok basit… İşi veren, Ankara Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi Başkanlığı, başındaki kişi Mansur Yavaşın getirdiği en yakın bürokratlarından. Piyasa değerinin çok üzerinde, el altından (ihalesiz) konser işi vererek kamu zararına sebep olmuş. (Gözaltında) İşi alan, Mansur Yavaş’ın seçim kampanyasını yöneten tek yetkili şirket. Sahibi Mansur Yavaş’ın en yakınlarından, strateji ekibinin başında. Piyasa değerinin çok üzerinde el altından iş alarak kamu zararına sebep olmuş. (Gözaltında) Sonuç: Mansur Yavaş’ın en yakınları tarafından Ankara Büyükşehir Belediyesi soyulmuş, 154 milyon Lira kamu zararına uğramış. Savunma: Doğru duvar yıkılmaz, sütte leke olur Mansur Yavaş’ta olmaz, Atatürk, Cumhuriyet, Melih Gökçek, vesaire, vesaire…

Her şey alenen ortada. Doğru duvarınız yıkıldı, enkaz altında kaldınız. Hem millete, hem adalete hesap vereceksiniz. Berhan Şimşek böyle konuşmaya devam ederse İki gündür CHP’li eski milletvekili Berhan Şimşek’in açıklamalarını dinliyorum. Bir insan hem siyasetçi hem de aktör olunca haliyle daha etkili konuşuyor. Kısa, net ve lafı hiç dolandırmadan yaptığı CHP ve İmamoğlu analizleri adeta duvar yazısı gibi… Parti holding oldu. Sahibi Silivri’de. CEO’su da Özgür Özel. Artık Saraçhane medyası yok, Silivri medyası var. Recep Tayyip Erdoğan içeri girdiğinde arkadaşları suç işledi ki; biz de gidip onunla yatalım. Ekrem Bey’in arkadaşları da itirafçı oluyor, dışarı çıkalım diye! Niye? Kurulan ilişkiler ihanet, inkar ve çıkar üzerine olunca bu işler böyle yürür. Çıkar bitince inkar başlar. İnkar bitince ihanet başlar. CHP yönetimi bu açıklamalar üzerine Berhan Şimşek’i ihraç etmek için harekete geçti. E haksız da değiller. Adam vurduğu yerden ses getiriyor. Partili kimliğiyle konuşmaya devam ederse hepsini oyun dışına atacak gibi bir gidişatı var. Tek çare ihraç etmek...

Yaşasın parti içi demokrasi ve onun yılmaz savunucuları…

3. MELİH ALTINOK/Erdoğan ile Trump’ın çözemeyeceği sorun yok

Hafta sonundan beri New York'ta önemli toplantılara katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD ziyaretini dün Washington'da başarılı bir şekilde noktaladı. Beyaz Saray'ın konukevi Blair House'ta ağırlanan Erdoğan, akşam saatlerinde de Trump'la buluştu. 6 yıl aradan sonra yeniden Erdoğan'la bir araya gelen Trump, kapıdaki samimi karşılama töreninden içeride, gazetecilerin yoğun ilgi gösterdiği basın toplantısına kadar çok iyi bir ev sahipliği sergiledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'a duyduğu saygıyı birkaç kez ifade eden Başkan Trump, Türkiye'nin denge politikasını da "Herkes ona güveniyor" diye özenle vurguladı. Türk ordusunun ulaştığı güçten ve Erdoğan'ın Suriye'de sonuç alan politikasından övgüyle bahsetti. Tel Aviv'den Moskova'ya, İngiltere'den Atina'ya pek çok başkentte pürdikkat takip edilen ErdoğanTrump zirvesinin kısa vadedeki sonuçlarını izleyip göreceğiz. Ama bir kez daha görmüş olduk ki Beyaz Saray'da, ABD'nin başında Trump'ın olması, Joe Biden, Kamala Harris ya da Obama ekibinden herhangi birisinin olmasından yeğdir. Çünkü Trump'ın Doğu'ya, Müslümanlara, Türkiye'ye karşı Demokratlar gibi kategorik bir tavrı yok. Ülkesinin çıkarlarını gözeten bir lider olarak bazı politikaları, söylemleri bize uymasa da Erdoğan'la "Pentagon diplomasisinin" dışında sıkı bir iletişim kurabilmiş olması, iki ülke ilişkilerinde önemli bir avantaj. Daha Erdoğan'ın Trump'la görüşme takvimi ilan edilir edilmez, hem dışarıda hem de içeride başlayan ve tarihi zirve öncesi yoğunlaşan sabotaj girişimlerinin, medya propagandasının sebebi de tam olarak eşitler arasındaki bu diyalog zemini.

TRUMP MEKİK DOKUYOR

Politico'nun haberine göre ABD Başkanı Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan dâhil Müslüman liderlere İsrail'in Batı Şeria'yı ilhak etmesine izin vermeyeceğine dair söz verdi. Trump, Erdoğan'la görüşmesinin ardından 29'unda da Netanyahu'yla bir araya gelecek. Bakalım Netanyahu'ya nereye kadar direnebilecek? İsrail dün 8. en büyük VPN şirketini de MOSSAD envanterine kazandırdıklarını açıkladı bile.

Emirdağ İlçe Milli Eğitim Müdürü, köy okullarını ziyaret etti
Emirdağ İlçe Milli Eğitim Müdürü, köy okullarını ziyaret etti
İçeriği Görüntüle

BERHAN ŞİMŞEK DAHA NE YAPSIN?

CHP'den ihracı talep edilen Berhan Şimşek'in, "Erdoğan içeri girdiğinde arkadaşları onu yalnız bırakmayalım diye cezaevine girdi. İmamoğlu'nun arkadaşları ise itirafçı oldu, dışarı çıkabilelim diye" şeklindeki sözleri tartışılıyor. Şimşek bu durumu, "Kurulan ilişkiler ihanet, inkâr ve çıkar üzerine kurulursa bu işler böyle olur" diyerek izah ediyor. Özgür Özel cephesi Şimşek'e kızgın. Özgür Özel dün katıldığı bir yayında "Şimşek'e yıllardır CHP'de tahammül etiklerini" söyledi. Öncelikle Erdoğan'ın şiir okuduğu için içeri girdiği, İmamoğlu'nun ise yolsuzluk suçlamasıyla hapiste olduğu göz ardı edilmemeli. 8 Kaldı ki Şimşek, cezaevinde ziyaret ettiği İmamoğlu'na, "Suçsuzsan seni cezaevinde genel başkan seçelim" teklifinde bile bulunmuş bir CHP'li. İmamoğlu'ndan, "Özgür Bey'in başkanlığını tartışmayalım" cevabını aldıktan sonra ne yapması beklenirdi?

