Bugün Afyon’da çalışmanın neden yetmediğini, emeğin neden karşılık bulamadığını konuşacağız.
Çünkü bu şehir çok çalışıyor ama her geçen gün biraz daha yoruluyor.
AFYON’DA ÇALIŞMAK YETMİYOR, YAŞAMAK ZORLAŞIYOR
Afyonkarahisar’da sabah erken başlar hayat.
Organize sanayiye giden servisler, çarşıya kepenk açan esnaf, hastaneye yetişmeye çalışan sağlık çalışanı, okula koşan öğretmen…
Herkes çalışıyor. Ama herkesin yüzünde aynı ifade var: Yorgunluk. Bu şehir tembel bir şehir değil. Afyon, emeğin şehridir. Üretenin, alın terinin, sabahın ayazında işe gitmenin ne demek olduğunu bilen bir şehir. Ama bugün Afyon’da çalışmak yetmiyor. Asgari ücretle çalışan bir genç, merkezde kiraya çıkmayı aklından bile geçiremiyor. Çarşıya yakın evler zaten hayal, kenar mahallelerde bile kira maaşın yarısına dayanmış durumda.
Bir baba, çocuğunu üniversiteye göndermeden önce “Nasıl geçinecek?” diye düşünüyor. Okumasın demiyor. Ama korkuyor. Eskiden Afyon’da okumak bir umuttu. “Okur, memur olur” denirdi. Şimdi “Okur da sonra ne olur?” sorusu var. Bu soru çok ağır bir sorudur. Bir şehrin çocukları bu soruyu soruyorsa, orada sadece ekonomik değil, toplumsal bir alarm vardır. Çarşıda konuşulan konular değişti. Eskiden esnaf siftah yapıp yapmadığını konuşurdu.
Şimdi “Bu ayı nasıl çıkaracağız+?” konuşuluyor. Pazara çıkan emekli, filesini boş getiriyor. Kasaya geldiğinde “Şunu bırakayım” cümlesi artık sıradanlaştı. Bu bir alışkanlık değil. Bu bir zorunluluk. Afyon’da gençler artık hayal kurarken bile temkinli. Evlenmek istiyorlar ama hesap yapıyorlar. Çocuk yapmak istiyorlar ama korkuyorlar. Bir gelecek kurmak değil, hayatta kalmak planlanıyor. Ve bu çok acı bir şey.
Anne babalar çocuklarına şunu diyemiyor artık: “Biz arkandayız, sen yeter ki oku.”
Şunu diyorlar: “Keşke sana daha fazlasını verebilseydik.” Bu cümle bir şehrin vicdanında yankılanmalıdır. Afyon, dayanışmayı bilen bir şehir. Komşuluğu bilen, paylaşmayı bilen bir şehir. Ama dayanışma, sistemin açığını sonsuza kadar kapatamaz.
Bugün sorun şurada: Çalışan kazanamıyor. Kazanan biriktiremiyor. Biriktiremeyen gelecek kuramıyor. Ve bu zincir her gün biraz daha sıkılaşıyor. Bu mesele sadece ekonomi değil. Bu mesele, insan onuru meselesi. Bir şehirde insanlar çocuklarının gözünün içine bakarken gelecekten söz edemiyorsa, orada kalkınma tabelada kalmıştır. Afyon’da sorun tembellik değil. Afyon’da sorun çalışmamak değil.
Afyon’da sorun şudur: Çalışmanın artık yetmemesi. Bu şehir daha iyisini hak ediyor. Bu şehirde yaşayan insanlar, “idare etmek” değil insanca yaşamak istiyor. Ve bu bir lütuf talebi değil. Bu bir haktır.
Eğer Afyon’da gençler başka şehirleri, başka ülkeleri konuşuyorsa, emekliler pazarda susuyorsa, babalar geceleri hesap yaparak uyuyorsa; orada artık “sabır” demek yetmez.
Orada artık duymak, görmek ve çözmek gerekir. Çünkü bu şehir sustukça değil, anlaşıldıkça ayağa kalkar.
CEKETİN YETMEDİĞİ YER
Bir zamanlar gerçekten denirdi: “Gerekirse ceketimi satar, çocukları okuturum.”
Bu cümle yoksulluğun itirafı değildi. Bu cümle, bir babanın çaresizliği de değildi. Bu cümle, bir hayat hiyerarşisiydi. O hiyerarşide önce çocuk vardı. Önce gelecek vardı. Önce umut vardı. Ceket; sadece bir giysi değildi. Ceket; itibarın son kalıntısıydı. Ceket; babanın sokağa çıktığında sırtına geçirdiği görünmez kimliğiydi. Ceket; “Ben hâlâ ayaktayım” deme biçimiydi.
