ABDULKADİR SELVİ / Işık Hızıyla Terörsüz Türkiye Hedefine (Hürriyet)

PKK’nın Türkiye’den çekilme kararı geniş yankı buldu.

Terörsüz Türkiye sürecine ilişkin umutların artmasına neden oldu. PKK, Türkiye’de kurulan bir terör örgütü. Kökü Türkiye’de. O nedenle Türkiye’yi terk etme ve Türkiye’deki faaliyetlerini sonlandırma kararı almaları önemli.

PKK adına yapılan açıklamadan anlıyoruz ki sadece Türkiye’den çekilmemişler, aynı zamanda Kuzey Irak’taki üslerimizin etrafındaki alanları da boşaltmaya başlamışlar. Süreci akamete uğratacak herhangi bir çatışmanın yaşanmaması adına önemli bir adım.

PKK’nın Türkiye’den çekilme kararı Kandil eteklerinde düzenlenen bir basın toplantısı ile açıklandı. Ama bundan sonraki her aşama için benzer açıklama yapılmayacakmış. Türkiye’den çekilme önemli bir eşik olduğu için buna gerek duyulmuş.

GÖZLER ANKARA’DA

Bu aşamadan sonra Ankara’daki çalışmaların da hızlandırılması gerekiyor. Meclis’te kurulan komisyon perşembe günü Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’u dinleyecek. Aynı gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, İmralı Heyeti’ni kabul edecek.

Görüşmenin Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yapılması, Terörsüz Türkiye sürecinin bir devlet politikası olduğunu göstermesi açısından önemli. Bu bir al–ver süreci değil ama silah bırakan teröristlerin topluma kazandırılması açısından yasal düzenlemelerin yapılması gerekiyor.

EMİN ADIMLARLA İLERLİYOR

Daha önce Özal’ın ve Erdoğan’ın başlattığı süreçlerin akamete uğraması nedeniyle bir tereddüt söz konusu olabilir. Ama bu süreç farklı bir süreç. O zamanki Türkiye ve dünya koşulları farklıydı. Bu kez iç ve dış konjonktür lehimize.

Korkularımızdan başka korkacak bir şeyimiz yok. Dünya örneklerine göre süreç emin adımlarla ve oldukça hızlı bir şekilde ilerliyor.

DÜNYA ÖRNEKLERİ

Meclis’te oluşturulan komisyona bilgi veren Ayşe Betül Çelik’ten bir alıntı yapmak istiyorum:

“Guatemala’da tarafların konuşmaya başlaması ve anlaşmaya varması arasındaki süre 10 yıl, Sudan’da 11 yıl ve her iki örnekte de tarafların ‘dönülmeyecek noktadayız’ demesi bu sürecin sadece son birkaç yılı. Filipinler’de barış süreci 17 yıl ve 4 başkan görmüş. Kolombiya’da bütün başarısız denemeleri de göz önünde bulundurursak 32 yıl ve 7 başkan görmüş. Ne demeye çalışıyorum? Umudu yitirmemek gerekiyor ve siyasi iradeyi sağlam tutmak gerekiyor.”

Biraz sonra başka dünya örneklerini de paylaşacağım. Ama bizim en önemli kazanımımız, sürecin arkasında güçlü bir irade var. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Baldıran zehri içme pahasına” sürece sahip çıkıyor. Ayrıca geçmiş dönemlere göre Erdoğan çok güçlü. Devlete hâkim. Tek devlet var. Askerî veya siyasî vesayet odakları yok.

Göz ardı edilmemesi gereken bir nokta ise dış konjonktür lehimize. Ben dış konjonktür diyeyim, siz bunu ABD olarak okuyun. PKK demek ABD demekti. PKK ile mücadele tarihinde ilk kez iç ve dış konjonktür lehimize. Ayrıca Türkiye ve Erdoğan çok güçlü.

1 YIL ÖNCE, 1 YIL SONRA

Bakın, 1 yıl önce bunları tartışıyor muyduk? PKK’ya yönelik büyük askerî harekât hazırlıkları yapılıyordu. Suriye’de sınırımızın öte yakasında PKK garnizon devletine izin vermeyiz diyorduk. Esad rejimi ayaktaydı.