İYİ GÜNLER MUHARREM BEY

Muharrem İnce, "Bu iktidar sürdükçe, bu çürümüş saray düzeni devam ettikçe; bilin ki bugünler daha iyi günlerimiz" demiş. Baktım, İnce'nin, kendisine Baykalvari bir kaset operasyonu çeken CHP'ye döndükten sonra ağız değiştirdiğini söyleyenler var. Haksızlık ediyorlar Muharrem Bey'e. Öyle ya, çok değil 2 yıl önce CHP'ye, "Siz iktidar olsanız; bu milleti perişan edersiniz, anasını ağlatırsınız" diyen İnce değil miydi? Dolayısıyla AK Parti iktidarı için "Bunlar iyi günlerimiz" demesinde bir çelişki yok. Adam gayet tutarlı!

4. NEBİ MİŞ/Gazze toplantısı ve ortak çözüm üretme çabası

BM Genel Kurulu marjında bu yıl Gazze ile ilgili 14 farklı başlıkta toplantı yapıldı. Bunlardan en önemlisi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump'ın da katıldığı Gazze konulu toplantıydı. Toplantıya, Türkiye ve ABD ile birlikte Mısır, Endonezya, Pakistan, Katar, Suudi Arabistan ve BAE katıldı. Özel anlamda Gazze'de katliamın durdurulması ve daha üst başlıkta Filistin'in geleceği ile ilgili bu toplantıya Trump'ın katılması önemli. Çünkü, Gazze'ye yönelik devam eden İsrail saldırganlığının durdurulması için İslam dünyasının etkili ülkeleri bir masa etrafında toplanarak Gazze konusundaki tutumlarını ve çözüm önerilerini bir kez daha Trump'la müzakere ettiler. Trump yönetimi bugüne kadar İsrail'i neredeyse koşulsuz destekledi. ABD'nin desteği olmasa İsrail bu katliamları sürdüremezdi. İsrail saldırganlığının durdurulmasında ABD belirleyici bir güç. Bu toplantının diğerlerinden farkı; etkili İslam ülkelerinin Gazze'nin geleceğiyle ilgili hayati konularda ortaklaştıklarının topluca gösterilmesidir. Toplantıya katılan ülkelerin Filistin'in geleceği konusunda ana sabitelerini bugüne kadar yaptıkları açıklamalardan biliyoruz. Bu bağlamda; Trump, Filistinlilerin başka yere sürülmelerinin mümkün olmadığı konusunda bu ülkelerin ortak bir görüşe sahip olduklarını aynı masa etrafında bir kez daha görmüştür. Yine bağımsız ve egemen bir Filistin devletinin varlığı ve iki devletli çözüme tüm ülkelerin olmazsa olmaz olarak baktıklarına şahit olmuştur. Ayrıca, Batı Şeria'nın tamamen ilhakını hedefleyen İsrail saldırganlığının Ortadoğu'daki mevcut dengeleri de bütünüyle altüst edebileceğini liderlerden dinleme fırsatı bulmuştur. Bu çerçeveden bakıldığında da Filistinlilerin geleceğiyle ilgili somut çözüm arayışında bu sabiteler üzerinden planların tartışılacağını tahmin etmek zor değil. Ortak çözüm arayışında Trump'ın, "Bunu yapabilecek grup bu" demesinin bir karşılığı var. Bu ülkelerin bazılarının ABD ile çok büyük ticaret hacimleri var. Suudi Arabistan, Katar ve BAE gibi ülkeler Trump'la daha yakın dönemde toplamı trilyon dolarları geçen ticaret ve yatırım anlaşmaları imzaladılar. Türkiye, Gazze'de ateşkesin sağlanması, sivillere yönelik saldırıların durdurulması ve insani yardımların bölgeye engelsiz girişine izin verilmesi için en baştan itibaren yoğun diplomasi yürütüyor. "Çok taraflı sonuç üretme" mekanizmalarını hayata geçirmek için çabalıyor. Masada yer alan Katar ve Mısır, ABD eşliğinde ateşkes ve esir takası gibi konularda uzun süredir arabuluculuk faaliyetleri yürütüyor. BAE ve Suudi Arabistan, Gazze'nin geleceği için farklı zirvelerde çözüm planları sundular. Pakistan ve Endonezya'nın, uluslararası alanda yoğun çabaları var. Hatta Pakistan, Arap-İslam görev gücü gibi planları yakın dönemde gündeme getirmişti. Sıkça konuşulan Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Trump'ın yan yana oturma görüntüsü, Türkiye'nin bugüne dek Filistinlilerin hakları ve geleceği için verdiği mücadelenin, toplantıya katılan diğer İslam ülkelerince de kabul gördüğünün bir işaretidir. Trump'ın katıldığı toplantının yapılabilmesi için Türkiye'nin yoğun çaba göstermiş olacağını, toplantının oturma düzeninden anlamak mümkün. Toplantı sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Çok çok verimli, güzel bir toplantıyı bitirdik. Ben memnunum, sonucu da hayırlı olsun" şeklindeki açıklaması, önümüzdeki günlerde ateşkese ulaşmak ve Gazze'nin geleceğine yönelik çabaların hızlanmasına bir işaret olabilir.

5. MAHMUT ÖVÜR/Türkiye’nin ‘ekim’ devrimi

Tarihin seyrini değiştirecek olayların üst üste geldiği ve kesiştiği bazı aylar ve bazı yıllar var. Önümüzdeki ekim ayı da biraz öyle olacak gibi... Hem BM'de Filistin meselesiyle ilgili olayların yansımaları hem de Başkan Erdoğan ile ABD Başkanı Trump'ın dünkü tarihi görüşmenin sonuçları ekim ayında ortaya çıkacak. Aynı zaman diliminde iç siyasette de önemli sonuçlara yol açabilecek gelişmeler söz konusu. İlk sırada da siyaseti mecrasından çıkartan ve demokratikleşme sürecini zehirleyen, "yolsuzluk ve terör" ikilisiyle ilgili tarihin seyrini değiştirecek kritik adımlar var. Önce aylardır sonucu merakla beklenen ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek'in, "100 yılın en büyük yolsuzluk dosyası" dediği davanın iddianamesi açıklanacak. Ardından belki de bütün 10 bu sorunların anası diyeceğimiz terör meselesiyle ilgili Meclis'te kurulan "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu"nun ilk somut çalışmaları gelecek. Bu açıdan Türkiye tarihi bir dönüm noktasında. Geçmiş çözüm süreçleriyle kıyaslandığında bu dönemin artıları bir hayli fazla... En başta süreci bütün boyutlarıyla yöneten küresel lider Başkan Erdoğan ile sürecin ilk barış ateşini yakan ve tarihin en büyük şansı diyebileceğimiz milliyetçi merkezin güçlü lideri Devlet Bahçeli var. Dahası bu ikilinin siyasi çıkışlarına cevap verecek kadar kendine güvenen ve sorunun kaynağı örgütün "kurucu lideri" Öcalan var...