Onu satmak, yalnızca bir eşyadan vazgeçmek değildi. “Ben küçülürüm ama sen büyü” demekti. “Ben görünmez olurum ama sen görün” demekti.
Bugün aynı cümle kurulamıyor. Çünkü bugün ceket satmak yetmiyor. Yetmiyor çünkü ceket artık sembol değil. Yetmiyor çünkü ceket satılsa bile eğitim eşitlemiyor. Hatta çoğu zaman ceket para etmiyor.
Eskiden aynı okulda okuyan çocuklar vardı. Genel müdürün çocuğu da, fabrika atölyesinde çalışan işçinin çocuğu da, pazarda tezgâh açan esnafın çocuğu da aynı sırada otururdu. Defterleri farklıydı belki ama hayalleri aynıydı. Yoksulluk vardı ama umut vardı. Zorluk vardı ama gelecek ihtimali vardı. Okumak, sınıf atlamanın değil insan olmanın yoluydu. Bugün ise tablo tersine döndü. Bugün imkân varmış gibi görünüyor. Binalar var. Kampüsler var. Özel okullar, kolejler, kurslar var.
Ama içimizde kemiren bir his var: Gelecek yok. Eskiden baba kendini feda ederdi. Bugün baba kendini borçlandırıyor. Bu ikisi aynı şey değil. Fedakârlık gönüllüdür. Borçlanma mecburiyettir. Fedakârlık onur taşır. Borçlanma sürekli bir mahcubiyet üretir.
Bugün “Sana bir ev parası harcadım” diyen babalar var.
Bu cümle bir gurur cümlesi değil. Bu cümle, çocuğun sırtına bırakılan ağır bir miras.
Eskiden baba derdi ki: “Ben okuyamadım ama sen oku.”
Bugün baba içinden diyor ki: “Okusan da kurtulabilecek misin?”
İşte kırılma tam da burada başlıyor. Eskiden çocuk okur, baba gurur duyardı. Bugün çocuk okuyor, ama içinde bir suçluluk taşıyor.
Çünkü artık çocuklar şunu biliyor: Bu eğitim, sadece kendi emeklerinin ürünü değil.
Bu eğitim; annelerin kısmış olduğu harçlıkların, babaların geceleri uykusuz kaldığı borçların, ertelenmiş hayallerin toplamı.
Çocuklar artık okudukları için değil, ailelerini biraz daha az yordukları gün rahat uyuyabiliyor. Bu nasıl bir adaletsizliktir? Eğitim, umut üretmesi gerekirken vicdan yükü üretiyorsa; orada sadece ekonomik bir kriz yoktur. Orada toplumsal bir kırılma vardır. Bugün çocuklar çok erken yaşta şu soruyu soruyor: “Okuyunca ne olacak?”
Bu soru eskiden üniversite kapısında sorulurdu. Bugün ilkokul sıralarında fısıldanıyor. Bir toplumda çocuklar bu soruyu bu kadar erken soruyorsa, orada gelecek kırılmıştır. Sorun ceket değildir. Sorun, ceket satılsa bile geleceğin satın alınamıyor olmasıdır.
Sorun; emeğin karşılığının silinmesidir.
Sorun; çalışmanın güvence olmaktan çıkmasıdır.
Sorun; eğitimin eşitleyen değil, ayıran bir sisteme dönüşmesidir.
Ve belki de en acısı şudur: Bugün babalar çocuklarına “Okuman seni kurtarır” diyemiyor.
Sadece şunu diyebiliyorlar: “Umarım boşa gitmez…”
Bir toplumun en tehlikeli cümlesi budur. Çünkü umut, “kesinlik” ister. Ama biz çocuklarımıza artık sadece temenni bırakabiliyoruz. Eğer çocuklara umut yerine suçluluk, gelecek yerine borç, fedakârlık yerine mahcubiyet miras bırakıyorsak orada sorun ne cekettir ne okul binasıdır. Sorun, geleceğin artık ortak bir hak olmaktan çıkmış olmasıdır. Ve bu, hepimizin sorunudur.
Bu satırları okurken belki günün yorgunluğu omuzlarınıza çökmüştür.
Ama bilin ki bu şehir yalnızca yorulmadı; hâlâ ayakta durmaya çalışıyor.
Günün sonunda Afyon’a düşen, sessizce katlanmak değil, birlikte düşünmektir.
Hepimize hayırlı günler…