1 yıl içinde çok şey değişti. Peki, 1 yıl sonra ne olacak? Yukarıda diğer ülkelerden örnekleri aktardım. Bizdeki süreç ışık hızıyla ilerliyor. Bunda Erdoğan’ın güçlü liderliği ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın süreç yönetimindeki başarısı önemli bir etken.

Bir yıl sonra bambaşka bir Türkiye, bambaşka bir bölge olacak. PKK’yı tasfiye etmiş bir Türkiye, model ülke olacak. Bu yapılırken herhangi bir al–ver süreci yürümüyor. İngiltere’de IRA, İspanya’da ETA, Kolombiya’da FARC, Endonezya’da AÇE örneklerini paylaşmak istiyorum.

IRA SÜRECİ

İngiltere ile IRA arasında 1998 yılında Hayırlı Cuma Anlaşması yapıldı, ancak IRA silahlı mücadeleyi 2005 yılında bitirdi.

İngiliz hükümeti ile IRA arasında varılan anlaşma ile IRA’nın siyasî kolu olan Sinn Fein, Kuzey İrlanda Parlamentosu’nda ve Britanya Parlamentosu’nda temsil hakkı elde etti. Sinn Fein Lideri Gerry Adams, İngiliz Parlamentosu’na seçildi.

Kuzey İrlanda Meclisi kuruldu. İrlanda’da özerk hükümet kuruldu.

Genel af çıkarıldı. Cezaevindeki IRA ve diğer örgüt üyeleri tahliye edildi.

Britanya ile Kuzey İrlanda’nın birleşmesi ise referanduma bırakıldı.

İSPANYA – ETA

İspanya’da Bask Bölgesi’nin bağımsızlığını esas alan ve 1959 yılından bu yana silahlı mücadeleyi yürüten ETA terör örgütü, toplumsal tabanını kaybetmesi ve Avrupa Birliği’nin İspanya hükümeti lehine güçlü bir şekilde devreye girmesi üzerine 2017 yılında kendini feshetti.

İspanya, 1979 yılında Bask Bölgesi’nin özerkliğini kabul etti.

Bask Bölgesi’nde bölge parlamentosu kuruldu.

Kendi polis gücünü kurdu.

Kendi dilinde eğitim, sağlık, güvenlik ve vergi toplama yetkilerine sahip oldu.

ENDONEZYA’DA AÇE

2005 yılında Endonezya hükümeti ile AÇE, Helsinki’de anlaşmaya vardı.

Endonezya ordusu AÇE’den çekildi.

AÇE’ye geniş otonomi sağlandı. Böylece kendi hükümetini kurma, kendi siyasî partilerini oluşturma ve yerel yasalarını belirleme hakkı kazandı.

AÇE, petrol ve doğal kaynak gelirlerinin yüzde 70’e kadar olan kısmını alma hakkını kazandı.

Genel af ilan edildi.

KOLOMBİYA – FARC

1960’lı yıllarda kurulan FARC ile Kolombiya hükümeti, 2016 yılında anlaşmaya vardı.

FARC silahlarını BM gözetimi altında teslim etti.

FARC siyasî partiye dönüştü.

Toprak reformu yapılması kararı alındı.

Suç işleyen FARC üyeleri için özel mahkemeler kuruldu. Cezalandırmaktan çok tazminat önceliklendirildi.

İnsan hakları ihlallerini açığa çıkaran Gerçek ve Uzlaşma Komisyonu kuruldu.

ÖZÜR DİLEYECEK MİSİNİZ?

Birileri akan kanın durmasından, PKK’nın Türkiye’yi terk etmesinden rahatsız oluyor. Peki, PKK Türkiye’de kalsa ve şehit cenazeleri gelmeye devam etse memnun mu olacaksınız? Neden rahatsız oluyorsunuz?