Buna DEM Parti'nin sahiplenmesini, CHP'nin ikircikli de olsa açık desteğini ve diğer partilerin katkısını da eklemek gerekiyor. Bütün bunlar, "Bu kez başarılacak" umudu veriyor. Hakkını teslim edelim, bu zaman diliminde Meclis Başkanı'nın Numan Kurtulmuş olması da ayrı bir şans... Kurtulmuş, demokratik tavrı, sakinliği, müzakereye açık ve uzlaşmacı kişiliğiyle hem katılımcılara güven veriyor hem de toplumun komisyona inancını pekiştiriyor... Oluşan siyasi zemin bu nedenle hem katılımcı hem de özgürlükçüydü. Aylardır sabır ve dikkatle siyasetçisinden akademisyenine, sivil toplum örgütlerinden şehit ve gazi yakınlarına süreci destekleyen veya eleştiren herkes dinlendi. Bir anlamda toplumsal rıza oluşturmak için her şey yapıldı. Şimdi sıra somut sonuçların ortaya çıkmasında. Latin Amerika'dan Asya'ya, Afrika'dan Avrupa'ya kadar farklı bölgelerdeki çatışma çözümleriyle ilgili süreçlere değinen Meclis Başkanı Kurtulmuş şöyle diyordu: "Şu anda gerçekleştirmeye çalıştığımız husus bir Türkiye modelini ortaya koymaktır. Biz bu süreçte yapılan barış müzakerelerinin, çatışma çözümleriyle ilgili atılan adımların detaylı bir şekilde analizini gerçekleştireceğiz. Ama şunun da farkındayız ki yaptığımız şey Türkiye'ye has bir modelin ortaya konulmasıdır." Nihayet o örneğin ortaya konulacağı günler yaklaşıyor. İlk yapılması gereken de terörsüz Türkiye'yi hedefleyen sürecin yasal altyapısını oluşturmak. Önceki gün Meclis Başkanı Kurtulmuş, tam da bu yasal düzenlemeler için ekim ayını işaret ederek şöyle diyordu: "Ekim ayı içerisinde, sivil toplum kuruluşlarının da dinlenmesini sağladıktan sonra artık Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'na yapacağımız tekliflerin hazırlığını yapacağız. Gerek yasal düzenlemeler gerekse oluşturacağımız çalışma raporu olsun bununla ilgili çalışma dönemi içerisine gireceğiz." Dışarıda özellikle de Suriye üzerinden bazı negatif gelişmelerin bu süreci zehirleyeceğini düşünenler, hatta "DEM Parti komisyondan ayrıldı, komisyon tıkandı" gibi sevinç çığlıkları atanlar boşuna sevinmesin, bölgeyi derinden etkileyecek bu barış ve demokrasi yürüyüşünü kimse durduramayacak.

6. YAHYA BOSTAN/ O fotoğrafın perde arkasında yaşananlar

BM’de sonuçlarını merak ettiğim üç toplantı vardı. Bir. ABD Başkanı Trump’ın “en önemli görüşmem” dediği, aralarında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da olduğu Müslüman liderlerle Gazze zirvesi. İki. Erdoğan-Trump görüşmesi. Üç. Daha önce 25 Eylül’de yapılacağı açıklanan, daha sonra 29 Eylül’e kaldığı söylenen, Suriye-İsrail sınır güvenliği görüşmelerinin yapılacağı ABD himayesindeki zirve. Bu üç önemli zirve bölgemizin geleceği ile ilgili bir çok başlığın (Gazze, Suriye, SDG, İsrail’in yayılmacılığı, yeni güvenlik mimarisi vb.) pozitif ya da negatif yön değiştirmesine yol açacaktı. Bu yazı kaleme alınırken Erdoğan-Trump görüşmesi henüz başlamamıştı. Bu yüzden ilk toplantıya odaklanacağım.

MASANIN BAŞINDA OTURMAK

Toplantı gündeme damgasını yayınlanan fotoğrafla vurdu: U masa. İki yanında katılımcı ülke temsilcileri. Masanın başında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Trump. Fotoğraf yayınlanınca haklı olarak ABD Başkanı’nın Avrupalı liderleri karşısına ip gibi dizdiği o görüntüyle kıyaslama yapıldı. Trump, Rusya nedeniyle kendisine “muhtaç” olan Avrupalı liderleri küçümsüyor. Bu toplantıya katılan Müslüman liderlerin ise yeni bölgesel mimaride önemli aktörler olarak öne çıkacağını düşünüyor. U düzeni de muhtemelen bu yüzden tercih edildi. Elbette, Avrupalı liderler örneğinden yola çıkarak buna göre önlem alan, oturma düzenini baştan konuşan ülkelerin varlığı da bu formatın oluşmasında etkili olmuştur. Cevapsız kalan tek soru şudur: Ortak bildiride Trump ve Katar Emiri Sani eşbaşkan olarak vurgulanıyor. Ancak masanın başında Cumhurbaşkanı Erdoğan oturuyor. Neden? Bu da Türkiye’nin özgül ağırlığı ile ilgili olmalı.

12 GAZZE PLANLARI MÜCADELE EDİYOR

Gazze meselesinde tartışılan üç başlık var: Hamas ne olacak? Yeniden inşa sürecinde Gazzeliler ne olacak? Gazze’nin geleceği ne olacak? Ya da iki devletli çözüme ulaşılacak mı? Toplantının içeriğine ilişkin açık kaynak bilgiler sınırlı: Trump’ın, Batı Şeria’da ilhak olmayacağı sözünü verdiği; liderlere “savaşın nasıl sona ereceğine dair planlarını içeren” bir rapor sunduğu yazıldı. Elde bir de zirve sonrasında açıklanan ortak bildiri var. Mevcut durumda Gazze meselesinin nasıl çözüleceğine, Filistin’in ne olacağına ilişkin farklı planlar mücadele ediyor. Bu planlar ya örtüştürülecek ya da çatışmalar sürecek. Şu anda o noktada olduğumuzu düşünüyorum.

