Bugünkü yazımda istedimki yarınlarımızın temianatı çocuklarımızı ve gençlerimizi konuşmak,biz büyüklerin , idarecilerin yaptıkları hataları, yanlışları dile getirmek.

Yeni eğitim-öğretim yılına sayılı günler kala Düzce’de bir lise, velilere gönderdiği 18 maddelik “kurallar listesiyle” gündeme oturdu. Listeye göz atan herkes, eğitimle ilgisi olmayan ama ayrımcılık kokan maddelerle karşılaşıyor.

Kız öğrenciler serviste ön koltuğa oturamayacak! Arka koltuk doluysa, boş ön koltuk dururken ayakta gidecekler! Kantinde sıraya girerken erkeklerle yan yana beklemeyecekler! Kız-erkek ilişkilerinde “kankam, kuzenim” gibi ifadeler bile yasak!

Bunlar neyin hazırlığı? Ortaçağ kafasının mı, Taliban düzeninin mi?

Eğitim kurumlarının görevi çocukları hayata hazırlamak, özgür bireyler yetiştirmek, eşitliği öğretmektir. Ama bu okulun yayımladığı kurallar, kız çocuklarını ikinci sınıf vatandaş olarak damgalıyor. Onları sürekli “tehlikeye açık” ya da “korunması gereken” varlıklar olarak tanımlıyor. Oysa korunması gereken şey kız çocukları değil, onların haklarıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasası açıktır: Herkes, dil, din, ırk, cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin eşittir. Eğitim sistemi de bu eşitlik ilkesine bağlı olmak zorundadır. Bir okul, öğrencileri sıraya sokarken bile “kadın-erkek” ayrımı yapıyorsa; bu sadece pedagojik bir facia değil, aynı zamanda hukuka da meydan okumaktır.

Kız öğrenciyi ayakta bırakıp boş koltuğa oturtmamak; kantinde yan yana beklemeyi bile “yasaklamak”… Bu, insan onuruna yapılmış bir hakarettir.

Veliler haklı olarak soruyor: Çocuklarımızı bilime, özgürlüğe ve eşitliğe inanan bireyler olarak mı yetiştireceksiniz, yoksa kafanızı duvardan duvara çarpan bu karanlık anlayışla mı büyüteceksiniz?

Mesele sadece bir okul meselesi değil. Bu zihniyet yayılırsa, yarın hangi hakkımızın elimizden alınacağını kestirmek zor değil. Bugün kız çocukları servis koltuğundan kaldırılıyor; yarın toplum hayatından mı kaldırılacaklar?

Eğitim, ayrımcılığın değil, özgürlüğün kapısını açmalıdır. Çocuklarımızı çağ dışı uygulamalara mahkûm edenler bilsin: Bu ülkenin yarını, bu ülkenin kızları ve oğulları yan yana, eşit ve özgür yaşayacak.

Şimdi bir başka yanlışı dile getirmek istiyorum.

Çocuklarda Lüks Tüketim Çılgınlığı: Geleceğimizi Tehdit Eden Bir Yarış

Son yıllarda sokakta, okul bahçelerinde ya da toplu taşımada sıkça rastladığımız bir manzara var: Çocukların ellerinde son model, binlerce lira değerinde telefonlar. Henüz kendi harçlığını yönetemeyen, hayatı tanımaya çalışan bir gencin cebinde, yetişkinlerin bile almakta zorlandığı telefonların olması, üzerinde durmamız gereken ciddi bir toplumsal mesele.

Bu durum yalnızca bir teknoloji tercihi değil, aynı zamanda sosyal adaletsizliğin aynasıdır. Bir tarafta ailesinin bütçesinden kısarak çocuğuna “geri kalmasın” diye pahalı telefon alan ebeveynler, diğer tarafta ise asgari ücretle geçinmeye çalışan ailelerin çocukları. Çocuklar bu farkı en sert şekilde okul sıralarında, arkadaş ortamlarında yaşıyor. Bir kesim için “marka” artık bir kimlik göstergesi hâline gelirken, diğer kesim için dışlanma sebebi oluyor.

Kapitalizmin en büyük silahı, insanlara ihtiyacı olmayan şeyleri ihtiyaçmış gibi hissettirmek. Bugün çocuklara dayatılan da tam olarak bu: Mutlu olmak için pahalı bir telefona sahip olmalısın! Bu algı, gelecekte tasarruf etmeyi bilmeyen, sürekli daha fazlasını isteyen ve borç batağına sürüklenen bir nesil doğuracak. Daha 12-13 yaşındaki bir çocuk, telefon fiyatını duyduğunda “ben de almalıyım” diyorsa, bu toplumun en büyük tehlike sinyalidir.

Ailelere Büyük Sorumluluk

Bu noktada en büyük görev ebeveynlere düşüyor. Çocuklarını teknolojiden tamamen uzak tutmak mümkün değil, ama teknolojiyle olan ilişkilerini sağlıklı biçimde kurmak mümkün. Bir telefonun değerinin, içindeki uygulamalardan değil, onu kullanarak ürettikleri, öğrendikleri şeylerden geldiğini öğretmek gerekiyor. Ebeveynler de kendilerini sorgulamalı: Çocuğuna marka takıntısı aşılayan, gösterişi ödüllendiren bir anlayış mı benimsiyorlar

Bu mesele yalnızca ailelerin değil, eğitim sisteminin ve toplumsal değerlerimizin de sorunu. Okulların, öğretmenlerin, medya organlarının çocuklara tüketim yerine üretimin, paylaşımın ve emeğin değerini aşılaması şart. Aksi hâlde yetişen nesil, sosyal medyanın ve reklamların oyuncağı olmaktan kurtulamayacak.

Kısacası; aşırı lüks tüketim, yalnızca bugünün değil, geleceğin de en tehlikeli toplumsal sorunlarından biridir. Çocuklarımızın ellerinde son model telefonlar görmek yerine, onların gözlerinde bilgiye duyulan merakı, üretme arzusunu görmek zorundayız. Çünkü geleceğimizi kurtaracak olan şey, marka logoları değil; bilinçli, üretken ve değerlerine sahip çıkan gençlerdir.