Olmadık yalanlar söylediler: “Anayasa’dan Türklüğü çıkaracaklar” dediler, “Kürtçe resmî dil olacak” dediler. Ne oldu? Bir kez daha yalan çıktı mı?

Peki, özür dileyecek misiniz?

AHMET HAKAN / Terörsüz Türkiye Hedefi İçin Şu Dokuz Şeyi Hiç Unutmayalım (Hürriyet)

BİR: Değersizleştirme çabalarına prim verilmesin. Yalın gerçek şudur: PKK’nın son açıklamasıyla Terörsüz Türkiye’ye doğru bir adım daha yaklaşılmıştır.

İKİ: Dünyada terör örgütlerinin kendilerini feshetme süreçleri, her zaman uzun, meşakkatli, zor, karmaşık olmuştur. Türkiye’deki süreç onlara kıyasla daha hızlı ilerlemektedir.

ÜÇ: Bu sürecin iki amacı vardır: Ülke içinde huzur ve güvenlik, bir. Bölgede barış ve istikrar, iki. Bunlar Türkiye için yaşamsal konulardır.

DÖRT: Süreç şeffaf ilerlemektedir. Hatta biraz fazla şeffaf ilerlemektedir. Gizli pazarlıklar, al–ver hesapları yoktur. Meclis işin içindedir. Olayın her aşaması sonsuz tartışılmaktadır.

BEŞ: Silahlar yakılacak, örgüt Türkiye’den çekilecek, sınırlardaki mağaralar boşaltılacak... Bunların adım adım gerçekleşiyor olması, hedefe ulaşmanın belirtilerinden başka bir şey değildir.

ALTI: Provokasyonlar olmaz mı? Tabii ki olur. Kaos siyasetleri devreye girmez mi? Tabii ki girer. Ama bütün bu tehlikelere karşı azamî dikkat gösterildiği bilinmelidir.

YEDİ: Önceki açılım sürecinin çeşitli nedenlerle başarısızlıkla sonuçlanması, “Terörsüz Türkiye” süreci açısından zengin bir deneyim kaynağı olmuştur. Bugün o deneyimden de yararlanılmaktadır.

SEKİZ: Son açıklamaya göre örgüt sadece Türkiye’den değil, Türkiye’nin sınırlarındaki mağaralardan da çekiliyor. Bu çok önemli olay, sürecin kararlılıkla ilerlediğinin en önemli göstergesidir.

DOKUZ: Kırk yıldır Türkiye’nin prangası olmuş en büyük sorunun bitirilmeye çalışıldığı gerçeğini hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Böyle bir bakış, yapıcı olmayı kaçınılmaz kılacaktır.

SELVİ’NİN İKNA OLMAMA HAKKI YOK MU?

Abdulkadir Selvi, geçen akşam CNN Türk ekranlarında Göksu Öngören Özgür’ün programında... Casusluk davasıyla ilgili olarak şu tutumu almış:

İmamoğlu’na yönelik casusluk suçlamasını zayıf bulmuş.

Bu suçlamanın delillendirmeye muhtaç olduğunu söylemiş.

Bakan Kurum Paylaştı! 30 Soruda Yüzyılın Konut Projesi: İşte 30 Sorunun Cevabı
Bakan Kurum Paylaştı! 30 Soruda Yüzyılın Konut Projesi: İşte 30 Sorunun Cevabı
İçeriği Görüntüle

Bir fotoğraf karesinin bunun için yeterli olmayacağına vurgu yapmış.

Buna tepki gösterenler var. Ortada henüz bir mahkeme kararı yok. Sadece iddialar var. Bazılarının bu iddialara bakarak... “Bu çok ciddi bir suçlama” demeye, “Adam resmen casusluk yapmış” demeye, “Abooo! Bu nasıl iş” demeye hakkı var.

Ama bazılarının da bu iddialara bakarak... “Benim kafama pek yatmadı” demeye, “Deliller bana yetersiz geldi” demeye, “Ben pek ikna olmadım” demeye hakkı var.