RIVERIA PLANI REVİZE Mİ EDİLDİ?

Açık kaynaklarda Trump’ın sunduğu plan için çerçeve şöyle çiziliyor: Ateşkes, rehinelerin serbest bırakılması, Hamas’ın Gazze’den çıkması, İsrail ordusunun çekilmesi, teknokratların Gazze’yi yönetmesi, toplantıya katılan ülkelerin güvenliği sağlaması, Gazze’nin özerk entite olarak kalması, Körfez sermayesiyle yeniden inşası. Bilgiler doğruysa, bu planda Hamas ya da Filistin devleti yok. Ama Riviera Planı’ndan bir fark var. Anlaşılan Trump yeni planda İsrail’in Gazze’den çekilmesini öneriyor. ABD konuyu henüz İsrail’le konuşmadı. İsrail’in planı farklı. Tel Aviv, işgal ve ilhak istiyor. Tel Aviv’in Trump’ı ikna kapasitesi yüksek. Geçtiğimiz ay New York’ta yayımlanan ve BM Genel Kurulu’nda 142 oyla kabul edilen bir diğer plan iki devletli çözümü savunuyor. S. Arabistan ve Fransa’nın girişimiyle oluşan metinde de Hamas yok (Türkiye, bu maddeye şerh koydu.) Ancak bölgesel krizin Gazze’nin Filistin Yönetimi’ne girmesi ve Filistin’in bir devlet olarak tanınmasıyla çözüleceği vurgulanıyor.

PERDE ARKASINDA NELER KONUŞULUYOR?

Gelinen son süreçle ilgili izlenimlerimi şöyle aktarabilirim: Bir. Planlar masada örtüşmedi. İki. Zirve bir başlangıç, devam toplantılar bakanlar düzeyinde sürecek. Üç. ABD, Gazze’nin yeniden inşasında Körfez’in elini taşın altına koymasını istiyor. Dört. İngiltere, Fransa, S. Arabistan ve Mısır’ın Gazze’nin geleceğine bakışı şu: Mahmud Abbas Gazze’nin yönetimini alsın (ABD, Abbas’ı kabul etmiyor). Hamas tüm unsurlarıyla Gazze’den çıksın. Filistin’de Reform yapılsın ve teknokratlar hükümeti kurulsun, Filistin tanınsın.. (Türkiye “Hamas Filistin’e entegre olsun” diyerek şerh koyuyor). Beş. ABD dahil tüm ülkelerin anlaşabilecekleri husus şu: İnşa için herkes finansal destek sağlasın, uluslararası güç oluşturulsun, bunlar sınırları korusun (Garantörlük sistemi). Altı. Peki, Gazze’nin inşası sırasında Filistinliler ne olacak? İsrail’le Gazzelilerin durumunu ele aldığı daha önce basına yansıyan Endonezya Cumhurbaşkanı’nın BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasını 13 “Şalom” diyerek bitirmesi gösteriyor ki… Bazı ülkeler “Geçici ve dönüş garantili” formüle sıcak bakıyor. Özet… Filistin’in geleceği ile ilgili farklı planların mücadelesini izliyoruz. Bölgedeki gerilimin iki devletli çözümle yumuşayacağı gerçeği ise kalıp gibi ortada duruyor.

