Yine bir haber geldi, gökyüzü sessizleşti, bayraklar hüzünle dalgalandı. Azerbaycan’dan ülkemize gelmek üzere havalanan C-130 tipi askerî kargo uçağımızın düşmesi sonucu kahraman Mehmetçiklerimizin şehit olduğu haberi, milletçe hepimizin yüreğine ateş düşürdü.
Bu ülkenin evlatları, her biri bir ana kuzusu, bir babanın gururu, bir kardeşin umudu… Hepsi görev başındaydı, hepsi vatan nöbetindeydi. Gökyüzüne emanetti yürekleri, şimdi ise sonsuzluğa uğurlanıyorlar. Her şehit haberiyle biraz daha eksiliyoruz; ama aynı zamanda onların kahramanlıklarıyla biraz daha büyüyoruz.
Bugün bir kez daha anlıyoruz ki, bu vatanın üzerinde dalgalanan her bayrak, bedeli canla, kanla ödenmiş bir bağımsızlık sembolüdür.
Türk milleti, tarih boyunca nice acılarla yoğrulmuş, ama her defasında yeniden ayağa kalkmasını bilmiştir. Çünkü bu milletin mayasında vefa, inanç ve azim vardır.
Kahraman askerlerimizin fedakârlığı, sadece birer kahramanlık destanı değil, aynı zamanda bize düşen bir emanettir. Onların mirası; birlik, beraberlik ve vatan sevgisidir. O yüzden acımız büyük olsa da, başımız dik, kalbimiz inanç doludur.
Şehitlerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine sabır, aziz milletimize başsağlığı diliyorum.
Gökyüzü bir kez daha ağladı, ama unutmayalım: onların ışığı sonsuza kadar bu toprakları aydınlatmaya devam edecek.
BİR HUZUREVİNİN KAPISINDA KALAN VİCDAN
Kış sabahı…
Huzurevinin bahçesinde bir çınar ağacı, dallarını rüzgâra bırakmış.
Altında oturan yaşlı bir adam, elindeki bastona yaslanmış, gözlerini ufka dikmiş.
Yanında bir kadın, el örgüsü battaniyesini dizine çekmiş, sessizce mırıldanıyor:
“Evladım bu hafta gelecekti…”
Huzurevlerinin en ortak cümlesidir bu:
“Bu hafta gelecekti.”
Ama o hafta hiç bitmez. O evlatlar da çoğu zaman hiç gelmez.
Bir zamanlar o yaşlı eller, bir çocuğun başını okşar, ateşler içinde sabahlara kadar başında beklerdi.
O gözler, uykusuz gecelerde çocuklarının geleceğini düşlerdi.
O yürekler, bir dilim ekmeği bölüp “önce sen ye evladım” derdi.
Şimdi aynı yürekler, “beni neden bıraktılar” sorusunun cevabını arıyor.
Huzurevlerinin Sessizliği
ARILARIN BİLGELİĞİ: DOĞANIN SESSİZ ÖĞRETİSİ
Doğanın en küçük canlılarından biri, kimi zaman insana en büyük dersleri verir.
Bir farenin, balın kokusuna aldanarak bir arı kovanına yaklaşması… belki de sıradan bir olay gibi görünür. Fakat o kovanın içinde yaşananlar, doğanın dengesine ve zekâsına dair ibret dolu bir hikâyedir.
Küçük bir fare, tatlı balın cazibesine kapılıp kovanın sıcaklığına sığınmak ister. Ancak arılar, yuvaya gelen davetsiz misafirleri asla hoş görmezler. Kovandaki düzeni korumak, onların en temel içgüdüsüdür. Ve sonunda, yüzlerce arının savunma refleksiyle o fare hayatını kaybeder.
Ne var ki asıl ders, ölümden sonra başlar.
Arılar, o fareyi dışarı taşıyamazlar. Ceset kovanın içinde kalır.
Normalde bu durum, bütün koloniyi tehlikeye atar; çünkü çürüme ve mikroplar, kısa sürede kovandaki yaşamı yok edebilir.
Fakat arılar, doğanın onlara bahşettiği mucizevi bir savunma yöntemiyle harekete geçerler: propolis.
Ağaç reçinesi ve balmumundan elde ettikleri bu maddeyle, farenin bedenini katman katman kaplarlar. Adeta onu bir lahit içine hapsederler.
Ne koku yayılır, ne mikrop bulaşır, ne de kovanın düzeni bozulur.
Bu davranış, sadece hayatta kalma içgüdüsü değildir. Aynı zamanda doğanın en saf zekâsıdır.
Arılar, içgüdüleriyle temizliğin, düzenin, dayanışmanın ve koruyucu tedbirin ne olduğunu bilirler.
İnsana da sessizce şu dersi verirler:
“Bir toplumun gücü, kriz anında gösterdiği dayanışmada ve aldığı tedbirde saklıdır.”
Bazen doğanın küçücük bir canlısı, en büyük medeniyet dersini verir.
Arıların bilge davranışı, yalnızca kovanlarını değil, insanlığın vicdanını da koruyan bir hatırlatmadır.
Doğadan ders almak isteyenlere…
Her canlı, yaşamın büyük kitabında küçük bir öğretmendir.
Yeter ki bakmayı değil, görmeyi bilelim.
“Kalem burada noktalansa da, söylenecek çok söz, yapılacak çok iş var.”