Ne yani? Herkesin her şeye hakkı olacak da bizim Abdulkadir Selvi’nin bu konuya ikna olmamaya hakkı olmayacak mı?

Kaldı ki Selvi, İmamoğlu ile ilgili ortaya atılan her iddiaya tereddütsüz “saçma, boş, değersiz” muamelesi de yapmıyor. Mesela İmamoğlu’nun belediyede bir “ekosistem” kurduğuna yönelik iddialara tamamen ikna olmuş durumda.

ABDULLAH ÖZDEMİR’İN YILDIZININ PARLADIĞI AN

Doğrudur. Belediye meclis üyeleri de halk tarafından seçilmiştir. Doğrudur. Meclis üyelerinin yapacağı seçim de bir tür halkın yaptığı seçim sayılır. Ancak ben yine de halk oylamasıyla yapılmış bir seçimin sonucunun yine halk oylamasıyla değişmesi gerektiğine inananlardanım. Gerçek seçim zaferi budur.

Bu prensibi kayıtlara geçirdikten sonra Özdemir konusuna gelebilirim:

Bayrampaşa Belediye Meclisi’nde yapılan seçimde yaşanan tartışmalar sırasında AK Parti İstanbul İl Başkanı Abdullah Özdemir’i dikkatle izledim:

Mücadeleden asla vazgeçmedi.

Öfkesini göstermekten çekinmedi.

İktidar gücüne yaslanmadan hak aradı.

Abdullah Özdemir gibi genç bir siyasetçinin bir sınamadan, bir meydan okumadan geçmesi gerekiyordu. Ama bunun yapay değil, doğal biçimde gerçekleşmesi şarttı.

Bayrampaşa Belediye Meclisi’nde yapılan seçimde Abdullah Özdemir, tamamen organik biçimde işte bunu yaptı. AK Parti teşkilatları için örnek bir liderlik sergiledi yani.

İBRAHİM KALIN’DAN ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR

İbrahim Kalın’ın “Heidegger’in Kulübesine Yolculuk” adlı kitabını okuyorum. Kitapta İbrahim Kalın’ın yazdığı şu cümlelerin altını çizdim:

“Gerçek manada konuşabilenler, aynı dili kullananlar değil, aynı manayı idrak edebilenlerdir.”

“İnsan, her vaktin farklı hallerini bilmeli ki vaktin bereketini yaşayabilsin.”

“Unvan peşinde koşanlar, tefekkürün ne olduğunu kavrayamazlar.”

“Yalnız olmanın, yalnız bırakılmanın yahut yalnız olmayı tercih etmenin aksine münferit olmak; bir şeyi inanarak, azmederek, her şeye ve herkese rağmen yapma iradesini göstermek anlamına geliyor.”

“İnsan, anlamdan yoksun bir varlık âlemine anlam bahşeden bir efendi değildir. İnsan, anlamı Varlık’ın tezahür ve ortaya çıkış hallerinde bulur.”

ZAFER ŞAHİN / Muhafazakâr Devrimci Bunu da Yapar (Milliyet)

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul’da açıkladığı 500 bin sosyal konut müjdesinin detaylarına bakarken aklıma 90’lardaki özelleştirme tartışmaları geldi.

Tarih 24 Kasım 1994...

Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, Özelleştirme Yasası’nın Meclis’ten geçmesinin ardından heyecanlı bir konuşma yapıyor:

“Türkiye, coğrafi bölgesindeki son sosyalist devlet olmuştu. Biz onu yıktık!”

Türkiye hiçbir zaman sosyalist bir devlet olmadı. Ama o dönemin ruhu, özelleştirmeyi adeta kutsuyordu. Ve Çiller, bütçe üzerinde büyük yük oluşturan verimsiz KİT’lerden kurtuluşun tek çaresinin özelleştirme olduğuna inanıyordu. Doğruydu, yanlıştı tartışılır. Ama dönem değişti... Tabii ki dönemin ruhu da.