7. AYDIN ÜNAL/Mesele Hamas değil

“Yinon Levi” ismini hiç duydunuz mu? O, bugünlerde İsrail’de bir “ulusal kahraman” olarak görülüyor. İki ay önce, 28 Temmuz’da, Batı Şeria’daki El Halil kentinin Umm al-Khair köyünde, Avda Hathaleen isimli masum bir Filistinliyi katletti. Avda Hathaleen, Oscar ödüllü “No Other Land” belgeseline katkı sunmuş, etkili bir aktivistti. İsrailli işgalciler, iş makinalarıyla Umm alKhair Köyü’nün su ve elektrik hatlarını kesmeye başlayınca bir grup aktivist de protesto için toplandı. İşgalciler arasındaki Yinon Levi belindeki silahını çıkardı ve protestoculara rastgele ateş etti. Avda orada hayatını kaybetti. Cesedini İsrail hastanesine götürdüler ve 3 gün sonra pazarlıkla teslim ettiler: “Cenaze töreni yapılmayacak, cenazeye 15 kişiden fazlası katılmayacak, cenaze köye değil uzak bir yere gömülecek” şartlarını koştular. Avda yere düştüğünde ona yardım eden 2 yabancı aktivisti de hemen sınır dışı ettiler. Yinon Levi’ye ne mi oldu? Gözaltına alındı, silahını kullanması “meşru müdafaa” sayıldı ve delil yetersizliğinden hemen serbest bırakıldı. 3 gün ev hapsinden sonra özgürlüğüne kavuştu. İsrailli bakanlar, milletvekilleri, STK’lar ve medya Levi’yi ulusal kahraman ilan ettiler. Bir başka olay: Bu yılın nisan ayında yine Batı Şeria’da, yine El Halil’de, 60 yaşındaki Şeyh Said Rabaa zeytinliklerini işgal eden 3 siyonistle tartışmaya başladı. 15 yaşındaki oğlu İlyas elindeki telefonla tartışmayı kayda alıyordu. Siyonistlerden biri İlyas’a arkadan yaklaşarak yere düşürdü, tekmelemeye başladı. Tam o anda bir başka siyonist silahını çekti ve önce havaya, sonra Şeyh Said’in bacağına ateş etti. İsrail askerleri geldi, İlyas’ın ellerini arkadan bağladılar, gözaltına aldılar. Ambulans sonra geldi, Şeyh Said Rabaa’yı alıp bir İsrail hastanesine götürdüler, orada bacağını kestiler, yatağa bağlayarak 3 gün hastanede tuttuktan sonra bir askeri araçla köye bıraktılar. Bu arada bir İsrail hastanesine izinsiz girdiği için de sorgulayıp ceza verdiler. Oğlu İlyas ise 15 gün boyunca gözaltında işkence gördükten sonra serbest bırakıldı. Yaşlı bir Filistinli çiftçiyi keyfice vuran, ayağının kesilmesine sebep olan Binyamin Bodenheimer gözaltına alınmadı, sorgulanmadı, yaşlı çiftçiyi vurduğu yerde elini kolunu sallayarak dolaşmaya devam ediyor. Bunlar artık Batı Şeria’da sıradan olaylar. Gözler Gazze’ye çevrilmişken Batı Şeria’da bir yandan işgalciler, bir yandan güvenlik güçleri toprakları gasbetmeyi, insanları keyfice öldürmeyi ya da yaralamayı, çocukları gözaltına almayı, Filistinliler için hayatı çekilmez hale getirmeyi sürdürüyorlar. Gazze’de yoğun bir soykırım yapılırken, Batı Şeria’da daha az yoğunluklu ama sürekli bir soykırım sürüyor. İsrail, Gazze’deki soykırım/varlıkkırımı Hamas’ın 7 Ekim operasyonuyla meşrulaştırmaya çalışıyor. İki yıldır tüm dünyaya Hamas’ın 1200 kişiyi öldürdüğü, kadınlara tecavüz ettiği, bebekleri beşikte katlettiği yalanını söylüyor. Bir tane bile kanıt gösterebilmiş değil. Bu hafta bazı ülkeler Filistin’i bir devlet olarak tanırken, uzun uzun Hamas’tan bahsettiler, Hamas’ın silah bırakması, devreden, denklemden çıkması gerektiğini söylediler. Hatta Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas dahi, vize verilmediği için katılamadığı BM Genel Kurulu marjındaki Filistin Zirvesi’ne video konferansla katıldı ve Filistin’in geleceğinde Hamas’ın olmayacağını söyledi. Mesele gerçekten Hamas mı? İsrail Gazze’de soykırım/varlıkkırım yaparken gerçekten Hamas’ı mı yok etmeye çalışıyor. Mahmut Abbas ve Arap ülkelerinin liderleri gerçekten Hamas bitince sorunun biteceğine mi inanıyor? Türkiye de dahil olmak üzere dünyada İsrail propagandasına maruz kalmış, gönüllü ya da paralı İsrail savunuculuğu yapanlar gerçekten de meselenin Hamas olduğunu mu zannediyorlar? Fransa, İspanya, Belçika, İrlanda, Kanada, İngiltere ve diğer bazı ülkeler Hamas şerhini koyarak Filistin’i devlet olarak tanıdıkları halde İsrailli yetkililer küplere bindiler. Yaptıkları açıklamalar dikkat çekiciydi: Bu ülkelerin terörü desteklediklerini, teröre alan açtıklarını, teröristi ödüllendirdiklerini söylediler. Kastettikleri Hamas değildi; Batı Şeria’daki yönetime Hamas’tan farklı bir gözle bakmıyorlar. Mesele Hamas değil; hiçbir zaman da Hamas olmadı. İsrail şu anda Gazze’de her gün 100 kişiyi katlederken Batı Şeria’da boş durmuyor. İsrail, bölgede tek bir Filistinli dahi istemiyor. Gözünü Doğu Kudüs’e dikmiş durumda. Sonra Ürdün, Mısır, Suriye, Kıbrıs, Türkiye… Bu sapkın, hasta ve fanatik dindar terör devleti güçle durduruluncaya kadar asla durmayacak. Hamas’ı verince suların durulacağını, barışın geleceğini zannedenler yanılıyorlar. Belki kendi koltuklarını bir süre daha muhafaza edebilir, vicdanlarını bir müddet daha rahatlatabilirler ama İsrail durmayacak. Şunu da bir kez daha hatırlatalım: Hamas insanlığın onurudur. Hamas bağımsızlık, özgürlük, adalet mücadelesi veren bir yapıdır. Hamas bir ruhtur, bir anlayıştır. Hamas Gazze’de, Filistin’de yok edilse bile dünyanın bir başka bölgesinde mutlaka ayağa kalkacak, direnecektir. Yeryüzünde zulüm oldukça karşısında bir Hamas da mutlaka olacaktır.

8. MUSTAFA KARTOĞLU/Dış güçler ne zaman ‘dıjj gücler' olur

Geçen hafta, Moldova'da "seçim öncesi Rusya destekli 'darbe' hedefli halk hareketi kışkırtması" girişimi önlendi. Avrupa medyası haberi bu şekilde duyurdu ve büyük önem verdi. RomanyaUkrayna sınırında 2,5 milyonluk bir ülke için önemli bir olaydı elbette. Aslında olayın geçmişi 3-4 yıl öncesine dayanıyordu. 2022'de Rusya-Ukrayna savaşının ardından Moldova'da da sokak eylemleri başlamış, 'Batı yanlısı' hükümet olağanüstü hal ilan etmiş, yine Batı yanlısı Cumhurbaşkanı Maia Sandu, Rusya'yı "iktidarı ele geçirmeye çalışmakla" itham etmişti. Moldova'da 'dış güçler' destekli sokak eylemleriyle iktidarı devirme senaryosu hâlâ geçerli. 28 Eylül'de, yani bu hafta sonu yapılacak seçim öncesi 'darbe girişimi' boyutunda operasyonlara neden oldu. Ama benim dikkatimi çeken, bir haftadır Avrupa medyasının 'darbe mekanizması' olarak işaret ettiği noktalar. Avrupa gazetelerinin internet sitelerinden ve Avrupa genelinde yayın yapan Euronews portalından alıntılarla listeleyeyim: - Moldova siyaseti 'AB yanlısı' ve 'Rusya yanlısı' olarak ikiye bölündü.

- AB yanlısı Cumhurbaşkanı Maia Sandu ve iktidar partisi, iktidarda kalmayı hedefliyor. Muhalefet ise ülkeyi Rusya'ya yaklaştıracak olmakla eleştiriliyor.

- Arkasında Rusya'nın olduğu 'Matruşka' adı verilen sofistike bir dezenformasyon ağı var.

- Bu ağ, AB yanlısı hükümete karşı, sosyal medya ve internet siteleri üzerinden itibarsızlaştırma ve yalan haber (dezenformasyon) kampanyası yürütüyor.

- Hedefleri seçim öncesinde kitlesel ayaklanmaları kışkırtmak ve ülkeyi istikrarsızlaştırmak.

- Sistem, şöyle işliyor: Meşru medya kurumları gibi görünen siteler sahte haberler üretiyor, bunlar bot hesaplarla yayılıyor, tanınmış sosyal medya kişilikleri bu haberleri para karşılığı paylaşıyor.

