Değerli okurlarım,
Her zaman olduğu gibi, yine Afyonkarahisar’ımızın gündeminden, insanından ve yüreğinden gelen konularla sizlerle birlikteyim.
Bu köşede, bazen sevinçlerimizi, bazen de düşündüren olayları paylaşırken; amacım hep aynı: Gerçeği anlatmak…
Cumhuriyet Bayramı, bir takvim gününden ibaret değildir; Türk milletinin yeniden doğuşunun, özgür iradesinin ve bağımsızlık onurunun sembolüdür.
29 Ekim, bir ulusun küllerinden yeniden doğduğu, egemenliğini “kayıtsız şartsız millete” teslim ettiği gündür.
O yüzden bu bayram, yalnızca kutlanmaz; yaşanır, hissedilir, coşkuyla taşınır.
Ancak bu yıl Afyonkarahisar’da Cumhuriyet Bayramı kutlamaları, anlamı gölgede bırakan bir biçimde 28 Ekim Pazartesi günü gerçekleştirildi.
Okulların bahçelerinde marşlar, şiirler ve gösteriler bir gün önce yapıldı; 29 Ekim sabahı ise okullar sessizdi.
Oysa ki Millî Eğitim Bakanlığı yönetmelikleri, millî bayramların kendi günlerinde kutlanmasını öngörür.
23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos nasıl gününde kutlanıyorsa; 29 Ekim de 29 Ekim’de kutlanmalıydı.
Peki neden böyle oldu?
Resmî tatil gerekçe gösteriliyorsa, o zaman soralım:
Bayramlar tatil günü müdür, yoksa milletçe bir araya gelme günleri midir?
Cumhuriyet Bayramı, “izin” değil, “aidiyet” günüdür!
Bir ulusun varoluşunun, bir rejimin temellerinin yıl dönümüdür.
Cumhuriyet Bayramı’nın ruhu, o günün sabahında okul bahçelerinde yankılanan İstiklal Marşı’nda, öğrencilerin ellerindeki bayrakta, öğretmenlerin gurur dolu bakışlarında hayat bulur.
Bir gün erkene alınan tören, aslında bayramı değil; Cumhuriyet bilincini erkenden bitirmiştir.
Cumhuriyet, tatil yapılacak bir gün değil; var olduğumuzu hatırladığımız gündür.
O yüzden bu milletin çocukları 29 Ekim sabahı okul bahçelerinde, ellerinde bayraklarla, Atatürk’ün gösterdiği aydınlık yolda saf tutmalıydı.
Cumhuriyet Bayramı’nı 28 Ekim’e sığdırmak, yalnızca takvimde bir kaydırma değil; bir ruh kaybıdır.
Umarız gelecek yıllarda bu hassasiyet yeniden kazanılır;
29 Ekim sabahı Afyonkarahisar sokaklarında, Türkiye’nin dört bir yanında yine aynı ses yankılanır:
“Yaşasın Cumhuriyet
“Bir başka önemli konuya değinmek gerekirse…”
“Ezan Sadece Okunmaz, Gönüllere İşlenir”
Afyonkarahisar…
Tarihiyle, maneviyatıyla, kökleriyle Anadolu’nun kalbidir.
Ama gelin görün ki son zamanlarda bu maneviyatın en güzel sesi olan ezanlarımız, olması gerektiği gibi gönüllere dokunmuyor.
Vatandaş haklı olarak soruyor:
“Neden bizim şehirde ezan makamla, huşuyla, ahenkle okunmuyor?”
Her Şehirde Bir Ses, Her Sesin Bir Ruhu Var
İstanbul’da bir sabah ezanı duyarsınız, Ezan-ı Muhammedi makamında…
Bir anda bütün şehir susar.
O ses, gökyüzüne değil kalbe ulaşır.
İnsan kendini Mimar Sinan’ın kubbeleri altında, bir dua selinin içinde hisseder.
Peki Afyonkarahisar’da neden bu duygu yok?
Neden bu şehirde, bu maneviyatın tam ortasında, ezanlar tekdüze, aceleci, bazen bilemedin yanlış makamla okunuyor?
Ezan Bir Davettir, Ruhla Okunmazsa Davet Eksik Kalır
Ezan, sadece bir çağrı değil, bir davettir.
Müminin kalbine, Allah’a yönelişe, huşuya çağrıdır.
Ama ses tonu, makam, nefes, kalp… bunlar bir bütündür.