Pandemiyle beraber dünya yüksek enflasyon sürecine girdi. Sadece bizde değil, hemen hemen tüm ülkelerde insanlar eğitim, sağlık, barınma gibi temel haklara ulaşmakta güçlük çekiyor. Ve devletin bu alanlarda vatandaşlarını desteklemesi artık kaçınılmaz bir zorunluluk olarak öne çıkıyor.

Türkiye’de ders kitapları uzun zamandır bedava. Nüfusun tamamı sosyal güvenlik şemsiyesi altında ve sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanıyor. Dünyaya örnek olacak bir sosyal yardım sistemimiz var. Yani Erdoğan iktidarı, aslında benzerlerine sadece sosyalist devletlerde rastlanılabilecek birçok uygulamayı hayata geçirmiş durumda.

Ama anayasal bir hak olan barınma hakkını tam manasıyla vatandaşa sunabilmiş değiliz. Yakın dönemde yüzde 59’lara ulaşan “ev sahibi olma oranı” yüzde 56’lara geriledi. Konut maliyetlerindeki artışlar sadece ev fiyatlarını değil, kiraları da uçuşa geçirdi. Bırak asgari ücretliyi; memur, işçi, emekli ev kirasını ödeyemiyor.

Devletin, ev sahibi olma oranı yüzde 90’lara ulaşan Çin örneğindeki gibi meseleye el atma vakti çoktan geldi. Bizim milletin en büyük motivasyonlarından biri “ev sahibi olmaktır.” İnsanlar pandemi sonrasında bunun hayalini bile kuramaz hâle geldi.

İşte tam da bu yüzden Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 81 ilde 6 bin 750 lira ile 11 bin 63 lira arasında değişen taksitlerle vatandaşı ev sahibi yapmak için harekete geçmesi, gerçek bir devrimdir.

Ev sahibi olma oranımızı yüzde 56’lardan yüzde 90’lara, yüzde 100’lere çıkarmak da ancak bir devrimcinin altından kalkabileceği bir iştir. Bu millet boşuna “Yaparsa Erdoğan yapar” diyerek 23 yıldır Erdoğan’ın peşinden gitmiyor. Muhafazakâr devrimci, Türkiye’nin tamamını ev sahibi yapana kadar durmaz.

Çiller ile başladık, onunla bitirelim. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Çiller ile nasıl çalıştıklarını soran gazetecilere “Tak diye emrediyor, şak diye yapıyoruz” cevabını vermişti.

Teşbihte hata olmaz; Recep Tayyip Erdoğan ile Murat Kurum’un çalışma şekli de tam olarak böyle. Deprem bölgesinde yükselen yüzbinlerce konuttan sonra 500 bin sosyal konut için kolların sıvanması, bu uyumun ve Erdoğan’ın Kurum’a olan güveninin bir işareti.

Millet bu projeyi sevdi, devamı muhakkak gelmeli.

Konser mi, Sosyal Konut mu?

Biraz itici olmakla beraber, haklılık payı yüksek bir sözdür: Her şeyi devletten beklememek lazım.

Şahinbey Belediyesi de öyle düşünmüş; 3 bin 300 sosyal konut için kolları sıvamış. Hane halkı geliri 52 bin liradan fazla olanlar başvuramıyor projeye. Benzer projeleri diğer belediyelerden de bekliyoruz.

Hiç konser yapmayın demiyoruz. Ama bütçenizde aslan payını artık çalgıya çengiye değil, sosyal belediyeciliğe ayırın. Popçular, rapçiler, türkücüler sayenizde çok evler, yatlar, katlar aldı. Biraz da vatandaşı düşünün.

Şahinbey’i örnek alın... Yeter, konserlerde har vurup harman savurduğunuz paralar!

Kendiniz yapamıyorsanız Murat Kurum’un kapısını çalın. Eliniz boş yollamaz sizi Ankara’dan.

BERCAN TUTAR / ABD’nin “Farklı” PKK Şapkaları! (Sabah)

PKK'nın Türkiye'den "çekilme" kararı, ülkemizi her açıdan dizayn eden 100 yıllık emperyal tanımlar ve zincirlerin de kırıldığının en somut göstergesidir. "Terörlü Türkiye"ye veda, sadece siyasî büyümemizin değil, ekonomik açıdan sıçrama yapmamızın da manivelasına dönüşecektir.