Siyaseti yakından takip etmeyen kitleleri hedef alıyorlar, özellikle onların takip ettiği 'influencer'ları kullanıyorlar. Moldova'dan gerçek insanlar, birden fazla hesabı yönetmek ve Rus dezenformasyonunu yaymak için eğitilmiş ve para alıyorlar. 'Sahte bayrak' operasyonu da yapıyorlar; Avrupa'daki bazı gerçek yayın organlarını ve paralı yayın yapan web sitelerini de kullanıyorlar; sonra buralardaki yayınları "Batılı kaynaklara aitmiş gibi 16 göstererek" paylaşıyorlar. Kendini 'Avrupa yanlısı' ilan eden 'Alternativa' adlı bir grubun arkasından Rusya bağlantıları çıktı. Hükümet karşıtı, AB karşıtı haberleri paylaşıyorlar. Cumhurbaşkanı Sandu'nun 24 milyon dolarlık bir meblağı zimmetine geçirdiği ve ilaçlara bağımlı olduğu yönünde sahte iddialar yayıyorlar. "Hükümet AB istediği için kamu kurumlarına, okullara LGBT bayrağı asma talimatı verdi" örneğindeki gibi, halkın tepkisini çekecek sahte kararnameler yayınlıyorlar. Ucuz gaz ve elektrik vaatlerini yayıyorlar ve öncelikle faturalarını düşünmek zorunda olan düşük gelirli aileleri hedef alıyorlar. Suç örgütleri üzerinden, oy satın alma karşılığı para dağıtılıyor. Bu yolla en az 300 bin oyun satın alınması hedefleniyor; bunun için 150 bin kişiye para ödendiği belgelendirilmiş. Moskova kilisesi ve papazlar da oy satın alma ve propaganda aracı olarak sistemin bir parçası.

- Şüphelilerin çoğu 19-45 yaş aralığında ve düzenli olarak Sırbistan'a seyahat ederek orada eğitim almışlar. (2013'te Türkiye'deki Gezi Parkı eylemlerinin arkasında Sırbistan'daki 'halk hareketleri gerçekleştirme eğitimleri' veren Otpor örgütünün olduğu tartışılmıştı.) Moldova'da 'sokak kalkışmasıyla darbe' senaryosunu hiçbir Avrupalı yayın kuruluşu 'paranoya' olarak etiketlemiyor. Olayların arkasında 'dış güç' olarak Rusya'nın olduğu iddialarına ilişkin 'somut kanıt' arayan da yok. Eylemcilerin ve sahte haberlerin de Rusya tarafından 'parayla satın alındığı' da tartışmasız kabul ediliyor. Moldova için 'dış güçler' senaryosuna 'dıjj güçler' diye burun kıvıran yok. Netice; Yukarıda olanların hangileri Türkiye'de olmadı veya denenmedi? İngilizlerin bir sözü var; "bir şey vak vak diyor, yüzüyor ve uçuyorsa ördektir." 'Ele verir talkını, kendi yutar salkımı' fıkrası 27 Ekim 2023'te CHP Grup Başkanı ve Genel Başkan Adayı iken, Zonguldak'ta "Tayyip Erdoğan tarafından Hamas'ın bir terör örgütü olarak kabul edilmemesini tamamen reddediyoruz. Türkiye açısından da son derece utanç verici bir yaklaşım olarak değerlendiriyoruz. Hamas bir terör örgütüdür" diyen; Genel Başkan seçildikten sonra, 13 Mart 2024'te "Bugüne kadar Hamas'a terör örgütü demedim" diyen Özgür Özel; ömrü boyunca İsrail'e karşı Filistin'i savunan, on yıllardır her BM zirvesinde İsrail işgalini belgeleyen ve Gazze'de yaptığını 'soykırım' olarak etiketleyen, bunları konu edinilen her liderler zirvesinde her uluslararası toplantıda her yerli-yabancı TV röportajlarında dile getiren, Gazze'de İsrail'e direnen Hamas'ın bir kurtuluş mücadelesi verdiğini dünyada söyleyen 17 'tek' lider olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'a, "İsrail'in katil olduğunu, soykırım yaptığını Trump'a da söylemesini" tavsiye etmiş! Fıkra bu kadar. Yüzsüzlüğe acı acı gülebilirsiniz... Özgür Özel, bugünlerde AB büyükelçileriyle sık sık toplantılar yapıyor, yemekler yiyor. Herhangi birinde onlara Erdoğan'a tavsiye ettiklerini söylediğine dair ne yandaş medyalarında ne de bu buluşmaların haberlerinin yayınlandığı CHP internet sitesinde göremedim. Tıpkı, daha önce görüştüğü Fransız siyasetçilerle, Almanya'da SPD kongresinde, Alman siyasetçilerle görüşmelerinde, Sosyalist Enternasyonal toplantısındaki konuşmalarında görmediğimiz gibi... Başkalarına verdiği öğüdü kendisi tutmaz, üstelik de tam tersini yapar.