Birinin eksikliği, davetin gücünü zayıflatır.
Ne yazık ki bazı camilerimizde bu kutsal ses,
ya hoparlörün tınısına,
ya aceleyle okunan bir görev anlayışına kurban gidiyor.
Hâlbuki ezan, görev değil, aşk işidir.
Seçici Olmak Saygısızlık Değil, Sorumluluktur
Vatandaşın isteği çok basit:
Ezan, makamla, gönülle, aşkla okunsun.
Her camide aynı duyarlılık olsun.
Ezanı okuyan imamın sesi, kalbinin sesi olsun.
Bunu istemek kimsenin haddini aşmak değil; bilakis maneviyatımıza saygının bir ifadesidir.
Diyanet’in, müftülüğün, müezzinlerin bu konuda seçici ve eğitimli davranması, hem inancımıza hem de bu şehrin ruhuna hizmettir.
Afyonkarahisar, Bu Sese Layık
Kocatepe’nin gölgesinde, kalemizin taşında, camilerimizin minaresinde yankılanan ezan…
Eğer makamla, ahenkle, gönül bağıyla okunursa,
Afyonkarahisar’ın seması sadece sesle değil, maneviyatla da dolar.
Unutmayalım:
Ezan sadece duyulmaz, hissedilir.
Gönülden okunursa gönle ulaşır.
Gönülsüz okunursa, hoparlörden öteye geçmez.
Bugün biraz fazla gevezelik yaptım galiba önemli bir konuyla güne noktayı koymak istiyorum...
5G’ye Geçiyoruzmuş… Biz Daha 3G’yi Zor Kullanıyoruz!”
Her yeni açıklamada “teknolojide çağ atlıyoruz”, “dijitalleşmede dev adım”, “5G’ye geçiyoruz” deniyor…
Ama bir bakıyoruz: evin içinde bir adım sola geçince çekmeyen telefon, dışarıda kopan internet, faturaya bakınca şok eden rakamlar!
Gerçekten 5G’ye mi geçiyoruz, yoksa vatandaşın cebinden 5 lira daha fazla almanın yeni yoluna mı?
Faturalarda Teknoloji Değil, Yüksek Enflasyon Var
Bugün bir orta gelirli vatandaşın aylık telefon ve internet faturası neredeyse elektrik faturasını geçti.
Operatörler her ay “altyapı yatırımları” bahanesiyle zam üstüne zam yapıyor.
Ama sokağa çıkın, bir binanın giriş katında telefonla konuşurken ses kesiliyor, dağın eteğinde internet “bağlantı yok” diyor.
5G’ye geçmeden önce şu 2G çekmeyen köylerin, 3G bile göremeyen mahallelerin derdini çözmek gerekmez mi?
Reklamda 5G, Gerçekte 1 Çizgi
Kâğıt üzerinde Türkiye dijital devrim yaşıyor.
Ama gelin görün ki köy yollarında, şehir merkezlerinde, üniversite kampüslerinde bile insanlar “duyuyor musun?” diye bağırarak konuşuyor.
5G’ye geçiyoruz ama hâlâ 1 GB internetin parasına Avrupa’da 50 GB veriliyor.
Vatandaşın cebinden çıkan her kuruşun karşılığında ne hız var, ne çekim kalitesi.
Teknoloji Erişilebilir Olmadıkça Anlamını Yitirir
Bir ülkenin teknolojik gelişimi, sadece bakanın açıkladığı basın toplantısıyla ölçülmez.
Gerçek gelişim, vatandaşın köyünde, kasabasında, evinde internete rahatça bağlanabilmesiyle ölçülür.
“5G geliyor” deniyor ama milyonlarca öğrenci hâlâ dersini izleyemiyor, binlerce esnaf hâlâ internet bankacılığına bağlanamıyor.
Önce Çeken Hat, Sonra 5G
Bizim vatandaşın ihtiyacı reklamda süslü “5G” logosu değil;
çekim gücü olan, makul fiyatlı, kesintisiz bir iletişim ağı.
Yani önce vatandaşın sesini duyan bir altyapı, sonra hız yarışına giren bir sistem.
Yoksa bu gidişle biz 5G’ye değil, “5 kuruşluk hizmete, 5 kat fatura” dönemine geçeceğiz.
“Yazıyı burada noktalarken, sizleri düşünmeye ve sorgulamaya davet ediyorum.”