Bütün risk ve tehdit unsurlarının ortadan kalkmasıyla üç kıtanın merkezindeki ülkemiz, sahip olduğu jeopolitik konumuyla şahlanacaktır. Avrupa, Asya ve Afrika arasındaki tedarik koridorlarının, kalkınma girişimlerinin, enerji ve lojistik hatlarının vazgeçilmez rotası hâline geleceğiz.

Bu aşamaya kolay varmadık. Zira Türkiye, PKK'nın kurulduğu 1978'deki çaresiz ülke değil artık. 12 Eylül 1980 darbesiyle vesayeti daha da perçinlenen o eski Türkiye artık yok. PKK'nın kurulduğu ve önünün açılıp büyümesine imkân verilen 1980'lerin jeopolitik atmosferinde etkisiz bir aktör konumundaydık. Emperyal projelerin deneme tahtası ve Batı'nın jandarmasıydık.

1980 darbesinden hemen önce, 1979'da Suriye'ye gönderilen PKK lideri Abdullah Öcalan, 1982'den itibaren örgüt elemanlarını Kuzey Irak'taki Kandil bölgelerine ve İran topraklarına yerleştirmeye başladı. Irak, İran ve Suriye'ye konuşlandırılan PKK, iki yıllık bir siyasî ve askerî eğitimden sonra 1984'te aktive edilerek Türkiye'deki ilk eylemini gerçekleştirdi.

Emperyal proje nakış gibi işliyordu. 1980'lerde örgütlenen ve eğitilen PKK, 1991'deki Körfez Savaşı'ndan sonra yeni bir aşamaya geçirildi. Karakol ve köy baskınları yerini 1990'larda Güneydoğu'daki "şehir savaşları" ve "alan hâkimiyeti" stratejisine bıraktı.

Kurulduktan ve palazlanıp Kandil'e iyice yerleştikten 19 yıl sonra, 1997'de ABD ilk kez PKK'yı terörist örgüt ilan etti. ABD Dışişleri Bakanlığı, PKK'yı "Yabancı Terörist Örgüt / Foreign Terrorist Organization (FTO)" listesine aldı.

1998'de imzalanan Adana Protokolü'yle Suriye yönetiminin sınır dışı etmek zorunda kaldığı Öcalan, 1999'da Kenya'da yakalanarak Türkiye'ye getirildi. Ve bu aşamada ABD, PKK için yeni bir tanımlamaya gitti. ABD bu kez PKK'yı "Specially Designated Global Terrorist (SDGT)" tanımlamasıyla "küresel terörist örgüt" diye tarif etti.

2003 Irak işgalinden sonra PKK, Irak'ta ve Suriye'de PYD (Demokratik Birlik Partisi) adı altında örgütlendi. İran'da da PJAK (Kürdistan Özgür Yaşam Partisi) kuruldu. Ve aynı yıl, Türkiye'deki saldırılarını yeniden artırdı.

Bu kez ikinci Irak işgaline (2003) göre yapılandırılan yeni bir PKK terör sürecine girdik. Ve buna uygun davranan ABD, 2008'de PKK'yı George W. Bush'un talimatıyla "Önemli Yabancı Uyuşturucu Kaçakçısı Örgüt / Significant Foreign Narcotics Trafficker (SFNT)" diye tanımladı.

Bu tarihten sonra yeni bir dizaynla yeni bir strateji daha devreye sokuldu. Irak dosyası tamamlandıktan sonra bu kez Suriye dosyası açıldı. 2011'de Suriye iç savaşı alev aldı. "Rojava Projesi"nin kapısı aralandı.

PKK, Suriye'de 2003'te kurduğu siyasî kolu PYD’ye bağlı olarak 2011'de silahlı kolu olan YPG'yi (Halk Koruma Birlikleri) kurdu. Türkiye'nin yoğun baskısı nedeniyle 2015'te YPG isim değiştirerek SDG (Suriye Demokratik Güçleri) adıyla ABD'nin kanatları altına alındı.