9. ATİLLA YAYLA/ Akıl ve sosyal düzen

ABD’de yapılan bir araştırmaya göre kadınlar günde otuz beş bin karar veriyor. Bu, saatte yaklaşık iki bin karar demek. Sırf yemek için bile her kadın tarafından günde iki yüz elliden fazla karar alınıyor. Kararların pek azı bilinçli alınmakta, diğerleri ise, araştırmaya göre, güdülerin sonucu olarak alınan kararlar. Erkeklerin de çok sayıda karar verdiğinden emin olabiliriz. Çoğu erkek için bu kararların sayısı muhtemel kadınların karar sayısından daha düşük olacaktır. Buna rağmen, erkeklerin de her gün binlerce karar verdiği söylenebilir... Bu sonuç bizi insanların hayatında aklın yerinin ve rolünün ne olduğunu sorgulamaya götürür. Zira insan aklı bir gün içinde binlerce karar konusunu masaya yatırmaya ve tahlil etmeye muvaffak olamaz. Başka bir deyişle, bütün kararlar bilinçli bir muhakemenin ve rasyonel bir akıl yürütmenin sonucu olamaz. Bu tespit aklı yücelten ve her zaman, her yerde ve her konuda standart bir akıl olduğunu düşünen insanlar için şaşırtıcıdır. Onlar aklın onların bildiği veya -daha doğrusu- inandığı şekilde her zaman var olduğunu ve insanların bireysel ve toplumların sosyal hayatında ana belirleyici olduğunu kabul etmeye meyillidir. “Aklın yolu birdir” türünden sözler de bu inancı hem yansıtır hem de kuvvetlendirir. Bu bakış kendi ifadesini daha ziyade Kıta Avrupası Aydınlanma Geleneği içinde bulur. Kıta Aydınlanmasına göre insanlar için neyin iyi neyin kötü, neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirleyecek bir akıl vardır. İnsanlar aklın buyruklarına uymalı ve buradan toplumlara huzur ve mutluluk getirecek evrensel ilkelere ulaşmalıdır. Toplumların tamamı bu evrensel aklı takip etmeli ve onun yine evrensel değerlerini benimsemelidir. Bu bakış bazen işe yarar ama bazen de toplumları 18 korkunç bir totalitarizmin pençesine düşürür. Sovyetler Birliği bunun en iyi örneğidir. Suriye ve Türkiye gibi ülkelerde geçmişte yaşamış tek parti diktatörlükleri de aklı güya yücelten ama sonunda bir tek akıl adına diktatörlüğe dönüşen rejimlere örmek olarak verilebilir. Oysa insanlara, insan aklına ve toplum hayatına başka türlü bakmak da mümkün. Ana gelişme yeri İskoç Aydınlanması olan bir yaklaşıma göre aklın insan hayatındaki yeri ve rolü ne inkâr edilmelidir ne de abartılmalıdır. İnsan hayatında aklın yanında duyuların, heyecanların, ihtiyaçların, tesadüflerin de bir yeri ve fonksiyonu vardır. İki yaklaşım arasındaki fark aslında sosyal düzen meselesine bakışta en açık şekilde tezahür eder. İlki sosyal düzenin bir düzenleyici aklın eseri olarak doğacağını ve doğması gerektiğini ve böyle bir düzenin bütün alternatiflerinden üstün olduğunu peşinen kabul etmeye meyillidir. Düşünce tarihinde sosyalizm gibi toptancı ve tepeden inmeci ideolojiler ile Rousseau ve Marx gibi düşünürlerin görüşleri buna en iyi örnektir. Önemli düşünürlerden Kant da bazı bakımlardan bu görüşe daha yakındır. Bu tür düzenlere organize edilmiş düzen denir. İskoç Aydınlanma geleneği ise kendiliğinden oluşan düzen denilen bir anlayışa dayanır. Buna göre, uzun vadeli bakıldığında, sosyal düzen herhangi bir akın planlaması ve kurması sonucu değil, yaşayan büyün insanların parçası olduğu anonim süreçlerin birçok bakımdan hesaplanmamış ve en azından başlangıçta neye hizmet ettiği tam olarak kavranmamış davranışlarının kümülatif sonucu olarak doğar. Yazının başında işaret ettiğimiz araştırma bir bakıma İskoç Aydınlanmasının düzen anlayışını doğruluyor. İnsanlar günlük hayatta çok sayıda karar almak zorunda. Bu kararların tamamını rasyonel şekilde, akılla ve sadece akla dayanarak almaları mümkün değil. Bu kararların büyük kısmının insan güdülerinin sonucu olarak alınması İskoç Aydınlanması düzen kavrayışının yeni bir doğrulanması olarak görülebilir.

10. DOÇ. DR. MURAT ASLAN/Beyaz Saray'da tarihi görüşme: Masada hangi konular var?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump’ın Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu münasebetiyle görüşme ve diplomasi trafiğinde ivme artıyor. ABD’nin Arap ve Müslüman ülke liderleriyle 23 Eylül’de yaptığı Gazze toplantısı sonrasında, iki lider bugün saat 18.00’de ikili ilişkileri görüşmek üzere bir araya gelecek. Erdoğan’ın Beyaz Saray’da 13 Kasım 2019 tarihinde yapmış olduğu son ziyaretten bu yana iki Devlet Başkanı en son Haziran ayında NATO Zirvesi’nde bir araya gelmişti. Biden yönetiminin, Türkiye’ye yönelik soğuk yaklaşımı nedeniyle iki ülke arasındaki temaslar son dört yıl boyunca mesafeliydi. İki ülkenin ortak çıkarlarına rağmen, bölgesel meselelerde ayrıştıkları 19 bu dönem ‘seviyeli bir göz temasının’ ötesine geçemedi. Nitekim Türkiye’yi çevreleyen coğrafyada meydana gelen savaş ve krizler ikili ilişkileri ihtiyatlı bir diyalogla sınırladı.

TRUMP’IN TÜRKİYE SÖYLEMLERİ

Eski ABD Başkanı Joe Biden iktidardayken, Trump’ın seçim kampanyasında tamamen nötr bir çizgiyi tercih eden Türkiye, ABD iç meselesi olan seçimlere yönelik hiçbir yorumda bulunmadı. Trump’ın kazanma ihtimali belirince de seçim sonrası döneme yatırım yapma gibi etik dışı eylemlere tenezzül etmedi. Bu nedenle Trump, Türkiye ile ilgili söylemlerinde dengeyi gözetti. Trump, seçim kampanyasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik övgü dolu sözleri açıkça ifade ederken eski ABD Başkanları Barack Obama ve Joe Biden’ın Türkiye’ye yönelik hatalarını hatırlattı. Günah çıkarma niteliğindeki bu beyanlara rağmen, Trump’ın ilk Başkanlık döneminde krizler yaşandığını da hatırlamak gerek. Döneme damga vuran bir dizi olumsuzluk halâ hatıralarda ancak Trump’ın ikinci Başkanlık dönemi öncesinde bir muhasebe yaptığı anlaşılıyor. Nitekim seçimlerde Türkiye veya Cumhurbaşkanı Erdoğan aleyhinde tek bir olumsuz sözü yok. Bu nedenle Trump-Erdoğan görüşmesinin gergin bir ortamdan ziyade yapıcı bir atmosferde geçmesi bekleniyor. ABD’nin, İsrail’e sağladığı destek sebebiyle Arap ve Müslüman devletleri ve toplumları kaybettiği biliniyor. Bu nedenle Trump, bugünkü görüşmede Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Müslümanlar nezdindeki sempatisinden faydalanmaya çalışabilir. O halde, görüşmenin yapıcı ve somut adımlara yönelmesi, bu kapsamda özellikle ikili ilişkilere odaklanması muhtemel. Bu konu başlıklarını kısaca özetlemek ve beklentileri ortaya koymak faydalı olabilir.

TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNE ŞEKİL VEREN NİYET

Türkiye’nin beka kaygıları nedeniyle artan ‘stratejik otonomisi’ Amerika’da ‘eksen kayması’ şeklinde yorumlanmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önceki Beyaz Saray ziyaretinde ‘eve geri dönün’ çağrısı yapan Senatörler hâlâ hatıralarda. Nitekim Beyaz Saray ‘kontrol edilebilir’ bir Türkiye arzuluyor ancak böyle bir beklenti Türkiye’nin ‘potansiyeli’ ile orantılı değil. Türkiye; Suriye, Libya, Afrika, Balkanlar ve Güney Kafkasya’da inkâr edilemez bir etkiye sahip. Sırp ve Boşnaklarla, Ukrayna ve Rusya’yla, Azerbaycan ve Ermenistan’la, Erbil ve Bağdat’la, Bingazi ve Trablus’la aynı anda diyalog kurma becerisi sadece Türkiye’ye mahsus bir özellik. Bu gerçekler ışığında Türkiye’nin ABD’den beklentisi, çıkarlara saygı duyulması ve sınırların farkındalığı ile ilgili. Diğer bir deyişle, Türkiye, güvenlik ve refah odaklı millî siyasetinin gözetilmesini istiyor.

GÖRÜŞME GÜNDEMİNDE HANGİ BAŞLIKLAR VAR?

20 Toplantıda ticaret, yatırım, savunma sanayi ve askeri anlaşmalar ile bölgesel savaşlar ve çatışmalara vurguyla barış vizyonunun görüşüleceği açıklandı. Ancak iki ülke ilişkilerinin otuz yıldan bu yana yaşadığı iniş ve çıkışların daha stabil bir çizgiye indirgenmesi ve ‘normalleştirilmesi’ için bu konuların ötesine geçmek önemli. Ticaret bağlamında, 2024 yılı sonu itibarıyla, yaklaşık 33 milyar ABD dolarlık ticaret hacmi dengeli bir paylaşımı yansıtıyor. Uygulanan gümrük vergilerine rağmen her iki ülke 16’şar milyar ABD doları bir ithalat-ihracat seviyesine ulaşmış. Türkiye’nin gümrük vergilerini indiren son Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle bu hacim muhtemelen artacak. Gündemde olan savunma sanayi alımlarıyla da 100 milyar ABD doları hedefi gerçekleşebilir. Ancak bu noktada dengeli bir ticaret hacminin Türkiye için önemli kriter olduğunu hatırlatmak gerekir. Yani Türkiye de ABD’ye mal satabilmeli veya ortak projelere katılabilmeli. Bu noktada F-35 projesi ortaklığına geri dönüş ve haksız bir uygulamanın sonlandırılmasıyla iki ülke ticarette yeni bir sayfa açabilir. Yatırım konusunda ABD, Türkiye’de 2024 yılı itibarıyla 15 milyar dolarlık bir yatırım stokuna sahip. Ocak-Mayıs 2025 dönemindeyse toplam 4,727 milyar dolarlık yatırımın yüzde 36’sını Amerikalılar gerçekleştirdi. Böylece ABD, ilk beş ayda Türkiye’ye en çok yatırım yapan ülke oldu. Ancak bu rakam, finans sektörü de dikkate alınırsa hâlâ yeterli değil. Öte yandan, Türk şirketlerin ABD’de 12 milyar ABD doları yatırımı olduğu biliniyor. Toplam yatırım hacminin 27 milyar ABD doları olduğu dikkate alınırsa, yatırımda da 100 milyar dolarlık hacmin hedeflenmesinde fayda var. Savunma sanayi konusu biraz çetrefilli. Senato'daki Türkiye karşıtlığıyla bilinen Ermeni, Rum ve siyonist lobilerin menfi çabaları geçmişte ambargoları ve yaptırımları gündeme getirdi. Bu konuda Trump’ın iradesini ortaya koyması ve kendi vekillerini ikna etmesi gerekiyor. Ancak, Senatörler önkoşullar ileri sürerek silah satışına ‘sarı’ ışık yakıyor. Trump ise Türkiye lehine söylemleriyle olumlu bir izlenim yarattı. Özellikle F-16’lar ve yolcu uçağı alımında mesafe katedildi. KAAN için ilk etapta ihtiyaç duyulan motorların tedariki mümkün görünüyor. Ancak F-35 meselesinde Trump’ın ağırlığını koyması şart. Öte yandan, Türkiye’nin sınırlı sayıda tedarik edeceği F-35’lerin KAAN’ın tam olarak envantere gireceği döneme kadar geçici bir çözüm olduğunu hatırlamak gerekiyor. Barış vizyonunda, arabuluculuk ve kolaylaştırıcılık çabaları öne çıkıyor. Trump için Rusya-Ukrayna Savaşı, Erdoğan için Gazze’deki soykırım çözülmesi gereken önemli iki konu. AzerbaycanErmenistan ve Suriye ise iki liderin uzlaştığı konu başlıkları. Ancak burada bir tespitte bulunmak gerekiyor. Bölgesel meselelerde ABD ve Türkiye, yapıcı bir diyalog içerisine girdiğinde sonuç alıcı hamleler daha kolay başarılabiliyor. 21 Trump tarafından gündeme getirilecek bir diğer husus Türkiye’nin Rusya ve Çin ile ilişkileri. Bu iki ülke ile ilgili kaygılarını sıklıkla dile getiren Trump, Türkiye’den taleplerde bulunabilir. Trump için BRICS ve Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi Çin önderliğindeki yeni oluşumlar felaket senaryosu niteliğinde. İsrail ile ilgili gündem ise karmaşık bir resim veriyor. Suriye ile görüşmeler yapan İsrail yönetimi, Türkiye’yi tehdit olarak seslendirmeye başladı. Bakü’de tesis edilen çatışma önleme mekanizması halen işliyor. Ancak Netanyahu’nun Trump’a baskı yapması ve Türkiye’ye karşı kışkırtması muhtemel görünüyor. Sonuç olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Trump görüşmesi ikili ilişkileri ve bölgesel meseleleri ele almada bir kırılma noktası olabilir. Önemli olan iki ülkenin karşılıklı çıkarlarına ve kaygılarına saygı duymaları ve sadece sembolik değil, somut kazanımlar elde etmeleri; bunu da ‘kazan-kazan’ yaklaşımıyla gerçekleştirmeleridir. Netice olarak Türkiye’nin son yıllarda yürüttüğü siyaset çerçevesinde ABD ile de normalleşmenin sağlanabileceği söylenebilir.

Kaynak: GAMZE KARABULUT