Saygıdeğer okurlarım:
Artık sabrımızı taşıran, görmezden gelinemeyecek bir konuyu dile getirme vakti geldi...”
Kocatepe…
Burası sıradan bir dağ değil. 26 Ağustos sabahı Büyük Taarruz ’un işaret fişeğinin verildiği, Mustafa Kemal Atatürk’ün karargâh kurup Cumhuriyet’in yolunu açtığı kutsal bir mekân. Bu topraklarda alınan kararlar sayesinde, bir millet esaretten kurtuldu ve özgürlüğüne kavuştu.
Her yıl binlerce vatandaşımız Kocatepe’ye çıkarak, o günleri hatırlamak, o ruhu yeniden yaşamak için bir araya geliyor. Ancak ne hazindir ki, 21. yüzyılın ortasında, teknoloji çağında hâlâ en temel ihtiyacımız olan iletişim burada sağlanamıyor. Evet, yanlış duymadınız: Kocatepe’de telefonlar çekmiyor!
Çekmeyen telefonların gölgesinde bir kutlama
Zafer Haftası boyunca binlerce kişi alanda toplanıyor, törenler yapılıyor, anma programları düzenleniyor. Fakat GSM şirketlerinin ilgisizliği yüzünden insanlar yakınlarına ulaşamıyor, fotoğraf gönderemiyor, sosyal medyada bu tarihi anı paylaşamıyor. Daha kötüsü, acil bir durumda 112’yi aramak bile çoğu zaman mümkün olmuyor. Bu mu reklam panolarında övündüğünüz “her yerde çekiyoruz” iddianız?
Şirketler milyonlar harcayıp televizyonlarda “en güçlü altyapı bizde” diye böbürleniyor. Ama işin aslı Kocatepe gibi milli hafızamızın merkezinde ortaya çıkıyor. Orada bırakın 5G’yi, 3G bile hayal! Yatırım yok, istasyon yok, çözüm yok. Ama fatura? O her ay muntazam geliyor!
Tarihî kararlılık, bugünkü ilgisizlik
Atatürk ve silah arkadaşları, Kocatepe’de zor şartlarda bile milletin kaderini değiştiren kararları aldı. Düşman işgalini sona erdiren Büyük Taarruz burada başlatıldı. O günün şartlarında telgrafla, kuryelerle, atlı ulaklarla bile haberleşmeyi başarabilen bir irade vardı.
Bugün ise milyarlarca dolar cirosu olan şirketler, en gelişmiş teknolojilere sahip oldukları halde bir baz istasyonu kurmaktan acizmiş gibi davranıyorlar. Bu, ne teknik ne de ekonomik bir mesele… Bu, doğrudan ilgisizliktir!
Çözüm karadan, olmazsa havadan da var
Günümüzde iletişim teknolojilerinde sınır yok. Eğer karadan baz istasyonu kurmak imkânsızsa , dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi havadan çözümler devreye alınabilir. Uydudan internet hizmetleri, balon-baz istasyonları, hatta drone teknolojileri ile en dağlık, en ulaşılmaz noktalarda bile iletişim sağlanıyor. Bugün dünyanın en ücra köşelerinde internet çekiyor da, Kocatepe’de mi çekmeyecek? Bu kabul edilemez bir ayıptır!
Buradan GSM şirketlerine sesleniyorum:
Kocatepe sizin reklam filmlerinizin fonu değil, bu milletin onurudur. Oraya yatırım yapmak lütuf değil, sorumluluktur. Eğer bu ilgisizlik yüzünden bir gün orada yaşanacak bir acil durumda vatandaşlarımız iletişim kuramazsa, bunun hesabını kim verecek?
Devlet yetkililerine de çağrımdır: Kocatepe’de yaşanan bu iletişim utancı artık görmezden gelinemez. Denetim, yaptırım, ceza… Ne gerekiyorsa yapılmalı. Bu şirketlerin sorumsuzluğu, milletimizin tarihine saygısızlığa dönüşmemelidir.
Kocatepe’de özgürlüğün sesi bir asır önce tüm dünyaya duyuruldu.
Bugün ise telefonların sesi çıkmıyor!
Atalarımızın iradesiyle kıyasladığımızda, bu suskunluk kabul edilemez.
Bu ayıp hepimize yeter de artar!
xxxx
Gelelim bir diğer konuya:
SÖZDE VAKIF ÜNİVERSİTELERİ: GENÇLİĞİ SÖMÜREN DÜZEN
Türkiye’de eğitim sisteminin en çürük halkalarından biri, “vakıf” adı altında kurulan ama aslında şahısların yönettiği üniversiteler. Bu kurumlar ne vakıf, ne de eğitim kurumuna yakışır bir anlayışa sahip. Açık konuşmak gerekirse: bunlar ticarethane!
Kontenjanlar boş kaldı
YÖK’ün açıkladığı sonuçlara bakın: birçok sözde vakıf üniversitesi bölümünü dolduramamış. Neden? Çünkü istedikleri ücretler akıl almaz boyutta. Türkiye’de asgari ücretle geçinen ailelere milyonluk faturalar çıkarıyorlar. Hatta öyle ki, Oxford’a ya da Harvard’a daha ucuza okumaya gitmek mümkün.
Veliler borca giriyor, çocuklarının hayalleri uğruna varını yoğunu satıyor. Gençler diplomayı alıyor ama karşılaştıkları manzara içler acısı: işsiz kalan ya da asgari ücretle market kasasında çalışan üniversite mezunları. Bu tablo bile sözde vakıf üniversitelerinin gerçekte ne kadar “boş” olduğunu ortaya koyuyor.
Asıl skandal burada: Bu kurumlar “vakıf” adı altında vergi vermiyor. Oysa gerçekte bir vakıf yapısı yok; tamamen şahısların yönettiği özel işletmeler bunlar. Daha kötüsü, bazıları elde ettikleri milyonları yurt dışına transfer ediyor. Yani Türkiye’nin gençlerinden kazanılan paralar, Türkiye’ye değil yabancı ülkelere hizmet ediyor.
Burs masalı
“Burs veriyoruz” diyerek toplumu kandırıyorlar. Ama burs verilen bölümlere bakın: meslek hayatında karşılığı olmayan alanlar. Mühendislik, hukuk, tıp gibi gerçek bölümler ise el yakıyor. Yüzde yirmi beş, yüzde elli gibi verilen burslar sonrası dahi kalan devasa ücretler nasıl ödenecek. Yani burs bir kandırmacadan başka ir şey değil.
Kanayan yara
Devletin bu tabloya göz yumması, YÖK’ün ise seyirci kalması kabul edilemez. Eğitim ticarethane olamaz. Eğer bu düzen devam ederse Türkiye’nin geleceği, diplomalı ama umutsuz bir gençlikten ibaret kalacak.
Velhasıl; Sözde vakıf üniversiteleri bugün Türkiye’nin en büyük kanayan yarasıdır. Bu yaraya neşter vurulmadığı sürece ülkenin geleceği de, gençlerin hayalleri de heba olacaktır.