Fakat 15 Temmuz 2016 darbe ve işgal girişimi karşısında gösterilen destansı direniş bir milat oldu. Türkiye o tarihten sonra zafer üstüne zafer kazanmaya başladı. Türkiye, paravan terör örgütleri yerine bizzat Batı ile mücadeleye girişti ve emperyal merkezleri bozguna uğrattı.

Ve bu süreç, PKK'nın kendini feshedip silah bırakması ve Türkiye'den tamamen ayrılmasıyla sonuçlandı. Bu daha başlangıç. "Terörsüz Türkiye"den sonra şimdi de sırada "terörsüz bölge" süreci var.

Bakalım ABD, bu dördüncü süreçte PKK'yı (YPG) hangi ta(h)rif ve kılıkla prezante edecek? ABD'nin yeni PKK şapkasından bakalım bu sefer nasıl bir tavşan örgütlenme çıkacak?

YAHYA BOSTAN / Eurofighter’da Son Durum Raporu (Yeni Şafak)

ABD merkezli bir girişim var: Global Fire Power. Açık kaynak bilgilerden yola çıkarak askerî güç endeksi oluşturuyorlar. Kendi ifadeleriyle, hiçbir resmî kuruluşla bağlantıları yok. Projelerini bağımsız yürütüyorlar.

Global Fire Power’ın 2025 askerî güç endeksine göz attım. Türk Silahlı Kuvvetleri, dünyanın en güçlü 9’uncu ordusu olarak nitelenmiş. İlk üçte Amerikan, Rus ve Çin orduları var. Puanlama yapılırken muharebe tecrübesi –ki bu çok önemlidir– ve jeopolitik yayılım/yurtdışı aktif üs/konuşlanma kriterleri dikkate alındı mı, bilmiyorum.

İlk 9’da Türkiye, ABD ve Rusya dışında muharebe tecrübesi olan ülke yok. TSK, jeopolitik yayılım/aktif üs sayısı bakımından da ilk 9’daki birçok ülkeden ayrılıyor.

Global Fire Power’ın hava kuvvetleri endeksine de baktım. Türk Hava Kuvvetleri de 2025 yılında dünyanın en güçlü 9’uncu hava gücü olarak kayda geçmiş (İsrail 16, Yunanistan 19’uncu sırada). En güçlü SİHA filosunun Türkiye’nin elinde olduğunu vurgulamama da gerek yok sanırım.

O hâlde bugün neden Eurofighter’ı, F-16’yı, F-35’i tartışıyoruz?

Alımlar Ara Geçiş Süreci İçin

Aslında bugünü değil, yarını konuşuyoruz. Türkiye son yıllarda, özellikle son 10 yılda savunma sanayiinde önemli bir yol kat etti. Kaan’ın üretim çalışmaları kendi takvimi içerisinde devam ediyor. Diğer yanda insansız savaş uçağı Kızılelma var. 2026’da envantere girmesi bekleniyor.

Tüm bu çalışmalar tamamlandığında Türkiye, kendi imkânlarıyla geliştirdiği insanlı ve insansız sistemleri eşgüdüm içerisinde kullanabilen nadir hava kuvvetlerinden birine sahip olacak. (Çok katmanlı hava savunma sistemi Çelik Kubbe’yle de hava savunma konusundaki ihtiyaçlarımızı gidermiş olacağız.)

Ancak “ha deyince” olmuyor. Yerli uçak sistemleri tam kapasite devreye alınana kadar beklememiz gereken bir süre var. Bu geçiş sürecinde Türk Hava Kuvvetleri’nin caydırıcılığını koruması, elindeki filonun güçlü ve genç olması gerekiyor. Eurofighter’ı, F-16’yı, F-35’i işte bu kapsamda tartışıyoruz.

Eurofighter konusunda son bir haftada önemli gelişmeler yaşandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Körfez ziyaretinde Katar ve Umman’dan alınacak Eurofighter’lar gündeme geldi. Dün de İngiltere Başbakanı Starmer Türkiye’deydi. Almanya Şansölyesi Merz de bu hafta Ankara’ya gelecek.

Alman Şansölye Tartışmanın Neresinde?

Peki, Katar, Umman, İngiltere derken Türkiye’nin ihtiyaç ve beklentisi nedir? Toplamda kaç uçak alınacak? Ankara, konuyu Londra ile konuşurken neden Körfez’den alım gündeme geldi? Almanlar bu işin neresinde?

Haklı olarak bu sorular çokça soruluyor. Bildiğim kadarıyla yanıtlamaya çalışayım:

Bir. Alman Başbakan’ın bu hafta gerçekleşecek ziyaretinin Eurofighter alımıyla bir ilgisi yok. Sanıldığının aksine Almanlar, konsorsiyumun ortağı olma dışında bu süreçte rol oynamadılar. Müzakereler İngilizlerle yürütüldü.

İki. Eurofighter alım süreci bir hayli dinamik. Hangi ülkeden ne kadar alınacağı –bazı istisnalar dışında– tam olarak netleşmiş sayılmaz. Konuşulan rakamlar daha sonra değişebilir.

Üç. Ankara, Eurofighter’ın son ve en gelişmiş versiyonunu almak istiyor. Yapılan minimum ihtiyaç analizine göre amaç önce 20 adet almak, sonra sayıyı 40’a çıkarmak. (Detaylı bilgi için bakınız: Eurofighter köprüden önce son çıkış uyarısı mı? 21 Kasım 2023.) Bu kapsamda İngilizlerle (konsorsiyumun diğer ortakları İspanya, İtalya ve Almanya’nın desteğiyle) uzlaşma sağlandı. İngiltere’den 20 uçak kesin olarak geliyor. Jetlerin üç yıl içinde Ankara’da olması bekleniyor.

Dört. Ancak üretim bandında bekleyen siparişler var. Daha önce yapılan anlaşmalar gereği önce İngiliz ve Katar Hava Kuvvetleri’nin siparişleri yapılacak. Daha sonra sıra Türkiye’ye gelecek. Bu da zaman alacak. (Üretim bandında sipariş bekleyen ülkeler sırasını Türkiye’ye verir mi? Neden olmasın?) İşte Katar ve Umman’dan alım formülü bunun üzerine gündeme geliyor.

Önce Eğitim, Sonra Harekât

Beş. Katar’ın ihtiyaçlarının ötesine taşan güçlü bir filosu var. Filoyu tam randımanlı kullanmıyor. Doha bu yüzden satışa sıcak bakıyor. Katar’dan kaç uçak geleceğine ilişkin muhtelif rakamlar medyada yazıldı, çizildi (ben 12 adet Eurofighter olarak duydum). Bunun için Katar’la anlaşma imzalanması gerekiyor.

Bu uçaklar oldukça donanımlı (Tranche 3). Modernizasyona ihtiyaç duyulmuyor. Katar’dan uçaklar geldiğinde Türk savaş pilotlarının eğitim süreci başlayacak. Dolayısıyla yaklaşık bir buçuk yıl içinde Eurofighter’lar harekâtlarda kullanılmaya başlanacak.

Altı. Umman’dan da Eurofighter alma görüşmeleri var. Umman’dan alınacak uçakların modernizasyona ihtiyacı olacak.

Yedi. Türkiye’nin ihtiyaç analiz ve planlaması 40 uçak şeklindeydi. Ancak alım yapılabilecek ülke sayısı arttı, kaynaklar çeşitlendi. Bu yüzden yukarıdaki tabloya bakıldığında Ankara’ya gelecek uçak sayısının 40’ı aşabileceği de söylenebilir.

Not: Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler, dün akşam İngiltere'den 20, Katar ve Umman'dan 12'şer adet Eurofighter Typhoon alımının planlandığını açıkladı.

Kaynak: FADİME YILDIRIM